Erwin Blumfeld’in Sıkıntıları
Mehmet Ömür
Paris’teki fotoğraf sergileri ile ilgili yazılarımıza bu kez Erwin Blumenfeld (EB) ile devam ediyoruz. Sergi 5 Mart 2023 e kadar Le Marais bölgesindeki MAHJ müzesi’nde devam ediyor. Renkli fotoğrafçılığın da öncülerinden olarak kabul edilen EB in yaşamı o dönemin Almanya’da doğmuş yahudileri gibi sıkıntılarla dolu.
EB 1940 lı yıllarda 50 yaşlarında New york’ta en ön plandaki fotoğrafçılar arasında yer alıyor. Fotoğrafları Harper’s Bazaar ve Vogue gibi önemli moda dergilerini kapağını sıkça süslüyor. Bu fotoğraflar döneminde benzer işler için referans olarak kabul ediliyor.
Bu ününü elde etmeden önce EB çok sıkıntılı yıllar geçiriyor. 1897 yılında Berlin de doğan EB Musevi bir burjuva aileye ait. 16 yaşında kaybettiği babasından sonra yüksek eğitim hayalleri suya düşüyor ve ailesine destek olmak için çalışmaya başlıyor. 1916’da Birinci Dünya Savaşı’na katılıyor. İki sene sonra kardeşinin savaşta ölümüyle sarsılıyor. Ardından Amsterdam’da yaşayan nişanlısıyla Lena Citroen ile evlenerek deri ticaretine başlıyor. İşlerin kötüye gitmesi ile birlikte kendini tamamen fotoğrafa veriyor. 1936 da Paris’e gidiyor ve kendini tamamen moda fotoğrafçılığına atıyor. İkinci dünyasının ortaya çıkmasıyla birlikte iki yıl boyunca çeşitli toplama kamplarında dolaşıp duruyor. Nihayet 1941 yılında Yahudi Göçmenler Derneği yardımıyla Amerika’ya ulaşabiliyor. 1930 ve 40’lı yıllar yeteneğinin ortaya çıktığı ve sanatsal ve özgün deneyimler yaptığı yıllar. Ancak toplumsal sosyal konular dışında kalıp moda ve modern fotoğraf teknikleri ile uğraşıyor. Saatlerce karanlık odada kalarak solarizasyon, çift pozlama, optik efektler, ışık ve gölge oyunları yapıyor. Eserlerinin temelinde kadın güzelliği yatıyor. Amerika’ya gittiğinde renkli fotoğrafçılarında öncülerinden biri olmayı başarıyor. Bu sergide bu verimli döneminin fotoğraflarını görüyoruz. Bu fotoğrafların çoğu başka yerde görülmemiş fotoğraflar. Çingene ailelerinin ve Amerikan yerlilerinin dansları ile ilgili serileri var. Bu sergi diğer avrupalı musevi fotoğrafçılar gibi ikonik bir çizgisi olan fotoğrafçının ayak izlerini takip ediyor.
Avangard Yaklaşımlar
Paris 1936-1938
EB in fotoğraf kariyeri ilk Amsterdam’da başlıyor. Ticaret yaptığı deri ürünleri mağazasında müşterilerinin portrelerini çekmeye başlıyor. 1932 de dükkanın arka tarafında bulduğu bir körüklü fotoğraf makinesi ve bir karanlık oda sayesine fotoğraflarını banyo edip basıyor. Amsterdam’a gelen ressam Georges Rouault’un kızı Genevieve çektiği fotoğrafları görüp çok beğeniyor ve kendisine Paris’teki diş hekimi muayenesinde sergilemesini öneriyor. Böylece EB in şansı tersine dönüyor ve önünde kapılar açılmaya başlıyor. 1936 Ocak ayında Paris’e yerleşiyor ve orada önemli kişilerin portrelerini çekmeye başlıyor. Dar kadraj ve cesur kompozisyonları tercih ediyor. Çift pozlama ve soler,zasyon gibi tekniklerle kendisine farklı bir çizgi sağlıyor.
Çingeneler
Camargues 1928-32
EB profesyonel fotoğrafçı olmadan önce amatör fotoğrafçı olarak on yaşında amcasının Amerikadan getirdiği Box kamera ile fotoğraf çekmeye başlıyor. Bu fotoğraf makinesini başka fotoğraf makineleri de takip ediyor. Ailece yaptıkları Camargue bölgesi seyahatinde çingenelerin hayatıyla ilgili bir seri hazırlıyor. Çingenelerin yaşamından çeşitli kesitler görüyoruz. Çingene çocuklarının ve kadınlarının fotoğraflarını çekiyor. Nötr, sade ve doğal arka planları tercih ediyor. Daha sonra bu tür fonları Amsterdam’daki stüdyosunda da devam ettiriyor.
Denemeler ve Moda Fotoğrafçılığı
Paris 1938-39
Paris’e yerleştiği 1936’ ten itibaren Man Ray başta olmak üzere avant gardist sanatçılardan etkileniyor ve çeşitli deneysel araştırmalara girişiyor. Kadın vücudu her zaman en önemli konusu. Aksesuarlar kullanıyor. Bunların başında ince tüller, mat camlar ve aynalar var. Kompleks ve gelişmiş ışıklar kullanıyor. Baskı sırasında sıkça makyaj uyguluyor. Çift pozlama, solarizasyon ve retikülasyon gibi tekniker kullanıyor. <Bana göre 20. yüzyılın en sihirli şeyi karanlık odadır< diyor. Çeşitli fotoğraf efektlerini kullanarak modellerini kimliksizleştiriyor ve abstaksiyona benzeyen görseller yaratıyor. Çalışmalarına hayran kalan ünlü İngiliz fotoğrafçı Cecil Beaton 1938’de kendisini Paris Vogue dergisinin baş editörüne tanıştırıyor. Hemen işe alınıyor.
Diktatör
Amsterdam 1903 Paris 1937
1933’te EB bir seri fotomontaj yapıyor Hitler’in yükselişine reaksiyon olarak diktatörün portresini kan gözyaşlarıyla boyadıktan sonra bir kafatası görüntüsünün üzerine çift pozlama ile ekliyor. Bu tarz kompozisyonları Berlinli dadaist John Heartfield’te yaptığından benzeşiyorlar ama mesajlar farklı. Heartfield Marksist ve Hitleri kapitalizm ve endüstrializasyonun kuklası olarak göstermeye çalışırken ve Nazizmin eleştirisini yaparken EB onu bir canavara benzetiyor ve Hitler’i ölümün enkarnasyonu olarak gösteriyor. 1937’de minotor ve diktatör adlı yapıtları var. Antik bir heykelin üzerine boğa kafaları yerleştirerek fotoğraflar çekiyor. Böylece mitolojideki boğa kafalı Minotoru göstermeye çalışıyor. Bu şekilde insandaki hayvan ruhunu göstermeye çalışıyor. Bu sembol daha sonra 20. yüzyılda ortaya çıkan bütün diktatörlerin vahşiliğinin sembolü oluyor.
İkinci Dünya Savaşı ve kamptan kampa
Fransa 1939 Fas 1941
1939’da New York‘a yaptığı bir seyahatten döndüğünde savaşın ilan edildiğini duyuyor. Amerikada Harper’s Bazaar dergisinde işe başlamıştır ancak ama savaşın başlaması ile birlikte Fransa’da istemeyen yabancı ilan ediliyor ve çeşitli toplama kamplarında tutuluyor. 1940’ta Almanya doğumluların hepsi gibi Marmagne’a götürülüyor. Ardından Drome bölgesindeki kampa transfer oluyor. Daha sonra Vernet d’Ariege ve nihayet Lot bölgesinde Catuz-Cavalier’ye gönderiliyor. Burada ailesiyle buluşup şehirde yaşamasına izin veriliyor ama evinde göz hapsine alınıyor ve orada 6 ay kalıyor. İyi ilişkileri sayesinde Amerika’ya bir vize temin ediyor ve Marsilya’dan 1941 de Monte-Vizo adlı gemiyle Fas üzerinden birkaç aylık yolculukla New York’a ulaşabiliyor.
Renkleri ve şekillerin özgürlüğün
New York 1941-1950
New York’a gelir gelmez gelmez Harper’s Bazaar takımına katılıyor. Buradaki moda dünyasında inanılmaz bir atak yapıyor ve öne çıkıyor. 1945’te Central Park’ta kendi stüdyosu’nu kuruyor ve bundan sonraki on yıl boyunca Paris’te çalıştığı teknikleri burada uyguluyor. Çizgileri ve şekilleri basitleştiren özgün bir teknikle kendisine önemli bir yer yapıyor. Renkli fotoğrafın ortaya çıkışı ile de kendisine yeni ufuklar açıyor. 1944’te EB Harper’s Bazaar’dan ayrılıyor ve kendisine verilen reklam siparişlerini bağımsız olarak yapmaya başlıyor. Ancak kendine has özgün teknikleri, ticari dünya bunlara pek alışık olmadığından, bazı sanat direktörlerine kabul ettirmekte zorluk çekiyor. Diğer taraftan kişisel deneylere devam ediyor. Kadın vücudu yaptığı işlerde ön planda olmaya devam ediyor. Amerika’da giderek daha özgür çalışıyor ve özgün işler ortaya koyuyor. Şekil, renk ve hareket arayışlarına bu dönemde de devam ediyor.
Sanatsal yaklaşımları
Paris 1930 New York 1950
Ölmeden önce yazdığı ve öldükten hemen sonra Jadis et Daguerre adlı otobiyografisi yayınlanıyor. Kendine has sözleri yazılı literatürde yerini buluyor. Aynı şekilde fotografik çalışmaları da kitaplaştırılıyor. Bazen ünlü tabloları yeniden yaratıyor. Bunu yaparken modellerinin ünlü tablolardaki görüntülere benzer hareketlerle bu eserlere göz kırptığı fark ediliyor. Kariyerinin başındaki çektiği ikonlaşmış bazı fotoğrafları heykele olan hayranlığını gösteriyor. Ayrıca büyük ustalara olan hayranlığı nedeniyle ürettiği eserleri ile geleneksel sanatın içinde kalmaya çalışıyor.
San İldefonso
Meksika 1947
Meksika’daki bazı yerli toplulukların törenlerini fotoğraflayarak bugünlere taşıyor. Serginin son kısmında bunları izliyoruz. Bu fotoğraflar sayesinde San İldefonso’da yaşayan yerel topluluğun özel törenlerini de ilk defa görmüş oluyoruz. Bunlar eski ritüelik bayram kutlamaları. Dansçıları çok yakından çektiği için onların izni olduğunu da düşünmek mümkün oluyor. Bu topluluklardan Santa Fe’nin kuzeyindeki altı köyden biri olan San İldefonso adı köy yaşayanların kendi dillerinde <Suyun geçtiği yer< olarak biliniyor. Bunlar 23 Ocak 1009 47’de çekilmiş fotoğraflar.
Bu önemli fotoğrafçıyı tanımak ve fotoğrafa yaklaşımını değerlendirmek hoş bir deneyim oluyor.
Paris’e yolu düşenler için;
mahJ
Hôtel de Saint-Aignan, 71 Rue du Temple, 75003 Paris