80 li yıllar Fransa’da Moda, Tasarım ve Grafik dünyası …

80 li yıllar Fransa’da Moda, Tasarımve Grafik dünyası …

 

Mehmet Ömür

Yazıyla ilgili görselleri youtube kanalımdan alttaki bağlantıya tıklayarak izleyebilirsiniz..

           https://youtu.be/YNcepIjU22Y         

Dekoratif Sanatlar Müzesi, 1980’leri avluda sunulan büyük bir sergiyle 13 Ekim ile 16 Nisan 2023 tarihleri arasında Fransa’da 80 li yılların  Moda, Tasarım ve Grafik dünyasını anıyor. Serginin küratörlüğünü genç sanatçı Adrien Rovero tarafından yapılmıştır.

Louvre müzesinin bünyesindeki Dekoratif Sanatlar Müzesi (MAD) her yıl  düzenli olarak birbirinden güzel sergiler açmaktadır. Genellikle bu sergiler moda, grafik, reklam ve dizayn konularında olmaktadır. Bu yıl Elsa Schaparelli yanında seksenli  yıllara damgasını vuran moda, tasarım ve grafik olayları ile ilgili bir sergi ile açtı. Bu dönemin tam olarak Mitterand’ın seçilip başkan olduğu 1981 ile Berlin Duvarının çöktüğü 1989 arasına yerleştirilebilir.

Seksenli yıllar yeni kuşak dizaynerlerin ortaya çıktığı yıllar. Bunları başta Philippe Starck olmak üzere Olivier Gagnère, Elizabeth Garouste et Mattia Bonetti, ve Martin Szekely olarak sayabiliriz.

Aynı dönemde modada ana çizgiler de tamamen değişmiştir. Bir dönem değişim rüzgarının altında Mitterand ve Kültür Bakan Jack Lang’ın estirdikleri ifade özgürlüğü olmuştur. Tüm sanatçılar çeşitli yollardan desteklenmişleridir. Jean Paul Gaultier ou Thierry Mugler moda dünyasında çizgileriyle süperstar olmuşlardır. Reklam, grafik ve tasarım odyovizüel imkanları da kullanarak alabildiğine  yükselmiştir. Bu alanlara Jean-Paul Goude, Jean-Baptiste Mondino et Étienne Robial damgasını vurmuştur. Dingin bir güç ortaya çıkmıştır.

Bu dönemin tanıtımını Mitterand’ın görevlendirdiği ünlü reklamcı Jacques Seguela yapmıştır. Halkla ilişkilerde yeni bir açılım sağlanmıştır. Buna bağlı olarak seçim pazarlaması da gündeme gelmiştir. “Büyük mimari eserlere” görsel kimlikler eşlik etmiştir: Villette ve Louvre için Grapus’tan ve Musée d’Orsay için Jean Widmer’den yardım alınmıştır. Güncel yaratıcılığı desteklemek amacıyla Mitterand sürekli kararlar almıştır. Elize sayının özel bölünümün yenilenmesi için beş tane yaratıcı sanatçıya sipariş vermiştir. Bunlar Marc Held, Ronald Cecil Sportes, Philippe Starck, Annie Tribel et Jean- Michel Wilmotte’tur.

Aynı dönemde Jacques Lang bir taraftan tüm kültürel gelişmeleri takip ederken 21 Haziran 1982’de müzik bayramını gerçekleştirmiştir. Kültür bakanı başka bir taraftan da Louvre avlularını moda defilelerine ve moda ödüllerine açmıştır. Odiovizüel sektör ve medya olağanüstü o güne kadar görülmemiş bir gelişmeye şahit olmuştur.

Étienne Robial, ardı ardına Canal +, M6 ve 7.ci TV kanallarının imajını değiştirerek grafik dünyasına imzasını atmıştır. TV kanallarını artışı reklamcılık sektörünü de beraberinde uçuşa geçirmiştir. Étienne Chatiliez, Jean-Paul Goude veya Jean-Baptiste Mondino gibi birbirinden önemli reklamcılar ortaya çıkmış, unutulmaz reklam filmleri TV kanallarını istila etmiştir. Yazılı basın da değişmiştir. Dergilerin kapak anlayışı başka boyuta taşınmıştır.

Müzenin orta avlusu serginin tasarım bölümüne ayrılmış. Bu coşkulu dönemde, 80’lerin yaratıcı beyinleri, tıpkı moda dünyası gibi designda da birkaç estetiği birleştirilmiştir. Yüksek teknoloji vurgularına sahip modern bir tasarım, bilgi birikimini yücelten neo-barok evren ile kol kola girmiştir. Endüstri Bakanı genç yaratıcı dekoratörlere açık çek verip bunların inovasyonda değerlendirilmesini sağlamıştır. İlk show-roomlar gün yüzü görmüştür.

Perkal, Néotù, Yves Gastou adlı galeriler tamamen güncel sanat sergilemeye başlamışlardır.   Bu dönemde yeni avangart güncel eserler de ortaya çıkmıştır. Bu eserlerin yaratıcılarının başında François Bauchet, Martine Bedin, Sylvain Dubuisson, Olivier Gagnère, Andrée Putman, hatta Philippe Starck ve Martin Szekely’yi saymak mümkündür.

1980 lerde büyük bir bayram ve özgürlük rüzgâr esmiştir. Moda defileleri büyük görsel şovlara dönüşmüştür. Le Palace ve  les Bains Douches adlı mitik yerlerde çılgınca geceler yaşanmıştır. Bu kulüplerde görünüyor olmak çok önemli olmuştur. İnsanlar sıra dışı olmaya özen göstermişlerdir.  Tüm Paris new wave, hip-hop ve rock müziği ile dans etmeye başlamıştır. Bütün bunların hepsi birlikte Fransanın 80 li yıllarının kültürel dünyasına damgalarını vurmuşlardır. Kişisel ifade özgürlüğ modayı yeniden şekillendirmiştir.

Antik Çağdan 1930’lara olan moda dönemi yeniden değerlendirilip canlandırılmaya çalışılmıştır. Thierry Mugler ou Claude Montana adlı modacılar moda tarihinden iham alırken Jean Paul Gaultier, Vivienne Westwood ve Chantal Thomass o dönem modalarını taklit etmişlerdir. Tersine, Comme des Garçons için Martin Margiela veya Rei Kawakubo, giyim kavramını yapıbozuma uğratmaya çalışmıştır. Issey Miyake veya Anne-Marie Beretta mankenlerin atletik vücutlarına geniş şekilli giysiler giydirirken, Azzedine Alaïa ou de Marc Audibert gibi modacılar giysileri mankenlerin vücutlarını bir çorap veya eldiven gibi sarmışlardır.

Erkek modasını ise Jean Paul Gautier’nin tarzı etkilemiştir. Diğer taraftan geniş kesime hitap eden daha ucuz kreasyonlarda Naf Naf, Kookaï veya Benetton öne çıkmıştır. Sergi 1989’daki Fransız ihtilalinin 200. yılı defilesinin Jean Paul Good tarafından verilen defilesi ve Berlin’in düşmesi ile ilgili görsellerle kapanmaktadır.

Unutulmuş ressamdan baş döndüren resimler. Andre Devambez

Unutulmuş ressamdan baş döndüren resimler. Andre Devambez

Mehmet ömür

Ressam, desinatör, illustrator, gravür sanatçısı, teknik ressam Andre Devambez’in şu günlerde Le Petit Palais’de retrospektif bir sergisi var.. Bu kadar yetenekli olup da bu kadar uzun süre unutulup gözlerden ırak kalması şaşılası bir durum.

Andre Devambez 1867 yılında doğmuş 1944 yılında ölmüş. Gerçek bir Paris’li. Paris’te doğup Paris’te ölmüş. André Devambez, Paris’teki Maison Devambez’in kurucusu olan gravür sanatçısı, matbaacı ve yayıncı Édouard Devambez’in oğludur. Doğduğunda babası yirmi üç, annesi yirmi iki yaşındaydı.

André sanatsal bir ortamda büyüdü ve çok genç yaşta sanatçı olmaya karar verdi. André Devambez, küçük yaşlardan itibaren babasıyla da çalıştı. Maison Devambez’in bulunduğu Passage des Panoramas atölyesinde kırtasiye malzemeleri, menüler, sanatsal baskılar ve çeşitli reklamlar tasarlıyorlardı. Paris’teki Ecole des Beaux-Arts’ta ressam Benjamin Constant’ın stüdyosunda eğitim gördü ve ayrıca Julian Academie’de Gabriel Guay ve Jules Lefebvre’den de eğitim aldı. Genç yaşlarında hep hayalinde tarihi konulu resimler üzerinde uzmanlaşmak vardı.

1889’da Fransız Sanatçılar Salonu’nda sergiler açtı.

1890’da resim dalında Roma Büyük Ödülünü kazandı ve Villa Médicis’te kaldığı 4 yıl süre boyunca portresini yaptığı ressam Adolphe Déchenaud ile arkadaş oldu.

1911’de Legion of Honor Şövalyesi ilan edildi ve 7 Aralık 1929’da Henri Gervex’in yerine Güzel Sanatlar Akademisi’ne seçildi.

1929’dan 1937’ye kadar Ulusal Güzel Sanatlar Okulunda resim atölyesi başkanı olarak görev yaptı.

18 Mart 1944’te Paris’in 14. bölgesindeki 19 avenue d’Orléans adresindeki evinde öldü ve Père-Lachaise mezarlığına  gömüldü.

Ressam Andre Devambez

Devambez, genelde modern yaşamdan sahnelerini resmetmiştir. Paris’teki Musée d’Orsay, en tanınmış tablosu La Charge da dahil olmak üzere dokuz eserine sahiptir. 1902’de resmedilen La Charge dramatik bir sokak sahnesidir, Montmartre Bulvarı’nda yüksek bir pencereden görülen, polis ve protestocular arasındaki şiddetli çatışmayı gösterir. Bu yukarıdan perspektif, Devambez’in çalışmalarında sıkça karşımıza çıkar.

Küçük formatta bir tahta üzerine boyanmış “yürümeye başlayan çocukları” da çok özgün bir eseridir.

1910’da, Viyana’daki Fransız Büyükelçiliğine dekoratif panolar tasarlamak üzere davet edildi. Metroyu, uçakları resmederek zamanının icatlarını tema olarak seçti.

Desinatör ve  ve Gravür oymacı Andre Devambez

André Devambez, 1915’te on iki gravür üretti. Bu albümdeki on iki gravürün adları şöyle; Soğuk, Kabuk, Delikler, Kalkan, Ateş, Şarapnel, Yağmur, Casus, Rehineler, İstasyon, Yedekler, Kömür, Aptal. Bu gravürler Birinci Dünya Savaşı’ndan çeşitli sahneleri temsil ediyor.

İllustrator Andre Devambez

Devambez ayrıca 1913 de <Auguste Kötü Karaktere Sahiptir>adlı bir çocuk kitabı yazdı ve resimledi. Orijinal çizimler ertesi yıl Palais de Glace’de bir sergide sunuldu. Bu kitap Küçük Tata ve Büyük Patapouf’un Tarihi, Büyük Patapouf’un Maceraları ve Kaptan Mille-Sabords’un Maceraları adlı çok sayıda çocuk kitabının ilkidir. Bu hikayelerin André Devambez’in iki çocuğu Pierre ve Valentine’e anlattıklarından kaynaklandığı düşünülmektedir.

André Devambez ayrıca Émile Zola’nin La Fête à Coqueville adlı eserlerini de resimlemiştir.

Devambez, Le Figaro illustré, Le Rire ve L’Illustration adlı dergilerine illüstrasyonlar çizmiştir.

André Devambez uzunca süre unutulmuş, 1988’de Beauvais müzesindeki bir sergiyle tekrardan hatırlanmıştır. Paris’teki Petit Palais tarafından düzenlenen halen gezilebilen bu sergiyle yeniden gündeme geldi.

André Devambez ileri yaşına rağmen savaştan kaçmayıp savaşa gitmiş, orada ağır yaralanmış yıllarca bunun sıkıntısını çekmiş ama savaş alanlarında elinden fırçayı bırakmamıştır.

Yüzyılın başlarında Devambez’in bir sergisini gezen  sanatseveri bir kadının <Ben bu resimlere bakamıyorum çünkü bende baş dönmesi yapıyor> dediğine dair bir anekdot vardır.

<Bulutların üzerinde uçabilen tek kuş> olarak adlandırdığı bir resmi vardır ki yeni teknolojilere ne kadar meraklı olduğunu gösterir.  Paris’e de çok meraklıdır. Resimde akademik yanını hiçbir zaman bırakmamış avangardist akımlara kapılmamıştır. Bununla beraber zamanın diğer ressamları gibi tüm sanat alanlarında gezinmiş ve seramik dışında illüstrasyon, desen ve gravür yapmıştır.

Avangart sanatçıları pek tutmamış ve onların izinden gitmemiştir. Buna karşılık çok büyük bir hayal gücü vardır.  Petit Palais’deki sergisinde tüm bu yaratıcılıklarına tanık oluyoruz ve şaşkınlıkla bu büyük sanatçının bugüne kadar nasıl gözden kaçtığını anlayamıyoruz.

Devambez’in kendine has bakış açıları var. Daha çok yukardan aşağı bakış açısıyla resimlerini çiziyor. Klasik kompozisyonları var. Işık kullanımı da çok etkileyici. Sahne ışığı kullanır gibi ana konuyu aydınlatıyor. Diğer taraftan kendine özgün komik, dokunaklı hatta şaşırtıcı vw baş döndürücü resimlerini izliyoruz. Bu yukarıdan bakış açısına sahip olabilmek için sık sık Eyfel kulesine çıktığı biliniyor. Hem büyük boyda tuvaller boyamış hem de <küçüklerim> dediği küçük formatta resimleri var. Bu küçük resimleri sergilerde satış kaygısı ile yaptığını anlıyoruz.

Paris’i altını üstüne getiriyor. Paris’te yaşanan  çılgınlıkları, Paris’in enerjisini, eğlencesini, kafelerini ve sık gittiği tiyatro ve sinemaların tıklım tıklım salonlarını resmediyor. Doyumsuz bir flanör ve iyi bir gözlemci. Bu yetenekleri ile Paris’in Bel Epok denilen 1900 den birinci dünya savaşına kadar olan dönemini gözler önüne seriyor. Paris’teki bu gezintileri  sırasında yanında fotoğraf makinesini de ayırmıyor. Devambez’in hem mizah dolu hem de hümanist  çok farklı bir vizyonu var ve  değişik konuları seçmeyi iyi beceriyor. Honore Daumier’den esinlendiği görüşü de yaygın bir görüş.

Savaşta yakınlarını, oğlunu, babasını, eşini kaybetmiş kadınların hüznünü mükemmel bir hümanizma ile tuvale aktarabiliyor.

47 yaşındayken askerlikten muaf olup savaşa gitmemek varken savaşa gidiyor yukarıdaki uçaklar görmesin diye birliğin tüm silahlarını kamuflaj amacıyla boyuyor. Bunun dışında ünlü illüstrasyon dergisine savaşla ilgili çizimler gönderiyor. Savaşta ölümden dönüyor savaştan 1917’de döndüğünde önce devlet tarafından cephedeki yaşamı belgeleme görevi veriliyor ama savaşı ve kahramanları yeterince yüceltmediğinden bu görevinden alınıyor. Dergilere illüstrasyonlar yapıyor. Yaptığı  gravürler savaştaki korkuları ve savaşın acılarını gösteriyor.

Mütarekeden sonra resim fuarlarına katılıyor. 1924’teki salonda sergilenen La pensee adlı dev triptiği savaşın vahşetini gösteriyor. Sol panelde  Goya karanlığında bir ışık gölge kompozisyonu var.  Uyuyan askerler arasında elinde mektubuyla bir asker öne çıkıyor.  Merkezde ise yakınlarını yitirmiş üç yaşlı kadın var.

İki tane çocuğu oluyor ve bu çocuklar doğdukları andan itibaren ilk modelleri oluyorlar. Onları çizimlerinde kullanıyor. Fotoğraflarını çekiyor. Fotoğrafa büyük bir hayranlığı var ve fotoğrafın kendisini büyülediğini söylüyor. Fotoğraf makinesini önemli bir araç olarak kullanıyor.

Bazı resimler avangartistlerin resimlerinin aksine çok uğraşılmış zahmetli ve uzun süre almış eserler. Bunları yaparken bir taraftan da illustrator yönüyle mizah sergilemeye devam ediyor. Bir kalem darbesi ile politikacıları, eğlenen toplumu ve modern yaşamı karikatürize ediyor. Swift’in yazdığı Güliverin Yolculukları’na ve Emil Zola’nın romanlarına resimler çiziyor. Fritz’in <Metropolis> adlı filminden yedi yıl önce işçilerin makinelerle değiştirilmesini konu alan bir resim çiziyor. Kızı devrimci oluyor. Paris’in binaların yutan makrop adını verdiği fil hortumlu yaratıklarla ilgili tuhaf desenleri çizgi film niteliğinde ve çok ilginç.

Bu unutulmuş ve baş döndüren ressamın eserlerini görmek için Le Petit Palais müzesine gidebilirsiniz.

Le Petit Palais

Av. Winston Churchill, 75008 Paris

 

Elsa Schiaparelli’nin çılgın dünyası

 

Elsa Schiaparelli’nin çılgın dünyası

Mehmet Ömür

Not bu yazıyla ilgili videoyu youtube kanalımdan izleyebilirsiniz;

Mehmet Ömür

Paris’te ünlü modacıların sergileri ardı ardına açılıyor. Dior ve Yves Saint Laurent dan sonra şimdilerde Elsa Schiaparelli’nin sergisi Dekoratif Sanatlar Müzesinde görülmeye devam ediliyor.<Shocking, Elsa Schiaparelli< adlı sergi Elsa Schiaparelli’nin çılgın yaşamını, yaratıcı moda sanatını ve başarılı iş hayatını gözler önüne seriyor.

10 Eylül 1890’da Roma’da doğan ve 13 Kasım 1973’te Paris’te ölen Elsa Schiaparelli, İtalyan aristokrasisi içinden gelen bir moda tasarımcısıydı.  Corsini sarayında doğmuştur. Annesi Medicis soyundandır. Babası üniversitede hocadır amcası evrenin haritasını  çizen ilk bilim adamıdır. Felsefe eğitimi alır. Ailesinin hoşuna gitmeyen erotik şiirler yazar. Manastıra kapatılır orada ölüm orucuna başlar.

20 yaşında Londra’ya gider orada kendisini teozof olarak tanıtan bir adamla evlenir. Kocasının peşinden Amerika’ya gider. Poliomiyelite yakalanan bir kızları olur. Ondan da iki torunları olur. Torunlarından bir tanesi Anthony Perkins in eşidir. Diğeri manken ve sinema artisti olur. Kocası İsabelle Duncan’a kaçar. Elsa Paris’e döner ve bit pazarında bulduğu eşyaları antikacılara satmaya başlar. Dikiş dikmeyi bilmemesine rağmen ünlü terzi Paul Poirier ile tanışması kaderini değiştirir. Modaya çok arzulu ve yetenekli olduğu ortaya çıkar.

1927 de kendi evinde dikiş dikmeye başlar. Ermeni kadınlara bildikleri desenleri öldürtür, göz aldatan motifleri kullanmaya başlar. Kazakların üzerine kalpler ve yılanlar çizdirir. Bunlar Vogue dergisi tarafından çok önemsenir.Elsa Schiaparelli’yi esas keşfeden ünlü moda evlerinin bulunduğu  Saint Honore sokağında  moda evi olan Madame Hartley’dir. Onu Lambal moda evinin stilisti yaptı. Bir kaç sene sonra Elsa Paris’in en pahalı meydanı Place Vendome!da 100 odalı 5 katlı binaya taşındı. 500 kişinin çalıştığı 1930’lardan 1950’lere kadar kendi adını verdiği Schiaparelli şirketini yönetti.

Yeniliği sever, şaşırtan, kışkırtıcı ve avangart çalışmalarında her zaman gerçeküstü yaklaşımlar görüldü. Bunu biraz da  Dali gibi sürrealist arkadaşlarına borçlu olduğunu anlıyoruz. Onlarla işbirliği yaptı. Istakozlu elbisesini Wallis Simpson giydi. Arletty, Wallis Simpson, Marlène Dietrich, Greta Garbo, Lauren Bacall et Amelia Earhart gibi ünlüler müşterisi oldu. Shocking Pembe adını verdiği frapan pembesinin yanı sıra alışılmadık renkleriyle de ünlü oldu. Kreasyonları her zaman olağan dışı oldu Koleksiyonlarında insan anatomisi, böcekler, gösteri, trompe-l’œil denilen yanılsamalara yer verdi.1940 da bir turne için gittiği Amerika’da 2.ci Dünya Savaşının ilan edilmesi nedeniyle 4 yıl kaldı.savaş sonrası eski ticari başarısını gösteremeği için şirketini kapattı ama parfümle ilgili şirketinden ölene kadar para kazanmaya devam etti.

Modaya konseptüel bir yaklaşımı vardır. Fonksiyonu ikinci plana atıp görselliği, estetiği ve sıradışı olmayı öne çıkarttı. Ayakkabı şeklinde şapka, hayvan pençesi şeklinde eldivenler yarattı. Fermuarı ilk kez dekor olarak kullandı. 1936 yılında Leonor Fini tasarımı ile bir parfüm çıkardı. Adı Schoking olan bu parfümün şişesi o günlerin ünlü sinema oyuncusu ve seks sembolü Mae West’in vücudunun kalıbı örnek alınarak tasarlanmıştı. Benzer parfüm şişesini günümüzde Jean paul Gautier imzasıyla da görüyoruz.

Bütün defileleri de gerçek bir gösteri niteliğindeydi. Işık müzik ve koreografi muhteşemdi. Bazı filmlere elbiseler dikti. Man Ray portresini çekti  ve Picasso resmini yaptı. Çok yaratıcı ve çılgın bir yaşam sonunda 83 yaşında uykusunda öldü.1954’te Elsa Schiaparelli, hayatının önemli olaylarını birinci tekil şahıs ağzından anlattığı Shocking Life adlı bir otobiyografisi yayınladı.

Moda sevenleri çok hoşuna gideceğini iddia etmek zor olmasa gerek diye düşünüyorum. Paris’e gelirseniz hem Dior’un müzesini hem de Esla Schiaparelli sergisini bir gün içinde gelebilirsiniz. İki mekan birbirine yürüyüş mesafesinde. Ancak ikisine de önceden internet üzerinden yer ayırtıp biletlerinizi alın yoksa  kuyrukta çok beklersiniz. İkisi de çok kalabalık. Şu aralar moda işleri çok moda. Belki de hep öyleydi. Kim bilir…

 

Paris’te ünlü modacıların sergileri ardı ardına açılıyor. Dior ve Yves Saint Laurent dan sonra şimdilerde Elsa Schiaparelli’nin sergisi Dekoratif Sanatlar Müzesinde görülmeye devam ediliyor.<Shocking, Elsa Schiaparelli< adlı sergi Elsa Schiaparelli’nin çılgın yaşamını, yaratıcı moda sanatını ve başarılı iş hayatını gözler önüne seriyor.

10 Eylül 1890’da Roma’da doğan ve 13 Kasım 1973’te Paris’te ölen Elsa Schiaparelli, İtalyan aristokrasisi içinden gelen bir moda tasarımcısıydı.  Corsini sarayında doğmuştur. Annesi Medicis soyundandır. Babası üniversitede hocadır amcası evrenin haritasını  çizen ilk bilim adamıdır. Felsefe eğitimi alır. Ailesinin hoşuna gitmeyen erotik şiirler yazar. Manastıra kapatılır orada ölüm orucuna başlar.

20 yaşında Londra’ya gider orada kendisini teozof olarak tanıtan bir adamla evlenir. Kocasının peşinden Amerika’ya gider. Poliomiyelite yakalanan bir kızları olur. Ondan da iki torunları olur. Torunlarından bir tanesi Anthony Perkins in eşidir. Diğeri manken ve sinema artisti olur. Kocası İsabelle Duncan’a kaçar. Elsa Paris’e döner ve bit pazarında bulduğu eşyaları antikacılara satmaya başlar. Dikiş dikmeyi bilmemesine rağmen ünlü terzi Paul Poirier ile tanışması kaderini değiştirir. Modaya çok arzulu ve yetenekli olduğu ortaya çıkar.

1927 de kendi evinde dikiş dikmeye başlar. Ermeni kadınlara bildikleri desenleri öldürtür, göz aldatan motifleri kullanmaya başlar. Kazakların üzerine kalpler ve yılanlar çizdirir. Bunlar Vogue dergisi tarafından çok önemsenir.Elsa Schiaparelli’yi esas keşfeden ünlü moda evlerinin bulunduğu  Saint Honore sokağında  moda evi olan Madame Hartley’dir. Onu Lambal moda evinin stilisti yaptı. Bir kaç sene sonra Elsa Paris’in en pahalı meydanı Place Vendome!da 100 odalı 5 katlı binaya taşındı. 500 kişinin çalıştığı 1930’lardan 1950’lere kadar kendi adını verdiği Schiaparelli şirketini yönetti.

Yeniliği sever, şaşırtan, kışkırtıcı ve avangart çalışmalarında her zaman gerçeküstü yaklaşımlar görüldü. Bunu biraz da  Dali gibi sürrealist arkadaşlarına borçlu olduğunu anlıyoruz. Onlarla işbirliği yaptı. Istakozlu elbisesini Wallis Simpson giydi. Arletty, Wallis Simpson, Marlène Dietrich, Greta Garbo, Lauren Bacall et Amelia Earhart gibi ünlüler müşterisi oldu. Shocking Pembe adını verdiği frapan pembesinin yanı sıra alışılmadık renkleriyle de ünlü oldu. Kreasyonları her zaman olağan dışı oldu Koleksiyonlarında insan anatomisi, böcekler, gösteri, trompe-l’œil denilen yanılsamalara yer verdi.1940 da bir turne için gittiği Amerika’da 2.ci Dünya Savaşının ilan edilmesi nedeniyle 4 yıl kaldı.savaş sonrası eski ticari başarısını gösteremeği için şirketini kapattı ama parfümle ilgili şirketinden ölene kadar para kazanmaya devam etti.

Modaya konseptüel bir yaklaşımı vardır. Fonksiyonu ikinci plana atıp görselliği, estetiği ve sıradışı olmayı öne çıkarttı. Ayakkabı şeklinde şapka, hayvan pençesi şeklinde eldivenler yarattı. Fermuarı ilk kez dekor olarak kullandı. 1936 yılında Leonor Fini tasarımı ile bir parfüm çıkardı. Adı Schoking olan bu parfümün şişesi o günlerin ünlü sinema oyuncusu ve seks sembolü Mae West’in vücudunun kalıbı örnek alınarak tasarlanmıştı. Benzer parfüm şişesini günümüzde Jean paul Gautier imzasıyla da görüyoruz.

Bütün defileleri de gerçek bir gösteri niteliğindeydi. Işık müzik ve koreografi muhteşemdi. Bazı filmlere elbiseler dikti. Man Ray portresini çekti  ve Picasso resmini yaptı. Çok yaratıcı ve çılgın bir yaşam sonunda 83 yaşında uykusunda öldü.1954’te Elsa Schiaparelli, hayatının önemli olaylarını birinci tekil şahıs ağzından anlattığı Shocking Life adlı bir otobiyografisi yayınladı.

Moda sevenleri çok hoşuna gideceğini iddia etmek zor olmasa gerek diye düşünüyorum. Paris’e gelirseniz hem Dior’un müzesini hem de Esla Schiaparelli sergisini bir gün içinde gelebilirsiniz. İki mekan birbirine yürüyüş mesafesinde. Ancak ikisine de önceden internet üzerinden yer ayırtıp biletlerinizi alın yoksa  kuyrukta çok beklersiniz. İkisi de çok kalabalık. Şu aralar moda işleri çok moda. Belki de hep öyleydi. Kim bilir…

 

 

 

 

Erwin Blumfeld’in Sıkıntıları 

Mehmet Ömür

Paris’teki fotoğraf sergileri ile ilgili yazılarımıza bu kez Erwin Blumenfeld (EB) ile devam ediyoruz. Sergi 5 Mart 2023 e kadar Le Marais bölgesindeki MAHJ müzesi’nde  devam ediyor. Renkli fotoğrafçılığın da öncülerinden olarak kabul edilen EB in yaşamı o dönemin Almanya’da doğmuş yahudileri gibi sıkıntılarla dolu.

EB 1940 lı yıllarda 50 yaşlarında New york’ta en ön plandaki fotoğrafçılar arasında yer alıyor. Fotoğrafları Harper’s Bazaar ve Vogue gibi önemli moda dergilerini kapağını sıkça süslüyor. Bu fotoğraflar döneminde benzer işler için referans olarak kabul ediliyor.

Bu ününü elde etmeden önce EB çok sıkıntılı yıllar geçiriyor. 1897 yılında Berlin de doğan EB Musevi bir burjuva aileye ait. 16 yaşında kaybettiği babasından sonra yüksek eğitim hayalleri suya düşüyor ve ailesine destek olmak için çalışmaya başlıyor. 1916’da Birinci Dünya Savaşı’na katılıyor. İki sene sonra kardeşinin savaşta ölümüyle sarsılıyor. Ardından Amsterdam’da yaşayan nişanlısıyla  Lena Citroen ile evlenerek deri ticaretine başlıyor. İşlerin kötüye gitmesi ile birlikte kendini tamamen fotoğrafa veriyor. 1936 da Paris’e gidiyor ve kendini tamamen moda fotoğrafçılığına atıyor. İkinci dünyasının ortaya çıkmasıyla birlikte iki yıl boyunca çeşitli toplama kamplarında dolaşıp duruyor. Nihayet 1941 yılında Yahudi Göçmenler Derneği yardımıyla Amerika’ya ulaşabiliyor. 1930 ve 40’lı yıllar yeteneğinin ortaya çıktığı ve sanatsal ve özgün deneyimler yaptığı yıllar. Ancak toplumsal sosyal konular dışında kalıp moda ve modern fotoğraf teknikleri ile uğraşıyor. Saatlerce karanlık odada kalarak solarizasyon, çift pozlama, optik efektler, ışık ve gölge oyunları yapıyor. Eserlerinin temelinde kadın güzelliği yatıyor. Amerika’ya gittiğinde renkli fotoğrafçılarında öncülerinden biri olmayı başarıyor. Bu sergide bu verimli döneminin fotoğraflarını görüyoruz. Bu fotoğrafların çoğu başka yerde görülmemiş fotoğraflar. Çingene ailelerinin ve Amerikan yerlilerinin dansları ile ilgili serileri var. Bu sergi diğer avrupalı musevi fotoğrafçılar gibi ikonik bir çizgisi olan fotoğrafçının ayak izlerini takip ediyor.

Avangard Yaklaşımlar

Paris 1936-1938

EB in fotoğraf kariyeri ilk Amsterdam’da  başlıyor. Ticaret yaptığı deri ürünleri mağazasında müşterilerinin portrelerini çekmeye başlıyor. 1932 de dükkanın arka tarafında bulduğu bir körüklü fotoğraf makinesi ve bir karanlık oda sayesine fotoğraflarını banyo edip basıyor. Amsterdam’a gelen ressam Georges Rouault’un  kızı Genevieve çektiği fotoğrafları görüp çok beğeniyor ve  kendisine Paris’teki diş hekimi muayenesinde sergilemesini öneriyor. Böylece EB in şansı tersine dönüyor ve önünde kapılar açılmaya başlıyor. 1936 Ocak ayında Paris’e yerleşiyor ve orada önemli kişilerin portrelerini çekmeye başlıyor. Dar kadraj ve cesur kompozisyonları tercih ediyor. Çift pozlama ve soler,zasyon gibi tekniklerle kendisine farklı bir çizgi sağlıyor.

Çingeneler

Camargues 1928-32

EB profesyonel fotoğrafçı olmadan önce amatör fotoğrafçı olarak on yaşında amcasının Amerikadan getirdiği Box kamera ile fotoğraf çekmeye başlıyor. Bu fotoğraf makinesini başka fotoğraf makineleri de takip ediyor. Ailece yaptıkları Camargue  bölgesi seyahatinde çingenelerin hayatıyla ilgili bir seri hazırlıyor. Çingenelerin yaşamından çeşitli kesitler görüyoruz. Çingene çocuklarının ve kadınlarının fotoğraflarını çekiyor. Nötr, sade ve doğal arka planları  tercih ediyor. Daha sonra bu tür fonları Amsterdam’daki stüdyosunda da devam ettiriyor.

Denemeler ve Moda Fotoğrafçılığı

Paris 1938-39

Paris’e yerleştiği 1936’ ten itibaren Man Ray başta olmak üzere avant gardist sanatçılardan etkileniyor ve  çeşitli deneysel araştırmalara girişiyor. Kadın vücudu her zaman en önemli konusu. Aksesuarlar kullanıyor. Bunların başında ince tüller, mat camlar ve aynalar var. Kompleks ve gelişmiş ışıklar kullanıyor. Baskı sırasında sıkça makyaj uyguluyor. Çift pozlama, solarizasyon ve retikülasyon gibi tekniker kullanıyor. <Bana göre 20. yüzyılın en sihirli şeyi karanlık odadır< diyor. Çeşitli fotoğraf efektlerini kullanarak modellerini kimliksizleştiriyor ve abstaksiyona benzeyen görseller yaratıyor. Çalışmalarına hayran kalan ünlü İngiliz fotoğrafçı Cecil Beaton 1938’de kendisini Paris Vogue dergisinin baş editörüne tanıştırıyor. Hemen işe alınıyor.

Diktatör

Amsterdam 1903 Paris 1937

1933’te EB bir seri fotomontaj yapıyor Hitler’in yükselişine reaksiyon olarak diktatörün portresini kan gözyaşlarıyla boyadıktan sonra bir kafatası görüntüsünün üzerine çift pozlama ile ekliyor. Bu tarz kompozisyonları Berlinli dadaist John Heartfield’te yaptığından  benzeşiyorlar ama mesajlar farklı. Heartfield Marksist ve Hitleri kapitalizm ve endüstrializasyonun kuklası olarak göstermeye çalışırken ve Nazizmin eleştirisini yaparken  EB onu bir canavara benzetiyor ve Hitler’i ölümün enkarnasyonu olarak gösteriyor. 1937’de minotor ve diktatör adlı yapıtları var. Antik bir heykelin üzerine boğa kafaları yerleştirerek fotoğraflar çekiyor. Böylece mitolojideki boğa kafalı Minotoru göstermeye çalışıyor. Bu şekilde insandaki hayvan ruhunu göstermeye çalışıyor. Bu sembol daha sonra 20. yüzyılda ortaya çıkan bütün diktatörlerin vahşiliğinin sembolü oluyor.

İkinci Dünya Savaşı ve kamptan kampa

Fransa 1939 Fas 1941

1939’da New York‘a yaptığı bir seyahatten döndüğünde savaşın ilan edildiğini duyuyor.  Amerikada Harper’s Bazaar  dergisinde işe başlamıştır ancak  ama savaşın başlaması ile birlikte Fransa’da istemeyen yabancı ilan ediliyor ve çeşitli toplama kamplarında tutuluyor. 1940’ta Almanya doğumluların hepsi gibi Marmagne’a götürülüyor. Ardından Drome bölgesindeki kampa transfer oluyor. Daha sonra  Vernet d’Ariege  ve nihayet Lot bölgesinde Catuz-Cavalier’ye gönderiliyor.  Burada ailesiyle buluşup şehirde yaşamasına izin veriliyor ama evinde göz hapsine alınıyor ve orada 6 ay kalıyor. İyi ilişkileri sayesinde Amerika’ya bir vize temin ediyor ve Marsilya’dan  1941 de Monte-Vizo adlı gemiyle Fas üzerinden birkaç aylık yolculukla New York’a ulaşabiliyor.

Renkleri ve şekillerin özgürlüğün

New York 1941-1950

New York’a gelir gelmez gelmez Harper’s Bazaar takımına katılıyor. Buradaki moda dünyasında inanılmaz bir atak yapıyor ve öne çıkıyor. 1945’te Central Park’ta kendi stüdyosu’nu  kuruyor ve bundan sonraki on yıl boyunca Paris’te çalıştığı teknikleri burada uyguluyor. Çizgileri ve şekilleri basitleştiren özgün bir teknikle kendisine önemli bir yer yapıyor. Renkli fotoğrafın ortaya çıkışı  ile de kendisine yeni ufuklar açıyor. 1944’te EB Harper’s Bazaar’dan ayrılıyor ve  kendisine verilen reklam siparişlerini bağımsız olarak yapmaya başlıyor. Ancak kendine has özgün teknikleri, ticari dünya bunlara pek alışık olmadığından, bazı sanat direktörlerine kabul ettirmekte zorluk çekiyor. Diğer taraftan kişisel deneylere devam ediyor. Kadın vücudu yaptığı işlerde ön planda olmaya devam ediyor. Amerika’da giderek daha özgür çalışıyor  ve özgün işler ortaya koyuyor. Şekil, renk ve hareket arayışlarına bu dönemde de devam ediyor.

Sanatsal yaklaşımları

Paris 1930 New York 1950

Ölmeden önce yazdığı ve öldükten hemen sonra Jadis et Daguerre adlı otobiyografisi yayınlanıyor. Kendine has sözleri yazılı literatürde yerini buluyor. Aynı şekilde fotografik çalışmaları da kitaplaştırılıyor. Bazen ünlü tabloları yeniden yaratıyor. Bunu yaparken modellerinin ünlü tablolardaki görüntülere benzer hareketlerle bu eserlere göz kırptığı fark ediliyor.  Kariyerinin başındaki çektiği ikonlaşmış bazı fotoğrafları heykele olan hayranlığını gösteriyor. Ayrıca büyük ustalara olan hayranlığı nedeniyle ürettiği eserleri ile geleneksel sanatın içinde kalmaya çalışıyor.

San İldefonso

Meksika 1947

Meksika’daki bazı yerli toplulukların törenlerini fotoğraflayarak bugünlere taşıyor. Serginin son kısmında bunları izliyoruz. Bu fotoğraflar sayesinde San İldefonso’da yaşayan yerel topluluğun özel törenlerini de ilk defa görmüş oluyoruz. Bunlar eski ritüelik bayram kutlamaları. Dansçıları çok yakından çektiği için onların izni olduğunu da düşünmek mümkün oluyor. Bu topluluklardan Santa Fe’nin kuzeyindeki altı köyden biri olan  San İldefonso adı köy yaşayanların kendi dillerinde <Suyun geçtiği yer< olarak biliniyor. Bunlar 23 Ocak 1009 47’de çekilmiş fotoğraflar.

Bu önemli fotoğrafçıyı tanımak ve fotoğrafa yaklaşımını değerlendirmek hoş bir deneyim oluyor.

Paris’e yolu düşenler için;

mahJ

Hôtel de Saint-Aignan, 71 Rue du Temple, 75003 Paris