Yalnızlık ölçülebilir mi?

Yalnızlık ölçülebilir ama bu her zaman sayısal bir sonuçla ifade edilebilecek bir şey değildir. Yalnızlık, tamamen kişinin kendi iç dünyasıyla ilgilidir. Yani, yalnızlık testleri, davranışlar ya da biyolojik belirtiler yalnızca urumun bir kısmını yansıtabilir. İnsan kendini yalnız hissettiğinde, bunun nedenini sadece kendisi bilebilir. Dışarıdan bakan biri bu durumu tam anlamıyla anlayamayabilir. Yalnızlığı ölçmenin en iyi yolu, o kişiyi dinlemek, onun hislerini anlamaya çalışmaktır.

Yalnızlık, herkesin bir şekilde yaşadığı bir durumdur ama bunu nasıl deneyimlediğimiz, bireysel farklarla şekillenir. Kimi insanlar kalabalıklar içinde bile kendisini yalnız hissederken, bazıları tek başına kalmaktan mutlu olurlar ve kendilerini  yalnız hissetmezler. Yalnızlık, insanın içsel dünyasında yaşanan ve dışarıdan göründüğünden çok daha derin bir duygudur. Bu yüzden, yalnızlık hissi ne kadar ölçülse de her zaman doğru sonuç vermez diyebiliriz.

Yalnızlık Testleri ve Ölçekler

Yalnızlığı anlamanın en yaygın yollarından biri, belirli testler ve ölçekler kullanmaktır. Bunlardan biri UCLA Yalnızlık Ölçeği’dir. Bu ölçek, kişilere yalnızlıkla ilgili sorular sorar. Mesela, “Kendini dışlanmış hissediyor musun?” ya da “Etrafında insanlar varken bile yalnız mı hissediyorsun?” gibi sorular sorar. Kişi bu sorulara verdiği cevaplarla, kendi yalnızlık seviyesi ortaya koyabilir, bu konuda bilinçlenebilir. Buna benzer testler, insanın yalnızlık hissini ölçmeye yardımcı olmaktadır. Ancak olay bu kadar basit değildir, yalnızlık sadece birkaç soruyla tamamen anlaşılacak bir duygu değildir

Davranışlarımız da yalnızlık hissimizi ortaya koyar. Bir insan kendisini yalnız hissettiğinde, sosyal etkinliklerden kaçınabilir, arkadaşlarıyla daha az görüşebilir, kendini eve hapseder, tek başına  vakit geçirmeye çalışır. Bazı insanlar ise tam tersine sosyal medyada daha fazla zaman geçirmeye başlarlar. Bu durum  sosyal ilişkilerindeki eksikliği kapatmak için yaptığı bir davranış olabilir. Bir kişi sosyal medyada ne kadar aktif olursa olsun, gerçek dünyadaki ilişkileri eksikse muhtemelen kendini yalnız hissetmeye devam edecektir..

Yalnızlık sadece psikolojik bir durum değildir, bedenimizi de etkiler. Uzun süre yalnız kalan insanlar, fiziksel olarak da çeşitli zorluklar yaşarlar. Stres hormonları yükselir, bağışıklık sistemi zayıflar ve uyku düzenleri bozulur. Yalnızlıkla bağlantılı olarak, vücutta stres hormonu olan kortizol artar. Bu da insanın kendini daha yorgun ve mutsuz hissetmesine neden olur. Yani, yalnızlık sadece zihnimizde değil, bedenimizde de izler bırakır.

Yalnızlık hissetmek, sadece fiziksel olarak yalnız olmakla ilgili değildir. Sosyal çevremizdeki insanlarla olan bağlarımız da bu duyguyu etkiler. Bir insanın çok sayıda arkadaşı olabilir ama eğer bu arkadaşlarla derin, anlamlı bağlar kuramıyorsa kendini yine de yalnız hissedebilir. Sosyal ağ analizi denlen yöntemlerle, bir insanın etrafındaki kişilerle olan bağları incelenebilir. Eğer sosyal çevre zayıfsa, yani kişi yeterince destekleyici ilişkiler kuramıyorsa yalnızlık hissi artmaktadır.

Yalnızlığa başka açıdan bakalım!

Bireysel özgürlük, kendini özgür hisseden insanlar tarafından bazen sınırsız bir hareket alanı olarak algılanır. İnsan davranışının ortak özelliklerinden bireysellik, mülkiyetçilik ve saldırganlık, bireysel özgürlüğün nasıl algılandığını anlamaya yardımcı olur. Başka bir deyişle, modern insanın özgürlüğü (ahlaki ve bireysel), çoğunlukla yalnızlıkla birlikte gelir ve kaçınılmaz olarak varoluşsal bir hayal kırıklığına yaratır.

Hayal kırıklığı, umut kavramının karşıtı olarak, modern insana sunulan özgürlüğün kaçınılmaz sonucudur. Özgürlüğünü belirli bir şekilde yaşayan, hayatın tadını çıkaran ve arzularını koşulsuz olarak tatmin eden insan, ancak bu şekilde özgürlüğünü güvence altına aldığını ve kutsallaştırdığını düşünür. Dolayısıyla, günümüzde özgürlük ve yalnızlık, kendine özgü bir ittifak kurmuş gibi görünmektedir. Bu durum, yalnızlığı modern toplumun en büyük sorunlarından biri haline getirmiştir.

İnsanın ruhunu tatmin edememe hissi olarak deneyimlenen varoluşsal yalnızlık sonuçta insanı köleleştirebilir. Modern yalnızlık ilgisizliktir,  egoisttir, narsisttir ve sevgi yoksunluğu ile  ilişkilendirilebilir. herkes kendisine özel bir dünya yaratmaya çalışıyor.

Milan Kundera’nın ‘Le  lenteur” yani Yavaşlık adlı eserinde yazdığı bir bölüm var: “Dikiz aynasına bakıyorum; sürekli aynı araba beni sollayamıyor çünkü karşıdan gelen trafik var. Şoförün yanında bir kadın oturuyor. Şöför acaba neden ona komik bir hikaye anlatmıyor? Neden elini kadının dizine koymuyor? Tam aksine, önündeki arabanın, yani benim neden yeterince hızlı gitmediğim için sürekli söyleniyor. Kadın da şoföre şefkat göstermek yerine kafasından arabayı sürüyor ve o da  şoföre söylenip duruyor.” Bu sahnedeki herkes kendine ait bir özel alan yaratmış ve birbirine yaklaşmayı reddetmiş olduğu anlaşılıyor. Kundera bu eserinde modern yaşamın hızına ve insanların giderek daha hızlı yaşama eğilimine eleştirel bir bakış sunuyor. Roman, hız ve yavaşlık kavramlarını gündelik durumlarla ele alırken, bu hızın insan ilişkileri üzerindeki yalnızlaştırıcı etkilerini sorgular. Alıntıda da karakterlerin hız saplantısı ve içsel olarak yaşadıkları tatminsizlik, sembolik bir şekilde arabada geçirilen anlarla ifade edilmektedir.

Biz yaşadığımız dünyayı da bu şekilde algılıyoruz ya da daha doğrusu bu şekilde inşa ediyoruz; bencilce. Başkalarını, onları sevdiğimiz için değil, kendi ihtiyaçlarımızı karşılamak için ararız. Diğerlerine karşı ilgisiziz ve sonunda yalnızlığımız, bencil tavrımızın sonucudur. Şişmiş egolarımız başkalarıyla mutlu bir şekilde bir arada yaşamamızı engellemektedir. Kundera’nın şoför örneğinde olduğu gibi öndeki araba  sadece özgürlüğe bir engeldir ve bu nedenle arabadaki diğer kişi sanki yok sayılır. Böylece yalnızlaşmaya devam edilir.

Yalnızlık kavramı 17. yüzyıldan günümüze kadar   sürekli değiştiğini biliyoruz. Farklı kültürlerde de  farklı şekiller de algılanıyor.

Yalnızlık sanat, edebiyat ve felsefi bakış açılarından da oldukça farklı boyutlarda betimleniyor. Sanat dünyasında yalnızlık, genellikle bireyin iç dünyasını anlamamızı sağlıyor. Ressamlar ve heykeltıraşlar, yalnızlığı bazen melankolik bir şekilde, bazen de huzur dolu bir içsel dinginlik olarak önümüze sunuyor. Örneğin, 19. yüzyılda romantik ressamlar, doğayla baş başa kalan insan figürleriyle yalnızlığı idealize ederken, modern sanatçılar ise şehir hayatının kalabalıkları içindeki yalnızlığı yansıtıyor. Sanat, yalnızlığı bireysel deneyimler ve insanın kendini anlama çabası olarak öne çıkarıyor. Edebiyatta yalnızlık, kahramanların kendilerini bulma süreçlerinde veya içsel çatışmalarında ortaya çıkıyor. Yazarlar, yalnızlık hissini karakterlerin iç monologları, günlükleri ya da diyalogları aracılığıyla derinleştiriyor. Kimi eserlerde yalnızlık, karakterlerin özgürlük arayışının bir parçası, kimi eserlerde ise melankolik bir yük olarak ele alınıyor. Modern edebiyat eserlerinde ise yalnızlık, şehirlerde ve toplumda bireyin sıkışmışlığını ifade eden bir sembol haline geliyor. Özellikle şehir edebiyatında, bireylerin kalabalık içinde kendilerini izole hissetmeleri yalnızlığın farklı bir boyutunu gösteriyor. Felsefi yalnızlık ise varoluşsal bir konu olarak sıkça karşımıza çıkıyor. Varoluşçu felsefede  birey yalnızlık duygusunu, kendini ve hayatın anlamını keşfetme sürecinin kaçınılmaz bir parçası olarak görmektedir. Örneğin, Jean-Paul Sartre gibi filozoflar, yalnızlığın bireyin kendi benliğiyle yüzleşmesi için gerekli olduğunu savunur. Felsefede yalnızlık, özgürlüğe ulaşmanın, bağımsız bir varlık olarak kendini keşfetmenin bir adımı olarak da değerlendirilir. Heidegger, yalnızlığı insanın dünya ile olan ilişkisinde bir ‘özcülük’ olarak tanımlar; yani, yalnızlık, insanın en temel hali ve kimliğiyle yüzleşmesidir.

Yalnızlık, melankoli ve nostalji, birbirine yakın gibi görünen ama farklı şekillerde deneyimlenen duygulardır. Yalnızlık, bireyin kendini tek başına hissetmesi veya çevresiyle duygusal bağ kuramaması durumudur. Fiziksel olarak yalnız olmadan da yalnızlık hissedilebilir.  Kalabalık içinde, hatta arkadaşlar arasında bile insan kendisini yalnız hissedebilir. Yalnızlık, bireyin kendini keşfetmesine neden olabilirken, kalıcı hale geldiğinde sıkıntılı ve yıpratıcı bir deneyime dönüşür. Yalnızlığın  bir de √ boyutu vardır. Bu nedenle kişi çoğu zaman çevresindekilerle bağlantı kurma ihtiyacı hisseder. Yalnızlık, şimdiki zamandaki yalıtılmışlık duygusudur ve bireyin çevresiyle olan ilişkileriyle ilgilidir. Melankoli, daha kalıcı bir hüzün ve içsel bir boşluk halidir; geçmişteki kayıplar veya acılarla bağlantılıdır. Nostalji ise genelde mutlulukla hatırlanan geçmişe bir özlem içerir ve kişi için bir kaçış sağlar.

 

Yalnızlığı daha iyi anlamak isteyen herkes için önemli bir eser adı vereyim; “Yalnızlığın Routledge Tarihi”, Katie Barclay, Elaine Chalus ve Deborah Simonton tarafından yayımlanan 492 sayfalık bir kitap olup, modern bir duygu olarak yalnızlığın kapsamlı ve çok disiplinli bir incelemesini sunmaktadır. Şubat 2023’te Routledge tarafından yayınlanan kitap, tarih, antropoloji, felsefe, edebiyat ve sanat tarihi gibi çeşitli alanlardan 30 akademisyenin çalışmalarını bir araya getiriyor.