Fransanın Yarını.. Jerome Fourquet

 

 

 

Bir Fransız arkadaşım Frederic Chabolle, Fransa’nın son dönemde yaşadığı krizleri daha iyi anlamam için Jerome Fourquet’nin “La France d’Apres” adlı kitabını hediye etti. Kitap, Fransa’nın önde gelen yayınevlerinden Seuil Yayınevi tarafından 2023 yılının Ekim ayında yayımlandı ve ülkenin politik ve sosyoekonomik durumunu grafikler ve istatistiklerle objektif bir şekilde inceliyor.

Kitabın öne çıkan konuları şunlardır:

  1. Fransa’nın Güvenlik Durumu: Fourquet, Fransa’daki sürekli güvenlik endişelerini ve özellikle Yılbaşı gecesi yaşanan araç yakma olaylarını ele alıyor. Bu olayların, kamuoyunda kontrol kaybı ve kamu gücünün çaresizliği algısını güçlendirdiğini belirtiyor.
  2. Kamu Hizmetlerindeki Düşüş: Fransa’daki kamu hizmetlerinin kalitesindeki düşüşe ve hastaneler, okullar gibi kamu hizmetlerinde yaşanan sorunların toplumda karamsarlık ve gerileme hissini artırdığını vurguluyor.
  3. Siyasi ve Yönetim Sorunları: Fourquet, mevcut hükümetin ve özellikle İçişleri Bakanı’nın halkın güvenlikle ilgili endişelerine yeterince yanıt veremediğini tartışıyor ve bir kabine değişikliğinin olası etkilerini değerlendiriyor.
  4. Ulusal Birleşme Partisi ve Politik Algılar: Le Pen’in liderliğindeki Rassemblement National (Ulusal Birleşme Partisi)’nin son yıllarda daha kabul edilebilir hale geldiğini ve anketlere de yansıdığını söylüyor. Partinin imajındaki değişimi ve politik figürlerin halk tarafından algılanma biçimlerini yorumluyor.
  5. Fransa’nın Geleceği ve Nostalji: Fourquet, Fransız toplumunun geçmişe duyduğu nostaljiyi ve bu nostaljinin gerçekçiliğini tartışıyor. Geçmişin bazı değerlerinin korunmasının önemini vurgularken, tam bir geri dönüşün mümkün olmadığını belirtiyor.
  6. Sosyal Çatışma Beklentileri ve Kaçınma Eğilimleri: Fourquet, insanların sosyal çatışmalardan kaçınma nedenlerini ele alıyor. Bu nedenler arasında duygusal rahatlık, ilişkilerin korunması, güvensizlik, kültürel düşünceler ve geçmiş deneyimler yer alıyor. Çatışmadan kaçınmanın her zaman olumsuz olmadığını ancak aşırı kaçınmanın çözülmemiş frustrasyonların birikmesine ve etkisiz iletişime yol açabileceğini belirtiyor.
  7. Bölünmüş Nüfus Yapısı ve “Fransız Takımadası”: Fransa’nın bölünmüş nüfus yapısını ve bunun toplumsal etkilerini inceliyor. Artan antisemitizm ve bazı toplum kesimlerinin yaşadığı bölgeleri terk etme eğilimlerine dikkat çekiyor.
  8. Suç ve Toplumsal Etkileri: Suçların, özellikle şiddet içeren suçların, toplumda güvenlik endişelerini artırdığını, sosyal uzaklaşma ve ayrımcılığa yol açabileceğini ve ekonomik kayıplara neden olabileceğini anlatıyor. Ayrıca, yüksek suç oranlarının adalet sistemine yük getirdiğini, toplumsal korku ve kaygıyı artırdığını ve gençler üzerinde olumsuz etkiler yarattığını belirtiyor.
  9. Fransa’nın Güncel Durumu: 2023 yılında Fransa, politik bölünmeler ve çeşitli iç ve dış olaylarla dolu bir yıl yaşadı. Emmanuel Macron’un yönetimi altında Ukrayna krizi, emeklilik reformuna karşı protestolar, polis şiddeti ve göç politikaları gibi konular ön plana çıktı. 2024’te ise eski eğitim bakanı Gabriel Attal’ın ülkenin en genç ve ilk açık eşcinsel başbakanı olarak atanması ve çiftçi protestolarının devamı gibi olaylar dikkat çekti.

Fransa’nın bu zorlukları, ülkenin politik ve sosyal yapısını etkileyen önemli faktörler olarak kalmaya devam ediyor.

Jerome Fourquet’nin konu ile ilgili öngörüleri ise söyle;

Fourquet Fransa’nın dönüşüm sürecine ve bu sürecin yönetilmesindeki kilit unsurlar önemli olduğunu düşünüyor. Ekonomik, sosyal, çevresel ve kültürel politikaların yanı sıra uluslararası ilişkileri de  önemi buluyor. Bu bağlamda, Fransa’nın gelecekteki başarısının bu çeşitli alanlarda etkili ve kapsamlı politikalar geliştirme yeteneğine bağlı olduğuna inanıyor.

Fransa’nın bu süreçte göz önünde bulundurması gereken bazı önemli noktalar şunlardır:

  1. Yenilikçilik ve Rekabetçilik: Ekonomik politikalar, yenilikçiliği ve teknolojik gelişmeyi teşvik etmeli ve Fransa’nın küresel ekonomide rekabetçi kalmasını sağlamalıdır.
  2. Eğitim ve İşgücü Piyasası: Eğitim sistemi, gençlerin ve mevcut işgücünün değişen ekonomik gerçekliklere uyum sağlamasına yardımcı olacak şekilde geliştirilmelidir.
  3. Sosyal Adalet ve Eşitlik: Ekonomik büyümenin yanı sıra sosyal adaletin ve eşitliğin korunması, toplumun bütün kesimlerinin ihtiyaçlarını karşılayan politikalar gerektirir.
  4. Çevresel Sürdürülebilirlik: İklim değişikliğiyle mücadele ve yeşil teknolojilere yatırım yapmak, gelecek nesiller için sürdürülebilir bir çevre sağlamak açısından hayati öneme sahiptir.
  5. Kültürel Çeşitlilik ve Medya Politikaları: Toplumun çeşitliliğini yansıtan ve farklı seslerin ifade edilmesini teşvik eden politikalar, toplumsal uyumu ve bütünlüğü desteklemelidir.
  6. Uluslararası Diplomasi ve İşbirliği: Fransa’nın küresel sorunlara karşı tutumu ve uluslararası işbirliği çabaları, ülkenin küresel sahnede oynadığı rolü ve uluslararası itibarını belirleyecektir.

Bu faktörler, Fransa’nın hem iç hem de dış politikalarında dengeli ve etkili stratejiler geliştirilmesi için temel oluşturur. Bu stratejiler, Fransa’nın karşı karşıya olduğu meydan okumalarla başa çıkmasına ve gelecekteki fırsatları en iyi şekilde değerlendirmesine yardımcı olacaktır. Fransa’nın bu süreçteki ilerlemesi, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde onun gelecekteki rolünü ve etkisini şekillendirecek önemli bir faktör olarak kalmaya devam edecektir. Bu, modern dünyanın karşı karşıya olduğu genel zorluklar ve fırsatlarla uyumlu bir şekilde ele alınmalıdır.  Bu girişimler Fransa’nın ulusal ve uluslararası alandaki rolü ve etkisi için belirleyici olacaktır.

 

Fotoğraf Fikrinin Doğuşu

Not: Aşağıdakidaki görüntü Nicephore Niepce’in 1827 de çektiği varsayılan Saint Loup de Varenne kasabasındaki evinin penceresinden çektiği “Gras’ya bakış” adlı fotoğraftır. Pozlama süresi bir gün kadar sürmüştür. Daha görünür hale getirilmek üzere Fotoğraf tarihçisi ve fotoğrafçı Helmut Erich Robert Kuno Gernsheim tarafından rötuşlanmıştır. Yukarıdaki görüntü ise yapay zekanın ilk fotoğrafı nasıl gördüğünün sentetik görüntüsüdür.

Fotoğrafın XX. yüzyılda çağdaş bir  görüntü işleme olarak algılanmasının aksine, XIX. yüzyılda bir icat olarak düşünülüyordu. Fotoğraf makinesi ve yöntemleri teknik nesneler olmasına rağmen, bu icadın yayılması, fotoğrafın esasen doğal ve teknik olmayan bir imge olduğu fikriyle paralel gelişti. Bu kavram, Daguerre’nin “doğanın nesnelerinin spontan reproduksiyonu” ve Talbot’un “güneşle boyama” ifadelerinde yansıtılır. Fotoğraf, özellikle portre fotoğrafçılığı ele alındığında, herkesin yapabileceği bir sanat olarak tanımlanır. Bu dururm fotoğrafı kültürel eşitlik ve demokratik bir sanat anlayışına doğru çeker.

Amerika Birleşik Devletleri’nin fotoğrafa bir bakışı vardır.   Bunun dışında fotoğrafın Amerikan düşünce sistemine ciddi bir  etkisi de olmuştur. Zamanla  fotoğraf fikri endüstrileştirmiş ve küreselleştirilerek incelenmiştir. XX. yüzyıl sonlarına doğru sanat ve sanat piyasasının fotoğrafa olan ilgisi artarken, fotoğrafın “sıradanlaştırılma” sürecine de girdiği dikkatleri çekmiştir. Bu süreç, özellikle 2000’lerde gelişmiş ve antika fotoğraflar çok yüksek fiyatlara satılmaya başlamıştır.

Fotoğraf fikrinin XX. yüzyılda nasıl evrildiği önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Fotoğrafın “sanat olmayan sanat, herkes için sanat” fikri, Pierre Bourdieu ve diğerleri tarafından ele alınırken, Alfred Stieglitz gibi sanatçıların bakış açısından fotoğrafın ifade biçimi olarak kabul edilmesi de dikkate alınmalıdır. Fotoğrafın postmodern dönemde artık  estetik bir uygulama olarak anlaşılmaktadır.

Fotoğrafın dijitalleşmesi ve internetin yaygınlaşması ile fotoğraf ve görsel sanat arasındaki ilişkinin iyice değişmiştir. Fotoğrafın görsel kültür içindeki yeri sürekli genişlemiştir.

Fotoğrafın tarihi bir belge olarak kullanımı ve bu alandaki gelişmeler de çok önemlidir. Fotoğrafın tarihsel anlamda sahip olduğu önem ve bu alandaki araştırmaların yönü, özellikle internet ve dijital teknolojilerin yaygınlaşmasıyla değişmiş ve genişlemiştir. Bu yazı dizimizde fotoğrafın tarihsel, kültürel ve estetik anlamdaki önemini ve evrimini detaylı bir şekilde inceleyeceğiz. Fotoğraf fikrinin toplumsal ve sanatsal açıdan nasıl bir dönüşüm geçirdiğini de inceleyeceğiz. Bunu yaparken özellikle François Brunet’nin PUF yayınlarından 2012 yılında yayınlanan ‘Fotoğraf fikrinin doğuşu’ adlı kitaptan yararlanacağız.

Fotoğrafçılığın yaygınlaşması, daha altta yatan ve en büyük ilgiyi hak eden bir değişimle birlikte geldi. Fotoğrafçılığın iki yüzüncü yıldönümüne, Niépce’nin deneylerinde hangi tarihin önemli sayılacağına dair tereddütler var. 2016 da Saint Loup la Varenne’e ışıkla ilgili deneyler yapmak üzere yerleşiyor ve çalışmaya başlıyor acaba fotoğraf fkrinin doğum tarihi olarak  bu tarihi mi almalıyız.  Yoksa  2027 yi mi?  2027  yaklaşırken, fotoğraf imgesinin, tuzakları ve sahte prestijleri ne olursa olsun, Georges Didi-Huberman’ın ifadesiyle “her şeye rağmen” çağdaş tarihin vazgeçilmez bir “gözü” olduğu fikri giderek daha fazla kabul görüyor. Bu fikir yeni değil, çünkü bu, yirminci yüzyılın başından itibaren özellikle Büyük Britanya, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa’daki fotoğraf tarihçileri tarafından ifade edildi. Walter Benjamin’in makalelerinde (https://mehmetomur.net/blog/2018/03/12/walter-benjamin-fotograf-felsefesinde-bir-mihengi-tasi/), Gisèle Freund’un tezinde ve 1938’de Amerikalı kimyager Robert Taft tarafından yayınlanan Amerika’nın büyük fotoğraf tarihinde buna benzer ‘tarihin gözü’ olarak güçlü bir şekilde  ifade edilmektedir. Zamanın izlerini taşıyan bir kalay levha üzerinde Billy the Kid’in imgesini muhafaza ettiği düşünülen bir eserin, Alois Riegl’in ifadesiyle “eski zaman değeri”nin tarihsel değeri nasıl artırdığını göstermesi, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde fotoğraf tarihinin, Cumhuriyetin tarihinden bir bölümünü kapsayan bir kronolojiye sahip olması açısından önemlidir.

Fotoğraf imgesi, tarihsel bir belge olarak bu “doğal” kullanım da, fotoğraf fikrinin işlenişini yeniden anlamak için incelenmesi gereken kendi tarihine sahiptir. Kuşkusuz, birçok yazarın vurguladığı gibi, “endemik referans yanılsaması”nın matrisini çözümlemekle ilgilenebiliriz, çünkü bir imge, bize gösterdiklerinden çok sakladıklarıyla da sık sık karşımıza çıkar ve bize   tarihle ilgili bir çok bilgiler verir. Oysa Paul Valéry tarihin veya tarihin “pozitif ifadesi”nin “görülen şeylere”, yani fotoğraflanabilir şeylere “ayrıştırılabilir” olduğu fikrini destekleyebilir misiniz bilemem. Taft, 1938’de okuyucularını ailelerinin, şehirlerinin veya işletmelerinin tarihini bulmak  için eski fotoğrafları toplamaya davet etmiştir.  Fotoğraf yoluyla tarih yapma, büyük olayların tarihiyle sınırlı kalmayıp, her ailenin çekmecelerinde solmuş malzemeleri bulunan herkes için bir sanat olarak da düşünülebilir. Fotoğraf fikrinin bu yeni anlamları, fotoğrafçılık yoluyla tarihi popüler bir şekilde yapmanın, belge-imge kavramına yeni bir kategori eklemesi, olay-imge kategorisi de önemlidir. Yirminci yüzyılda bir imgenin, veya genel olarak fotoğraf ortamının  “etkisi” hatta “darbesi” olarak adlandırılan şey, gazetecilik ve tarih yazımında önemli bir tema haline gelmiştir. Yaklaşık 1960’tan itibaren “medyanın gücü” eleştirisine bağlı olarak, bu tema yirminci yüzyılın sonunda modernitenin büyük anlatılarından biri haline gelecek, elbette ikonosentrik ve sıklıkla “popüler” bir anlatı olacak, ama en azından 11 Eylül 2001’den bu yana tarihin hayal gücünde merkezi bir yere sahip olacaktır. Görsel sanatın bir parçası olarak fotoğrafçılığın metamorfozundan çok, fotoğraf fikrinin tarih fikrine dönüşümü, yakın bir gelecekte yeniden ele alınması gereken bir konudur.

 

Eğer yazının burasına kadar sıkılmadan geldi iseniz o zaman 7-10 Kasım 2024 tarihleri arasındaki dünyanın en önemli fotoğraf olaylarından biri olan Paris Photo fuarı sırasında yapacağımız Nicephore Niepce’in Saint Loup La Varenne’deki müzesine yapacağımız fotoğrafın bulunuşuna saygı duruşu gezimizin programına da bakmak isteyebilirsiniz.

Paris Photokopyası

Dünyayı düz yazan ressam; Jean Helion…

 

Şa aralar Paris’e ilk baharın gelişiyle birlikte yeni sergiler de gelmeye başladı. Adını çok iyi bildiğimiz sanatçıların yanında daha az duyduğumuz hatta hiç duymadığımız sanatçıların sergileri açılmaya başladı. Bunlardan bir tanesi de Jean Helion. Bilenler biliyorlardır. Ben bilmiyordum. Mea Culpa. Artık bildiğim için daha mutlu yaşayabilirim. Jean Helion’un serisi Paris Modern sanat Müzesinde 22 Marttan !8 ağustos 2024 e kadar devam edecek. İlginç bir sanatçı. Sağlam alt yapısı var. Nereden biliyorsun derseniz Müze girişindeki dokumenter filminden öğrendim. Hem dünya görüşü hem sanat görüşü oturmuş. Nede olsa savaşa katılmış, esir düşmüş kaçmayı başarmış. Kaç kişinin başına gelir ki?

Neyse biz biraz kendisini tanıyalım. Aşağıya hatta en aşağıya da sergiden bir kaç fotoğraf ekleyelim;

.

Jean Hélion, 20. yüzyılın ihiş çıkışlarını yansıtan ve etkileyen eserleriyle modern sanat tarihinde  özgün ve gizemli bir ressam olarak kendine yer açmıştır. 1904 yılında Normandiya’da doğan Hélion, başlangıçta Paris’te mimarlık eğitimi almış, ardından hızla sanat dünyasına girmiştir.  Geometrik soyutlama hareketine damgasını vurmuştur. Kariyeri boyunca  döneminin değişimlerini yansıtmış ve sürekli bir  evrimle ilerlemiştir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransa’ya döndüğünde, Figüratif  sanatın takipçileri tarafından takdir edilmiştir. Gilles Aillaud veya Eduardo Arroyo gibi sanatçılar tarafından dekleklenmiştir.  Ancak eserleri genel olarak halk tarafından nispeten az bilinir, bu da onun kalibresindeki bir sanatçı için çok büyük bir paradokstur.

Dünya Savaşları, sanatını ve vizyonunu derinden etkilemiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında, Hélion sanat kariyerine ara verip Fransız ordusuna katılmıştır. Esaretini ve  kaçışını “They Shall Not Have Me” adlı eserinde anlatmış, bu da onun sanatında daha kişisel ve duygusal  yönüün ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Savaştan sonra, Paris sanat yaşamına yeniden girmesi  zor olmuştur.  Hélion çeşitli stiller ve konuları ele alarak bazı yenilikler yapmıştır. Sonraki çalışmaları, “Nu renversé” (1946) ve “Le Grand Brabant” (1957) gibi eserleri, gerçekçilik ve soyutlama arasında gidip gelen, sürekli arayış içinde olan bir sanatçıyı göstermektedir. Paris, sokakları ve günlük yaşamıyla, Hélion’a dünyayı gerçekçi görmeye göstermeye çalışmış ve şu sırada izlediğimiz “Dünyanın düz yazısı”  adlı retrospektif sergisi ortaya çıkmıştır.

Marcel Duchamp, Piet Mondrian ve Calder gibi diğer çağdaş sanatçılarla işbirlikleri, onun stilinin gelişiminde büyük bir rol oynamıştır. Bu etkileşimler, Hélion’un Art Concret grubu ve Abstraction-Création kolektifi gibi modern sanatın gelişmelerin katkı veren grupların içinde yer almıştır. 1929’da başlayıp 1984’e kadar süren Carnets (Not defterleri), onun sanat pratikleri üzerine keskin bir bakış açısını gösterir. Zamanının yazarları ve entelektüelleriyle çok sıkı bağlar kurmuştur.

“Jean Hélion, La prose du monde” sergisi, onun eserlerinin kronolojik bir sergilenmesidir.  103 tablo ve 50 çizim dahil olmak üzere 150’den fazla parça izlenmektedir. Büyük kurumlardan ve özel koleksiyonlardan gelen bu eserler, onun sanatının genişliği ve derinliği hakkında önemli bir bakış açısı sunmaktadır.

Sonuç olarak, Hélion’un eseri, insan düşünce ve deneyiminin karmaşıklığını yakalama arayışını yansıtmaktadır. Jean Helion  figürasyon ve soyutlama arasında gidip gelen bir yapı göstermektedir. Tabloları, tekrar eden temalar ve sembolizmalarla doludur.  Resimlerinde bir taraftan hiciv ve diğer taraftan ciddiyet görülmektedir. Helion, rüya ve gerçeklik arasında gidip gelmektedir. Görme yetisini yavaş yavaş kaybetse de, son yıllarında bile  hayatı boyunca onu etkileyen motifleri bir araya getirmeye devam etmiştir.

Şöyle bir özet düşelim buraya;

Jean Hélion’un (1904-1987) bu sergisi Paris’teki Musée d’Art moderne’de 22 Mart – 18 Ağustos 2024 tarihleri arasında düzenlenen retrospektif sergisi. Sergi, 1930’ların önde gelen soyut sanatçısı ve savaş sonrası figürasyonun önemli bir ismi olan Hélion’un sanatını bu büyük retrospektif sergi ile Parislilerle paylaşıyor.

Sergi Hélion’un soyuttan figüratif tarza geçişini ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. Başlangıçta neoplastisizmden ve Mondrian gibi sanatçılardan etkilenen Hélion, daha sonra geometrik ve biyomorfik şekilleri birleştiren daha esnek formlar keşfetmiş.

Hélion’un çalışmaları 1939 yılına doğru giderek daha figüratif bir hal almış, soyut şekiller kullanarak tanınabilir insan formları oluşturmuş. Bu süreç, sanatındaki soyutlama ve figürasyon arasındaki etkileşimi vurgulamaktadır.

Yine bu sergiden anladığımız  Hélion’un çok disiplinli yaklaşımını vurgulayarak ve edebiyat ve şiirle olan bağlantılarını öne çıkarıyor. Francis Ponge ve Raymond Queneau gibi yazarlarla etkileşimleri, sanatsal ifadesini zenginleştirmiş.

Hélion’un eserleri temelinde çeşitli eğitim yolları ve aktiviteler sunuyor. Kompozisyonda denge, sanatta günlük nesnelerin rolü ve kentsel yaşam sahneleri ile tiyatrosallık arasındaki ilişkiyi gözler önüne seriyor.

Sergi Hélion’un çağdaş sanata olan etkisi ve modern sanat tarihindeki özel konumu üzerine tartışmaya yol açıyor ve onun sanata olan katkısını anlamamız için zengin bir kaynak oluşturuyor.

 

 

Moda Fotoğrafında önemli bir isim; Paolo Roversi..

Güneşli ama soğuk bir Mart haftasında, modaya adanmış Galliera Müzesi’nde ünlü İtalyan moda fotoğrafçısı Paolo Roversi’nin yeni açılan sergisini gezdim. Paris’in sürekli moda sergilerine ev sahipliği yapması şaşırtıcı değil. Eva Von Herpen’den sonra, Paolo Roversi ile gözlerimiz ve gönüllerimiz bayram ettiğimizi söyleyebiliriz.

1947 doğumlu Paolo Roversi, 1973’te İtalya’dan Paris’e göç etmiş. Basitçe ifade etmek gerekirse, moda fotoğrafçılığına gönülden bağlandı. 1980’de Polaroid ile tanıştı ve bu cihazın anlık fotoğraf çekme özelliğini yeni boyutlara taşıdı. Kurallardan sıyrılarak kendi özgürlük alanını yaratan Roversi, stüdyo seçimi ve büyük formatlı kamera kullanımıyla, zaman ve ışığa olan yaklaşımında moda dünyasının geleneklerine meydan okudu. 19. yüzyıl fotoğrafçılık tekniklerine yönelerek “Ben bir zanaatkarım” diyerek iddiasını ortaya koydu. 2008’de, hemen hemen tüm fotoğrafçılar gibi, dijitale geçiş yapmak zorunda kaldı.

En prestijli moda tasarımcılarıyla iş birliği yapan Roversi, sanki onların bestelerini yorumlar  gibi çalışmış. Comme des Garçons, Yohji Yamamoto, Romeo Gigli, Dior gibi isimler hep onunla çalıştılar. Giysilerin ve silüetlerin ötesine geçerek bedenleri, yüzleri, bakışları ve uyandırdıkları duyguları fotoğrafladı. Paolo’nun çektiği ilk fotoğraf, özel bir gece için hazırlanmış elbisesiyle baloya giden 18 yaşındaki kız kardeşinin fotoğrafıydı. Zerafet ve samimiyet, moda ve portre, Roversi’nin daima sadık kaldığı temalardır. Güzelliği her bir karesine işlemekten asla vazgeçmedi.

Paris’teki bu ilk sergisinde, Palais Galliera’yı adeta stüdyosuna dönüştürmüş durumda. 16 Mart’ta açılan sergi, Fransız Milli Bayramı olan 14 Temmuz’a kadar devam edecek. En önemli 140 fotoğrafını görmek isteyenlerin acele etmelerini öneririm.

Paolo Roversi, yıllar içinde kendi fotoğraf dilini buldu ve geliştirdi. Man Ray (1890-1976) ve Erwin Blumenfeld (1897-1969) gibi stüdyo ve karanlık odalarında deneyler yapan fotoğrafçılara hayranlık duydu. Negatif manipülasyonları ve agrandisörde ışık oyunları, sürrealist fotoğrafçıların çalışmaları ona ilham verdi.

Uzun pozlamalar, bulanık silüetler ve çifte görüntülerle kendi stilini yarattı. Polaroidlerden bazen şans eseri ortaya çıkan fotoğraflar şaşırtıcıydı. Roversi, bu tesadüfleri kastederek, “İşimdeki ilerlemeler ve gelişmeler kazalardan doğdu” demiştir.

Günümüzde Amerikalı tekstil sanatçısı Sheila Hicks ile iş birliği yapıyor. Roversi’yi belki bir sihirbaz olarak kabul edebiliriz; bizi aynanın öteki tarafına gösteriyor.

“Nudi” serisine, 1983’te Vogue Homme için çektiği Inès de La Fressange’nin portresiyle başlayan Paolo Roversi, meslek yaşamı boyunca yaratıcı yönünü her zaman göstermiştir. Tasarladığı düzenek, modelin bedenini stereotiplerin ötesine taşır. Modadan çıkarak, modellerinin gerçekliğini yapaylıklardan arındırarak göstermeye çalışır.

Her seferinde benzer yöntemler uygulayan Roversi, tüm modelleri eşit bir platforma taşır. Modeller, doğrudan ve tamamen doğal halleriyle kameraya bakarak ve ayakta poz verirler. Roversi, çıplaklığı utangaçlıkla ama doğal bir şekilde ele alır. Tekniği şu şekildedir; önce dolaylı aydınlatma kullanır, sonra bu fotoğrafın siyah beyaz bir baskısını Polaroid 20×25 ile tekrar fotoğraflar. Bu yöntemle gerçeklikten uzaklaşıp soyutluğa doğru ilerler.

Roversi’nin imgeleri, bedensiz ve neredeyse uzaydan gelmiş gibi dururken, her zaman güçlü ve benzersiz kadın figürleri ortaya çıkarır. Fotoğrafçılık tarihiyle yakından ilgilenen Roversi, XIX. yüzyılın fotoğraf ustalarından, özellikle Félix Tournachon olarak da bilinen Nadar’ın (1820-1910) izinden gider.

Stüdyoda basit bir fon tercih eder, rahatsız edici her şeyi ortadan kaldırır. Stüdyo onun için sadece bir çalışma alanı değil, aynı zamanda bir sığınak görevi görür.

Genellikle büyük format kamera kullanır ve uzun pozlamalarla yavaş ve sabırlı bir çalışma sürecini tercih eder. Roversi’nin çalışma araçlarına olan sadakati, 2002’de “Studio” adlı seride fotoğraflanan kameraları, objektifleri, lambaları, arka fonları ve tabureleriyle ortaya çıkar.

Stüdyosunu sadece bir çalışma alanından daha fazlası olarak görür. O, aynı zamanda bir geçiş ve buluşma yeridir, canlı bir alandır.

Paolo Roversi için her fotoğraf bir portredir. Stüdyosunda mümkün olduğunca az sayıda kişiyle çalışır. Çekimler sessiz ve samimi bir ortamda, dekor veya aksesuarsız gerçekleşir. Konu, onun için dünyanın merkezine dönüşür. Roversi, modellerin geleneksel pozlarından vazgeçmelerini ve kendilerini ona bırakmalarını sağlar. Kameranın arkasında değil, yanında durarak, modelle doğrudan göz teması kurar ve vizör aracılığıyla değil, doğrudan iletişimle çalışır. Modelin katılımı, görüntülerin yaratılma sürecinin bir parçasıdır.

Gün ışığında, uzun pozlamalarla çektiği portreleri yoğun bir ifade taşır. Modeller, sadelikleriyle mekanı doldurur, ancak başka bir boyuttan gelmiş gibi görünürler. “Uzun bir poz süresi, ruhun yüzeye çıkmasına zaman tanır” der ve bu, işindeki en temel felsefesi haline gelir.

Paolo Roversi, fotoğrafçılığının derinliklerine inerek, sürekli yeni yollar arar, kendi benzersiz görsel dilini yaratır ve yeniler. Fotoğraflarında ruhun derinliklerine dokunma çabası ve tesadüflere yer verme isteği, onun eserlerinde her zaman hissedilir. Bu sayede, modellerinin özünü ve karakterlerini ortaya çıkarmayı başarır.

Roversi, sadece görsel estetiğe odaklanmakla kalmaz, aynı zamanda fotoğraflarının arkasındaki hikayelere ve modellerin ifadelerine de büyük önem verir. Bu yaklaşımı, onun fotoğraflarını sadece göze hitap eden görüntülerden daha fazlası yapar.

Özetle, Paolo Roversi moda fotoğrafçılığı dünyasında kendine özgü bir yer edinmiştir. Onun eserleri, yalnızca moda endüstrisinde değil, aynı zamanda fotoğraf sanatının genel tarihinde de önemli bir konuma sahiptir. Yaratıcı vizyonu ve teknik becerisi, gelecek nesiller için ilham kaynağı olmaya devam edecek gibi görünmektedir.

Paolo Roversi, fotoğrafçılıkta derinlere inerek, sürekli yeni yollar aramaya, kendi benzersiz görsel dilini yaratmaya ve yenilemeye devam ediyor. Fotoğraflarındaki ruhun derinliklerine dokunma çabası ve tesadüflere yer verme isteği, her zaman hissediliyor. Bu sayede, modellerinin özünü ve karakterlerini ortaya çıkarmayı başarıyor. Roversi, sadece görsel estetiğe odaklanmakla kalmıyor, aynı zamanda fotoğraflarının arkasındaki hikayelere ve modellerin ifadelerine de önem veriyor. Bu yaklaşım, onun fotoğraflarını sıradan görsellerden daha anlamlı kılıyor.

Sonuç olarak, Paolo Roversi, moda fotoğrafçılığı alanında kendine has bir yer edinmiş bir sanatçıdır. Onun eserleri, sadece moda endüstrisinde değil, fotoğraf sanatının genel tarihinde de önemli bir yere sahip olacaktır. Yaratıcı vizyonu ve teknik ustalığı, gelecek nesiller için ilham kaynağı olmaya devam edecek gibi duruyor.

Biraz daha Yapay Zeka..

 

Yapay Zeka ile yatar yapay zeka ile kalkar olduk. Bu pazar günü biraz daha yapay zeka ile uğraşıp sonra yapay zeka tarafından yapılmış bir film seyrederek günümü ghüzelleştirmeye niyetlendim.

Bugün, filmlerde, kitaplarda, gazetelerde ve tabii ki internet üzerinde her yerde karşımıza yapay zeka çıkmaktadır. Görüntü üretmede, yazıların düzeltilmesinde, video üretiminde, robotlarda, sürücüsüz araçlarda, dronlarda, tıbbi ekipmanlarda, çevrimiçi satış sitelerinde ve günlük hayatımızı çeşitli şekillerde etkileyebilecek her türlü teknolojide yapay zeka yer almaktadır. Bu konuda yazan çizenler sürekli  bizi YZ hakkında (daha doğru veya yanlış) bilgilerle bombardımana tutuyorlar. Bazılarına göre YZ, ilginç küçük teknolojik başarılar yaratırken, diğerlerine göre insanlığın hayatta kalması için ciddi bir tehdit olabilir. Gerçekle sadece hayal ürünü olanı ayırt etmede zorlanıyor muyuz? YZ etrafındaki bu çılgınlık büyük ölçüde bilim insanları, girişimciler ve diğer profesyoneller tarafından beslenen aşırı ve gerçekçi olmayan beklentilerin sonucudur. Eğer bu teknoloji hakkında hiçbir şey bilmiyormuş gibi hissediyorsanız ve bu teknoloji günlük hayatınızın ayrılmaz bir parçası gibi görünüyorsa bu konuda biraz okumanız uygun olabilir.

Medyaya baktığınızda, çoğu zaman en faydalı teknolojilerin bir o kadar da  sıkıcı olduğunu fark edersiniz.  YZ de böyledir: o kadar yaygın hale geldi ki artık sıradanlaşmaya başladı.  Siz de belki farkında olmadan, çok sıradan olduğu için, bir şekilde kullanıyorsunuz. YZ’nin bu çok gerçek ve hayati kullanımlarına dikkati etmek gerekmekte olduğunu hissediyouz artık. Evdeki sıcaklığı ayarlamak için kullanılan küçük bir termostat, kendi başına bir şey idafe etmeyebilir, ama yapay zekanın  pratik bir uygulamasıdır.

YZ uygulamalarının karşılaştığı sınırlar hakkında daki  gerçekler nelerdir. YZ’nin asla üstlenemeyeceği bazı temel işler  vardır. Ancak insanın her zaman önemli olaca konusu tartışmasızdır. YZ , insanların hiç düşünmediğiniz alanlarda mükemmel olmasını sağlayacak bir  şeydir.  YZ dan yararlanmak önemlidir ama YZ çağıda  insanın daha da önemli hale geldiği söylenebilir.

Bu konuya ciddi bir şekilde devam etmeye niyetliyim. Bekleyeşlim görelim.

Teknoloji ve Beyin; Daha çok okumalıyız!

Dijital teknoloji kullanımı, bilişsel kapasitemizi düşürebilir. Akıllı telefonlar ve kulaklıklarımızla adeta yarı insan yarı robot haline geliyoruz. Neuralink’in piyasaya sürdüğü Telepathy adlı beyin çipi, Elon Musk’ın kurduğu bu startup’ın önemli bir başarısıdır. Bu cihazı kullanan bir kişi, düşünceleriyle bir bilgisayar faresini kontrol edebiliyor. Acaba teknolojik bağlılığımız yüzünden bilişsel yeteneklerimizin bir kısmını yitiriyor olabilir miyiz?

“Bir teknolojiye güvenmeye başladığımızda, o teknolojiyle ilgili yeteneğimizi kaybetme riskimiz var.” diye düşünenler var. Örneğin, Raphaël Gaillard, Paris Üniversitesi’nde Psikiyatri profesörü ve “Kafaya Balta Darbesi” kitabının yazarı, bu görüşü savunuyor. Gaillard, “Artırılmış İnsan, Beyinlerimizin Geleceği” adlı kitabında dijital amneziyi, “Google etkisi” olarak tanımlıyor. Harvard’da yapılan bir araştırma, bilginin saklandığını bilen beyinlerin, bu bilgiyi daha kolay unuttuğunu ortaya koydu. Bu durum, bilgiyi kaybetme riski olan öğrencilerin hatırlama yeteneklerinin daha güçlü olduğunu gösteriyor. Gaillard’a göre, bu, “Google etkisi”ne işaret ediyor ve diğer bellek yeteneklerimizin de teknoloji bağımlılığından etkilenebileceğini düşündürüyor.

2016’da gözlemlenen yer çekimi dalgaları, Einstein’ın 1916’daki teorisiyle uyumludur. Ancak, yapay zeka gözlem sonuçlarına dayanarak teoriler yerine sonuçlar üretiyor. Yapay zekaya aşırı bağlılıkla, teorileştirme yeteneğimizi kaybedebiliriz.

GPS’e alışarak yön bulma becerimizi kaybetme riskimiz var. Çocukların ormanda yol bulma yeteneklerini geliştirmek mümkün. Dil çeviri uygulamaları, yeni diller öğrenme gereksinimini azaltabilir. Böylece yabancı dil öğrenmeyle ilişkili bazı beyin bağlantıları işlevsiz hale gelebilir.

Teknolojinin bireysel bazda bazı yeteneklerimizi tamamen kaybettirme ihtimali düşük olsa da mümkün. Yabancı dil öğrenmenin asıl faydası, düşünme şeklimizi şekillendirmektir. Bir çocuğa müzik aleti öğretmek, sadece virtüözlük için değil, beyin üzerindeki olumlu etkiler için önemlidir. Öğrenmeyi bırakırsak, bilişsel yeteneklerimizin bazıları zayıflayabilir.

ChatGPT, milyonlarca sayfa edebiyat metnine erişimle “akıllı” hale gelmiş, yapay sinir ağlarına dayalı bir modeldir. Astronomik miktarda içerikten öğrenerek bağımsız yeni şeyler yaratır. ChatGPT, okumanın beyin üzerindeki etkilerinin bir kanıtıdır. Bu nedenle, teknolojiyle başa çıkmanın önemli yollarından biri okuma olabilir.

Paris Belediyesi ve Sürdürülebilir Moda

 

Paris Brexit’ten sonra ticaret merkezi haline geleceğini düşünmüştü. Ancak bunun o kadar da kolay olmadığını kısa sürede fark etti. Bazı özel alanlarda özellikle azalmakta olan  artizanal yani el emeği isteyen işlerde bir şeyler yapması gerektiğini anladı. Bu işlerden sorumlu Paris Belediye başkanı Anne Hidalgo’nun yardımcısı Nicolas Bonnet Oulaldj biz Yabancı Basın Derneği üyelerini  Plateau Fertile yani ‘Verimli Yayla’ adlı değişik ülkelerden göçmüş her türlü bilgi seviyesinden çalışmaya ihtiyacı olan insanlara istihdam yaratan atölyede ağırladı ve gezdirdi. Bu çok sayıda moda devi tarafından da desteklenen bu projeyi sizlerle paylaşmak istedim.

Yıllardır Moda’nın başkentleri arasında sayılan Paris’in epeyden beri  sürdürülebilir moda ekosistemine doğru  ilerlediği görülüyordu. Bazı markaların başkentte sorumlu ve etik modayı ön plana çıkardığı da biliniyordu.

APE (Yabancı Basın Birliği Derneği), Yeşil Moda Merkezi (Fashion Green Hub) ve Airs de Paris dergisi, Paris’in bu ekosistemini daha iyi anlamak için Paris Belediyesi Başkan Yardımcısı Nicolas Bonnet Oulaldj liderliğinde bir buluşma düzenledi.

13 Mart’ta gerçekleşen bu buluşmaya farklı ülkelerden birçok gazeteci katıldı, özellikle Imane Ayissi ve Hawa Paris gibi iki yetenekli tasarımcı da bu toplantıda hazır bulunduı.

Toplantı, yukarıda da bahsettiğim Plateau Fertile adlı etkileyici bir mekanda yapıldı.

Plateau Fertile Paris, Fashion Green Hub’ın ikinci işbirliği yaptığı Manifacture Berliner denilen bir mekan ve geri dönüşüme dayalı ve dayanışmacı moda için kurulmuş bir alan olup, tekstilin yeniden kullanımını teşvik eden ve entegrasyon işleri yaratan çok büyük bir bina.

Manufacture Berlier, sürdürülebilir tekstil üreticilerine ev sahipliği yaparak, Paris’te üretim ve zanaat etkinliklerinin yeniden yerelleştirilmesini amaçlıyor ve buna  katkıda bulunuyor.

Bu girişim, döngüsel ekonomi, ekolojik tasarım ve sürdürülebilirlik çabalarıyla uyumlu genç tasarımcıların  moda projelerini hayata geçirmelerine yardımcı olmayı amaçlayan bir ortam sunuyor.

Sürdürülebilir Moda Ekosistemi

İnsanın çevreye  etkisi nedeniyle dünya tehlikede, bu tehlike doğal kaynakları ve biyoçeşitliliği tehdit ediyor. Özellikle hızlı moda endüstrisindeki tüketim aşırılığı ve israf, çevre üzerinde önemli bir etkiye sahip.

Nicolas Bonnet Oulaldj, Paris’te sürdürülebilir moda ekosisteminin oluşturulmasında kritik bir rol oynamış. Bu toplantıda, “Made in Paris” etiketinin oluşturulma nedenini açıkladı.

Söylediğine göre, yerel üretimin teşviki iki öneme sahip. Bir yandan, ürünlerin uluslararası taşınması nedeniyle çevresel bir sorun. Diğer yandan, zanaat ve endüstriyel becerilerin korunmasına, iş yaratılmasına ve toplumsal entegrasyona katkıda bulunmaktadır.

Ayrıca Paris’in moda alanında uygun bir ekosisteme sahip olduğunu vurguladı. Paris Belediyesi, Manufacture Berlier, Caserne, Duperré Okulu ve Paris Atölyeleri gibi girişimler aracılığıyla genç tasarımcıları destekleyerek Paris Belediyesi olarak bu sektöre aktif bir şekilde yardım ettiklerini ifade etti.

Bu girişimlerin amacı Paris’i uluslararası moda başkenti olarak korumak, zanaatkarlığı desteklemek ve moda alanına sosyal olarak  dahil olmak ve girişimciliği teşvik etmektir.

Paris, Diğer Kültürlere Açık Bir Şehir

Imane Ayissi, yavaş (Slow) modaya bağlı bir tasarımcı. Teknikleri ve malzemeleri karıştırmayı seviyor. Meraklı ve cesur bir tasarımcı olarak bilinen Imane, aynı zamanda Paris Moda Haftası’nda yeni bir ekolojik hammadde olan Ecobamboo lifini kullanan ilk tasarımcıdır.

Imane toplantı sırasında Paris’te uzun yıllara dayanan yaşama deneyimini paylaştı. Temelde balet olan İmane’yi Paris kendisini cezbetmiş, sanatsal kariyerini devam ettirmek için buraya yerleşme fırsatını bulmuş. Zamanla, zarif ve ilham verici bulduğu Paris kültürünü çok sevmiş. Yıllardır vazgeçmediği Kamerun pasaportuna ve almadığı Fransız tabiyetine rağmen, kendisini Fransa’ya ve kültürüne derinden bağlı hissediyor.

Imane Ayissi’ye göre, Paris birçok etki ve kültürü bir araya getiren bir yer, bu da başka hiçbir yerde bulunmayan insanların kolayca kaynaştığı bir ortam yaratır. Imane 80’lerde Paris moda sahnesine yeni bir soluk getiren Kenzo gibi yabancı tasarımcıların Paris’e olan etkisini de vurguladı.

Paris’in diğer kültürlere açık olduğunu ve Paris’teki çeşitliliğin, onun yaratıcılığını besleyen ve işinde ilham kaynağı olan unsurlar olduğunu söyledi.

Modaya Yenilikçi Bir Yaklaşım

Nicolas Bonnet Oulaldj ile yapılan toplantının ardından, gazeteciler aynı mekanı paylaşan Hawa Paris atölyesini ziyaret ettiler. Hawa Paris, insanı, kültürel çeşitliliği ve toplumsal dahil olmayı faaliyetinin merkezine alan modaya yenilikçi bir yaklaşımı temsil ediyor.

Döngüsel bir yaklaşım ve malzemelerin yeniden kullanımını destekleyen bir yaklaşımla, sorumlu ve dayanışmacı bir moda dinamiği içinde yer alıyor.

Kurucu, atölyelerinin zenginliğinin çeşitlilikte olduğunu ve farklı ülkelerden gelen çalışanlarla bu çeşitliliğin marka için gerçek bir güç olduğunu belirtti. Bu kültürel çeşitlilik, fikir alışverişini teşvik ettiğini ve benzersiz ürünlerin yaratılmasına neden olduğunu ifade etti.

Hawa Paris ayrıca, projeye göç geçmişlerinden dolayı zorluklarla karşılaşabilecek kişilerin dahil edilmesine büyük önem verdiğini de söyledi. Ayrıca atölyenin, bu bireylere iş fırsatları ve somut destek sunarak, sosyal ve mesleki entegrasyonlarına katkıda bulunduğunu iddia etti..

Yeni, Daha Sosyal ve Ekolojik Bir Moda Yaratıyoruz

Bu toplantı, benim için ve tüm katılımcılar için gerçekten etkileyici bir toplantı oldu. Üretim ve tüketim modellerini yeniden düşünmenin hayati önem taşıdığı bilkincinin yayılması gerektiğine inandır. Sürdürülebilirlik kavramı çok önemli. Cin’den kısa sürede çöpe giden ucuz giysiler mi almalı yoksa daha uzun süre severek giyceceğimiz daha pahalı ürünleri mi tercih etmeli. İngilizlkerin dediği gibi ‘Ucuız giyecek kadar zengin miyiz?’ . Miktar yerine kaliteye odaklanarak, sürdürülebilir malzemeleri ve etik üretimi teşvik etmeliyiz.

Hawa Paris, becerileri ön plana çıkararak ve değişik kültürlerden gelen insanları değerlendirerek, ekonomik fırsatlar yaratıyor ve kültürel mirası koruyor.

Birlikte, çeşitlilik, topluma dahil olmak olasıdır. Çevresel sürdürülebilirliği önemseyen daha insani ve ekolojik bir moda yaratılabilir. Moda endüstrisinde gerçek bir devrim yaratabilmek için güçlerin birleştirilmesi gerekir.

Not

APE (Yabancı Basın Birliği), 1879’da kurulan Yabancı Basın Sendikasının mirasçısıdır, Fransa’da çok önemli ve vaz geçilemez bir rol oynamaktadır. APE birçoğu Dışişleri Bakanlığı tarafından akredite edilmiş yüzlerce gazeteciyi bir araya getirmektedir.

Fashion Green Hub, daha sürdürülebilir, etik, yerel ve yenilikçi bir moda için çalışırken, yerel iş yaratma odaklı bir ekosistemi destekler. Dernek, hem bölgesel hem de ulusal düzeyde moda ve tekstil ekosistemini canlandırmaktadır.

“Küliner Orgazm” kavramı

Gastronomi dünyasının duyusal zenginliği, “küliner orgazm” kavramıyla yeni bir boyut kazanıyor. Bu benzetme, bazı insanların yemeklerle yaşadığı yoğun ve bazen ekstatik ilişkiyi anlamamıza yardımcı oluyor. Sosyal medyada rastladığımız “foodporn” terimi, göz alıcı sulu burgerlerden, damak çatlatan eriyen peynirlere, iştah kabartan tatlılara kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Bu terim, yiyeceklerin görsel ve duyusal çekiciliğine odaklanarak, adeta bir tutku yaratıyor.

Nörobilimler doktoru ve seksolog Aurore Malet Karas, zevkin yalnızca cinsel uyarımlardan kaynaklanmadığını, yiyeceklerle ilgili yoğun hazların da olabileceğini savunuyor. Karas’a göre, bu tatminin kaynağı, beynimizin enerji için şekere, enerji rezervleri ve fiziksel çaba için ise yağa olan ihtiyacından kaynaklanıyor. Bu durum, özellikle şekerli veya yağlı yiyeceklerin neden bu kadar cazip olduğunu ve sık sık oburlukla ilişkilendirildiğini açıklıyor.

Buna karşın, duyusal algı uzmanı ve nörobiyolog Gabriel Lépousez, mutfakla ilişkili orgazm kavramının aşırı olduğunu düşünüyor. Lépousez, cinsel orgazm ve yemekle ilgili orgazm sırasında beyinde meydana gelen tepkilerin farklı olduğunu belirtiyor. Bu bakış açısı, yemek yemenin cinsel bir orgazm kadar yoğun bir deneyim olmadığını öne sürüyor.

Ancak, şarap uzmanı Leslie Brochot’nun anlattığı kişisel deneyimler, mutfak deneyimlerinin de oldukça güçlü duyusal etkilere sahip olabileceğini gösteriyor. Brochot, lezzetli yemeklerin kendisini nasıl bütünüyle ele geçirdiğini, tüm duyularını yoğun bir şekilde ağız duyusuna odaklandığını ve vücudunda hoş bir ürperme hissi yarattığını anlatıyor.

Sonuç olarak, “küliner orgazm” kavramı, yoğun zevk deneyimlerini tanımlamak için kullanılan bir metafor olarak karşımıza çıkıyor. Bu terim, yemeğin sadece bir ihtiyaç değil, aynı zamanda zengin bir duyusal deneyim sunabileceğini gözler önüne seriyor. Cinsel bir orgazmla kıyaslandığında abartılı gibi görünse de, yiyeceklerin bize sunduğu zevk ve duyusal deneyimlerin önemini ve karmaşıklığını vurguluyor. Yemek, sadece lezzetiyle değil, aynı zamanda aroma, doku ve yemeğin bağlamsal yönleriyle de bizlere benzersiz deneyimler sunuyor. Bu deneyimler, yiyeceklerin neden bu kadar hoş olduğunu ve nasıl derin, duyusal bir tatmin sağlayabileceğini gözler önüne seriyor.

Cam Ürün Fotoğraflama Teknikleri 

Cam Ürün Fotoğraflama Teknikleri

Mehmet Ömür

Camın kökeni, belirli bir tarihe veya kişiye atfedilemeyecek kadar eski ve karmaşıktır. Cam yapım tarihi, M.Ö. 3500’lü yıllara, hatta öncesine, Mezopotamya ve Mısır bölgelerine dayanır. Efsanelere göre, cam, Fenikeliler tarafından tesadüfen keşfedilmiştir. Bu hikayeye göre, Fenikeliler, doğal soda kaynakları bulunan plajlarda yemek pişirirken, sıcaklık ve kumun birleşimi sonucunda cam meydana gelmiştir. Ancak bu hikaye daha çok bir mit olarak kabul edilir ve gerçek cam yapımının çok daha karmaşık bir süreç olduğu düşünülür. İlk cam ürünleri, aslında kristalleşmemiş doğal cam olan obsidiyandan yapılmıştır. Yapay cam üretimi, eski uygarlıkların metal işleme teknolojilerinin gelişmesiyle paralel olarak gelişmiştir. Cam üfleme tekniğinin M.Ö. 1. yüzyılda Roma İmparatorluğu’nda geliştirildiği bilinmektedir; bu da cam üretimini ve kullanımını büyük ölçüde artırmıştır.

Fotoğrafçılık açısından, cam ürünlerin fotoğraflanması, metal ürünlerle bazı benzer özellikler taşır ve her ikisi de yansımalar oluşturur. Yansıyan ışınlar, cam yüzeyinden giriş açısına bağlı olarak az veya çok polarize olabilir. Başlangıçta cam için de metal için kullanılan aydınlatma tekniklerini uygulamayı düşünebiliriz, ancak aslında bu doğru değildir. Metal aydınlatıldığında, fotoğraf makinesine bakan yüzeyine düzgün bir ışık verildiğinde, geriye ayarlanacak az sayıda detay kalır. Oysa camda, yüzeyden çok konturların nasıl göründüğü önemlidir. Konturlar net olarak tanımlanmışsa, diğer yüzeyler göz ardı edilebilir.

Cam ürünlerinin fotoğraflanmasında temel sorun, camın doğasından kaynaklanır. Cam şeffaftır ve cam ürüne ulaşan ışık, fotoğraf makinesine doğru yansımadığı için, camın birçok kısmı görünmez hale gelir. Konturlar da ya görünmez ya da çok az görünür. Bu durumda, cam ürününün şekli ve hacmi ortaya çıkamaz. Daha da kötüsü, bazı olumsuz yansımalar, yüzeyin detayları veya dokusu hakkında hiçbir bilgi vermez ve yanıltıcı olabilir.

Cam ürünlerin fotoğraflanmasındaki en önemli sorunlardan bir diğeri, cam üzerindeki doğrudan yansımalardır; bunlar genellikle sadece kompozisyonu bozar. İkinci daha ciddi sorun, camın şekil ve hacminin gösterilememesidir. Yeterli kontrast olmadan konturlar, net ve arka plandan ayrılmış olarak gösterilemez.

Peki, bu sorunlara nasıl çözümler getirilebilir? Tüm dikkat, konturların belirgin hale getirilmesi ve cam yüzeyindeki çirkin yansımaların yok edilmesine odaklanmalıdır.

Cam ürünlerin fotoğraflanmasında ideal çekim koşulları nelerdir?

Çoğu durumda, konturları iki temel teknikle ortaya çıkarabiliriz. İlk teknikte, açık arka plan siyah çizgiler şeklinde sonuç verirken, diğer teknikte koyu arka plan, açık çizgiler şeklinde bir görüntü ortaya çıkarır. Her iki aydınlatma yöntemi zıt görseller ortaya çıkarsa da, aslında aynı prensiplere dayanırlar. İkisi de cam ürünü belirginleştirir ve nesneyi çevresinden net bir şekilde ayırır.

İlk olarak, açık arka plan ve siyah konturlara bakalım!

Esasen, cam ürünün nasıl aydınlatılacağına, arka planın rengi karar verir. Açık tonlu arka plan, nesnenin konturlarında oluşabilecek tüm yansımaları ortadan kaldırmalıdır. Doğrudan yansımaları etkileyen açı da önemlidir.

Stüdyoda önce set kurulur. Işıklar yerleştirilir. En son ürün sahneye yerleştirilir. İlk olarak arka plan seçilir. Arka plan olarak genellikle beyaz bir arka plan tercih edilir. Işık kaynakları, arka planı mümkün olduğunca eşit bir şekilde aydınlatacak şekilde yerleştirilmelidir. Arka plan opak ise ön taraftan, yarı saydam (diffüzör) ise arkadan aydınlatmakta fayda vardır. Her iki yöntem de benzer sonuçlar verir ve bu seçim kişisel tercihe bağlıdır.

Eğer yarı saydam bir arka plan kullanılıyorsa ve ışık kaynağı arkadan ve alttan veriliyorsa, aydınlatma daha etkili olacaktır. Daha sonra kamera yerleştirilir. Kameranın objektifi, arka planı tam olarak kapsayacak şekilde yerleştirilmelidir. Bu adım çok önemlidir, çünkü kamera ile arka plan arasındaki mesafe böylece en iyi şekilde belirlenmiş olur. Eğer arka plan çok küçük olursa, görüntü çerçevesini dolduramayacaktır; bu istenmeyen bir durumdur. Çok büyük bir arka plan ise, tam tersine başka problemler yaratacak ve parlak yansımalar oluşacaktır. Bu parlak yansımalar, siyah çizgileri maskeleyeceğinden, istenilen mükemmel sonuca ulaşmak zorlaşacaktır. Bu durumda, arka plan yüzeyi, görüntü için istenen çerçeveden daha geniş siyah kumaşlar veya kartlarla maskelenir ve sadece gerekli olan alan aydınlatılır.

Ardından ürün sahneye yerleştirilir ve odaklama yapılır. Aydınlatılan arka planın gerekli büyüklükte olduğu tespit edildikten sonra, cam ürün, objektife biraz yaklaştırılıp uzaklaştırılarak gerekli düzenlemeler yapılır. Nesne, objektife ne kadar yaklaşırsa konturlar o kadar belirginleşecektir. Konturların daha iyi görünmesi, sadece lensin iyice yaklaşmasından değil, aynı zamanda nesnenin arka plandan uzaklaşmasıyla da ilgilidir; bu şekilde doğrudan yansımalar daha da azalır. Cam ürüne netlik yapılır ve fotoğraf çekilir. Işık ayarlarını belirlemek için, konunun arkasındaki aydınlatılmış arka plan üzerindeki yansıyan ışıktan ölçüm yapılır. Bunu bir pozometre ile yapmak gereklidir. Pozometrenin ölçtüğü pozlama, belli durumlarda artırılıp azaltılarak arka planın parlaklığı kontrol edilebilir. Eğer arka planın orta tonda, yani yansıma faktörü %18 olmasını istiyorsanız, pozometrenin gösterdiği pozlamayı uygulamalısınız. Arka planın açık gri olmasını istiyorsanız, pozometrenin gösterdiği pozlamayı +1 veya +2 stop arttırabilirsiniz. Arka planın koyu olmasını istiyorsanız, pozometrenin gösterdiği pozlamayı bir veya iki stop düşürebilirsiniz. Bu tür bir sahne için kesinlikle doğru bir pozlama yoktur; doğru pozlama aslında bizim tercih ettiğimiz görüntüyü veren pozlamadır. Arka plan ne kadar aydınlık olursa, sahne o kadar detaylı olur ve nesnelerin konturları daha iyi tanımlanır. Beyaz bir arka plan için pozlama yapılırsa, cam üzerindeki istenmeyen yansımalar azalır; bu yansımalar, neredeyse aynı değerde olduklarından ve arka planla hemen hemen aynı değerde olduklarından görünmez olurlar. Bu yansımalar, arka plan orta gri veya daha koyu olduğunda rahatsız edici hale gelirler.

Optik yasaların bazen imkansız kıldığı durumlarla uğraşarak vakit kaybetmemenizi öneririz.

Eğer arka plan koyu renk olacaksa pozometrenin gösterdiği pozlamayı bir ila iki spot azaltabilirsiniz. Bu tür sahneler için kesinlikle doğru bir pozlama yoktur. Doğru pozlama sizin tercih ettiğiniz görüntüyü veren pozlamadır. Pozlamayı değiştirerek arka planın ton değerini istediğiniz yere getirebilirsiniz. Koyu hatlarla bir cam ürünü çekerseniz siyah bir arka planın önünde  görünen bir şey kalmaz. Ancak arka plan ne kadar aydınlık olursa sahne o kadar detaylı olur ve nesnenin konturları daha iyi tanımlanır.

Aydınlık arka plan ve koyu kontur tekniğini uygulamak için ışık kaynaklarını belirli bir acının uçlarına yerleştirmek gerekir. Böylece nesnenin istenmeyen yansımalarla kirlenmesi önlenir.

Beyaz bir arka plan için pozlama yapılırsa cam üzerinde istenmeyen yansımalar endişe verici olmaz bunlar neredeyse aynı değerde olduğundan arka plan da hemen hemen aynı değerlerde olduğundan görünmezler. Bu yansımalar arka plan orta gri ve daha koyu renkli olduğunda görünür ve rahatsız edici hale gelir. Ancak bunları da ortadan kaldırmanın yöntemleri vardır.

Şimdi koyu arka plan açık hatlar oluşturmak için yapılması gerekenleri anlatalım.

Koyu arka plan tekniği ile yukarıda anlatılan tam tersi bir etki yaratılır. Işık kaynaklarından cam üzerinde doğrudan yansımalar oluşur.

Gelin bu fotoğrafı çekmek için gerekli adımları görelim!

Önce geniş yüzeyli bir soft box olan bir ışık kaynağı yerleştirilir. Tüm konturları aydınlatmak için iki tarafta üstte ve altta iki beauty dish tipi aydınlatıcı kurmak gerekir. Yani bir tek cam ürün çekmek için dört kaynak gerekir. Tabii ki pratikte bu kurulumu sağlamak çok zahmetlidir. Dört ışık kaynağı yerine çok geniş bir soft box ı olan bir ışık kaynağıyla bu sorunu çözülebilir. Bu geniş aydınlatıcı yüzün boyutu şöyle hesaplanır; fotoğraf çekilecek cam ürünün diagonal boyutunun 10 ila 25 katı olan bir yüzey olması gerekir.

İkinci etapta ışık kaynağından daha küçük bir kara renkli arka plan kurulur. Siyah renkli bir arka plan oluşturmanın iki yolu vardır. En kolayı arkasında ışık kaynağı olan difüzör  üzerine siyah arka planı yerleştirmektir. doğrudan siyah bir fon üzerinde cam ürünü fotoğraflamamın sakıncası siyah fonun ışık nedeniyle arzu edilen kadar koyu bir siyah olmasının engellenmesidir. Bu nedenle bize göre en iyi ışık seti şu şekilde kurulmaktadır. Cam ürünün arkasına küçük bir siyah arka plan kurulur onun da arkasına daha büyük bir beyaz fon kurulur ışık kaynağı beyaz fona döndürülerek yansıyan ışıkla ürün aydınlatılır. öndeki küçük siyah arka planı hafif bir ayak üstüne yerleştirmek mümkündür veya yukardan iple asmak da uygun olabilir. Burada bahsedilen iki yöntemde birbirine benzer sonuçlar verir. Arka plandaki siyah fonun kadrajın tam içine girmesi için cam ürün uygun bir şekilde kameranın lensinden uzaklaştırılır veya yakınlaştırılır. Ancak siyah arka planın ışığın etrafından dolanmasına engel olacak kadar büyük olmaması gerekmektedir.

Bundan sonraki aşama kamerayı yerleştirmektir. Kamera kadrajın tamamen arka planla doldurulacak şekilde bir yere konumlandırılır. Aydınlık arka plan tekniği ile olduğu gibi arka plan çok büyükse doğrudan yansımalar engellenmiş olur . Bu durumda da nesnenin konturlarını beyaz hatlarla vurgulayan ışığın engellenmesine ve nesnenin siyah fon üzerinde kaybolmasına neden olur.

Ardından cam ürün kamera önüne yerleştirilir ve nesnenin boyu istenen duruma gelene kadar objektifle arka plan arasında hareket ettirilir. Kontörların tanımı nesne objektife yakın olduğunda daha da iyi olur. Nesnenin konumu belirlendikten sonra odaklama yapılır.

Fotoğraf çekilmeye hazır olduğunda pozlama yapılır. Pozlama yapılırken ‘Spot’ ölçüm çok önemlidir. Pozometre kullanmanın önemi burada ortaya çıkar. Pozometre ile yeterince güvenilir bir ölçüm yapmak mümkündür. Son zamanlarda stüdyo fotoğrafçılığı yapan fotoğrafçılar bir veya birkaç deneme çekimi yaparak elde edilen sonuçları objektif bir şekilde değerlendirip pozlama parametrelerini düzeltiyorlar ve ardından nihayet çekimlerini yapıyorlar ki bu da gayet mantıklı bir yaklaşımdır.

Işık ölçümünde nesne üzerindeki doğrudan yansımanın onu üreten kaynak kadar ışık yoğunluğuna sahip olduğu bilinmelidir.

Nesne üzerindeki yansıma bir pozometre ile ölçüldüğünde alan çok küçük olduğundan ölçümün doğrudan ışık kaynağı üzerinde yapılması uygun olur. Pozometre kaynağa yeterince yakın bir yere yerleştirilir. Pozometrenin alıcısı nesnenin konturlarında beyaz çizgiler oluşturan ışık demetini alacak şekilde yönlendirilir. Bu çizgileri iyi bir beyazlıkta olması için pozometrenin gösterdiği pozlama değerini bir kaç stop arttırmak gerekebilir. Çünkü pozometreler ölçülen aralığı %18 gri olarak yansıtmak üzere kalibre edilmiştir. Kalibrasyon saf beyaz olarak yapılmaz. Bu şekilde belirlenen pozlama cam ürün yüzeyindeki ışıkları polarize olmamış yansımaları ile birlikte mükemmel bir şekilde gösterir. Bu pozlama başlangıç noktası olarak kullanılır. İstenirse ilk pozlama 1 veya 2 spot hatta üç stop artırılarak bracketing tekniği ile de yapılabilir.

Bu arada arka planın karanlık kaldığını varsayıyoruz çünkü ışığı doğrudan oraya yönlendirmedik ve grileşmedi. Ancak daha açık bir arka plan elde etmek istersek ayrı bir kaynak kullanarak arka planı aydınlatmak uygun olabilir. Genel pozlamayı artırarak arka planı aydınlatmak konu üzerinde aşırı pozlamaya neden olacağı için uygun değildir.

Karmaşık durumları önlemek adına bu basit ışıklandırma seti bize göre daha uygun gelmektedir. Tabii bazen cam ürünün kadraj içindeki kompozisyonu daha komplike ışık seti kurmayı gerektirebilir.

Yukarıda anlattığımız bu iki teknikten en iyisi hangisidir?

Açık zemin koyu kontur ve koyu zemin açık kontur teknikleri kolayca uygulanabilir ancak bunların birlikte kullanılması zordur. Cam eşyaları fotoğraflarken karşılaşılan çoğu başarısızlık bu iki tekniğin bilerek veya bilmeyerek aynı anda kullanılmasından kaynaklanır. Cam ürünler bir çadır içinde aydınlatıldığında çevreden gelen istenmeyen yansımalar başarıyla ortadan kaldırılabilir Ancak cam nesnenin konturlarını belirleyen çizgiler de bu arada yok olurlar ki bu cam ürünlerde istenilen bir şey değildir.  Dolayısıyla cam ürünlerde çadır içi uygulamalar metal ürünler için olduğu gibi uygun değildir. Beyaz üzerine beyaz uygulama çok kötü sonuçlar verir.

Buraya kadar cam nesnelerin formlarını vurgulayan teknikleri ele aldık. Bu nesnelerin formları ve konturları ya koyu zemin üzerinde açık konturlar veya açık zemin üzerinde koyu konturlarla tanımlanmıştır. Bu iki teknik cam ve diğer şeffaf malzemelerin aydınlanmasının temelini oluşturur bununla birlikte daha çekici görüntüler yaratmak için ek tekniklere de ihtiyaç duyulabilir.

Gelin şimdi temel görüntülerde yapılabilecek iyileştirmeleri görelim.

Bunlar nelerdir:

Cam yüzeyi ortaya çıkartmak

Arka planı aydınlatmak

Ufku ortadan kaldırmak

Parlama yani flare olarak bilinen durumları ortadan kaldırmak

Parazit ışığı karşı mücadele etmek

Cam yüzey nasıl ortaya çıkartılır?

Konturları vurgulayarak formunu ve hacmini ortaya çıkaran teknikten daha fazlasının yapılmasını gerektiren bir çok şeffaf nesne vardır. Bu sorunu aşmak için nesnenin yüzeyine yansıyan yüksek ışınların kontrol edilmesi gerekir. Camın yüzey durumunu iyi bir şekilde gösterebilmek için çok ışıklı bölgelerin yeterince geniş olması gerekir.

Camın yüzeyini fotoğraflamak için doğru boyutta ve doğru yerde yüksek miktarda bir ışık yansıması oluşturmak gerekir.

Camın yüzeyinde oluşan neredeyse tüm yansımalar doğrudan yansımalardır

Amaç cam yüzeyin belirlenen bir noktasında yüksek bir ışık yansıması oluşturmaktır. Bunun için ışık kaynağının bir açı içine yerleştirilmasi gerekir. Bunu yaparken en yakın sınırla en uzak sınırı göz önünde bulundurmak gerekir en yakın sınır dağıtıcı ekran sayesinde sağlıklı bir şekilde olası noktalardan birine yerleştirilir.

Işık kaynağı ve camın üzerindeki yansımalar.

Cam ürün ön yüzeyinden aydınlatıldığında üzerinde soft box ın yansıması oluşur. Sadece soft box ın değil çevredeki diğer nesnelerin de yansımaları fotoğrafını çektiğimiz cam ürünün üzerine düşer.

Bu nedenle cam ürünün yüzeyini ortaya çıkarmak için kullanılan aydınlatma genellikle oldukça büyük boyutlu kaynaklar gerektirmektedir.

Kaynak hangi konumda olursa olsun nesneyi aynı etkide aydınlatır en uzak konumda bulunan bir kaynak en yakın konumda bulunan bir kaynağa göre birkaç kat daha büyük yüzey alanına sahip olmalıdır.

Ana ışık kaynağı ile dağıtıcı ekran (diffüzör) arasındaki mesafeyi belirlemek çok önemlidir.

Kaynağın konumu ne olursa olsun dağıtıcı ekrana opak bant şeritler yapıştırarak görüntüye daha doğal bir atmosfer kazandırmak mümkündür.

Optik yasaların bazı durumlarda imkansızlıklar yaratabileceğini ve bu tür durumlarla uğraşarak zaman kaybetmemenizi öneriyoruz.

Eğer arka plan koyu renkteyse, pozometrenin önerdiği pozlama değerini bir ila iki stop azaltabilirsiniz. Bu tür sahnelerde kesin bir pozlama değeri yoktur; doğru pozlama, istediğiniz görüntüyü elde ettiğiniz pozlamadır. Pozlamayı ayarlayarak arka planın tonunu istediğiniz seviyeye getirebilirsiniz. Koyu konturlarla bir cam  ürün çektiğinizde, siyah bir arka plan önünde ürün görünmez hale gelebilir. Ancak arka plan ne kadar aydınlık olursa, sahne o kadar detaylı olur ve nesnenin konturları daha da belirginleşir.

Aydınlık arka plan ve koyu kontur tekniği için ışık kaynaklarını belirli bir açıda konumlandırmak gerekir. Böylece nesnenin istenmeyen yansımalarla bozulması önlenir.

Beyaz bir arka plan için yapılan pozlamada, cam üzerindeki istenmeyen yansımalar çok fazla sorun olmaz. Bu yansımalar, arka plan orta gri veya daha koyu olduğunda belirginleşir ve rahatsız edici hale gelir. Ancak bunları gidermenin yöntemleri de vardır.

Şimdi koyu arka planla açık kontur oluşturmak için yapılması gerekenlere değinelim.

Koyu arka plan tekniği, yukarıda anlatılanın tam tersi bir etki yaratır. Işık kaynakları, cam üzerinde doğrudan yansımalar oluşturur.

Koyu arka plan tekniği ile bir cam ürün fotoğraf çekimi için gerekli adımları gözden geçirelim.

Öncelikle, geniş yüzeyli bir Soft Box kullanarak bir ışık kaynağı yerleştirilir. Tüm konturları aydınlatmak için iki tarafta, üstte ve altta, iki beauty dish tipi aydınlatıcı kurmak gerekir. Dört ışık kaynağı yerine, geniş bir Soft Box’ı olan tek bir ışık kaynağıyla da bu sorun çözülebilir. Bu geniş aydınlatıcının boyutu, çekilecek cam ürünün diyagonal boyutunun 10 ila 25 katı olmalıdır.

İkinci aşamada, ışık kaynağından daha küçük siyah renkli bir arka plan kurulur. Siyah arka planı oluşturmanın iki yolu vardır. En kolayı, arkasında ışık kaynağı olan bir difüzör üzerine siyah arka planı yerleştirmektir. Doğrudan siyah bir fon üzerinde fotoğraf çekmenin sakıncası, siyah fonun ışık nedeniyle yeterince koyu olmamasıdır. Bu yüzden en iyi ışık seti, cam ürünün arkasına küçük bir siyah arka plan, onun arkasına ise daha büyük bir beyaz fon yerleştirerek kurulur. Öndeki küçük siyah arka planı hafif bir ayağa yerleştirmek veya yukarıdan asmak mümkündür. Her iki yöntem de benzer sonuçlar verir. Arka plandaki siyah fonun kadraj içine tam girmesi için cam ürünün konumu lensle ayarlanır. Ancak siyah arka plan, ışığın etraftan dolanmasını engelleyecek kadar büyük olmamalıdır.

Sonraki aşama, kamerayı yerleştirmektir. Kamera, kadrajın tamamen arka planla doldurulacak şekilde konumlandırılır. Aydınlık arka plan tekniğiyle olduğu gibi, arka plan çok büyükse, doğrudan yansımalar engellenir. Bu durum, nesnenin konturlarını vurgulayan ışık demetlerinin engellenmesine ve nesnenin siyah fon üzerinde kaybolmasına neden olur.

Ardından, cam ürün kamera önüne yerleştirilir ve istenen boyuta gelene kadar objektifle arka plan arasındaki yeri ayarlanır. Konturlar, nesne objektife yakınken daha iyi olur. Nesnenin konumu belirlendikten sonra odaklama yapılır.

Fotoğraf çekmeye hazır olduğunda, pozlama yapılır. ‘Spot’ ölçüm burada çok önemlidir. Pozometre, güvenilir bir ölçüm yapmak için en iyi seçenektir. Günümüzde stüdyo fotoğrafçıları, deneme çekimleri yaparak elde edilen sonuçları değerlendirip  ona göre pozlama parametrelerini düzeltmektedir.

Işık ölçümünde, nesne üzerindeki doğrudan yansımanın, onu üreten kaynak kadar ışık yoğunluğuna sahip olduğu bilinmelidir.

Nesne üzerindeki yansıma, çok küçük bir alanda olduğundan ölçüm yapmak zor olabilir bu durumda  pozometre ile ölçüm yapmak için doğrudan ışık kaynağı üzerinden ölçüm yapılmalıdır. Pozometre, nesnenin konturlarında beyaz çizgiler oluşturan ışık demetini alacak şekilde konumlandırılır. Bu çizgilerin iyi bir beyazlıkta olması için pozometre ile belirlenen pozlama değerini birkaç stop artırmak gerekebilir. Çünkü pozometreler, ölçülen aralığı %18 gri olarak yansıtacak şekilde kalibre edilmiştir. Bu şekilde belirlenen pozlama, cam ürün yüzeyindeki yansımaları mükemmel bir şekilde gösterir. İlk pozlama, istenirse 1 veya 2 stop, hatta üç stop artırılarak bracketing tekniği ile de yapılabilir.

Arka plan siyah olduğunda, doğrudan ışığı oraya yönlendirmemek gerekir. Ancak arka plan daha açık bir tonda olsun  istenirse, ayrı bir kaynak kullanılarak arka plan aydınlatılabilir. Genel pozlamayı artırarak arka planı aydınlatmak, konu üzerinde aşırı pozlamaya neden olacağı için uygun değildir.

Karmaşık durumları önlemek adına, bu basit ışıklandırma setini kullanmak daha uygun görünmektedir. Elbette, bazen cam ürünün kadraj içindeki kompozisyonu daha karmaşık bir ışık seti kurmayı gerektirebilir.

Bu iki teknikten hangisi en iyisidir? Açık zemin koyu kontur ve koyu zemin açık kontur teknikleri kolay uygulanabilir, ancak bunların birlikte kullanılması zordur. Cam eşyaların fotoğraflanmasında karşılaşılan başarısızlıkların çoğu, bu iki tekniğin bilerek veya bilmeyerek aynı anda kullanılmasından kaynaklanır. Cam nesneler bir çadır içinde aydınlatıldığında, çevreden gelen istenmeyen yansımalar başarıyla ortadan kaldırılabilir, ancak bu durumda cam nesnenin konturları da kaybolur. Dolayısıyla cam ürünler için çadır içi uygulamalar, metal ürünler için olduğu gibi uygun değildir. Beyaz üzerine beyaz uygulama kötü sonuçlar verir.

Cam nesnelerin formlarını ve konturlarını vurgulayan bu iki teknik cam ürün fotoğraflamanın temelini oluşturur. Ancak daha çekici görüntüler yaratmak için ek tekniklere ihtiyaç duyulabilir.

Gelin şimdi temel görüntülemede yapabileceğimiz iyileştirmelere göz atalım.

İyileştirilebilecek hususlar şunlardır:

  • Cam yüzeyinin belirginleştirilmesi
  • Arka planın aydınlatılması
  • Ufuk çizgisinin ortadan kaldırılması
  • Flare denilen parazit ışığın engellenmesi
  • Parazit ışığa karşı mücadele etme

Cam Yüzeyinin Belirginleştirilmesi

Cam yüzeyini belirginleştirmek için, yüzeyine yansıyan ışıkların kontrolü önemlidir. Camın formunu ve hacmini vurgulamak için konturların öne çıkarılması ve yüzey durumlarının daha belirgin hale getirilmesi gerekir. Cam yüzeyini fotoğraflarken, doğru boyutta ve yerde yansıma oluşturmak önemlidir. Camın yüzeyindeki yansımalar genellikle doğrudan yansımalardır. Işık kaynağını doğru bir açıda yerleştirerek cam yüzeyinde belirli bir noktada yüksek ışık yansıması elde etmek mümkündür. Işık kaynağı ve cam üzerindeki yansımaların yönetimi, fotoğrafın kalitesini büyük ölçüde etkiler.

Arka Planın Aydınlatılması

Arka plan aydınlatması, cam ürün fotoğraflarında önemli bir rol oynar. Koyu zemin üzerinde açık çizgilerin vurgulanması için ışık seti dikkatlice kurulmalıdır. Siyah arka zemin üzerinde ek ışık kaynakları kullanılabilir. Ana ışık kaynağı ve dağıtıcı ekran (diffüzör) arasındaki mesafe, görüntüye doğal bir atmosfer kazandırmak için önemlidir.

Ufuk Çizgisinin Ortadan Kaldırılması

Ufuk çizgisini ortadan kaldırmak için, yatay düzlemlerin kullanımı ve geniş rulo arka plan fon kağıdı gibi yöntemler etkilidir. Açık zemin ve koyu çizgi tekniklerinde arka planın dışındaki alanların gizlenmesi gerekebilir. Kompozisyon önemliyse, ufuk çizgisini göstermemek daha iyi olabilir. Cam nesnelerin şeffaf veya aynalı yüzeylere yerleştirilmesi, ufuk çizgisinin görünürlüğünü azaltabilir.

Flare ve Parazit Işıkların Engellenmesi

Flare, genellikle objektifin dışındaki ışıklardan gelen yansımalarla oluşur. Görüntü kalitesini düşüren bu durum, ışığın engellenmesiyle çözülebilir. Objektif önünde ayarlanabilir panellerin kullanılması etkili olabilir. Cam ürünlerin çevresindeki parlak nesnelerin yansımalarını azaltmak için, ışığın doğru yönetimi ve engellenmesi gereklidir. İstenmeyen yansımaları ortadan kaldırmak için çeşitli teknikler uygulanabilir.

Çeşitli Malzemelerle Üretilmiş Cam Ürünlerin Fotoğraflanması

Cam ve diğer malzemelerin bir arada bulunduğu ürünlerin fotoğraflanması, özel teknikler gerektirir. Örneğin, bir cam şişenin üzerindeki etiket farklı bir aydınlatma ihtiyacı doğurabilir. Şeffaf bir sıvıyla dolu nesneler, görüntü oluştururken zorluklara neden olabilir. Bu durumları çözmek için arka planın boyutunun artırılması ve kameranın konuya yaklaştırılması gibi yöntemler kullanılabilir.

Optik yasalarına göre, bir sıvı ile dolu şeffaf küre veya silindir, dışa dönük bir mercek gibi işlev görebilir. Bu durumda, görüntüler oluşturulurken bazı zorluklarla karşılaşılabilir. Örneğin, boş bir bardak normal bir bakış açısından çekildiğinde, eğer arkadaki beyaz arka plan yeterince geniş değilse, camın ortasında dikdörtgen bir görüntü oluşabilir. Bu, beyaz arka planın yansıyan görüntüsüdür.

Bu sorunu engellemek adına, arka planın boyutunu artırarak konunun görüntüsünün kadraj içinde daha iyi yerleştirilmesi sağlanabilir. Bir diğer çözüm yolu ise, kamerayı konuya yaklaştırmaktır. Ancak bu durumda, uygun odak uzaklığına sahip bir objektif kullanımı gereklidir. Daha yakın bir bakış açısı ve kısa odaklı objektif kullanımı, nesnenin şeklinde hafif bozulmalara yol açabilir. Bazıları bu durumu kusur olarak görmese de, profesyonel bir fotoğrafçı için bu kabul edilemez bir durum olabilir. Özellikle, bir ürün kataloğu için çekilecek fotoğraflarda bu tür bir hata yapılmamalıdır.

Cam ürünlerin fotoğraflanmasındaki bir diğer sorun, örneğin siyah zemin üzerindeki bir bira bardağı ile ilgilidir. Şeffaf bir kap içindeki sıvı, arkasındaki zeminin rengini ve tonunu otomatik olarak alabilir. Bu nedenle, hafif sarı renkli bir bira, kahverengi bir bira gibi görünebilir. Bu sorunun çözümü, camın arkasına yerleştirilen ikinci bir beyaz veya gümüş arka plan kullanımıdır. Ancak, bu arka planın sıvının yüzeyini tamamen kaplaması ve camın sınırlarını aşmaması önemlidir.

Şarap şişesi ve etiketinin fotoğraflanması söz konusu olduğunda, doğrudan ve dağılmış yansımaların birlikte mükemmel bir görsel oluşturması nadirdir. Kağıt, genellikle dağılmış yansımaları yansıtırken, cam yüzeyi doğrudan yansımalar oluşturur. Bu doğrudan yansımalar, etiketin okunabilirliğini engelleyebilir. Objektifin bakış açısını değiştirerek bu soruna iki çözüm sunulabilir. İlk olarak, ışık kaynağını yukarıya yerleştirerek kağıdın doğrudan yansımasını aşağıya yönlendirmek ve böylece objektife ulaşma riskini azaltmak mümkündür. Eğer şişe üzerindeki parlak nokta ideal konumlandırılmışsa ve ışık kaynağının yüksekliği değiştirilemiyorsa, etiket üzerindeki doğrudan yansımayı engellemek için siyah bir maske kullanılabilir. Bu maskenin konumu ve boyutları çok önemlidir; doğru yerleştirildiğinde, cam üzerine yansımayı önler ve mükemmel bir dengeye sahip son görüntüyü ortaya çıkarır. Ayrıca, objektife bir polarizasyon filtresi ekleyerek istenmeyen yansımaların parlaklığını azaltmak mümkündür, ancak bu her durumda etkili olmayabilir.

Bazen teknik yaklaşımlarla sanatsal kararları aynı anda almak zordur. Müşterinin istekleri veya kişisel tercihler farklı aydınlatma tekniklerinin kullanılmasını gerektirebilir.

Yaratıcı bir fotoğrafçı için, ışığın madde üzerindeki etkileşimini anlamak, profesyonel ve etkileyici görüntüler oluşturmanın temelidir. Cam ürünlerin fotoğraflanması, fotoğrafçılık alanında, fotoğrafçılara görmeyi öğreten klasik konulardan biridir. Bu nedenle, bu konuya uzun bir açıklama getirmek istedik.

Slayt mı? Diapozitif mi?

 

https://www.instagram.com/the.anonymous.project?igsh=eTd1MGQxdWZjOGlx

 

1839 dan beri binbir surat gibi sürekli çehresi değişen fotoğrafın 1930 lu yıllardan itibaren yaşadığı slayt veya diyapozitif dönemini unutmak olası değil. Amerikaya gönderdiğimiz film bobinlerini geri dönüş yolunu hasretle beklelerdik. Şimdi bu slaytlar bit pazarlarında veya online açık arttırma sitelerinde bulunabiliyor. Hoş meraklıları için her şey bitmiş değil. Bu malzemeyi hala bulabilir ve fotoğraf çekebilirsiniz. Ortalıktan çekilmesi de öyle birdenbir olmadı.

Slayt fotoğrafçılığı dijital fotoğrafçılığın yükselişi nedeniyle zamanla yavaşça azaldı. Bu azalmanın önemli noktaları şunlardır:

  1. 1990’ların Sonları – 2000’lerin Başları: Dijital kameralar popülerlik kazanmaya başladı, anında görüntü inceleme, daha kolay görüntü düzenleme ve paylaşım yetenekleri sunarak film piyasasını etkilemeye başladı.
  2. Kodachrome’un Sonu: En önemli an, Kodak’ın ikonik Kodachrome filmini 2009 yılında durdurmasıydı. Kodachrome, zengin renkleri ve uzun ömürlülüğü ile biliniyordu ancak dijital fotoğrafçılığın büyümesiyle birlikte, Kodachrome’un da karmaşık işleme gereksinimi nedeniyle daha az uygulanabilir hale geldi.
  3. Giderek ihtiyaç azaldı: Tüm slayt türlerinin de pazarın daralmasıyla üretim ve kullanımlarında azalma gördü. Film üreticileri çeşitli film ürünlerini durdurdu ve film teknolojisine olan yatırımlarını azalttı.

Burada Kodachrome adlı filmden bahsetmeden olmaz. Bu filmi izleyenler hem son filmlerin hem de fotoğrafçının birlikte yok oluşunun hüzünlü anları hatırlayacaklardır. “Kodachrome”, Mark Raso’nun yönettiği 2017 yapımı bir drama filmidir. Filmde Ed Harris, Jason Sudeikis ve Elizabeth Olsen başrollerde yer alıyor. Hikaye, bir baba ve oğlunun, Kodak’ın son Kodachrome laboratuvarı kapılarını sonsuza dek kapatmadan önce Kansas’a doğru yaptıkları yolculuğu konu alıyor. Film, zengin renkleriyle bilinen ve 2009 yılında üretimi durdurulana kadar hem profesyonel hem de amatör fotoğrafçılıkta geniş bir şekilde kullanılan Kodachrome adlı slayt filminin  ortadan kalkışıyla ilgilidir. Film, uzlaşma temalarını, fotoğrafçılığın değişen doğasını ve analog teknolojide bir çağın sonunu işliyor.

Ancak, slayt filmin tamamen kaybolduğunu söylemek doğru olmaz. Fotoğrafçılık meraklıları ve profesyonellerinden oluşan niş bir pazar, benzersiz estetik nitelikleri için film, dahil olmak üzere reversal film kullanmaya devam etmektedir. Bazı üreticiler hala slayt filmi üretmektedir. Son yıllarda analog süreçlere ve filmin farklı görünümüne olan ilgi film fotoğrafçılığında bir miktar canlanmaya neden olmuştur. Halen (slayt) film üreten bazı üreticiler şunlardır:

  1. Kodak Alaris: Kodak, Ektachrome film serisiyle halen slaytl filmi üretmektedir. Ektachrome, zengin renk doygunluğu ve ince taneli yapısıyla bilinir.
  2. Fujifilm: Fujifilm de slayt film üretimini sürdürüyor. Özellikle, Fujichrome Velvia ve Provia serileri profesyonel fotoğrafçılar arasında popülerdir. Bu filmler, canlı renkleri ve yüksek kontrastlarıyla tanınırlar.
  3. AgfaPhoto: AgfaPhoto’nun Precisa CT 100 gibi ürünleri, hala piyasada bulunabilir ve reversal film meraklıları tarafından tercih edilmektedir.

Bu girişi neden yaptığımı anlatayım; Pariste yaşayan İngiliz Lee Shulman slaytlarla ilgili bir proje yönetiyor. Kendisiyle yapılan bir röportajda şöyle konuşuyor.  “Masamın üzerinden geçen slayt sayısı bir milyona yaklaşıyor,” diyor. Paris’in arka sokaklarında, bu elli yaşındaki adam, yeni slaytları  büyüteçle incelediğinde heyecanlanıyor. Lee Shulman, “Şu küçük kutuya bak, sanki başka bir dönemin küçük bir hard diski gibi,” diyor. “Yaptığım bu proje etrafında başlı başına bir topluluk oluştu.” diyor.

Lee Shulman’ın, babasının kendisine aile slaytlarını vermesinin ardından, 1940-1980 yılları arasındaki slaytları toplama fikri, tam dijital çağla birlikte doğmuş. Bu fotoğrafların değerini, estetik ve duygusal potansiyelini anlayarak, çevrimiçi satılan slayt kutularını büyük bir tutkuyla satın almaya başlamış. O zamandan beri, “İnsanlar projeye spontane olarak resim gönderiyorlar. Bazıları da ne yapacaklarını bilmedikleri için onlardan vazgeçiyor,” diye açıklıyor. Paris’te  Samaritaine adlı alış veriş merkezinde 23 Nisan’a kadar bunları sergiliyor. Sergilemek, paylaşmak, yaymak en büyük amacı.  Instagram hesabı (@the.anonymous_project) ve 120 bine yakın takipcisi var. Eğer fotoğrafı seviyorsanız İnstagram hesabına girip fotoğrafları incelediğinizde  heyecanlanmamanız olası değil.

Lee Shulman 2017’den beri, Paris’te yaşayan bu İngiliz, slaytları satın alıyor, topluyor, sıralıyor, tarıyor, dijitalleştiriyor, katalogluyor, paylaşıyor, sergiliyor ve ‘Anonim Proje’ adını verdiği platform  aracılığıyla yayımlıyor. Lee “O dönemde  fotoğraf çekmek önemliydi, ayrıca pahalıydı,” diyor. “Bu yüzden, bu slaytlar gerçek aşk hikayeleri. İnsanlar, ‘Seni seviyorum’ demek için fotoğraf çekiyorlardı, çektiriyorlardı” diyor.

Topladığı bir milyon slayt arasından özenle seçtiği 35000 fotoğrafla geçmişe yolculuk sunan ve bunları “yaşam kapsülleri” olarak adlandıran Lee Shulman, projede başka bir hikaye de görüyor. Bir aktarım hikayesi. “Bu anonim kişiler, hayatın değeri, ailenin önemi hakkında bize bir mesaj veriyor,” diyor. “Bugün, hangi resmi göstermeliyim diye düşünüyorum: Bu sorular ilgimi çekiyor, çünkü şimdiki dünya  bu referanslara ihtiyaç duyuyor diye düşünüyorum. Bu benim savaşım,” diye açıklıyor Lee Shulman.

Arles’dan Seul’a, Londra’da, Paris’te ve yakında Venedik’te, sanatçı bu buluntularını festivallerde ve sergilerde heyecanla sergiliyor. Tek bir şeye şaşırıyor: Kimse fotoğrafta bir yakınını veya aile üyesini tanımamış. Bu da hayatta ne kadar çabuk unutulduğumuzun bir göstergesi. Oysa fotoğrafları hayatta bir iz bırakmak için çekmiyor muyuz, çektirmiyor muyuz? Peki ya selfiler ne olacak? Yoksa dijital çöplüklerde yok olup gidecek mi ? Bugüne kadar yok olan 100 milyar insanoğlu gibi?

https://www.instagram.com/the.anonymous.project?igsh=eTd1MGQxdWZjOGlx