Sanatta Efsane bir ilkbahar; Yıl 1874, Empresyonizmin çıkışının 1874 doğum günü, Orsay Müzesi..

 

 

                  

Aşağıda ünlü fotoğrafçı Nadar’ın Sergi için kullanmalarına izin verdiği Opera ile Madeleine arasında 35 Rue des Capucines adresindeki kullanmadığı  studyosu…

Bu yıl sanat akımlarının doğum günleri açısından önemli bir yıl. Bundan 100 yıl önce Andre Breton Sürrealist Manifestoyu yayınlamıştı. Sürreaslizm bu gün hala yaşayan bir akım. Ona da geleceğim ancak sürrealizme gelmeden önce 15 Nisan 1874 de ilk sergilerini açan empresyonistlerin yani izlenimcilerin doğum günlerini kutlayan Orsay Müzesindeki  güzellikleri anlatayım. Orsay ilk sergide yer alan eserleri toplamış ve bize sunuyor. Yanında da 15 Nisan akşamı Nadar’ın terkettiği stüdyosundaki açılış gecesini virtüel bir sergiyle destekliyor. Gözlerinizde AR gözlüklerle bir saat açılış kokteylinde Renois, Degas, Pisarro, Cezanne ve Monet ile tanışıyor eserlerini kendi ağızlarından dinliyor, o geceyi yaşıyorsunuz. Doğum gününe bugün böylesi mitik bir sergiyle güzel bir doğum günü hediyesi yapılıyor. Orsay sanki günümüzün ibadethanesi, sanatsever akın akın geliyor, kuyruklarda bekliyor, sanat eserlerinin önünde ibadetlerini yapıyorlar.

Orsay Müzesi çok önemli geçici sergilere ev sahipliği yapsa da ünyanın en önemli empresyonist eserlerin sahibi müze olarak bilinir. Emresyonist ressamlar her yıl yapılan geleneksel akademik resim fuar tarafından reddeilmekten bıkmış olarak kendi sergilerini yapmaya karar verirler. Manet diğer resmi fuar bünyesinde mücadele etmek yana olduğu için onu aralarına almazlar.   Aralarında empresyonizmin kurucuları ve en öenmli isimleri vardı. 26 Marttan – Temmuz 2024 e kadar açık kalacak bu sergiyi sizinle birlikte gezelim istiyorum. Serginini adı ‘1874 Inventer impressionisme’ yani empresyonizmi icadı ama  ‘1874 empresyonizm doğuşu’ diye çevirmek benim kulağıma daha hoş geldi.

Bu sergi, 2024 sonbaharında Washington’daki National Gallery of Art’ta da sunulacak.  150 yıl önce, 15 Nisan 1874’te, Paris’te ilk empresyonist sergi açıldı demiştim. Monet, Renoir, Degas, Morisot, Pissarro, Sisley ve Cézanne gibi farklı kökenlerden gelen bir sanatçı grubu, bağımsız bir sergi düzenleyerek kurallardan ve belirlenen yollardan sıyrılmaya karar verdi: Empresyonizm doğdu. Bu yıl dönümünü kutlamak için, Musée d’Orsay ,  bu tarihe yeni bir bakış açısı ile yaklaşıyor.

Önce empersyonist sanatçı kime denilir onu açayım. 1874 ile 1886 arasındaki 12 yıl içinde 8 adet empresyonist sergi yapılmıştır. Empresyonist ressam sıfatını alabilmek için asıl koşullardan birincisi bu sergilerden bir veya bir kaçına katılmış olmak gerekir. Ama bu sergilere katılan tüm ressamlar emprseyonist değildir hatta yarısı değildir. Bu sıfata layık olabilmek için özel fırça darbelerinizin, özel konularınızın özel ışığınızın olması gerekmekte o güne kadar yürünene akademik yolları terk etmiş olmanız işlerinizde mükemmeliyet ve bilinen konuların pek olmaması gerekir.

1874 ilkbaharında Paris’te tam olarak ne oldu?   Bu ilk empresyonist sergi   hakkında ne biliyoruz? Musée d’Orsay ve National Gallery’nn  amacı, krizdki bugünkü  dünyada bir sanat hareketinin gizemlerine girmek. 1874’deki empresyonist sergide yer alan eserler, aynı anda resmi Salon’da sergilenen tablolar ve heykellerle karşılaştırılarak sunuluyor. Bence bu bir küratör dehası olarak görülmeli. Bu anlamlı karşılaştırma, o yıl empresyonistler tarafından sergilenen eserlerin görsel şokunu yeniden yaşamamıza ve onu nüanslandırmamıza olanak tanıyor. Yakından bu resimlere bakarak ve onları dönemin bağlamına yeniden yerleştirerek önyargılarımızı yeniden gözden geçirmeye çalışıyoruz. Sergi, 1874 ilkbaharında çağdaş yaratıcılığın zenginliğini ve çelişkilerini vurgularken, doğan empresyonist hareketin radikal modernliğini de yüceltiyor. Sergi, 31 sanatçının  bağımsız bir şekilde sanatlarını sergilemek için bir araya gelmeye nasıl karar verdiklerini anlatıyor. Bugün 31 taneden yalnızca yedisinin evrensel olarak tanındığı belirtmeliyim. Monet, akademik  sistem tarafından çoğu kez reddedilmiş. Oysa Monet, Degas, Morisot, Pissarro ve arkadaşları veya meslektaşları, çalışmalarını 35 Boulevard des Capucines’deki eski Nadar fotoğraf stüdyosunda  sergilemek için 15 Nisan 1874 te bir araya geldiler. Modern yaşamdan veya açık havadan sahneler, hızlıca tamamlanan, canlı dokunuşlarla yapılmış resimler, aynı zamanda daha geleneksel tablolar, gravürler, heykeller ve emayelerle yan yana yer almıştı. Bu 165 eserlik, son derece çeşitli ve sınıflandırılamayan sergide,  bağımsız  bir kariyer yapma ortak arzusu açığa çıkıyor duygusuna kapılıyoruz. Orsay’deki bu sergide, Paris’teki Palais de l’Industrie’deki (Boulevard des Capucines’den yirmi dakikalık yürüme mesafesinde) bulunan Resmi Salon’da aynı anda sergilenen resim ve heykellerin bazıları da görülebiliyor. Bu büyük sergi,  mitolojik, dini veya tarihi tabloların da var olduğu bir sergi. Edouard Manet (1832-1883) Demiryolu, 1873 tablosuyla burada bu asıl sergide. Bu sergi çok ciddi ve acımasız bir jüri tarafından yönetiliyor ve akademik olmayan o günün resim kurallarına uymayan tablolar kabul edilmiyor.  1874  Empresyonizm sergisi, ilk sergide yer alan empresyonizmin başlangıcındaki başyapıtlar da dahil olmak üzere yaklaşık 130 eser içeriyor, aynı yılın Salon’unda sergilenen ve kutlanan Gérôme, Mercié gibi o dönemin sanat sahnesinin starlarının  önemli resim ve heykellerini  de görüyoruz. Sergide, bolca empresyonist peyzajlar ve açık hava sahnelerinin olduğu tablolar var. Bu önemli tabloların başını ise tarihte empresyonist adının, akımının en önemli eseri kabul edilebilecek  ‘İzlenim, Güneş Doğarken’ adlı eser yer alıyor. Küratörler ise  Anne Robbins ve  Musée d’Orsay’den Sylvie Patry.

Empresyonist yani  “İzlenimci” terimi, başlangıçta Louis Leroy adlı bir eleştirmen tarafından küçümseyici, aşağılayıcı bir şekilde kullanılmış, ancak  daha sonra genel kabul görmüştür. Louis Leroy dalga geçiyor ama  ne mutlu ki empresyonistlerin üstlerine yapışan bu isim daha sonra yaşanan olumlu gelişmelerden sonra sihirli bir şekilde baş tacı edilen bir akınmın adı oluyor.

Şimdi  biraz da empresyonist ressamları gözden geçirelim.

Empresyonist akımın yani izlenimciliğin en büyükleri kimlerdir?

Claude Monet, genellikle İzlenimcilik hareketinin öncüsü olarak kabul edilir. “Impression, Soleil Levant” (İzlenim, Güneşin Doğuşu) gibi eserleriyle bu akımın adını koymuştur. Monet, doğal ışığın etkilerini keşfetmiş, günün farklı zamanlarında aynı konuyu defalarca resmederek ışık ve renk değişimlerini yakalamıştır. Bu yaklaşım, o dönemde sanatçıların genellikle atölyede çalıştığı bir dönemde radikal bir yenilikti.

Edgar Degas, bale dansçılarının resimlerinde insan formuna ve hareketine olan ilgisiyle öne çıkar. Kendini bağımsız bir realist olarak tanımlayan Degas, sıradışı perspektiflerin kullanımı ve kentsel ortamda insan yalnızlığını araştırılmasıyla fark yaratır.

Berthe Morisot, erkek egemen bir alanda kadın ressam olarak az bulunan bir bakış açısı getirir. Odaklandığı konular genellikle iç mekanlar ve ev hayatı olup, kendine özgü hassas dokunuşlar ve yumuşaklıkla resimlerini yapmıştır.

Pierre-Auguste Renoir, canlı ve neşeli sosyal yaşam tasvirleriyle ünlüdür. Eserleri  renkli ve bol ışıklı  sahnelerle doludur.

 Renoir’ın La Parisienne adlı tablosu

Camille Pissarro, İzlenimcilik hareketinin diğer bir ana figürüdür. Kırsal ve kentsel manzaralara olan bağlılığı ve ışık değişimlerine özel dikkati, bu harekete önemli bir etki yapmıştır.

Alfred Sisley, belki de en az tanınan ama aynı derecede önemli bir isimdir ve esas olarak manzaralarla katkıda bulunmuştur, doğanın geçici güzelliklerini yakalamaya çalışmıştır.

Paul Cézanne, İzlenimcilik ve Kübizm arasında bir bağlantı olarak görülür ve doğadaki geometrik formları keşfetmiştir, bu da modern sanata doğru giden en önemli adım olmuştur.

Bu sanatçılar, sıkı akademik resim kurallarını reddederek, daha spontan ve kişisel ifadeye izin veren teknikleri tercih ettiler. Hızlı fırça darbeleri, parlak renkler ve açık kompozisyonlar kullandılar. İlgi alanları genellikle günlük sahneler ve doğal manzaralardı, geleneksel tarihi ve mitolojik konulardan uzaklaştılar. Zaten işte bu yüzden Resmi Akademik salondan afaroz edildiler. Toplumların her dönemde yeniliklere kapalı olduğunu zaten tarih boyunca görüyoruz ama avangard sanatçılarında bu tutucu anlayışları nasıl delip geçtiğini de görüyoruz.

İlk sergileri 1874’te, Resmi Salon’un sürekli kendilerini reddetmesine bir tepki olarak düzenlenmiş, başlangıçta ticari bir başarı elde edememiş ve sert eleştirilere maruz kalmıştır. Ancak bu sergi, sanat tarihinde bir dönüm noktası oluşturmuştur.

Zamanla, İzlenimcilik popülerlik kazandı ve çok büyük beğeni topladı. Çeşitli sanatsal ilerlemelere yol açtı ve post-İzlenimcilik ve modernizm gibi sonraki hareketleri etkiledi. Bu sanatçıların eserleri bugün sanat tarihinin en çok sevilen ve en pahalı eserleri arasındadır, sanat anlayışı  üzerinde büyük bir etki bıraktıkları herkes tarafından kabul edilmektedir.

Virtüel sergi ise insanın içi okşayan 1 saatin nasıl geçtiğini anlamadığınız 30-40 metre kare alanda bir saat boyunca bir birinize dokunmadan yürüyerek açılış gecesini, ressamlar ve eserlerini 3 boyutta izlediğiniz bir etkinlik. İkisini birden gezmenizi öneririm. Virtüel sergide kuyruk daha az oradan başlamanızı öneririm.

Virtüel emrpesyonist sergiyi gezerek açılış gecesini yeniden yaşayan sanatseverler…

 

‘Dünya Nasılsa Öyle’ işte… Bourse de Commerce’de Çağdaş sanat sergisi..

Bugün sizlerle tazesi tazesine Bourse de Commerce’de yeni başlayan çağdaş sanat sergisi ile ilgili izlenimlerimi paylaşmak istiyorum. Ama önce Paris için  önemli bir yer olan Bourse de Commerce nedir onu anlatayım. Bourse de Commerce bizdeki Borsa binasına karşılık gelir. Kısaca tarihi ise şöyledir; geçmişi 16. yüzyıla kadar uzanan bu yapı, çeşitli dönemlerde farklı amaçlar için kullanılmıştır. En çok bilinen işlevi ise, uzun yıllar boyunca Paris Ticaret Borsası olarak hizmet vermesidir. Bina, mimarisi ve tarihi önemi ile dikkat çeker. 17. yüzyılın sonlarında, bu alanda bir tahıl pazarı olarak kullanılan yapı, 18. yüzyılda Fransa’nın önde gelen mimarlarından biri olan Nicolas Le Camus de Mézières tarafından yeniden tasarlandı. O dönemde klasik Fransız mimarisinin özelliklerini yansıtan bir görünüm kazandı.19.yüzyılda, Henri Blondel tarafından yeniden tasarlanan bina, dairesel bir yapıya sahip olup, çatısında büyük bir cam kubbe yer alır. Bu kubbe, gün ışığını binanın içine alacak şekilde tasarlanmıştır ve mimari açıdan önemli bir özelliktir. 20.ci yüzyılın sonlarına doğru bina, ticaret borsası olarak kullanımını yitirdi ve çeşitli kültürel etkinliklere ev sahipliği yapmaya başladı. 21. yüzyılın başında, Fransız iş insanı ve sanat koleksiyoncusu François Pinault, 2016 da Paris Belediye başkanı Anne Hidalgo’dan 50 yıllığına kiraladı. Onu çağdaş sanat merkezine dönüştürmek için 200 milyon euroya yakın masraf ederek geniş çaplı bir restorasyon ve yenileme projesine girişti. Bina 22 Mayıs 2021 de pandemi sırasında açıldı. Pinault binanın restorasyonunu Venedikteki tarihi binalardaki sanat merkezlerini de restore eden  Tadao Ando adlı japon mimara vermişti.

François Pinault dünyanın en büyük çağdaş sanat eseri kolleksiyonuna sahip bir iş adamıdır. Bu eserlerini dönüşümlü olarak insanlarla paylaşmaktan büyük bir mutluluk duyduğunu ifade eder. Bourse de Commerce çağdaş sanat merkezinden önce de İtalyada 2 önemli tarihi binayı yine aynı amaçla çağdaş sanat merkezine dönüştürmüştür.

Gelelim “Le Monde Comme Il Va”  adlı son sergiye. Bu sergi adını Voltaire’in aynı adlı felsefi kitabından alıyor. Kitaptaki öykü gırtlağa kadar rüşvet batağına batmış halkın başlarına gelecek belayı bekledikleri Persepolis şehrinde geçmektedir.

“Le monde comme il va”, Fransızca bir ifade olup “dünya olduğu gibi” veya “dünya nasılsa öyle” anlamına gelir. Bu, dünyanın mevcut durumuna yönelik bir bakış açısını gösterir ve genellikle, işlerin olduğu gibi kabul edilmesi anlamına gelir.

Bu sergi, insan varoluşunun çelişkilerine ve  ikilemlerine odaklanıyor ve bunu da sanat aracılığıyla gayet güzel gösteriyor. Sanatçılar, insana dair gerçeklikleri iyi  gözlemlerler ve çelişkileri sanatları aracılığıyla ifade ederler. Özellikle 1980’lerden günümüze kadar üretilen eserlerin bir araya getirildiği bu sergi, bugünkü zamanın farkındalığını göstermeyi amaçlıyor ve insani durumların paradokslarını güçlü, bazen ironik ya da şiddet içeren görsellerle yansıtıyor. Bu yaklaşım, zor ve karmaşık konuları ele almak için sıklıkla ironi ve provokasyonu kullanan çağdaş sanat için tipik bir yaklaım olarak bilinir. Dolayısıyla, sergi bu temalar üzerine bize düşünme fırsatı veriyor ve zamanla insan davranışlarının ve değerlerinin karmaşıklığını anlamamızı sağlıyor. Sergi farklı medya ve farklı dönemleri kapsıyor.

Bu sergi, aynı zamanda çağdaş sanatın günümüzle doğrudan etkileşimini yansıtmaktadır. İnsan paradoksları, toplumsal sorunlar ve sanatçıların toplumdaki yüceleştirilmiş yeri, vizyonları gibi konuları ele alıyor.

Mohammed Sami, Sigmar Polke ve Liu Wei gibi sanatçılar, kendilerine özgü stilleri ve ortamları ile karmaşıklıklarla ve paradokslarla boğuşan bir dünyayı kendi bakış açılarıyla yorumluyorlar.

30 dan fazla önemli sanatçının işlerini izlendiği bu sergide baş rolü Güney Koreli kadın sanatçı Kimsooja’ya vermişler. Sanatçının bunu fazlasıyla hakettiğini düşünüyorum. Özellikle sergideki en önmli işe attığı imza ile bunu kanıtlıyor. Mimarisi yarım küre olan Bourse de Commerce’in tam ortasındki Rotonde bölümünü aynalar döşeyerek dönüştürmüş. Bu enstalasyonu içine ziyaretcileri de davet ederek performans sanatına evirme gayretini de ben açıkça nefes kesici bir düşünce olarak değerlendirdim. İnsanlar bu alana ayaklarında galoşlarla girip hoplayıp zıplıyor, yerlere yatıp sürünüyorlar. Hem yerdeki yansımaları görüyorlr, hem de üzeri cam kubbeyle kaplı binadan gelen gökyüzü görüntüsü içinde kendilerinden geçiyorlar.

 Kimsooja’nın diğer işleri arasında  ‘Bir İğne Kadın’ (1999-2000) adlı video enstalasyonunu var. Bu eser, sanatçının çeşitli küresel şehirlerde çekilmiş görüntülerini içeriyor ve dünyanın dokusu içine ilmek atan bir iğneyi sembolize ediyor. Dikkat çeken bir diğer eser ise, ‘İplik Yolları’, farklı kıtalardaki tekstil kültürünün mozağini betimleyen 16mm’lik filmler serisi.

     

 Sergide Cattelan’ın ‘Başlıksız’ (1998) adlı eseri var. Bu eser, sanat ve popüler kültür üzerine mizahi ve ironik bir yaklaşım sergiliyor.  Sergiye Pablo Picasso’nun karikatürize edilmiş bir heykelini koymuş.

Serginin zemin katında sergilenen Kippenberger’in ‘Başlıksız’ (1989) adlı eseri, melankoli ve varoluşsal sıkıntıları yansıtan çok güzel bir parça.

Sun Yuan & Peng Yu’nun ‘Bekleyiş’ adlı eseri hiperrealist bir akbaba heykeli, fiberglass, silikon ve tüylerden yapılmış. Eser, ölüm temasanı mizahi bir bağlamda ele almış.

Sun Yuan & Peng Yu’nun diğer önemli işi giriş katındaki salonda yaşlı politikacı ve din adamlarını yürüyen koltuklarda sürekli dolaştıran eserdi.

Daha sonra üst kattaki salonlarda çok önemli çağdaş sanaytçıları buluyoruz. Çağdaş sanat düşüncelerinin tohumlarını atan Duchamp’ın Çeşme ve Bisiklet Tekeri adlı eserlerinin yanında bakşa ‘Ready Made’ leri de var. Hepsi için Duchamp’a hakettiği ayrı bir salonu ayırmışlar. 

  

Jeff Koons un iki eseri. Cindy Sherman’ın bir eseri, Franz West’in kafaları, Bertrand Lavier’in Kaza yapmış Ferrarisi, Luc Tuymans’ın ‘Sonsuzluk’ adlı eseri ve Christopher Wool’un 22 parçadan oluşan Black Book serisi.

              

Şu sıralar Paris sanki bize sanat tarihi dersleri vermeye hazırlanıyor. Bir taraftan Bourse de Commerce’de çağdaş Sanat tarihini komprime hap gibi içiyoruz.  Diğer taraftan 150.ci senesini kutlayan Empresytonizmin hikayesini hem 15 Nisan 1874 de Nadar’ın Boulevard des Capucines’deki stüdyosunda açılan ilk empresyonist serginin aynısı orijinal eserlerle Musee d’Orsay’de izliyoruz ve virtüel olarak da açılış günün özel gözlükler takarak yaşama şansı buluyoruz. Belli ki ardından 100. yılını kutlayan Sürrealizmi öğreneceğiz birkaç sergiyle. Hiç şikayetçi olmayız diye düşünüyor, hepimize sanat dolu günler diliyoruz.

Art Paris; Bir Avrupa Çağdaş Sanat Fuarı..

 
Art Paris 
Art Paris Sanat Fuarı’nın bu yıl  26.cısı 4-7 Nisan tarihleri arasında yapılıyor. Fuar ziyaretçilerini bir kez daha sanatın büyülü dünyasına davet ediyor. Bu yıl, “Kırılgan Ütopyalar” teması altında, 25 ülkeden 136 galerinin katılımıyla sanatın çeşitli yönleri ve kültürlerarası etkileşimleri sergileniyor. Bu etkinlik her yıl olduğu gibi, modern ve çağdaş sanatın en seçkin örneklerini bir araya getiriyor. Fuar, sanatseverlere sanatın evrensel dilinde eşsiz bir yolculuk sunuyor diyebilirim. Fuarda yer alan Paris’in ünlü üçlüsü  Nathalie Obadia, Daniel Templon ve Perrotin gibi önemli galeriler, sanat dünyasının çeşitliliğini ve zenginliğini temsil ediyor. Ayrıca, Türkiye, Kenya ve İran gibi çeşitli ülkelerden gelen galeriler de uluslararası boyutu ve sanatın kültürlerarası diyalogunu güçlendiriyor. Art Paris, yüzde 60 Fransız ve yüzde 40 yabancı galeri oranıyla, küresel bir bakış açısı sunuyor. Önümüzdeki yıl bakımı bitecek olak Le Grand Palais’ye geri dönecek olan Art Paris  daha geniş alanda olacağı için 170 galeri kabul edebilecek. Bu yıl Türkiyeyi tesbit edebildiğim kadarıyla temsil eden tek galeri Martch Art Project (Istanbul) *
Eric de Chassey’nin küratörlüğünde sunulan “Kırılgan Ütopyalar” teması, zor zamanlarda bile sanatçıların kırılgan ama güçlü vizyonlarını yansıtıyor. Sanat, bu temayla bir kez daha hayal gücünün ve yaratıcılığın önemini vurguluyor. Bu tema, sanat tarihinde birçok düşünürü etkileyen ütopyalara modern bir bakış açısı getiriyor. Sanat ve el sanatları arasındaki ilişkiyi vurgulayan “Arts & Crafts” bölümü, sanatın çeşitliliğini gözler önüne seriyor. Bu bölümde sergilenen eserler, zanaat ve sanatın iç içe geçtiği bir diyaloğu temsil ediyor. Tekstil, seramik ve üflemeli cam işleri gibi çeşitli eserler, zanaat becerilerinin sanat dünyasındaki önemini ortaya koyuyor. Modern sanat bölümü, pahalı eserlere ev sahipliği yaparak, sanatın yatırım değerini vurguluyor. Bu eserler, sanatın sadece estetik bir deneyim olmakla kalmayıp, aynı zamanda bir yatırım aracı olduğunu gösteriyor. Fuar, daha uygun fiyatlı eserler için leasing seçenekleri sunarak, sanat eserlerini daha geniş bir kitleye ulaştırmayı hedefliyor, leasing satış olanağı var. Art Paris, sanatçıların, galerilerin ve sanatseverlerin buluştuğu önemli bir platform olarak kendini gösteriyor. Fuar, sanat dünyasında hem bölgesel hem de uluslararası anlamda etkileyici bir ortam. Bu fuarın çeşitliliği, kültürel zenginliği ve erişilebilirliği, onu sanat dünyasında özellikle Avrupa’da öne çıkan bir etkinlik haline getirmiş. Sanatın gücü, kırılganlıkların üstesinden gelme yeteneğinde yatıyor. Art Paris’in bu yılki özelliği, sanatçıların hayal gücünün ve yaratıcılığının, zor zamanlarda bile umudu ve güzelliği nasıl ortaya çıkarabileceğini göstermesinde yatıyor. “Kırılgan Ütopyalar”, bugünün zor  dünyasında sanatın gücünü ve önemini vurgulayan bir tema olarak öne çıkıyor. Bu tema, hem geçmişin sanatçılarına hem de günümüzün yaratıcı zihinlerine saygı duruşu niteliğinde. Eric de Chassey şu sanatçıları seçmiş: Jean-Michel Alberola (1953) – Templon / Yto Barrada (1971) – Polaris / Cécile Bart (1958) – Galerie Catherine Issert / Alice Bidault (1994) – Pietro Spartà / Pierrette Bloch (1928-2017) – Galerie Zlotowski / Nicolas Chardon (1974) – Oniris.art / Sonia Delaunay (1885-1979) – Galerie Berès / Mathilde Denize (1986) – Perrotin / Nathalie du Pasquier (1957) – Yvon Lambert / Philippe Favier (1957) – Galerie 8+4 / Elika Hedayat (1979) – Aline Vidal Paris / Sarah Jérôme (1979) – H Gallery / Benoît Maire (1978) – Nathalie Obadia / Vera Molnár (1924-2023) – Galerie Verart Véronique Smagghe / Michel Parmentier (1938-2000) – Loevenbruck / Juliette Roche (1884-1980) – Pauline Pavec / Edgar Sarin (1989) – Galerie Michel Rein / Daniel Schlier (1960) – Galerie East / Assan Smati (1972) – Nosbaum Reding / Maria Helena Vieira da Silva (1908-1992) – Galerie Jeanne Bucher Jaeger / Raphaël Zarka.
Çıta oldukça yüksek
Sanat, tüm zamanlarda insan ruhunun derinliklerini yansıtan bir araçtı, bugün de aynı şekilde kalmaya devam ediyor. Art Paris, sanatseverler ve koleksiyoncular için bir buluşma noktası olarak önemini ortaya koymuş durumda.  Art Paris, bu özelliğiyle, sanat dünyasında çıtayı yüksekte tutuyor  ve sanatseverler için unutulmaz bir deneyim sunuyor. Art Paris, Nisan ayının ilk hafta sonu güzel ilkbahar havasıyla Grand Palais Ephemere’de ziyaretçilere açık olacak. Bu dört günlük etkinlik, sanat dünyasının en önemli isimlerini, yenilikçi eserleri ve sanatseverleri bir araya getirerek, Paris’in sanatla dolu atmosferini bir kez daha canlandıracak. Art Paris, her yıl olduğu gibi, sanatın çeşitli yönlerini ve dönemleriyle ilgilenen koleksiyoner ziyaretçileri için kolleksiyonlarını geliştirme alanı.  Modern ve çağdaş sanatın yanı sıra, sanatın farklı akımlarını ve tarzlarını da kapsayan bir fuar. Bize sanatın evrensel ve zamansız güzelliğini keşfetme fırsatı veriyor. Çeşitli sanat eserleri, sanatseverlere farklı kültürlerden ve tarihlerden esintiler taşıyor. Art Paris, sanat dünyasının kalbinde, Paris’in tarihi ve kültürel zenginliğinin içinde, sanatseverlere unutulmaz bir zaman geçirtmeye hazır. Art Paris, sanatın sınırsız dünyasını keşfetmek isteyen herkes için bir davet niteliğinde.
Gelin biraz da galerileri gezip sanatçıları tanıyalım;
Tek Türk Galerisi Martch Art Project’ten Irmak Dönmez Irmak Donmez
ve Merve Morkoç’un Merve Morkoc erotik temalı eserleri oldukça beğeni topluyor. Özellikle Irmak’ın seramik işleri geçen seneki başarısını yakalayacağa benziyor. Geçen yıl yine Art Paris’e katılmış, tüm işleri satılmış ve büyük bir başarıya imza atmıştı. Bu yıl da kendisine başarılar diliyorum.
.
Parisin ünlü uluslarası Galerilerinden Perrotin bu yıl Johan Creten’in Johan Creten [+]
aşağıdaki heykelini fuara taşımış. 50 bin ila 100 bin euro arası fiyatlardan satılıyor.
Yine Parisin ünlü galerisi Galerie Nathalie Obadia son yılların gözde çağdaş fotoğraf sanatçıcı Valerie Belin Valérie Belin
ve Laure Pouvost’un Laure Prouvost
işlerini sergiliyor.
Templon Galerisi büyük bir alanda 4 sanatçı ile bulunuyor. Bir tanesi ünlü fotoğrafçı Gregory Crewdson (Gregory Crewdson).
Kendisni Geçen yıl Arles Fotoğraf Buluşmalarının onur konuğu olarak izlemiş büyük bir özenle kurduğu setlerde bir fotoğrafı nasıl bir sinema yönetmeni titizliği ile çektiğine şahit olmuştuk. ‘Işık bu kadar mı güzel kullanılır’ dedirten fotoğrafçının bir fotoğrafını buraya alıyoruz.
.
Templon Galerisinin diğer iki sanatçısı Jean-Michel Alberola  ve Valerio Adami. 
Bu sanatçıların diğer eserlerini görmek isterseniz isimlerinin üzerine tıklamanız yeterli.
Paris’e gelip gezemeyenler için buraya online galeri ve sanatçıları gönebilecekleri bir link ekleyeyim. https://www.artparis.com/en/artist/87856  ve https://www.artparis.com/en/artists
Fuarda sadece güncel sanatçıları değil sürrealist sanatçıların eserlerini de görme şansına sahipsiniz. Örneğin aşağıdaki Giorgio Chirico Giorgio de Chirico aniden hoş bir sürpriz olarak önünüze çıkıyor.

Art Paris

Art Paris
https://www.artparis.com
Grand Palais Ephemere adresi; Place Joffre
75007 Paris
Biletler 30 euro dan başlıyor.
Fuar hakkında videolarla bilgilenmek isterseniz; https://www.artparis.com/en/video_stories
Hepinize sanat dolu günler diliyorum

Paris’te bir Paradox Müzesi…

Paris’te bir Paradox Müzesi…

Mehmet Ömür

“APE” Yabancı Basın Mensupları birliği olarak Paris’te Paradox müzesini ziyaret ederek ilginç bir deneyim yaşadık. 4 Mart sabahı saat 11 de Müzenin girişinde  buluştuğumuzda gazeteci arkadaşların çoğu gibi ben de bizi ne gibi serüvenlerin beklediğini bilmiyordum.

Aşağıdaki tanıtım yazısına eşlik eden fotoğraflarla birlikte size de müzeyi gezdirip gördüğüm sürprizleri sizlerle paylaşacağım.

Bu müze geçen yıl 18 mayısta kurulmuş. Optik illüzyonlar ve diğer zihinsel ve görsel hilelerle süslenmiş, sürükleyici ve etkileşimli 1,5 saaatlik bir turun var veı eşi  olmayan bir müze. Gençler Instagram ve TikTok’ta heyecan yaratmak için kullanıyorlar. “Beklenmeyeni bekle.” düşüncesinden yola çıkan bu müze Miami, Oslo, Barselona, Stockholm ve Limasol’dan sonra Pariste açıldı. En gelişmiş ve büyük olan da bu. Tam 1.700 m2’lik bir alana yayılmış durumda. Optik illüzyonlar ve diğer paradokslar beyninizde şimşekler çaktırıyor. Ters çevrilmiş odada, yerçekimi yönü algınızı yok eden tünelde veya vücutları karıştıran kanepede olsun bu müzede sık sık büyük şaşkınlık ve heyecan yaşadık.

Algıların Ötesinde Bir Sanat ve Bilim Serüveni

Paris, dünya üzerindeki en etkileyici şehirlerden biri olarak bilinir ve bu şehrin sanat, kültür ve tarihle dolu sokakları her zaman yeni sürprizlerle doludur. Paris’in kalbinde yer alan Paradox Müzesi ise,  ziyaretçilerine sıra dışı bir deneyim sunarak, algıların ötesine geçmeyi amaçlamış.

Müzenin Felsefesi ve Temelleri

Paradox Müzesi, sadece bir sanat galerisi ya da bilim müzesi değil, aynı zamanda ziyaretçilerin dünya görüşlerini zorlayan ve onları farklı düşünmeye teşvik eden bir yer. 90’dan fazla gösteri  ile müze, algı ve gerçeklik arasındaki çizgiyi bulanıklaştırırken, aynı zamanda ziyaretçilere mantık ve sezgilerini sınama fırsatı sunuyor.

Sergilerin Detayları ve Etkileşimleri

Her bir sergi, ziyaretçileri farklı bir düşünce yolculuğuna çıkarıyor. Örneğin, Ters Oda, ziyaretçilerin yerçekimi ve oriyantasyon algılarıyla oynarken, Paradoks Piyano, ses ve müziğin ilişkisini yeniden tanımlıyor. Bu sergiler, sadece göz aldatmacaları sunmakla kalmıyor, aynı zamanda ziyaretçilerin dünyayı algılama şekillerini değiştiriyor.

Sanat ve Bilim Arasındaki İlişki

Müze, sanat ve bilimi birleştirerek, her iki alanın da birbirini nasıl tamamlayabileceğini gösteriyor. Sanat, bilimin soyut kavramlarını somut ve anlaşılır hale getirirken, bilim de sanatın derinliklerine ışık tutuyor. Bu, müzenin temelinde yatan interdisipliner yaklaşımın bir parçası.

Müze Tasarımı ve Atmosferi

Müze, modern ve minimalist bir tasarıma sahip. Bu tasarım, gösteri ve sergilerin ön planda olmasını sağlarken, aynı zamanda ziyaretçilerin ilginçlikler de diyebileceğimiz değişik fenomen/görngü/olgu/olay farasında rahatça dolaşmasına olanak tanıyor. Her  alan, kendi içinde bir hikaye anlatıyor ve ziyaretçileri farklı bir dünyaya davet ediyor.

Eğitim ve Öğrenme Deneyimi

Müze, eğitim ve öğrenmeyi  önemli ölçüde vurguluyor. Özellikle çocuklar ve gençler için düzenlenen etkinlikler, onlara bilimi ve sanatı eğlenceli bir şekilde öğretmeyi amaçlıyor. Ayrıca, müze yetişkinler için de çeşitli atölye çalışmaları ve konferanslar düzenliyor.

Çocuklar ve Aileler İçin İdeal

Müze, çocukların ve ailelerin ilgisini çeken bir yer. Çocuklar için özel olarak tasarlanmış sergiler, onların yaratıcılıklarını ve meraklarını teşvik ediyor. Aile için yapılmış çeşitli paketler, ailelerin müzeyi çocuklarıyla birlikte keşfetmeleri için uygun bir seçenek sunuyor.

Ziyaretçi Geri Bildirimleri ve Yorumları

Ziyaretçilerin müze hakkında yaptığı yorumlar genellikle olumlu. İnteraktif sergiler, benzersiz fotoğraf fırsatları ve sergilerin etkileşimli doğası, ziyaretçiler tarafından sıkça övülüyor. Müze, her yaştan insan için unutulmaz ve öğretici bir deneyim sunuyor.

Kafe ve Butik: Müze Deneyiminin Tamamılayıcısı

Müze deneyimini tamamlayan kafe ve butik, ziyaretçilere müzenin atmosferini yaşatmaya devam ediyor. Kafede sunulan lezzetler ve butikteki hediyelik eşyalar, müzenin tematik yapısını yansıtıyor ve ziyaretçilere müze deneyimini hatırlatacak anılar sunuyor.

Erişilebilirlik ve Ulaşım Kolaylığı

Müzenin Paris şehir merkezindeki konumu, ulaşım açısından oldukça elverişli. Toplu taşıma seçenekleri ve çevredeki otoparklar, ziyaretçilere kolay erişim imkanı sunuyor.

Bilet Fiyatları ve Ziyaret Saatleri.

Paradox Müzesi, ziyaretçilerine sıradan bir müze ziyaretinin ötesinde bir deneyim sunuyor. Ziyaretçiler, sadece eğlenceli vakit geçirmekle kalmıyor, aynı zamanda düşünmeye ve öğrenmeye teşvik ediliyor. Müze, Paris’te sanat ve bilimin kesiştiği bir nokta olarak öne çıkıyor ve ziyaretçilere unutulmaz anlar geçirtiyor.Biz de çok eğlenceli vakit geçirdik. Komik durumlara düştük, fotoğraf çektirdik, selfi çektik.

Müze her gün açık olup, hafta içi açılış saatleri sabah 10’dan akşam 8’e, cumartesi günleri akşam 9’a kadar devam eder. Bilet fiyatları değişkenlik göstermektedir; yetişkin biletleri €27, çocuklar, öğrenciler, yaşlılar, engelliler ve refakatçileri, iş arayanlar için indirimli bilet fiyatı €22 olarak belirlenmiştir. Ayrıca dört kişilik bir aile paketi €88 karşılığında temin edilebilir. Müze, Paris şehir merkezinde kolaylıkla ulaşılabilir bir konumda, 38 boulevard des Italiens, 75009 Paris adresinde bulunmaktadır.

iyi gezmeler, iyi eğlenceler…   

  

  

  

  

   

Fransanın Yarını.. Jerome Fourquet

 

 

 

Bir Fransız arkadaşım Frederic Chabolle, Fransa’nın son dönemde yaşadığı krizleri daha iyi anlamam için Jerome Fourquet’nin “La France d’Apres” adlı kitabını hediye etti. Kitap, Fransa’nın önde gelen yayınevlerinden Seuil Yayınevi tarafından 2023 yılının Ekim ayında yayımlandı ve ülkenin politik ve sosyoekonomik durumunu grafikler ve istatistiklerle objektif bir şekilde inceliyor.

Kitabın öne çıkan konuları şunlardır:

  1. Fransa’nın Güvenlik Durumu: Fourquet, Fransa’daki sürekli güvenlik endişelerini ve özellikle Yılbaşı gecesi yaşanan araç yakma olaylarını ele alıyor. Bu olayların, kamuoyunda kontrol kaybı ve kamu gücünün çaresizliği algısını güçlendirdiğini belirtiyor.
  2. Kamu Hizmetlerindeki Düşüş: Fransa’daki kamu hizmetlerinin kalitesindeki düşüşe ve hastaneler, okullar gibi kamu hizmetlerinde yaşanan sorunların toplumda karamsarlık ve gerileme hissini artırdığını vurguluyor.
  3. Siyasi ve Yönetim Sorunları: Fourquet, mevcut hükümetin ve özellikle İçişleri Bakanı’nın halkın güvenlikle ilgili endişelerine yeterince yanıt veremediğini tartışıyor ve bir kabine değişikliğinin olası etkilerini değerlendiriyor.
  4. Ulusal Birleşme Partisi ve Politik Algılar: Le Pen’in liderliğindeki Rassemblement National (Ulusal Birleşme Partisi)’nin son yıllarda daha kabul edilebilir hale geldiğini ve anketlere de yansıdığını söylüyor. Partinin imajındaki değişimi ve politik figürlerin halk tarafından algılanma biçimlerini yorumluyor.
  5. Fransa’nın Geleceği ve Nostalji: Fourquet, Fransız toplumunun geçmişe duyduğu nostaljiyi ve bu nostaljinin gerçekçiliğini tartışıyor. Geçmişin bazı değerlerinin korunmasının önemini vurgularken, tam bir geri dönüşün mümkün olmadığını belirtiyor.
  6. Sosyal Çatışma Beklentileri ve Kaçınma Eğilimleri: Fourquet, insanların sosyal çatışmalardan kaçınma nedenlerini ele alıyor. Bu nedenler arasında duygusal rahatlık, ilişkilerin korunması, güvensizlik, kültürel düşünceler ve geçmiş deneyimler yer alıyor. Çatışmadan kaçınmanın her zaman olumsuz olmadığını ancak aşırı kaçınmanın çözülmemiş frustrasyonların birikmesine ve etkisiz iletişime yol açabileceğini belirtiyor.
  7. Bölünmüş Nüfus Yapısı ve “Fransız Takımadası”: Fransa’nın bölünmüş nüfus yapısını ve bunun toplumsal etkilerini inceliyor. Artan antisemitizm ve bazı toplum kesimlerinin yaşadığı bölgeleri terk etme eğilimlerine dikkat çekiyor.
  8. Suç ve Toplumsal Etkileri: Suçların, özellikle şiddet içeren suçların, toplumda güvenlik endişelerini artırdığını, sosyal uzaklaşma ve ayrımcılığa yol açabileceğini ve ekonomik kayıplara neden olabileceğini anlatıyor. Ayrıca, yüksek suç oranlarının adalet sistemine yük getirdiğini, toplumsal korku ve kaygıyı artırdığını ve gençler üzerinde olumsuz etkiler yarattığını belirtiyor.
  9. Fransa’nın Güncel Durumu: 2023 yılında Fransa, politik bölünmeler ve çeşitli iç ve dış olaylarla dolu bir yıl yaşadı. Emmanuel Macron’un yönetimi altında Ukrayna krizi, emeklilik reformuna karşı protestolar, polis şiddeti ve göç politikaları gibi konular ön plana çıktı. 2024’te ise eski eğitim bakanı Gabriel Attal’ın ülkenin en genç ve ilk açık eşcinsel başbakanı olarak atanması ve çiftçi protestolarının devamı gibi olaylar dikkat çekti.

Fransa’nın bu zorlukları, ülkenin politik ve sosyal yapısını etkileyen önemli faktörler olarak kalmaya devam ediyor.

Jerome Fourquet’nin konu ile ilgili öngörüleri ise söyle;

Fourquet Fransa’nın dönüşüm sürecine ve bu sürecin yönetilmesindeki kilit unsurlar önemli olduğunu düşünüyor. Ekonomik, sosyal, çevresel ve kültürel politikaların yanı sıra uluslararası ilişkileri de  önemi buluyor. Bu bağlamda, Fransa’nın gelecekteki başarısının bu çeşitli alanlarda etkili ve kapsamlı politikalar geliştirme yeteneğine bağlı olduğuna inanıyor.

Fransa’nın bu süreçte göz önünde bulundurması gereken bazı önemli noktalar şunlardır:

  1. Yenilikçilik ve Rekabetçilik: Ekonomik politikalar, yenilikçiliği ve teknolojik gelişmeyi teşvik etmeli ve Fransa’nın küresel ekonomide rekabetçi kalmasını sağlamalıdır.
  2. Eğitim ve İşgücü Piyasası: Eğitim sistemi, gençlerin ve mevcut işgücünün değişen ekonomik gerçekliklere uyum sağlamasına yardımcı olacak şekilde geliştirilmelidir.
  3. Sosyal Adalet ve Eşitlik: Ekonomik büyümenin yanı sıra sosyal adaletin ve eşitliğin korunması, toplumun bütün kesimlerinin ihtiyaçlarını karşılayan politikalar gerektirir.
  4. Çevresel Sürdürülebilirlik: İklim değişikliğiyle mücadele ve yeşil teknolojilere yatırım yapmak, gelecek nesiller için sürdürülebilir bir çevre sağlamak açısından hayati öneme sahiptir.
  5. Kültürel Çeşitlilik ve Medya Politikaları: Toplumun çeşitliliğini yansıtan ve farklı seslerin ifade edilmesini teşvik eden politikalar, toplumsal uyumu ve bütünlüğü desteklemelidir.
  6. Uluslararası Diplomasi ve İşbirliği: Fransa’nın küresel sorunlara karşı tutumu ve uluslararası işbirliği çabaları, ülkenin küresel sahnede oynadığı rolü ve uluslararası itibarını belirleyecektir.

Bu faktörler, Fransa’nın hem iç hem de dış politikalarında dengeli ve etkili stratejiler geliştirilmesi için temel oluşturur. Bu stratejiler, Fransa’nın karşı karşıya olduğu meydan okumalarla başa çıkmasına ve gelecekteki fırsatları en iyi şekilde değerlendirmesine yardımcı olacaktır. Fransa’nın bu süreçteki ilerlemesi, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde onun gelecekteki rolünü ve etkisini şekillendirecek önemli bir faktör olarak kalmaya devam edecektir. Bu, modern dünyanın karşı karşıya olduğu genel zorluklar ve fırsatlarla uyumlu bir şekilde ele alınmalıdır.  Bu girişimler Fransa’nın ulusal ve uluslararası alandaki rolü ve etkisi için belirleyici olacaktır.

 

Fotoğraf Fikrinin Doğuşu

Not: Aşağıdakidaki görüntü Nicephore Niepce’in 1827 de çektiği varsayılan Saint Loup de Varenne kasabasındaki evinin penceresinden çektiği “Gras’ya bakış” adlı fotoğraftır. Pozlama süresi bir gün kadar sürmüştür. Daha görünür hale getirilmek üzere Fotoğraf tarihçisi ve fotoğrafçı Helmut Erich Robert Kuno Gernsheim tarafından rötuşlanmıştır. Yukarıdaki görüntü ise yapay zekanın ilk fotoğrafı nasıl gördüğünün sentetik görüntüsüdür.

Fotoğrafın XX. yüzyılda çağdaş bir  görüntü işleme olarak algılanmasının aksine, XIX. yüzyılda bir icat olarak düşünülüyordu. Fotoğraf makinesi ve yöntemleri teknik nesneler olmasına rağmen, bu icadın yayılması, fotoğrafın esasen doğal ve teknik olmayan bir imge olduğu fikriyle paralel gelişti. Bu kavram, Daguerre’nin “doğanın nesnelerinin spontan reproduksiyonu” ve Talbot’un “güneşle boyama” ifadelerinde yansıtılır. Fotoğraf, özellikle portre fotoğrafçılığı ele alındığında, herkesin yapabileceği bir sanat olarak tanımlanır. Bu dururm fotoğrafı kültürel eşitlik ve demokratik bir sanat anlayışına doğru çeker.

Amerika Birleşik Devletleri’nin fotoğrafa bir bakışı vardır.   Bunun dışında fotoğrafın Amerikan düşünce sistemine ciddi bir  etkisi de olmuştur. Zamanla  fotoğraf fikri endüstrileştirmiş ve küreselleştirilerek incelenmiştir. XX. yüzyıl sonlarına doğru sanat ve sanat piyasasının fotoğrafa olan ilgisi artarken, fotoğrafın “sıradanlaştırılma” sürecine de girdiği dikkatleri çekmiştir. Bu süreç, özellikle 2000’lerde gelişmiş ve antika fotoğraflar çok yüksek fiyatlara satılmaya başlamıştır.

Fotoğraf fikrinin XX. yüzyılda nasıl evrildiği önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Fotoğrafın “sanat olmayan sanat, herkes için sanat” fikri, Pierre Bourdieu ve diğerleri tarafından ele alınırken, Alfred Stieglitz gibi sanatçıların bakış açısından fotoğrafın ifade biçimi olarak kabul edilmesi de dikkate alınmalıdır. Fotoğrafın postmodern dönemde artık  estetik bir uygulama olarak anlaşılmaktadır.

Fotoğrafın dijitalleşmesi ve internetin yaygınlaşması ile fotoğraf ve görsel sanat arasındaki ilişkinin iyice değişmiştir. Fotoğrafın görsel kültür içindeki yeri sürekli genişlemiştir.

Fotoğrafın tarihi bir belge olarak kullanımı ve bu alandaki gelişmeler de çok önemlidir. Fotoğrafın tarihsel anlamda sahip olduğu önem ve bu alandaki araştırmaların yönü, özellikle internet ve dijital teknolojilerin yaygınlaşmasıyla değişmiş ve genişlemiştir. Bu yazı dizimizde fotoğrafın tarihsel, kültürel ve estetik anlamdaki önemini ve evrimini detaylı bir şekilde inceleyeceğiz. Fotoğraf fikrinin toplumsal ve sanatsal açıdan nasıl bir dönüşüm geçirdiğini de inceleyeceğiz. Bunu yaparken özellikle François Brunet’nin PUF yayınlarından 2012 yılında yayınlanan ‘Fotoğraf fikrinin doğuşu’ adlı kitaptan yararlanacağız.

Fotoğrafçılığın yaygınlaşması, daha altta yatan ve en büyük ilgiyi hak eden bir değişimle birlikte geldi. Fotoğrafçılığın iki yüzüncü yıldönümüne, Niépce’nin deneylerinde hangi tarihin önemli sayılacağına dair tereddütler var. 2016 da Saint Loup la Varenne’e ışıkla ilgili deneyler yapmak üzere yerleşiyor ve çalışmaya başlıyor acaba fotoğraf fkrinin doğum tarihi olarak  bu tarihi mi almalıyız.  Yoksa  2027 yi mi?  2027  yaklaşırken, fotoğraf imgesinin, tuzakları ve sahte prestijleri ne olursa olsun, Georges Didi-Huberman’ın ifadesiyle “her şeye rağmen” çağdaş tarihin vazgeçilmez bir “gözü” olduğu fikri giderek daha fazla kabul görüyor. Bu fikir yeni değil, çünkü bu, yirminci yüzyılın başından itibaren özellikle Büyük Britanya, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa’daki fotoğraf tarihçileri tarafından ifade edildi. Walter Benjamin’in makalelerinde (https://mehmetomur.net/blog/2018/03/12/walter-benjamin-fotograf-felsefesinde-bir-mihengi-tasi/), Gisèle Freund’un tezinde ve 1938’de Amerikalı kimyager Robert Taft tarafından yayınlanan Amerika’nın büyük fotoğraf tarihinde buna benzer ‘tarihin gözü’ olarak güçlü bir şekilde  ifade edilmektedir. Zamanın izlerini taşıyan bir kalay levha üzerinde Billy the Kid’in imgesini muhafaza ettiği düşünülen bir eserin, Alois Riegl’in ifadesiyle “eski zaman değeri”nin tarihsel değeri nasıl artırdığını göstermesi, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde fotoğraf tarihinin, Cumhuriyetin tarihinden bir bölümünü kapsayan bir kronolojiye sahip olması açısından önemlidir.

Fotoğraf imgesi, tarihsel bir belge olarak bu “doğal” kullanım da, fotoğraf fikrinin işlenişini yeniden anlamak için incelenmesi gereken kendi tarihine sahiptir. Kuşkusuz, birçok yazarın vurguladığı gibi, “endemik referans yanılsaması”nın matrisini çözümlemekle ilgilenebiliriz, çünkü bir imge, bize gösterdiklerinden çok sakladıklarıyla da sık sık karşımıza çıkar ve bize   tarihle ilgili bir çok bilgiler verir. Oysa Paul Valéry tarihin veya tarihin “pozitif ifadesi”nin “görülen şeylere”, yani fotoğraflanabilir şeylere “ayrıştırılabilir” olduğu fikrini destekleyebilir misiniz bilemem. Taft, 1938’de okuyucularını ailelerinin, şehirlerinin veya işletmelerinin tarihini bulmak  için eski fotoğrafları toplamaya davet etmiştir.  Fotoğraf yoluyla tarih yapma, büyük olayların tarihiyle sınırlı kalmayıp, her ailenin çekmecelerinde solmuş malzemeleri bulunan herkes için bir sanat olarak da düşünülebilir. Fotoğraf fikrinin bu yeni anlamları, fotoğrafçılık yoluyla tarihi popüler bir şekilde yapmanın, belge-imge kavramına yeni bir kategori eklemesi, olay-imge kategorisi de önemlidir. Yirminci yüzyılda bir imgenin, veya genel olarak fotoğraf ortamının  “etkisi” hatta “darbesi” olarak adlandırılan şey, gazetecilik ve tarih yazımında önemli bir tema haline gelmiştir. Yaklaşık 1960’tan itibaren “medyanın gücü” eleştirisine bağlı olarak, bu tema yirminci yüzyılın sonunda modernitenin büyük anlatılarından biri haline gelecek, elbette ikonosentrik ve sıklıkla “popüler” bir anlatı olacak, ama en azından 11 Eylül 2001’den bu yana tarihin hayal gücünde merkezi bir yere sahip olacaktır. Görsel sanatın bir parçası olarak fotoğrafçılığın metamorfozundan çok, fotoğraf fikrinin tarih fikrine dönüşümü, yakın bir gelecekte yeniden ele alınması gereken bir konudur.

 

Eğer yazının burasına kadar sıkılmadan geldi iseniz o zaman 7-10 Kasım 2024 tarihleri arasındaki dünyanın en önemli fotoğraf olaylarından biri olan Paris Photo fuarı sırasında yapacağımız Nicephore Niepce’in Saint Loup La Varenne’deki müzesine yapacağımız fotoğrafın bulunuşuna saygı duruşu gezimizin programına da bakmak isteyebilirsiniz.

Paris Photokopyası

Dünyayı düz yazan ressam; Jean Helion…

 

Şa aralar Paris’e ilk baharın gelişiyle birlikte yeni sergiler de gelmeye başladı. Adını çok iyi bildiğimiz sanatçıların yanında daha az duyduğumuz hatta hiç duymadığımız sanatçıların sergileri açılmaya başladı. Bunlardan bir tanesi de Jean Helion. Bilenler biliyorlardır. Ben bilmiyordum. Mea Culpa. Artık bildiğim için daha mutlu yaşayabilirim. Jean Helion’un serisi Paris Modern sanat Müzesinde 22 Marttan !8 ağustos 2024 e kadar devam edecek. İlginç bir sanatçı. Sağlam alt yapısı var. Nereden biliyorsun derseniz Müze girişindeki dokumenter filminden öğrendim. Hem dünya görüşü hem sanat görüşü oturmuş. Nede olsa savaşa katılmış, esir düşmüş kaçmayı başarmış. Kaç kişinin başına gelir ki?

Neyse biz biraz kendisini tanıyalım. Aşağıya hatta en aşağıya da sergiden bir kaç fotoğraf ekleyelim;

.

Jean Hélion, 20. yüzyılın ihiş çıkışlarını yansıtan ve etkileyen eserleriyle modern sanat tarihinde  özgün ve gizemli bir ressam olarak kendine yer açmıştır. 1904 yılında Normandiya’da doğan Hélion, başlangıçta Paris’te mimarlık eğitimi almış, ardından hızla sanat dünyasına girmiştir.  Geometrik soyutlama hareketine damgasını vurmuştur. Kariyeri boyunca  döneminin değişimlerini yansıtmış ve sürekli bir  evrimle ilerlemiştir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransa’ya döndüğünde, Figüratif  sanatın takipçileri tarafından takdir edilmiştir. Gilles Aillaud veya Eduardo Arroyo gibi sanatçılar tarafından dekleklenmiştir.  Ancak eserleri genel olarak halk tarafından nispeten az bilinir, bu da onun kalibresindeki bir sanatçı için çok büyük bir paradokstur.

Dünya Savaşları, sanatını ve vizyonunu derinden etkilemiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında, Hélion sanat kariyerine ara verip Fransız ordusuna katılmıştır. Esaretini ve  kaçışını “They Shall Not Have Me” adlı eserinde anlatmış, bu da onun sanatında daha kişisel ve duygusal  yönüün ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Savaştan sonra, Paris sanat yaşamına yeniden girmesi  zor olmuştur.  Hélion çeşitli stiller ve konuları ele alarak bazı yenilikler yapmıştır. Sonraki çalışmaları, “Nu renversé” (1946) ve “Le Grand Brabant” (1957) gibi eserleri, gerçekçilik ve soyutlama arasında gidip gelen, sürekli arayış içinde olan bir sanatçıyı göstermektedir. Paris, sokakları ve günlük yaşamıyla, Hélion’a dünyayı gerçekçi görmeye göstermeye çalışmış ve şu sırada izlediğimiz “Dünyanın düz yazısı”  adlı retrospektif sergisi ortaya çıkmıştır.

Marcel Duchamp, Piet Mondrian ve Calder gibi diğer çağdaş sanatçılarla işbirlikleri, onun stilinin gelişiminde büyük bir rol oynamıştır. Bu etkileşimler, Hélion’un Art Concret grubu ve Abstraction-Création kolektifi gibi modern sanatın gelişmelerin katkı veren grupların içinde yer almıştır. 1929’da başlayıp 1984’e kadar süren Carnets (Not defterleri), onun sanat pratikleri üzerine keskin bir bakış açısını gösterir. Zamanının yazarları ve entelektüelleriyle çok sıkı bağlar kurmuştur.

“Jean Hélion, La prose du monde” sergisi, onun eserlerinin kronolojik bir sergilenmesidir.  103 tablo ve 50 çizim dahil olmak üzere 150’den fazla parça izlenmektedir. Büyük kurumlardan ve özel koleksiyonlardan gelen bu eserler, onun sanatının genişliği ve derinliği hakkında önemli bir bakış açısı sunmaktadır.

Sonuç olarak, Hélion’un eseri, insan düşünce ve deneyiminin karmaşıklığını yakalama arayışını yansıtmaktadır. Jean Helion  figürasyon ve soyutlama arasında gidip gelen bir yapı göstermektedir. Tabloları, tekrar eden temalar ve sembolizmalarla doludur.  Resimlerinde bir taraftan hiciv ve diğer taraftan ciddiyet görülmektedir. Helion, rüya ve gerçeklik arasında gidip gelmektedir. Görme yetisini yavaş yavaş kaybetse de, son yıllarında bile  hayatı boyunca onu etkileyen motifleri bir araya getirmeye devam etmiştir.

Şöyle bir özet düşelim buraya;

Jean Hélion’un (1904-1987) bu sergisi Paris’teki Musée d’Art moderne’de 22 Mart – 18 Ağustos 2024 tarihleri arasında düzenlenen retrospektif sergisi. Sergi, 1930’ların önde gelen soyut sanatçısı ve savaş sonrası figürasyonun önemli bir ismi olan Hélion’un sanatını bu büyük retrospektif sergi ile Parislilerle paylaşıyor.

Sergi Hélion’un soyuttan figüratif tarza geçişini ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. Başlangıçta neoplastisizmden ve Mondrian gibi sanatçılardan etkilenen Hélion, daha sonra geometrik ve biyomorfik şekilleri birleştiren daha esnek formlar keşfetmiş.

Hélion’un çalışmaları 1939 yılına doğru giderek daha figüratif bir hal almış, soyut şekiller kullanarak tanınabilir insan formları oluşturmuş. Bu süreç, sanatındaki soyutlama ve figürasyon arasındaki etkileşimi vurgulamaktadır.

Yine bu sergiden anladığımız  Hélion’un çok disiplinli yaklaşımını vurgulayarak ve edebiyat ve şiirle olan bağlantılarını öne çıkarıyor. Francis Ponge ve Raymond Queneau gibi yazarlarla etkileşimleri, sanatsal ifadesini zenginleştirmiş.

Hélion’un eserleri temelinde çeşitli eğitim yolları ve aktiviteler sunuyor. Kompozisyonda denge, sanatta günlük nesnelerin rolü ve kentsel yaşam sahneleri ile tiyatrosallık arasındaki ilişkiyi gözler önüne seriyor.

Sergi Hélion’un çağdaş sanata olan etkisi ve modern sanat tarihindeki özel konumu üzerine tartışmaya yol açıyor ve onun sanata olan katkısını anlamamız için zengin bir kaynak oluşturuyor.

 

 

Moda Fotoğrafında önemli bir isim; Paolo Roversi..

Güneşli ama soğuk bir Mart haftasında, modaya adanmış Galliera Müzesi’nde ünlü İtalyan moda fotoğrafçısı Paolo Roversi’nin yeni açılan sergisini gezdim. Paris’in sürekli moda sergilerine ev sahipliği yapması şaşırtıcı değil. Eva Von Herpen’den sonra, Paolo Roversi ile gözlerimiz ve gönüllerimiz bayram ettiğimizi söyleyebiliriz.

1947 doğumlu Paolo Roversi, 1973’te İtalya’dan Paris’e göç etmiş. Basitçe ifade etmek gerekirse, moda fotoğrafçılığına gönülden bağlandı. 1980’de Polaroid ile tanıştı ve bu cihazın anlık fotoğraf çekme özelliğini yeni boyutlara taşıdı. Kurallardan sıyrılarak kendi özgürlük alanını yaratan Roversi, stüdyo seçimi ve büyük formatlı kamera kullanımıyla, zaman ve ışığa olan yaklaşımında moda dünyasının geleneklerine meydan okudu. 19. yüzyıl fotoğrafçılık tekniklerine yönelerek “Ben bir zanaatkarım” diyerek iddiasını ortaya koydu. 2008’de, hemen hemen tüm fotoğrafçılar gibi, dijitale geçiş yapmak zorunda kaldı.

En prestijli moda tasarımcılarıyla iş birliği yapan Roversi, sanki onların bestelerini yorumlar  gibi çalışmış. Comme des Garçons, Yohji Yamamoto, Romeo Gigli, Dior gibi isimler hep onunla çalıştılar. Giysilerin ve silüetlerin ötesine geçerek bedenleri, yüzleri, bakışları ve uyandırdıkları duyguları fotoğrafladı. Paolo’nun çektiği ilk fotoğraf, özel bir gece için hazırlanmış elbisesiyle baloya giden 18 yaşındaki kız kardeşinin fotoğrafıydı. Zerafet ve samimiyet, moda ve portre, Roversi’nin daima sadık kaldığı temalardır. Güzelliği her bir karesine işlemekten asla vazgeçmedi.

Paris’teki bu ilk sergisinde, Palais Galliera’yı adeta stüdyosuna dönüştürmüş durumda. 16 Mart’ta açılan sergi, Fransız Milli Bayramı olan 14 Temmuz’a kadar devam edecek. En önemli 140 fotoğrafını görmek isteyenlerin acele etmelerini öneririm.

Paolo Roversi, yıllar içinde kendi fotoğraf dilini buldu ve geliştirdi. Man Ray (1890-1976) ve Erwin Blumenfeld (1897-1969) gibi stüdyo ve karanlık odalarında deneyler yapan fotoğrafçılara hayranlık duydu. Negatif manipülasyonları ve agrandisörde ışık oyunları, sürrealist fotoğrafçıların çalışmaları ona ilham verdi.

Uzun pozlamalar, bulanık silüetler ve çifte görüntülerle kendi stilini yarattı. Polaroidlerden bazen şans eseri ortaya çıkan fotoğraflar şaşırtıcıydı. Roversi, bu tesadüfleri kastederek, “İşimdeki ilerlemeler ve gelişmeler kazalardan doğdu” demiştir.

Günümüzde Amerikalı tekstil sanatçısı Sheila Hicks ile iş birliği yapıyor. Roversi’yi belki bir sihirbaz olarak kabul edebiliriz; bizi aynanın öteki tarafına gösteriyor.

“Nudi” serisine, 1983’te Vogue Homme için çektiği Inès de La Fressange’nin portresiyle başlayan Paolo Roversi, meslek yaşamı boyunca yaratıcı yönünü her zaman göstermiştir. Tasarladığı düzenek, modelin bedenini stereotiplerin ötesine taşır. Modadan çıkarak, modellerinin gerçekliğini yapaylıklardan arındırarak göstermeye çalışır.

Her seferinde benzer yöntemler uygulayan Roversi, tüm modelleri eşit bir platforma taşır. Modeller, doğrudan ve tamamen doğal halleriyle kameraya bakarak ve ayakta poz verirler. Roversi, çıplaklığı utangaçlıkla ama doğal bir şekilde ele alır. Tekniği şu şekildedir; önce dolaylı aydınlatma kullanır, sonra bu fotoğrafın siyah beyaz bir baskısını Polaroid 20×25 ile tekrar fotoğraflar. Bu yöntemle gerçeklikten uzaklaşıp soyutluğa doğru ilerler.

Roversi’nin imgeleri, bedensiz ve neredeyse uzaydan gelmiş gibi dururken, her zaman güçlü ve benzersiz kadın figürleri ortaya çıkarır. Fotoğrafçılık tarihiyle yakından ilgilenen Roversi, XIX. yüzyılın fotoğraf ustalarından, özellikle Félix Tournachon olarak da bilinen Nadar’ın (1820-1910) izinden gider.

Stüdyoda basit bir fon tercih eder, rahatsız edici her şeyi ortadan kaldırır. Stüdyo onun için sadece bir çalışma alanı değil, aynı zamanda bir sığınak görevi görür.

Genellikle büyük format kamera kullanır ve uzun pozlamalarla yavaş ve sabırlı bir çalışma sürecini tercih eder. Roversi’nin çalışma araçlarına olan sadakati, 2002’de “Studio” adlı seride fotoğraflanan kameraları, objektifleri, lambaları, arka fonları ve tabureleriyle ortaya çıkar.

Stüdyosunu sadece bir çalışma alanından daha fazlası olarak görür. O, aynı zamanda bir geçiş ve buluşma yeridir, canlı bir alandır.

Paolo Roversi için her fotoğraf bir portredir. Stüdyosunda mümkün olduğunca az sayıda kişiyle çalışır. Çekimler sessiz ve samimi bir ortamda, dekor veya aksesuarsız gerçekleşir. Konu, onun için dünyanın merkezine dönüşür. Roversi, modellerin geleneksel pozlarından vazgeçmelerini ve kendilerini ona bırakmalarını sağlar. Kameranın arkasında değil, yanında durarak, modelle doğrudan göz teması kurar ve vizör aracılığıyla değil, doğrudan iletişimle çalışır. Modelin katılımı, görüntülerin yaratılma sürecinin bir parçasıdır.

Gün ışığında, uzun pozlamalarla çektiği portreleri yoğun bir ifade taşır. Modeller, sadelikleriyle mekanı doldurur, ancak başka bir boyuttan gelmiş gibi görünürler. “Uzun bir poz süresi, ruhun yüzeye çıkmasına zaman tanır” der ve bu, işindeki en temel felsefesi haline gelir.

Paolo Roversi, fotoğrafçılığının derinliklerine inerek, sürekli yeni yollar arar, kendi benzersiz görsel dilini yaratır ve yeniler. Fotoğraflarında ruhun derinliklerine dokunma çabası ve tesadüflere yer verme isteği, onun eserlerinde her zaman hissedilir. Bu sayede, modellerinin özünü ve karakterlerini ortaya çıkarmayı başarır.

Roversi, sadece görsel estetiğe odaklanmakla kalmaz, aynı zamanda fotoğraflarının arkasındaki hikayelere ve modellerin ifadelerine de büyük önem verir. Bu yaklaşımı, onun fotoğraflarını sadece göze hitap eden görüntülerden daha fazlası yapar.

Özetle, Paolo Roversi moda fotoğrafçılığı dünyasında kendine özgü bir yer edinmiştir. Onun eserleri, yalnızca moda endüstrisinde değil, aynı zamanda fotoğraf sanatının genel tarihinde de önemli bir konuma sahiptir. Yaratıcı vizyonu ve teknik becerisi, gelecek nesiller için ilham kaynağı olmaya devam edecek gibi görünmektedir.

Paolo Roversi, fotoğrafçılıkta derinlere inerek, sürekli yeni yollar aramaya, kendi benzersiz görsel dilini yaratmaya ve yenilemeye devam ediyor. Fotoğraflarındaki ruhun derinliklerine dokunma çabası ve tesadüflere yer verme isteği, her zaman hissediliyor. Bu sayede, modellerinin özünü ve karakterlerini ortaya çıkarmayı başarıyor. Roversi, sadece görsel estetiğe odaklanmakla kalmıyor, aynı zamanda fotoğraflarının arkasındaki hikayelere ve modellerin ifadelerine de önem veriyor. Bu yaklaşım, onun fotoğraflarını sıradan görsellerden daha anlamlı kılıyor.

Sonuç olarak, Paolo Roversi, moda fotoğrafçılığı alanında kendine has bir yer edinmiş bir sanatçıdır. Onun eserleri, sadece moda endüstrisinde değil, fotoğraf sanatının genel tarihinde de önemli bir yere sahip olacaktır. Yaratıcı vizyonu ve teknik ustalığı, gelecek nesiller için ilham kaynağı olmaya devam edecek gibi duruyor.

Biraz daha Yapay Zeka..

 

Yapay Zeka ile yatar yapay zeka ile kalkar olduk. Bu pazar günü biraz daha yapay zeka ile uğraşıp sonra yapay zeka tarafından yapılmış bir film seyrederek günümü ghüzelleştirmeye niyetlendim.

Bugün, filmlerde, kitaplarda, gazetelerde ve tabii ki internet üzerinde her yerde karşımıza yapay zeka çıkmaktadır. Görüntü üretmede, yazıların düzeltilmesinde, video üretiminde, robotlarda, sürücüsüz araçlarda, dronlarda, tıbbi ekipmanlarda, çevrimiçi satış sitelerinde ve günlük hayatımızı çeşitli şekillerde etkileyebilecek her türlü teknolojide yapay zeka yer almaktadır. Bu konuda yazan çizenler sürekli  bizi YZ hakkında (daha doğru veya yanlış) bilgilerle bombardımana tutuyorlar. Bazılarına göre YZ, ilginç küçük teknolojik başarılar yaratırken, diğerlerine göre insanlığın hayatta kalması için ciddi bir tehdit olabilir. Gerçekle sadece hayal ürünü olanı ayırt etmede zorlanıyor muyuz? YZ etrafındaki bu çılgınlık büyük ölçüde bilim insanları, girişimciler ve diğer profesyoneller tarafından beslenen aşırı ve gerçekçi olmayan beklentilerin sonucudur. Eğer bu teknoloji hakkında hiçbir şey bilmiyormuş gibi hissediyorsanız ve bu teknoloji günlük hayatınızın ayrılmaz bir parçası gibi görünüyorsa bu konuda biraz okumanız uygun olabilir.

Medyaya baktığınızda, çoğu zaman en faydalı teknolojilerin bir o kadar da  sıkıcı olduğunu fark edersiniz.  YZ de böyledir: o kadar yaygın hale geldi ki artık sıradanlaşmaya başladı.  Siz de belki farkında olmadan, çok sıradan olduğu için, bir şekilde kullanıyorsunuz. YZ’nin bu çok gerçek ve hayati kullanımlarına dikkati etmek gerekmekte olduğunu hissediyouz artık. Evdeki sıcaklığı ayarlamak için kullanılan küçük bir termostat, kendi başına bir şey idafe etmeyebilir, ama yapay zekanın  pratik bir uygulamasıdır.

YZ uygulamalarının karşılaştığı sınırlar hakkında daki  gerçekler nelerdir. YZ’nin asla üstlenemeyeceği bazı temel işler  vardır. Ancak insanın her zaman önemli olaca konusu tartışmasızdır. YZ , insanların hiç düşünmediğiniz alanlarda mükemmel olmasını sağlayacak bir  şeydir.  YZ dan yararlanmak önemlidir ama YZ çağıda  insanın daha da önemli hale geldiği söylenebilir.

Bu konuya ciddi bir şekilde devam etmeye niyetliyim. Bekleyeşlim görelim.

Teknoloji ve Beyin; Daha çok okumalıyız!

Dijital teknoloji kullanımı, bilişsel kapasitemizi düşürebilir. Akıllı telefonlar ve kulaklıklarımızla adeta yarı insan yarı robot haline geliyoruz. Neuralink’in piyasaya sürdüğü Telepathy adlı beyin çipi, Elon Musk’ın kurduğu bu startup’ın önemli bir başarısıdır. Bu cihazı kullanan bir kişi, düşünceleriyle bir bilgisayar faresini kontrol edebiliyor. Acaba teknolojik bağlılığımız yüzünden bilişsel yeteneklerimizin bir kısmını yitiriyor olabilir miyiz?

“Bir teknolojiye güvenmeye başladığımızda, o teknolojiyle ilgili yeteneğimizi kaybetme riskimiz var.” diye düşünenler var. Örneğin, Raphaël Gaillard, Paris Üniversitesi’nde Psikiyatri profesörü ve “Kafaya Balta Darbesi” kitabının yazarı, bu görüşü savunuyor. Gaillard, “Artırılmış İnsan, Beyinlerimizin Geleceği” adlı kitabında dijital amneziyi, “Google etkisi” olarak tanımlıyor. Harvard’da yapılan bir araştırma, bilginin saklandığını bilen beyinlerin, bu bilgiyi daha kolay unuttuğunu ortaya koydu. Bu durum, bilgiyi kaybetme riski olan öğrencilerin hatırlama yeteneklerinin daha güçlü olduğunu gösteriyor. Gaillard’a göre, bu, “Google etkisi”ne işaret ediyor ve diğer bellek yeteneklerimizin de teknoloji bağımlılığından etkilenebileceğini düşündürüyor.

2016’da gözlemlenen yer çekimi dalgaları, Einstein’ın 1916’daki teorisiyle uyumludur. Ancak, yapay zeka gözlem sonuçlarına dayanarak teoriler yerine sonuçlar üretiyor. Yapay zekaya aşırı bağlılıkla, teorileştirme yeteneğimizi kaybedebiliriz.

GPS’e alışarak yön bulma becerimizi kaybetme riskimiz var. Çocukların ormanda yol bulma yeteneklerini geliştirmek mümkün. Dil çeviri uygulamaları, yeni diller öğrenme gereksinimini azaltabilir. Böylece yabancı dil öğrenmeyle ilişkili bazı beyin bağlantıları işlevsiz hale gelebilir.

Teknolojinin bireysel bazda bazı yeteneklerimizi tamamen kaybettirme ihtimali düşük olsa da mümkün. Yabancı dil öğrenmenin asıl faydası, düşünme şeklimizi şekillendirmektir. Bir çocuğa müzik aleti öğretmek, sadece virtüözlük için değil, beyin üzerindeki olumlu etkiler için önemlidir. Öğrenmeyi bırakırsak, bilişsel yeteneklerimizin bazıları zayıflayabilir.

ChatGPT, milyonlarca sayfa edebiyat metnine erişimle “akıllı” hale gelmiş, yapay sinir ağlarına dayalı bir modeldir. Astronomik miktarda içerikten öğrenerek bağımsız yeni şeyler yaratır. ChatGPT, okumanın beyin üzerindeki etkilerinin bir kanıtıdır. Bu nedenle, teknolojiyle başa çıkmanın önemli yollarından biri okuma olabilir.