Walter Benjamin Fotoğraf felsefesinde bir mihenk taşı…

Walter Benjamin Fotoğraf felsefesinde bir mihenk taşı…

“Geleceğin cahilleri, alfabeyi sökemeyenler değil fotoğraf çekemeyenler olacak deniyor. Ama kendi fotoğraflarını okuyamayan fotoğrafçıyı da cahil saymak gerekmez mi?”
Walter Benjamin

New York 1109 5th Avenue ve 92nd Street’deki Jewish Museumda gerçekleşen ve 17 Mart ve 6 Ağustos 2017 tarihleri arasındaki gezilen Walter Benjamin ile ilgili sergiyi kaçırmamış olmamız onunla ilgili düşüncelerimizi dile getirmeyi engellemez. 48 gibi erken bir yaşda kaybettiğimiz bu dehanın fotoğrafa etkilerini incelemek istedik.
Walter Bendix Schönflies Benjamin (15temmuz 1892 Berlin de doğar – 26 eylül 1940 da Portbou da ölür) filozof , sanat tarihçisi, edebiyat ve sanat eleştirmeni, tercümandır (Balzac, Baudelaire ve Proust tercümelerini yapmıştır) . Frankfurt okuluna bağlıdır.
1950 li yıllardan itibaren düşünceleri ilgi çeker ve bir çok düşünürü etkiler.
Fotoğraf felsefesinin temel taşları veya üç ayağı diyebileceğimiz Roland Barthes, Susan Sontag ve John Berger neden Walter Benjamin’den etkilendiler? soruya cevap aramak için yola çıktık.
Tabii öyle kolay Walter Benjamin olunmuyor. Genlerle ve çevreyle de birşeyler taşınmalı. Benjamin Paris’te banker Berlin de antikacı ve sanat taciri bir babanın oğlu. koleksiyonlarla ilişkisi çocukluğunda başlıyor.
Çok önemli Psikolog William Stern, şair Gertrud Kolmar ve filozof ve aktivist Günther Anders’in yeğeni olması da cabası.
Daha 18 yaşında önemli bir dergiye Der Anfang’a makaleler yazmaya başlar. 20 yaşında felsefe, sanat tarihi ve filoloji eğitimlerine başlar. İtalya’yı dolaşarak ilham almaya çalışır. Baudelaire’i çevirmeye başlar. Nişanlanır ama nişanını aşık olduğu yazar Dora Pollak için bozar. Dora Pollack ile evlenir bir çocukları olur.
Askerliğini erteler ve İsviçrede tezini tamamlar. Bu sırada Hans Richter et Francis Picabia gibi ünlü dadaistlerle arkadaş olur.
1920 de maddi sıkıntılar nedeniyle babasının evine taşınırlar, ardından eşinden ayrılır. Parise gider orada sürrealistlerle tanışır. Babasından gelen yardımlar kesilir. Capri adasında Asta Lacisle dost olur ve ondan Marksimi öğrenir. Bir yıllığına İbiza adasına yerleşir. Nazi Almanyasına dönmek istememektedir. Uyuşturucuya başlar. 1934 de Danimarkaya sığınan Brecht ile tanışır. Brecht kendisine maddi yardımda bulunur. Parise yerleşir. Yazdığı bir yazı yüzünden alman vatandaşlığından atılır. Almanlar Parise girip evini basınca Fransanın güneyine kaçar. Orada da öldürüleceğini düşünerek intihar eder.
Son dönemin yaşamış en büyük Marksist ideologlarından bir tanesidir.
Bizi ilgilendirenler “Fotoğrafın kısa tarihi” ve “Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı” adlı eserleridir.
Aura kavramını 1931 de öne sürer. Teknoloji, tarih, sanatla yakından ilgilenen Benjamin’in öne sürdüğü diğer bir kavram ise “melankoli”dir. Walter Benjamin, 1935 yılında yazığı “Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı” makalesinde, fotoğrafın sanat eserine etkilerini değerlendirir. Görüş ve düşünceleri ölümünden yıllarca sonra kavranmış ve yaygınlık kazanmıştır.
Bir sosyal üretim formu olarak sanatın önemini fark eden ilk kişi olduğu düşünülen Walter Benjamin öncelikle sanatsal üretimin aurasını, burada ve tek olma özelliğinin, yeniden üretimle gerçekleştirilemeyecek bir yapıda olduğu saptar. Sanat eserinin teknik yolla yeniden üretimini ayrı tutar. Walter Benjamin’in internetin var olmadığı o yıllarda bu olayı görür.  Aslında bu olay  sanat eserinin yeniden üretilmesini  konu etmektedir. Bu durum internet ortamında geçerliliğini korumakta ve şimdiye kadar olmadığı bir süratle yayılmaktadır.
Zuhal Özel Sağlamtimur’un tezinde özetlediği gibi Walter Benjamin fotoğrafla tarih arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmak amacıyla anahtar kavramlardan yararlanmıştır. Bu kavramlar Benjamin için, gelenek, yeniden üretim, optik bilinçaltı, diyalektik görüntü, rastlantı kıvılcımı, auranın aktarımı, şimdi ve buradalık, biricikliktir.
1920’lerin sonlarından başlayarak Benjamin’in Marksist düşenceye yaklaşarak, sanatı nasıl bir siyasal kimlik varsayar.
Ona göre; ilkel toplumlardaki sanat, da bu toplumların kutsallık anlayışlarındaki şekilcilik gibi, temelde tören görevi görmektedir. Sanatı, tapılacak bir fenomen olarak değerlendirir. Ancak, halkın sanata erişme olanağı düşük olduğundan günümüzde sanat yapıtları müzelerde, sergi salonlarında insanlara sunulur. Kitle iletişim araçlarının katkısıyla, özünü yitirmeden çoğalabilen ama amaçsız kalan sanat artık müdahale edilebilir haldedir. Böylece sanat, toplumda siyaset kavramlarla iç içe geçmiş durumdadır.

Yararlanılan kaynaklar;

Zuhal Özel Sağlamtimur; Walter Benjamin’in Bakış Açısından Tarih ve Fotoğraf İlişkisi;
İletişim Kuram ve Araştırma dergisi, sayı 37, 2013
Ayla Torun; Walter Benjamin, Sanat Eserinin Aurası ve yeni medya sanatı; International Multilingual Academic Journal, Vol. 2, No. 1, (2015)

“Şu Şunu öldürecek” veya öldürdü…

Notre damın Kamburu Victor Hugo’nun1831 yılında yayınlanan ve Fransa’da krallık döneminin karanlık günlerinden kesitler sunan romanıdır.
Hugo Paris’in ünlü katedrali Notre-Dame’ın başrahibi Claude Frollo’yu kral XI Louis ile sohbete sokar. Bu sohbette, Frollo efkarlı bir şekilde bakışlarını önündeki kitaptan kiliseye çevirir ve şöyle der:”Ceci tuera cela ” yani “bu, onu öldürecek.” 

Hugo, 1482 yılına yerleştirdiği bu rastlaşmanın bulunduğu bölümünden sonra ki bölümde “Le livre tuera l’edifice” der. Burada mimarlığın (kiliseni taşları anlamı da çıkarımlanabilir) matbaanın icadını takip eden yıllarda tüm gücünü ve hatta varlığını yitirdiğini iddia eder. Hugo’ya göre mimarlık rönesans ile çoktan ölmüş, “taştan kitap” yerini “kağıttan kitaba” bırakmıştır.

Notre Dame de Paris’nin filmi 1911 de sessiz film olarak çekilmiş, ancak 1956 daki unutulmaz versiyonunda da Quasimodo’yu Anthony Quinn, Esmeralda’yı Gina Lollobrigida oynamıştır. 1999 TV için müzikal olarak çekilmiştir.
1998 den beri 15 ülkede binlerce kez sahnelene müzikalindeki “Belle” adlı iç parçalayan romantik parçayı duymayan kalmamıştır.

Bütün bu uzun girişi “bu, onu öldürecek” lafının, son zamanlarda sıkça duyduğumuz “iPhone fotoğrafı öldürecek lafına” bağlamak için yazdım. Victor Hugo bu lafı katedrali arşidüküne söyletmekteki amacı yeni icad edilmiş matbaa da sonsuz sayıda çoğaltılabilecek kitapların katedralin duvarlarındaki sembollerle yapılan eğitimin sonunu getireceğini düşünmesinden kaynaklanmaktadır. Orta çağın sonlarında yaşanan değişimleri acaba günümüzde yaşıyor olabilir miyiz?
Dijital çağ sanatın yerini alıyor mu acaba? Sanal yaşam elle tutulan sanat eserlerinin pabucunu dama atıyor olabilir mi?

Bizde ilk baharda İstanbul Deniz Müzesinde yapılan Pitoresk İstanbul Dijital Sergi, Hollanda Den Bosh kenti Noordbrabants müzesindeki dokunmatik ekrandaki orta çağın en ünlü ressamı Jerome Bosh’un sergisi ve nihayet Kore Seul de Monet’nin empresyonizmi adlı serginin müze duvarlarına projeksiyon şeklinde yapılması yeni bir çağa girildiğinin göstergeleri.
Bu duruma gelinmesinde sorunun eserlerin elde edilmesinin zorluğundan mı yoksa yeni sanatseverlerin tercihlerinin tahta çerçeve içindeki tuvalden ekrana doğru yönelmesinden mi geldiği ayrı bir tartışma konusu. Fotoğrafın öldüremediği resim sanatını dijital teknolojinin öldürmesi de bizce mümkün değildir. Biz şimdi fotoğrafa ve iphone a dönelim.
Bir önceki yazımızda Delaroche’un fotoğrafın bulunuşu için “Bugünden itibaren resim sanatı ölmüştür” dediğini yazmıştık.

Son günlerde iPhone’un fotoğrafı öldüreceği çok konuşulur oldu. Fotoğrafın resimde olduğu gibi hiç bir biçimde ölmeyeceği bilindiğinden, bu lafı belki de şöyle algılama gerekir; “iPhone diğer fotoğraf makinelerinin yerini alacak..” İşte bunu anlamak mümkün. iPhone o kadar pratik ki artık insanlar ağır DSLR makinelerini taşımak istemiyorlar. hatta küçük kompakt kameralar bile yerlerini iphone veya diğer mobil cihazlara bırakıyor.
Bu cihazların mükemmel lensleri çok güzel fotoğraflar çekilmesine olanak sağlıyor. Sensör rezolüsyonları gelişiyor, gelişmeye de devam edecek. Aksesuar miktar ve kalitesi de aynı şekilde artıyor. 2 lensle siyah beyaz çekme olanağı sağlayanlar var.
Küçük yüksek rezolüsyonlu 1.7 diyafram açıklığına ulaşan ve tüm manuel ayarları yapabileceğiniz küçük ek kameralar cep telefonlarınıza veya ipad’lerinize takılabiliyor. Kaliteli bir fotoğraf çektikten sonra süratle bazı ayarlar yapıp yine süratle sosyal paylaşım ortamlarına sokmak mümkün. Daha da ileri gitmek isteyenler değişik lezzette siyah beyaz, çift pozlama, bracket, seri çekim, panoramalar yaratabilirler.
Dünyanın en önemli uzman mühendislerinin bütün ihtiyaşları düşünerek ürettiği bu cihazların mükemmeli arayış içinde olduğunu artık kabul etmemiz gerekir
Daha da ileri gitmek isteyenlere bu fotoğraflardan yola çıkarak ve bunları stilize ederek abstre, yağlı boya, sulu boya dijital eserler yaratma imkanları var. Eeee bu kadar avantaj ve özellikleri olan bir fotoğraf makinesi başlangıçta telefonda olsa doğal olarak diğer makineleri zaman içinde öldürebilecektir, ama fotoğrafı asla. Kimsenin endişesi olmasın…
Hugo’nun düşündüğünün aksine kitap hiçbirşeyi öldürmedi, mimaride var olmaya devam ediyor, kilise de…

Mobil fotoğraf ve sanat kampları…

 

2018 yılı içinde iki mobil fotoğrafçılık ve sanat kampımız olacak. Tüm akıllı telefonlarla yapılabilen

mobil fotoğraf ve sanatı  Android sistemin bünyesindeki aplikasyonlar sınırlı olması nedeniyle daha çok iPhone fotoğraf ve sanatına dönüşüyor.

Başvurular için; [email protected]

MOMUR_KAMP_1

MOMUR_KAMP_2

 

 

 

Jura gezisi hazırlıkları; bloga not…

Sevgil Arkadaşım

Umarım iyisindir.

Jura bölgesi Bourgogne bölgesine her ne kadar komşu olsa da

Abbaye de Cluny( bizim en azından yarım günümüzü belki 3/4 günümüzü alır)

Gerçekten muhteşem bir Abbaye. Ben gördüm ve hayran kaldım. Ayrupanın neredeyse tamamını kontrolü altına alacak kadar genişlemiş

bir tarikat.

Orayı Bourgonya gezisine sakladım.

Jura için özet olarak yazarsam;

Birinci gün Lyon a geliyoruz. Oradan arabalarımızla Otelimize, Passenans a ulaşıyoruz. Akşam üzeri Jura bölgesi

şarapları tadımı yapacağız.

Akşam iki Michelin yıldızlı Maison Jeunet restaurant da yerimiz ayrılmış durumda.

Ertesi gün otobüsle 2-2,5 saat mesafede eski bir komando eğitim merkezi olan

şimdi Conte peynirlerinin yaşlandırılma dehlizleri olan Fort de Rousse kalesine gideceğiz. (İsviçre sınırı)

Compte, Mont d’or peynirlerini öğreneceğiz. Muhtemelen bölgeye özel bir kaç şarabı da tadacağız.

Dönüş yolunda fotoğraf çekip (çok güzel dağ ve vadi manzaraları) öğlen yemeğini

dağ yolunda Chalet tarzı bir noktada yiyeceğiz. Hotel restaurant le Pre-Filet.

Öğleden sonrası için bir tadım hazırlama peşindeyim. Bu tadım şarap ve/veya bölgenin özel sucuğu

saucisse de Morteau konusunda olacak.

Akşam bir köyde (Saint Lothaine) auberge (han) tarzı bir yerde taze mantar vs yerel lezzetlerden oluşan

bir menü ile akşam yemeği yiyeceğiz.

Basit ama lezzetli samimi bir restaurant düşün.

Üçüncü gün sabahtan Jura nın en önemli üreticisine gideceğiz.

Chateau Chalon. Vin de jaune un zirve yaptığı notkta. Çok güzel otantik bir köyde.

Bu şarap geçen yüzyılın en önemli yeme içme yazarı Curnunsky nin dünyanın en büyük beş beyazı arasına girmiş.

Bu konudaki yazımı okumak istersen: https://mehmetomur.net/curnonskynin-5-buyugunun-izinde/

Öğlen yemek için Arbois ya gidip yemekten sonra Pasteur’ün evini gezeceğiz. Çok önemli bir bilim adamı ve

kuduz aşını bulan kişi. Mikropların hastalık yaptığını öne süren kişi. Fermantasyon ve pastörizasyonu da bulan kişinin yaşadığı ev daha dün terkedilmiş gibi.

Akşam yemeği için çalışmalara devam ediyorum.

D’tour gourmand à Fangy  ve La maison Zugno à Poligny arasında tereddüt ediyordum.

D’tour galip geldi.

Zaten ertesi sabah ta yola çıkıp havaalanına gideceğiz.

Paris teki Paris-Photo, Fotofever, Salon de la Photo fuar/sergi geziler ardından 3 günlük sokak fotoğrafçılığı workshop u ayrı hikaye onu da istersen ikinci bir mail de anlatayım.

Katılman beni mutlu eder. Fotoğraf tecrübesi aranmıyor. Amaç fotoğrafta ilerlemek güzel unutulmayacak vakit geçirmek, bir portfolio ve anılarla dönmek.

O geziyle ilgili ayrıntılı bir yazıyı da birazdan gönderiyorum.

Jura ile aklına takılan bir şey olursa lütfen söyle. Daha vaktimiz var. Gezimizin mükemmel olması için gereken herşeyi yapalım.

Selam ve sevgilerimle

Not:Bu mail i sana yazdım ama diğer katılımcılarla da paylaşırsam hoşlarına gidecektir. Gelişmelerden haberdar olacaklardır.

Aplikasyonlar üzerine; Son mektup..

 

Aplikasyonlar üzerine,

Her ne kadar diğer makinelerle de katılabilinirse de Paris’e sokak fotoğrafçılığı için geziye gelirken biraz iPhone’unuzun ayarlarını biraz da gezi sırasında kullanabileceğiniz aplikasyonları tanımanızın faydası olacağını düşünüyorum.

Çünkü Sokak fotoğrafçılığında iPhone ve akıllı telefonların üstünlüğü kesindir. Kimseyi rahatsız etmeden istediğiniz fotoğrafı çekme özgürlüğünü yakalarsınız.

Bu kez çok uzun uzun yazmayacağım çünkü ihtiyacımız olan ayar ve araçlar sınırlı. Sokak fotoğrafçılığının güzel tarafı da bu. Analog fotoğrafçılar her zaman hazır olsun diye makinelerine 50 mm lens takar 16/f e ayarlar 400 ISO film takarlar perde hızını da 1:400 e ayarladılar mı 3 metre manuel fokusla istedikleri her sahneyi çekerlerdi.  iPhone bunu bugün otomatik olarak yapıyor. İşte iPhone’un güzel tarafı da bu. iPhone sokak fotoğrafçılığı için yaratılmış diyebilirim. Kimseyi rahatsız etmeden istediğiniz kadar yaklaşabilirsiniz.

Tarihin en önemli fotoğrafçılarında Robert Capa’nın dediği “Eğer fotoğrafınız iyi değilse yeterince yakın değilsiniz demektir” sözünü unutmamak gerek. iPhone buna olanak sağlıyor. Kulaklığınızın ses açıp kapama düğmesinin deklanşör olduğunu unutmayın. Olaylara kişilere rahatsız etmeden yaklaşmanızı sağlayacak bu kulaklığı aklınızda ve yanınızda bulundurun.

Önce iPhone 6 için ayarları anlatayım, ardından iPhone 7 ye koydukları birkaç yeniliğe geçerim.

iPhone’unuz doğal kamerası çok güçlüdür. Genellikle onu kullanmanızı öneririm.

Photo mod’una kalmanızı kareyi pek kullanmamanızı öneririm. Çünkü kırparak zaten kare fotoğrafı elde edebilirsiniz. Panoramik fotoğraf manzara fotoğrafçılığı için çok uygundur. Ancak sokak fotoğrafçılığında çok başvuracağınız bir araç değildir. Flaş kullanımına da pek ihtiyaç duymayacaksınız. Sokak fotoğrafçılığı için de, genelde de iPhone kullanımında  flaş kullanımı tavsiye edilmemektedir. Fazla ışığa ihtiyaç duyduğunuzda küçük LED ışıklar işinizi görür. iPhone’un doğal kamerasını ekranı açtığınızda kolaylıkla ulaşabileceğiniz bir noktaya taşıyın. Bu telefon ekranının sağ alt köşesi olmalıdır. Kapalı ekrandan çabuk açmanın yolu da ekranın üzerinde parmağınızı sağdan sola doğru çekmektir. HDR  fotoğraf kullanımı da abartılı fotoğraflar verdiğinden kapalı tutulmalıdır. Filtreleri de kullanmayın. Timer veya geciktirici hatıra fotoğrafı çektirirken kullanabilirsiniz ama sokak fotoğrafında ona da ihtiyaç yok. Sonuç olarak iPhone’uzu photo mod’una alıp hiç bir ayarıyla uğraşmadan tamamen kendinizi kompozisyon ve ışık şartlarına göre fotoğrafınızı kurmaya konsantre edebilirsiniz.

iPhone mühendisleri siz en güzel fotoğrafı çekebilesiniz diye yıllardır teknik unsurlarla çalışıp ideal şartları elde ettiler. Siz de bundan yararlanın. Bu iPhone ile çekilmiştir reklamlarını hatırlayın. Güzel ışık ve kompozisyonu bulursanız inanılmaz fotoğraflar çekebilirsiniz iPhone’unuzla.

Burada size benim zevkle kullandığım manuel kullanıma da olanak sağlayan bir aplikasyondan bahsedeceğim

ProCamera

https://itunes.apple.com/fr/app/procamera/id694647259?mt=8

ücretli bir kamera aplikasyonu. Size yukarıda bahsettiğim , yapmamanızı önerdiğim işlemleri yapmanıza izin vermiyor. Flaş kullandırtmıyor. Telefonun kendi ışığını fotoğraf çekerken kullanabiliyorsunuz. Buna karşın elde fotoğraf çekerken el titremesini hissediyor ve titreme olmadığı anda çekebiliyor. RAW çekiyor. Net ayarını ve ışık  ayarını farklı noktalara yapabiliyorsunuz. Karanlıkta çekim modu var. HDR çekim opsiyonel.

Beyaz ayarı, ışık ayarı ve hız ayarlarını manuel olarak kontrol edebiliyorsunuz.

Ayrıca türkçe çok güzel bir kullanım kılavuzunu da bünyesinde barındırıyor. Paris e gelmeden ProCamerayı edinip bir müddet kullanırsanız belki de vazgeçemediğiniz bir aplikasyon haline dönüşebilir.

Siyah beyaz sokak fotoğraflarına çok yakışır o zaman provoke app edinip yüksek kontrastlı bir mod ile çekim yapabilirsiniz. Uzun pozlama yapacak iseniz mutlaka Shutter Cam aplikasyonunu indirmiş olun.

Çektiğiniz fotoğraflara sonradan bir düzenleme yapmak istiyor iseniz Snapseed imdadınıza yetişecek.

Bu Paris gezisinde daha fazla aplikasyon önererek sizi yormak istemiyorum. Yukarıda saydığım

4 aplikasyon ve yaratıcılığızla Paris’te çok güzel fotoğraflar çekeceğinize eminim.

Pro Camera

Provoke

Slowshutter Cam

Snapseed

Paris, Paris; dördüncü mektup..

Paris Paris,

Herkesin kendine göre bir Paris’i olur, onun nasıl gelişeceğini bir tek rastlantı tanrısı bilir.

Enis Batur/Paris, Ecekent

Benim Paris’im, Mayıs 68 olaylarının hemen ardından haziran ayının sonlarında başlar. Burada amacım bir ikinci “Paris, Ecekent” daha çıkartmak değil. Amacım ne kadarını bildiğinizi bilmeden biraz sizlere şehri anlatmak. Benim Paris’imi. Bana göre Paris başkenttir. Herşeyin mümkün olduğu, özgürlük ve aşkların başkenti. Bu şehri tanıtmaya haritasından başlamayı severim. Sokak numaralarının Seine nehrine doğru küçüldüğü dolayısı ile merkezin Seine nehrinin üzerindeki iki adacıkta olduğunu söyleyeyim. Nehir doğudan batıya doğru aktığından kendinizi akım yönünün verdiğinizde sol tarafınızda şehrin güney yarısı kalır. Bu tarafa “sol” yaka derler. Kuzeyi akıntıya göre sağda kaldığından bu taraf da doğal olarak “sağ” yakadır. Akılda tutmak için Dior’un “Rive Gauche” parfümünü düşünün. Öğrenci bölgesi Quartier Latin, entellektüellerin bölgesi Saint Germaine, Eyfel kulesi, Luxembourg bahçeleri, Sorbonne üniversitesi, Paris’in en eski AVM’si “Le Bon Marché” ve en eski restaurantı 3 Michelin yıldızlı Seine nehri manzaralı “La Tour d’Argent işte bu yakada, Rive Gauche’dadır.

Geri kalan, Hotel de Ville, Marais, Opera ,Concorde, Champs Elysee, Zafer Takı, Pigalle, Louvre müzesi gibi önemli noktalar ise sağ yakadadırlar.

Sağ ve sol yakalarda daha neler vardır, ne sürprizler sizi bekler yaşadıkça görürsünüz. Bitmek bilmez. Bizim gibi Paris de değişmeyi bırakmaz. Değişim bizdeki binaların boylarının büyümesi şeklinde olmaz, bazı mahallelerin gelişmesi moda olması diğerlerinin gözden düşmesi şeklinde olur. Paris nisbeten küçüktür. Şehir surları içinde bir uçtan bir uca araba ile 40-50 dakikada ulaşırsınız. Ancak banliyö diye bilinen Parisin dışındaki bölgeler milyonları barındırır, çoğunluk için yatakhanedir. Zaman içinde Parisin sur içi turistlere terk edilecektir. Çünkü her yıl Fransa’ya ülkede yaşayan 67 milyondan daha fazla turist gelmektedir. Dünyanın bir numaralı turistik destinasyonudur. Bunun farkına varan fransızlar Paris’i turistlere otel ve restoran olarak bırakmanın akıllıca olduğunu düşünmektedirler.

Şehri kuş ucu görmek için iki nokta vardır . Montparnasse’daki gökdelen ve Eyfel kulesi. Eyfel kulesine çıkmak uzunca bir süre kuyrukta beklemek demek olduğundan sınırlı zamanı olanların diğer noktayı tercih ettikleri bilinir.

Paris’te ulaşım toplu taşıma sayesinde oldukça kolaydır. Metro ile her yere kısa sürede ulaşırsınız.

Paris metrosu ile İstanbulda ilk metro teşebbüsü olan “Karaköy-Beyoğlu” hattındaki tünelin kazılması aynı yıl başlar. 1900. Bugün 220 km’lik ağ, 300 den fazla istasyon ve 16 hattı ile günde 5 milyon kişi taşır. Otobüsler yeryüzünden Paris’i görerek ulaşmak için idealdir. 10 dakika da bir gelirler ve dakiktirler. Yarım saatliğine bedavaya bineceğiniz bisikletler de aynı şekilde çok kullanışlıdır. Trafikte yayaların ve bisikletlilerin kesin üstünlüğü vardır.

Paris aşıklar şehri olduğu kadar sanat ve kültür şehri olarak da bilinir. Müzeler ve galeriler dünya sanat tarihini sanki size canlı olarak yaşatırlar. Picasso severler için dünyanın en önemli müzesi buradadır. Empresyonistlerin en zengin koleksiyonunu Orsay müzesinde görürsünüz. Louvre zaten müze denilince ilk akla gelendir. Fotoğraf mekanı olarak Musee de Jeu de Paume ve Maison Europeenne de la Photo sizi bağrına basar. Moda meraklıları Faubourg Saint Honoré ye giderler. Hermes ve diğer aklınıza gelebilecek tüm markaları yan yana görürler. Saat ve mücevher işleri Opera yakınındaki Place de  Vandome’dadır. Louis Vuitton için Champs Elysée ye çıkmak gerekir.

2 günde Paris’in ancak tadını alırsınız.

Biz fotoğraf gezimizin karargahını merkezde bir toplantı salonuna kuracağız (Chatelet). İlk gün yakın bölgeler olan adacıklar, yeni kurulan Seine nehri kenarı cafe’leri, Notre Dame, Saint Michel çeşmesi ve Saint Germaine bölgesinde çekimlerimizi yapıp akşam üzeri tekrar toplantı salonumuza döneceğiz. Akşam yemekten sonra gece fotoğrafları çekip yorgun argın otellerimize döneceğiz. Ertesi gün biraz daha rahat. Sabah kahvaltıda cafe-croissant’larımızı yiyip içtikten sonra hemen sokaklara dalacağız. Saint Germaine, Louvre müzesi bahçeleri Tuileries ve Concorde meydanından  geçeceğiz. Biraz yürüyeceğimiz için uygun ayakkabı giymeyi burada tekrar hatırlatmakta yarar var. Havanın durumuna göre kıyafet konusunda da dikkatli olmakta yarar var. Hem zaman kazanmak hem de metroda fotoğraf çekebilmek için metro veya otobüsle  Eyfel Kulesi bölgesine gideceğiz. Orada japonların düğün fotoğrafları için Japonyadan kalkıp geldikleri noktayı görüp hemen Seine nehri üzerindeki “Kuğular adasına” geçeceğiz. Bir ucundan tüm ihtişamı ile Eyfeli görürken diğer ucunda Fransızların Amerikaya hediye ettikleri New York da Ellis adasındaki  Zafer anıtının maketini göreceğiz. Öğleden sonra tekrar toplantı salonumuza dönüp çektiğimiz fotoğrafları değerlendireceğiz. Güzel fotoğraflarımızdan bir portfolio hazırlayacağız. 2 ci gün biraz daha uzun olacak ama geziyi bitirmenin mutluluğu ile akşam yemeğine gideceğiz.

Akıllı telefonlarla yapılmış görüntüler New York Metropolitan Müzesi’ne nasıl girdi?

Akıllı telefonlarla yapılmış görüntüler New York Metropolitan Müzesi’ne nasıl girdi?
 
 
New York, fotoğraf konusunda başı çeken şehirler arasında. İstanbul’un da, fotoğrafın çekildiği, sergilendiği ve izlendiği bir şehir olmasını umut ediyoruz deyip, temmuz ayında dört günlük New York seyahatimiz sırasında yaşadığımız fotoğraf serüvenimizden söz edelim.
Google amcaya ‘New York photo exhibit’ yadığımızda, şehirde 36 tane fotoğraf sergisi olduğunu anladık. Bronx ve Brooklyn komşu bölgeler hariç tabii ki. Sadece Manhattan’dakilerdi sözü geçenler. 36’dan ilgimizi çeken10 tanesini seçtik. Üç galeri kapalı olduğundan Irving Penn’in sergilendiği MET Metropolitan Museum’a üç kez gittik. Nedeni de, dünyanın en önemli müzesi kabul edilen Metropolitan Museum’da iPhone ile yapılmış bir serginin varlığıydı. “Talking Pictures: Camera-Phone Conversations Between Artists” yani “Konuşan Fotoğraflar; sanatçılar arası kamera-telefon muhabbetleri” adlı sergiyi görmek bizi hem şaşırttı, hem de sevindirdi. Kameranın bir amaç değil bir araç olduğunun anlaşılması ve teknolojinin esiri olmak değil teknolojinin bizim esirimiz olmasını anlamak açısından da önemli bir sergi. “Fotoğraf teknolojidir” diyen Mehmet Bayhan hocaya buradan selam ederken, teknolojinin doğru kullanıldığında bizi doğru yere taşıyacağını vurgulamak istiyoruz. Teknolojinin bizim yaratıcılığımıza engel olmaması gerektiğini, sanatın ve sanatçının özgür kalması gerektiğini anlıyoruz.
Irving Penn’in doğumunun 100. yılında düzenlenen sergide, moda fotoğrafçılığında Richard Avedon ile kıyaslanan sanatçının daha ne kadar çok özelliği olduğunu fark ettik. Penn az konuşan, her gün daha iyi fotoğraf çekmek için uğraşan ama hiç bir zaman ün peşinde koşmamış, mütevazi  bir kişiliğe sahip. Öğrencileriyle neredeyse deklanşör sesi ile ilişki kurmuş. Yıllarını karanlık odada baskılarını kendisi yaparak geçirmiş, baskı maddesinin önemini çok iyi kavramıştır. Her yaptığı işi büyük bir titizlikle yapan bu ünlü fotoğrafçı 1917-2009 arası yaşayıp 92 yaşında hayata veda etmiş. Bu sergi kendinin bugüne kadar yapılmış en büyük retrospektif sergisi. Basit stüdyosunda 70 yıllık kariyeri sırasında kompozisyon ve ayrıntı üzerinde durmuş. 200 kadar fotoğraf arasında moda konulu olanların dışında portre, natür mort, nü, sigara ve sokaktan topladıkları ile yaptığı serileri de izlemek mümkün. Her karenin nasıl bir hassasiyetle kompoze edildiğini ve fotoğraf tekniğine nasıl hakim olduğunu anlamak güç değil. Moda fotoğraflarının ağırlıkta olmasının nedeni, eşi isveçli Lisa Fonssagrives’ın dünyanın en önemli top modellerinden olması ve Penn’in Vogue gibi çok önemli moda dergileriyle çalışması olsa gerek. 1961-64 yıllarında kullandığı Rolleiflex 3.5 E3 Twin-Lens Reflex Camera (75 mm Carl Zeiss Planar Objektifli) sergi girişinde sergileniyor. Dönemin moda fotoğrafçılığının fotoğraf makinalarından biri Hasselblad ise diğerinin orta format Rolleiflex olduğunun kanıtı olarak görüyoruz. İlgilenler için, müze web sayfasında çok güzel audio bilgiler, sergide kullanılan fotoğraf ve diğer malzemeler görülebilir
 
MET Museum’da Italyan erken dönem fotoğrafçılığı, fotoğraf tarihi açısından ilginçti. Daguerrotype, cyanotype gibi kullanılan malzemeler, renkler, konular görsel bombardıman altında kaldığımız şu günlerde sanki başka dünyanın ürünleri gibi duruyor.
Women seeing women adlı fotoğraf sergisi de bize ilginç gelen arasındaydı. 12 Magnum fotoğrafçısının organize ettiği 20 önemli kadın fotoğrafçının çektiği, konusu kadın olan moda ve belgesel fotoğraflardan oluşn sergi bizim bulunduğumuz dönemde ne yazık ki kapalıydı. Kadın fotoğrafçıların öneminin her geçen gün arttığı ülkemizde de böylesi sergileri gönül arzu ediyor doğrusu. Georgia O’Keefe 1925 yılında şöyle demiş “I feel there is something unexplored about women that only a woman can explore.”  Yani; Kadında sadece kadının ortaya çıkarabileceği birşeyler olduğunu hissediyorum”
 
Diğer önemli bir sergi içinde Amerika’da yaşayan bir Türk fotoğrafçının da bulunduğu karma sergiydi. Uzun süre küçük sergi mekanından ayrılamadık. Özenli değişik baskılar (özellikle arşiv kağıt, arşiv mürekkep ağırlıklı), değişik konular, renkli ve siyah beyazın değişik tarzları bizi alıp değişik dünyalara taşıdı. Sergi mekanının sahibesi Robin Rice’ın kendisi de fotoğrafçı. Türkleri de çok seviyor. Bize, sahibi Türk olan Turks and Frogs adlı restoranda yemek yememizi önerdi. Istanbul’dan bir fotoğraf sergiyi süslüyor.
Küratörlüğünü Mia  Fineman’in yaptığı “Talking Pictures: Camera-Phone Conversations Between Artists” adlı sergi aklımız başımızdan aldı. Beş ay boyunca seçilmiş 12 sanatçının birbirleriyle görseller aracılığı ile iletişim kurmaları, kendi özellerini birbirlerine açmaları, efemera bir diyalog kurmalarının büyüsüne kapıldık. 12 sanatçı, bizdeki aşıkların atışması gibi karşılıklı taşlamalarla ya da birbirleriyle ya tek tek veya toplu halde görsellerle iletişim kuruyorlar. Daha sonra MET küratörünün havuzunda biriken bu görsellerden Mia Fineman 4 kitap 4 duvar sergilemesi ve video instalasyon yapmış. Bu güzellikleri görmek için MET’e üç kez dönüyoruz. Sergiye sadece bağışla da girilebiliyor. Bağış 1 cent ile başlıyor. Çoğu insan 1 dolarla giriyor. 3 kez MET’e dönmek bizi Irving Penn’i tanımamızı ve iPhone fotoğrafçılığının geldiği yeri daha iyi anlamamızı sağladı.
12 seçilmiş sanatçı arasında Türk bir sanatçıya rastlamak bizi mutlu etti. Ahmet Öğüt,     Alexandra Pirici ile eşleşmiş ve güzel bir diyaloğa imza atmışlar.
 
Doris Ulmann önemli bir portre fotoğrafçısı. 1934’te genç yaşta ölen Ulmann Platine palladium tekniği ile baskılarını yapmış ve Amerikalıların portrelerini çekmiş.  Sergisi Keith de Lellis galeride. http://www.keithdelellisgallery.com
 
Gezdiğimiz diğer bir sergi “Sunset Decor” adlı kavramsal bir sergiydi. Marian Goodman Gallery’de Belçikalı Mallermé ve Magritte hayranı “ready made”in uygulayıcılarından plastik sanatçı Marcel Broodthaers’ın ölmeden önceki son iki fotoğrafına gönderme olarak hazırlanmış. Sergi ortamında 10 sanatçının stüdyosu var. Aşırı politik sanatçıya gönderme yapan 10 sanatçının eserleri sergilenmiş. Vahşi batıya dair kültürel ve politik video instalasyonları, objeleri heykeller ve fotoğraflardan oluşan sergi kavramsal sanat sergisine güzel bir örnek olarak hafızamızda yerini aldı.
Ünlü New York çağdaş sanat müzesi MoMa’da bizi ilgilendiren iki sergi vardı. Biri çağdaş sanat tarihine adını akım yaratan kişi olarak yazdırmış Robert Rauchenberg, diğeri Louise Lawler: “Why Pictures Now” adlı görsellerle ilgili felsefi bir sergi. Rauchenberg çok önemli bir sanatçı. Ressam olarak girdiği sanat yaşamında, resim, heykel, dans, müzik, kolaj, instalasyon, fotoğraf gibi değişik sanat alanlarına dokunmuş … Sesin molekülleri harekete geçirdiğini ve bunun sanatta kullanılabileceğini bilim dünyasından önce fark edip uygulamaya koymuş. Fotoğrafa ilgisi yoğun ancak dünya bu konuya ilgisine maalesef ilgisiz kalmış. “Robert Rauschenberg: Photographs 1949-1962” adlı fotoğraf kitabını izlemek fotoğrafa duyduğu sevgiyi anlamaya yeterli.
 
‘Louise Lawler: Why Pictures Now? adlı sergi sanatçının 40 yıl boyunca görsellere yaklaşımını sorgulayan ve ortaya koyan ilk müze sergisi. Bu Amerikalı aktivist, feminist, savaş karşıtı sanatçı. Louise Lawler temelde işini başka sanatçıların fotoğraflarını, görsel işlerini kendi evlerinde, koleksiyonerlerde ve müzayedelerde fotoğraflamak üzerine kurmuş. Bu görsellerin nasıl gösterilmesi gerektiği konusuna kafa yormuş. Sanatçının işinin stüdyoyu terk ettikten sonraki geleceğini sorgulamış. Fotoğrafın gittiği yere göre değerinin değiştiğini vurgulamış. Örneğin bir müzayedede satılmak üzere sergilenen Andy Warhol’un yaptığı yuvarlak altın  Maryline Monroe fotoğrafının fotoğrafını çekerek onu başka boyuta taşımış. Aslında çektiği fotoğrafın baskısı orijinali ile aynı, ama fotoğrafı çekerken müzayede satışı sırasındaki fiyat etiketini de fotoğrafının içine almış. Yani René Magritte in “Bu bir pipo değildir” adlı pipo tablosundaki yaklaşımı sergilemiş. Adını da “ Maryline Monroe sizi ağlatıyor mu?” koymuş. Görselin başlığının fotoğrafın değerini değiştirmesine bir gönderme yapıyor. Sergi salonunda bu eserin bulunduğu duvarın tam karşısına aynı eseri bir daha asmış ve bu eserin adını da “Andy Warhol sizi ağlatıyor mu?” koymuş. 
Sanata boyut tanımayacağının göstergelerinden olduğunu düşündüğümüz bu yaklaşım ile New York fotoğraf ve sanat dünyasındaki kısa süreli gezintimize son veriyoruz.

Yaşayan Efsane Fotoğrafçı; Raymond Depardon

YAŞAYAN EFSANE

AFRICA.
MAURITANIA. Between Oualata and Nema. Moorish family.

EGYPT. Western Desert. 1984.

2018 Ocak ayında Paris’te Raymond Depardon’un bir filmi gösterime girdi, üç sergisi açıldı. “Sınır Tanımayan Fotoğrafçılar Örgütü” de Olimpiyat fotoğrafları ile ilgili bir Depardon özel sayısı hazırladı.
Fotoğrafçı, yazar, film yönetmeni Depardon tam teşekküllü bir sanat insanı, bir entelektüel.
Röportaj ve belgesel ustası Depardon’un filmleri birer sosyolojik ders niteliğinde. “12 Gün”  örneğin, kendi rızaları dışında akıl hastanesine kapatılan ruh hastalarını konu alıyor . 2013 yılında çıkan bir yasa uyarınca, Fransa’da kendi rızaları dışında ruh hastalıkları hastanesine yatırılan insanların en geç 12 gün içinde durumlarının devamına veya bırakılmalarına karar verecek bir özgürlük veya hüküm hakiminin kararından geçme hakları var. 
Depardon’un Cannes’da özel gösterim bölümünde sergilenen filmi çekme kararı altında halen Fransa’da 92 bin kişinin rızaları olmadan akıl hastanelerinde tutuluyor olmaları var. Yine Fransa’da yaklaşık 2 milyon kişi ruh hastanelerine sık sık geliyor. 20 milyon kişi de düzenli olarak sakinleştirici ilaç alıyor. Fransızlar bu konuda dünya birincisi.
 
FOTOĞRAFA ,SİNEMAYA VE EDEBİYATA ADANMIŞ BİR YAŞAM
 
Genç yaşta  fotoğrafçı olarak atıldığı sanat kariyerinde çok sayıda filme imza atmış Depardon’un sinemadan çok fotoğraf sanatına etkilerini incelemek istiyorum. Kapatılma konusu sadece sinemada değil fotoğraf olarak da ilgilendiriyor Depardon’u. Yaşamı hapishaneler, akıl hastaneleri, mezarlıklar, savaş alanları, mahkeme salonlarında geçmiş. Çad, Angola, Beyrut, Pakistan, İtalya, Ruanda, Polonya gibi farklı ülkelerde gözlemlerde bulunan sanatçı kendini şöyle ifade ediyor; “Ben daha önce gittiğim ülkelere tekrar tekrar gitmekten mutlu olurum. Kendimi evimde gibi hissederim.”  
Vietnam ve Cezayir savaş fotoğrafları, çöller, Garet’deki aile çiftliğinden kareler 1942  Villefranche-sur-Saône doğumlu sanatçının arşivinde özel yer tutuyor.
Magnum üyesi olması ve 1966’da Gilles Caron’la kurduğu Gamma ajansı, foto-muhabirlik konusunda ne kadar başarılı olduğunu göstermeye yeter diye düşünüyorum.
Henri Cartier Bresson ve benzeri hümanist fotoğrafçıların karar anı yaklaşımının aksine çoğu fotoğrafı yorumsuz çekiyor. Walker Ewans ve Robert Frank gibi “Ölü anları”ı seviyor ve görüntülüyor. Seyircinin kendisinin karar vermesini bekliyor. Beni en çok etkileyen fotoğrafları da bunlar zaten.
Bu fotoğraflar ile savaş fotoğrafları arasındaki çelişki büyük, ama bir yandan da sanat çerçevesinde bir dengelenme söz konusu.
Henri Cartier Bresson  vakfında sergilenen “Traverser” yani “Geçmek” adlı retrospektifi ne kadar büyük bir fotoğrafçıyla karşı karşıya olduğumuzu anlamamıza yetiyor.
Paris’te Mitterand Ulusal Kütüphanesinde “Paysages” yani manzara konulu çok büyük tematik serginin bir bölümünü de Depardon fotoğraflarına ayırmışlar.  İlk defa bir araya gelen 60 fotoğrafı büyük bir ilgiyle izliyoruz. Depardon’un tüm fotoğraf geçmişini özetleyen bir retrospektif.  Bazı fotoğraflarında zaman durmuş gibi. Romantik fotoğraflar vardır ya işte öyle… Nerdesiniz?  Bu dünya mı başka gezegen mi? sorgularsınız. Bazı fotoğrafları öyle işte. 
Senegal, Mısır, Eritre, Bolivya, İskoçya, Almanya ve  İtalya’da çektiği sokak fotoğrafları daha çok romantik ve siyah beyaz. Bazen de renkli sokak fotoğraflarına rastlıyoruz. Manzara fotoğrafına yaklaşımına tanık oluyoruz. Sade ve sessiz fotoğraflar.
Sokak fotoğrafında izin almadan  çekiyor. “Ama sen fotoğrafı çalıyorsun” dediklerinde de “Bunu çalma amacıyla değil fotoğrafın doğal olması  için yapıyorum” yanıtını veriyor ve şöyle devam ediyor “Ben kendim de poz verdiğim zaman çok kötüyümdür, durumumun farkındayımdır, şimdilerde selfie’ler fotoğrafı değiştirdiğinden insanlar daha sakin ve gevşemiş duruyorlar.”
Yaşamının çok güzel geçtiğini düşünüyor. Ancak bu yaşta yeniden gezmeye başlasa eski gittiği yerlere gitmeyi tercih edeceğini belirtiyor. Angola’nın güneyine gitmek,  yaşamını birlikte geçirdiği eşi Claudine Nougaret’yi Tanzanya’nın  Ujiji kentine götürmek istiyor.  Gitmek istediği yerler arasında Yemen de var, ama çok tehlikeli buluyor. Amerikalıların Virginia’dan gönderdikleri dronlardan ürküyor. Ortadoğu’da o kadar çekilecek çok fotoğraf var ki ama buralarda fotoğraflar öyle havadan inmiyor. Orada küçük fotoğrafçının tevazuunu  göstermek zorundasın.
Depardon’un fotoğrafçı kimliği “Notlar” ve “New-York yazışmaları” adlı iki kitabında ortaya çıkıyor.
Gerçek fotoğrafçı ile hayali arasındaki kişiliği anlayabiliyorsunuz. Sokak fotoğrafı ile görünmeyen hayalet arasındaki ilişkiyi yazılarla kuruyor. Fotoğraf ve yazı ilişkisine önem veriyor.
Depardon’un üçüncü sergisi Hotel de Ville’de, Paris belediyesinin önündeki avluda açıldı. 7 Ocak  2018’e kadar süren sergi 2024 olimpiyatlarını yapmak üzere seçilen Paris’in hazırlıklara başladığının habercisi. Bu nedenle “Sınır Tanımayan Fotoğrafçılar Örgütü” de Depardon’un görev yaptığı  1964’ten 1980’e tüm olimpiyatlardan gönderdiği fotoğraflardan oluşan özel kitabı yayınladı.
Fotoğraf sihirli bir değnekle gelmez. Dolaşmak lazım. Oralarda Depardon yoktur. Adsız kahramanlar vardır.Film yönetmeni, onlarca kitabı olan yazar ve efsane fotoğrafçı Depardon’u, gerçek yaşayan bir sanatçı olarak saygıyla selamlıyoruz.
Not; arzu edilirse başlangıçta Depardon’un iki sözü kullanilabilir.

Seyahat hayatımı kurtardı.

Seyahat, ne turist gibi, ne gazeteci gibi, hiç bir şey beklemeden….

Hiç bir şey kanıtlamaya kalkışmadan.

Sanat kampları

MOMUR_KAMP_1   MOMUR_KAMP_2

Benabbio Lucca Toscana İtalya Kampı

10-16 Eylül 2018

https://mehmetomur.net/wp-content/uploads/2018/02/MOMUR_KAMP_2.pdf

 

 

 

MOMUR_KAMP_1

Larnagol Toulouse Fransa Kampı

7-14 Haziran 2018

 

https://mehmetomur.net/wp-content/uploads/2018/02/MOMUR_KAMP_1.pdf

 

 

 

Sokak Fotoğrafçılığında Kandid ve Vernaküler Kavramları

 

Sokak fotoğrafçılığında vernaküler ve kandid kavramları

Burada sizlere türk fotoğraf literatüründe nadiren adı geçen iki kavram üzerine yazmak istiyorum. Bir tanesi “Vernaküler diğeri “Kandid”.

Uluslararası fotoğraf literatüründe çok öncelerden beri yerini almış bu iki terimi sokak fotoğrafçılığı içinde önemsiyorum.

Vernaküler kelime anlamı ile günlük şeylere, sıradan ve alışılmış şeylere gönderme yapar. Bunlar çoğu kişinin çekmeye değer vermediği konulardır. Okullardaki sınıf arkadaşları gurup fotoğrafları, çeşitli enstantane fotoğrafları, tatildeki anı fotoğrafları, vesikalık fotoğraflar, yerdeki bir çöp, duvar kenarına atılmış bir televizyon, masa üzerinde unutulmuş bir anahtar buna örnek olarak verilebilir. Daha çok mimaride kullanılan ve anıtsaldan çok sıradan binalar gönderme yapan bu kelime tesadüfi sanatı veya istenmeden sanatsal olmuş fotoğrafları anlatır. İkinci dünya savaşı sıralarında öne çıkmaya başlayan bu fotoğrafçılığın en önemli iki ismi ünlü Amerikalı fotoğrafçı Walker Evans ve İngiliz Martin Parr’dır. Bu konudaki  Walker Evans’ın dünyadaki en büyük sergisi Paris Pompidou sanat merkezinde 2017 de yapılmıştı. Herhangi bir yerde karşınıza çıkarsa mutlaka bu büyük fotoğrafçıyı tanımanızı ve sergisini görmenizi öneririm.

Bu sergi ile ilgili yazımı da isterseniz şu linkten okuyabilirsiniz.

https://mehmetomur.net/bir-sergi-uc-dusunce/

Kandid fotoğraf ise sokak fotoğrafçılığının öğelerinden olan habersiz fotoğraf çekme anlamına gelir. Kişi poz vermez, hazırlıksızdır, fotoğrafının çekildiğinden habersizdir veya farkedince şaşkınlığını gizleyemez durumdadır.

Taking My Time

 

Gizli fotoğrafçılık ise “Kandid fotoğrafçılığın” alt gurubudur. Bu fotoğrafçılık türünün ilk önemli ismi Doktor Erich Salomon’dur. 1920 li yıllarda Berlin’in kalbur üstü kesiminin fotoğraflarını çekmeyi başarmıştır. Şapkasına gizlediği küçük bir kamera ile konusu olan adliye saraylarında çeşitli mahkeme fotoğrafları çekmiş daha sonra hayatına fotoğrafçı olarak devam etmiştir. Hitler başa gelince Hollandaya kaçmış Life dergisinin Amerikaya göçme teklifini reddetmiş, Hitler Hollandayı işgal edince tutuklanmış ve hayatı Auschwitz de sonlanmıştır.

Sokak fotoğrafı biraz vernaküler, biraz kandid olurken biraz da sosyal olmalıdır diye düşünen fotoğraf eleştirmenleri vardır. Tersini düşünenler de az değildir. Ama bence en olması gereken şey bağımsız ve özgür olması koşuludur. Konusu değişebilir. Estetik ve minimalist olabilir. Kavramsal, avangard,  veya kişisel olabilir.

Ancak sokak fotoğrafı son yıllarda o kadar gündeme girmiştir ki biraz anlamından uzaklaşmış ve  sosyal tarafını da kaybetmiştir.

Bu mektubumu da sokak fotoğrafçılığı ile ilgili birkaç tavsiyede bulunarak bitireyim.

1- Fotoğraf çekiş olmak için fotoğraf çekmeyin. Her ne kadar an fotoğrafı yakalayacak olsanız da iyi bir fon, arka planı kurmak güzel bir kompozisyon için iyi bir başlangıçtır.

2- İkinci ve üçüncü planlar bulursanız anlattığınız hikaye güçlenecektir. Cep telefonuyla meşgul bir kişinin fotoğrafı sıradandır. Ama cep telefonu ile meşgul bir kişinin yanında yerde başka birisi kıvranıyorsa bu daha farklı bir fotoğraf olur.

3- Sokak fotoğrafçılığının standart- geniş açı fotoğrafçılığı olduğunu yani 24-50 mm lens aralığında çekilmesi gerektiğinden bahsetmiştik. Ancak bu lenslerle uzaktan fotoğraf çekerseniz konuyu okumak zorlaşır, o nedenle fotoğrafın içine girmek gerekir.

4- Evsiz barksızlar konu olarak çok caziptir ancak bunu da abartmamak gerekir. O kadar çok çekilmektedir ki konu sosyal anlamını kaybetmeye başlamıştır.

5- Bazen iyi bir fotoğraf yakaladığınızı sanarsınız baktığınızda beğenmezsiniz, bazen de tam tersi olur. Aslında burada şans veya tesadüf size yardım etmemiştir. Kompozisyon yardım etmiştir. Hızlı ve dikkatli olun. Sabırlı olun.

6- Siyah beyaz fotoğraf duygusaldır ve sokak fotoğrafçılığına yakışır. Ama renkli de yakışır. Kötü bir fotoğrafı sonradan düzenleyerek iyi bir fotoğraf haline getirmek çok zordur. O nedenle işi fotoğraf makinesinde bitirmeye bakmalıyız.

7- iPhone ve dijital fotoğrafçılık çok sayıda düşünmeden fotoğraf çekmenize olanak sağlıyor. Düşünerek çok sayıda çekmek ise size olağan üstü kareyi bulma şansı verir. Fotoğrafı bulduğunuzda değişik açılardan çekmeyi ihmal etmeyin.

8- Işığa dikkat edin, siluet istiyorsanız ters ışıkta çekin, çevresel portre çekecekseniz ışığı arkadan veya yandan alın.

9- Arka planı iyi inceleyin. Ön planın önüne geçmemeli, karmaşık olmamalıdır. Ön planla uyum içinde olmalıdır. Şarap ve yemek uyumu gibi…

10- Son olarak bütün bu kurallar sizi yıldırmasın, sokak fotoğrafçılığının en güzel tarafı sokakta olmak gezip tozmak hayatın tadını çıkartmaktır. Çoğumuz fotoğrafı da hayatımızı güzelleştirmek, sevdiğimiz hobiyle uğraşmak için çekmiyor muyuz? Çevreye ve sokağa merakınızı ve duygusallığınızı bir kenara bırakmadığınız sürece sorun yoktur. Işığınız bol olsun.