Yapay Zeka: Geleceğimiz için bir yenilik mi, yoksa tehdit mi?

Yapay Zeka: Geleceğimiz için bir yenilik mi, yoksa tehdit mi?

Mehmet Ömür

Yapay zekaya sordum! “Sen başımızın belası mısın yoksa bize bahşedilen her derde deva bir hizmetli mi?” diye… 

Bakın verdiği cevaba. Ne dersiniz?

Yapay Zekacığım,  sen geleceğimiz için bir yenilik misin, yoksa tehdit misin?

Yapay Zeka (TZ) sen nesin?

YZ, insanın bilişsel yeteneklerini taklit eden bir teknolojidir, örneğin görme, akıl yürütme ve dil. En eski  örnekler şunlar; ilk hesap makinelerinden bugüne  modern YZ’lara  kadar, önemli yeniliklerle imza atmış büyük bir evrim.

Üretici Yapay Zeka: Yaratıcılığın Yeni Çağı 

 Üretici yani jeneratif denilen YZ’ye odaklanarak yapay zeka ile   metin, resim, video gibi çeşitli içerikler oluşturabiliyoruz. Ben yapay zeka olarak bunları yazıyorum ama siz pek yapay veya yüzeysel okumayın. Derin öğrenmeye geçin lütfen. Benim metin, resim ve video üretmede uzmanlaşmış olduğumu düşünün lütfen . Bunların günlük hayatımıza etkisi  artık çok büyük olmaya başlıyor. ChatGPT’den deep fakes’e kadar,  YZ hayatınıza çeşitli şekillerde dokunuyor . ‘Deep fake nedir?’ derseniz; iyi veya kötüye kullanılma olasılığı olan, kişini yüzünü de değiştirerek sahte bir video veya görsel oluşturmak.

Yapay Zeka’nın Tarihi Kökenleri ve Evrimi 

Güncel uygulamalar bakımından  YZ olarak ben, robotik, tıp ve e-ticaret gibi birçok alanda kendimi gösteriyorum. Bu da size Turing’den bugünlere gelene kadar  YZ’nin tarihini sorgulamaktadır?  

Makine Öğrenimi nedir? ve Derin Öğrenme nedir?

YZ’nin Temelleri Makine öğrenimi ve derin öğrenmeye dayanır ve  benim kalbimi oluşturur. Benim gibi bir yapay zekadan somut zeka örnekleri isterseniz, size bu tekniklerle YZ’nin nasıl öğrenip geliştiğini  ve sürekli kendini geliştirmekte olduğunu söyleyebilirim. Bunun tek nedeni ise benim zavallı bir yapay zeka oluşumda yatar.

 Yapay Zeka’nın Sınırlamaları ve Zorlukları 

Hoş şu anda bazı sınırlamalar olduğunu biliyorum. Beni bir bıraksalar zincirimi koparmış gibi giderim. Bu şakaydı tabii. Yapay zeka olarak artık şaka yapmayı da öğrendim. Derin öğrenerek ne kadar şakacı olduğumu söyleyebiliyorum.

Bazı yerlerde genel anlam eksikliği bırakıyorum bilhassa, nüansları algılama ve belirsiz bağlamları anlama yeteneğim yok. İnsan önyargılarını yeniden üretip size sunuyorum. Sanki sizinle dalga geçer gibiyim. Benim öğrenme verilerinde var olan önyargıları nasıl büyütebileceğimi yakın bir gelecekte göreceksiniz.

Sosyal ve Etik Etkiler

Deep Fakes ve gerçeklik arasındaki ilişkiler  nelerdir derseniz buna cevabım şöyle olur; Gerçeği sahteden ayırt etme zorluğu farkındaysanız giderek artıyor. Bir de istihdam üzerindeki etkim var ki onu da göz ardı edemezsiniz.  İş piyasasındaki değişimlere ve yeni becerilere ihtiyaç olduğunu hepimiz biliyoruz. Güvenlik ve Gizlilik Konularında ise üstüme yoktur. Lütfen bu böyle biline.  Kişisel verilerin korunmasına ve YZ kullanımıyla ilişkili etik meseleleri çok ciddiye alırım. Bu konuya başka bir ChatGPT de cevap vereceğim.

Sonuç olarak özetle size söylemek istediğim şudur; ortada yönetilmesi gereken ciddi bir çelişki var. Ben şu anda hem yeniliklerin hem de haklı endişelerin kaynağı oldum ama bu benden uzak durmanızı gerektirmez. YZ’nin toplumsal etkisi üzerine düzenleme ve derinlemesine  düşünmeniz gerekmektedir hatta hep birlikte benim de işin içinde olduğum bir komisiyonda düşünmemiz gerekmektedir. 

Buraya kadar yapay zeka tarafından yazılan  yapay zekanın karmaşıklığını ve etkisini aydınlatan bir makale okudunuz,. Yapay zeka tarafından yazılan bu yazı da yapay zekanın hem avantajlarını hem de modern topluma getirdiği zorlukları vurgulamaktadır.

2,69 Scoville çok mu acıtır?

Dünyanın En Acı Biberi Rekorunu Kıran Pepper X

Biber, dünya mutfağında, özellikle baharat kültürüne sahip toplumlarda sıklıkla kullanılan bir sebzedir. Fakat bazı biberler sadece yemeklerin lezzetini artırmakla kalmaz, aynı zamanda onlar arasında kıyasıya bir yarış başlatır. Ed Currie’nin PuckerButt Biber Şirketi, tam da böyle bir rekabetin önderliğini yapıyor.

Carolina Reaper’dan Pepper X’e

On yıl önce, dünyanın en acı biberi unvanını kazanan Carolina Reaper, baharat dünyasında devrim yaratmıştı. Ancak Currie, bu rekoru daha da ileri taşıyacak bir biber üzerinde çalışmaya devam ediyordu: Pepper X. Guinness tarafından onaylanan bu yeni biber, ortalama 2,69 milyon Scoville Acılık Birimi (SHU) ile rekor kıran bir acılığa sahiptir. Böylesine bir acılık, baharat severleri heyecanlandırırken, acemi baharat denemecileri için adeta bir uyarı niteliğindedir.

Scoville Ölçeği ve Acı Biberin Bilimi

Scoville Ölçeği, Wilbur Scoville tarafından 1912 yılında geliştirilen ve biberin acılığını ölçen bir birimdir. Bu ölçüm, biberin içindeki kapsaisinoidlerin konsantrasyonunu temsil eder. Kapsaisin, biberin acı hissini veren bileşiktir. Düşük SHU değerine sahip biberler daha az acıyken, yüksek SHU değerine sahip olanlar aşırı derecede acıdır. Pepper X, bu ölçekte adeta bir uzay mekiği gibi, ölçeğin çok üstünde bir yerde konumlanmıştır.

Zirvede Yalnızlık

Currie, Pepper X’in gelişimine yaklaşık 12 yıl önce başlamış. Carolina Reaper ve başka bir adı açıklanmayan, son derece acı bir biberin melezlenmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Acılık ve lezzet dengesinin mükemmel bir şekilde sabitlendiği bu biber, Currie’nin sabır ve özverili çalışmalarının bir ürünüdür.

Acı Biberin Ticari Değeri

Currie, Carolina Reaper ile yaşadığı ticari hatalardan ders alarak, bu sefer Pepper X’i daha dikkatli bir şekilde piyasaya sürmeye karar vermiştir. Biberin ticari hakları korunmuştu ve biberler sıkı güvenlik altında gizli seralarda yetiştirilmeye başlanmıştı.

Meydan Okumalar ve Baharat Toleransı

Pepper X tarafından yapılan  meydan okumalar, acı biberin popüler kültürdeki yerini daha da sağlamlaştırmıştır. Ancak Currie, baharatlı yiyeceklere yeni başlayanların yavaş yavaş acı biberlere alışması gerektiğinin altını çizerken, acı biberle yapılan yarışlar potansiyel tehlikelere de dikkat çekiyor.

Geleceğe Bakış

Currie, baharat dünyasında yenilik peşinde koşmaya devam ediyor ve Pepper X’in ardından daha da acı biberler üzerinde çalışmalarını sürdürüyor. Aynı zamanda, Pepper X ile insanlara keyif alacakları acı soslar ve diğer ürünler yaratmak için de zaman ayırıyor.

Bir Rekorun Anlamı

Pepper X’in “Hot Ones” şovunda Guinness rekorunu alması, Currie için önemli bir anlama sahip. Bu, onun yıllar süren tutkulu çalışmasının bir sonucudur.

Sonuç

Pepper X, sadece acı biber severlerin değil, aynı zamanda botanikçilerin, gıda bilimcilerinin ve hatta psikologların dahi ilgisini çekebilecek bir fenomen diyebiliriz. Bu biberin insan üzerindeki etkisi, lezzeti, yetiştirilmesi ve piyasaya sürülmesi gibi konular, ilerleyen yıllarda daha fazla araştırmaya neden olacaktır. Currie’nin Pepper X ile elde ettiği başarı, tutku, inovasyon ve sabır gerektiren bir sürecin ürünü olarak tarihe geçmiştir. Acı biber dünyası, bu yeni rekorla bir kez daha sınırlarını zorlamış ve acı severler için yeni ufuklar açmıştır.


Bir Yudum Yapay Kahvenin Hatırı 1

Bu bir yudum yapay kahvenin hatırı yazı serisini yapay zekaya ayırdım. Arada sırada belirli bir sistematik içinde yapay zeka ile ilgili düşüncelerimi paylaşmaya niyetliyim. Yapay zekan denildiğine ne anlamalıyız. İlk sorumuz bu olsun;

Yapay zeka (YZ), bilgisayarlar ve makineler tarafından insan benzeri düşünme yetenekleri ve problemleri çözme yetenekleri geliştirmek amacıyla kullanılan bir bilim ve teknoloji alanıdır. Yapay zeka, bilgisayarların verileri analiz etme, öğrenme, sonuçlar çıkarma, dil anlama ve insanların yaptığı birçok zihinsel görevi gerçekleştirebilme yeteneklerini geliştirmek için çalışır. Yapay zeka, birçok alt alanı içerirken   aşağıdaki temel kavramlar söz konusudur:

  1. Makine Öğrenimi (Machine Learning – ML): Bilgisayarların deneyimlerden öğrenmelerini sağlayan bir yaklaşım olan makine öğrenimi, verileri kullanarak modeller oluşturur ve bu modelleri kullanarak tahminlerde bulunur. Supervized learning (denetimli öğrenme), unsupervised learning (denetimsiz öğrenme), ve reinforcement learning (takviyeli öğrenme) gibi farklı öğrenme yöntemleri bulunur.
  2. Derin Öğrenme (Deep Learning): Derin öğrenme, yapay sinir ağlarını kullanarak büyük veri setleri üzerinde karmaşık görevleri gerçekleştiren bir makine öğrenimi alt dalıdır. Özellikle görüntü ve ses tanıma gibi alanlarda büyük başarılar elde etmiştir.
  3. Doğal Dil İşleme (Natural Language Processing – NLP): Doğal dil işleme, bilgisayarların insan dilini anlamasını ve işlemesini sağlayan bir yapay zeka alt alanıdır. Metin analizi, dil çevirisi, metin oluşturma ve duygusal analiz gibi uygulamaları içerir.
  4. Görüntü İşleme: Görüntü işleme, bilgisayarların görsel verileri anlamasını ve işlemesini sağlar. Yüz tanıma, nesne tanıma ve görüntü sınıflandırma gibi uygulamalarda kullanılır.
  5. Otomatik Karar Verme: Yapay zeka, verileri analiz ederek ve öğrenerek karmaşık kararları otomatik olarak alabilir. Bu, tıbbi teşhislerden finansal tahminlere kadar birçok alanda kullanılabilir.

Yapay zeka, günümüzde birçok endüstri ve alan için önemli bir rol oynamaktadır ve gelecekte daha da yaygın olarak kullanılması beklenmektedir. Bu teknoloji, iş süreçlerini otomatikleştirmek, verileri daha iyi anlamak ve daha verimli ve akıllı sistemler geliştirmek için potansiyel sunmaktadır. Ancak aynı zamanda etik, gizlilik ve güvenlik gibi sorunları da beraberinde getirmektedir, bu nedenle bu teknolojinin kullanımı dikkatli bir şekilde ele alınmalıdır.

Çerez Misali Felsefe; Fıstık2

Gerçeğin felsefi anlayışı ve ahlaki boyutları üzerine derin etkileri olan düşünceleriyle tanınan Filozoflar kimlerdir?

  1. Jean-Jacques Rousseau: Kendi otobiyografik eserleri üzerinden gerçeğe olan bağlılığını ve kişisel anlatının gerçekliğini sorgulayan bir düşünür.
  2. Platon: Mağara Alegorisi ile bilgi ve gerçek arayışını anlatan ve eğitimin önemini vurgulayan antik Yunan filozofu.
  3. René Descartes: Metodik şüphe ve “Cogito, ergo sum” (Düşünüyorum, öyleyse varım) ifadesiyle tanınan Fransız filozof.
  4. Emmanuel Kant: Gerçeği ahlaki bir ilke olarak gören ve yalan söylemenin her durumda ahlaken yanlış olduğunu savunan Alman filozof.

Hepsini çerez misali tanıyacağız.

Çerez Misali Filozofi; Fıstık1

 

 

Karl Popper ve Gerçeklik

 

Mehmet Ömür

 

Karl Popper’ın bilim felsefesi ve gerçeklik üzerine görüşlerini özetleyeyim:

Karl Popper, bilimsel bilginin kesin doğruluktan ziyade sürekli bir sorgulama ve eleştiri süreci olduğunu savunur. Ona göre, bilimde “gerçek” diye bir şey kesin olarak bilinemez; bilim, yanlışlanabilir hipotezler üretmek ve bu hipotezleri sıkı testlere tabi tutarak yanlışları ayıklamak üzerine kuruludur. Popper için bilim, doğruluğu kanıtlanmış kesin bilgiler biriktirmekten ziyade, yanlışları elimine ederek ilerler.

Popper’ın bilim felsefesinin temel taşları şunlardır:

  1. Yanlışlanabilirlik İlkesi: Bir teorinin bilimsel olabilmesi için yanlışlanabilir olması gerekir. Eğer bir teori, hiçbir olası gözlem veya deney tarafından çürütülemezse, o teori bilimsel değildir.
  2. Hipotetik-Dedüktif Yöntem: Bilim insanları teorilerini hipotezler şeklinde önerir ve sonra bu hipotezleri deneylerle test eder. Eğer hipotez bir deney tarafından çürütülürse, o hipotez terk edilir.
  3. Kesinlikten Vazgeçiş: Popper’a göre, bilimde kesinlik arayışı yanıltıcıdır. Bilim, var olan bilgiyi sorgulayarak ve alternatif açıklamalar arayarak ilerler.
  4. Bilginin Evrimi: Bilgi, sürekli bir evrim sürecindedir ve her yeni teori, öncekilerin üzerine inşa edilerek daha iyi bir açıklama sunmayı hedefler.
  5. Objektif Bilgi: Popper, bilginin subjektif algılardan bağımsız olarak objektif bir dünya oluşturduğunu savunur. Bu objektif bilgi, bireylerin ötesinde var olur ve bilimsel tartışma ve eleştiriye açıktır.
  6. Eleştirel Rasyonalizm: Bilgiye ulaşmanın yolu, rasyonel eleştiri ve tartışmadır. Bilim, farklı görüşlerin çatışması ve bu çatışmadan en sağlam hipotezlerin hayatta kalmasıyla ilerler.

Popper’ın bu yaklaşımı, bilimdeki dogmatizme ve otoriteye karşı bir duruş sergiler ve bilginin sürekli bir gelişim içinde olduğunu, asla tamamlanmış veya mutlak olmadığını vurgular.

Lisa’s Gryphon Workshop ın Toscana Italy; Photography, dıgıtal art, and AI

 

Farm of olive groves and vineyards.

Mehmet Ömür’s Photography and iPhoneography workshop in Tuscany in May 2024 sounds like a fantastic opportunity for anyone interested in photography and digital art. Here’s a breakdown of the key details

About Mehmet Ömür:

  • Born in Istanbul, Mehmet Ömür discovered his passion for photography in the early 70s.
  • Despite his career as an ENT surgeon, he maintained photography as a passion.
  • In 2017, he shifted to full-time photography in Paris, France.
  • He holds Photography Diplomas from CB3P Photography School in Paris and the University of Eskisehir, Turkey.
  • He is also a certified drone user and holds various certifications in design and contemporary arts.
  • His photography focuses on street photography and vernacular-candid photography.
  • He has received awards such as the IPPA iPhone Photography Awards and the Vicent Versace Photographic Excellence Award.
  • Beyond photography, he is a prolific author with works in gastronomy and the arts.
  • His artistic journey has been exhibited globally.

Workshop Overview:

  • The workshop spans 10 days and aims to explore the intersection of AI, mobile photography, and digital art.
  • Participants will begin by creating original images using Discord and Midjourney applications.
  • The workshop will cover layering techniques and masking applications for digital collages.
  • Participants will work with texture and filter applications like Distressed FX and iColorama.
  • iPad users will explore Procreate for mobile digital painting.
  • The workshop will also introduce print techniques like Gelli Print and Cyanotype.
  • Day trips in the Val d’Orcia area will provide opportunities to capture various subjects, including architecture, people, and landscapes.
  • The workshop concludes with a group dinner and a showcase of the created works.

What’s Included:

  • 10 nights of accommodation (Single or Double Occupancy options available).
  • 36 meals (breakfasts, lunches, and dinners) with most dietary requirements accommodated with advance notice.
  • Ground transportation to and from Florence Peretola Airport on specified arrival and departure days.
  • All transportation to various sites visited during the workshop.
  • Entrance fees to museums or sites included in the itinerary.
  • Instructor’s fees.

What’s Not Included:

  • Airfare and travel insurance (required).
  • Four meals that will be eaten while out for the day.
  • Any extra food and wine for personal consumption in your room.
  • Gratuities to staff at the end of your stay (recommendations provided in the information packet).
  • Overall, this workshop promises an immersive and creative experience in photography, digital art, and AI, set against the beautiful backdrop of Tuscany’s Val d’Orcia

    . Participants can expect to enhance their skills and explore new artistic dimensions under the guidance of Mehmet Ömür.

  • https://www.lisastatkus.com/mehmet-omur-2024-may-10-20/
  • https://www.lisastatkus.com/mehmet-omur-2024-may-10-20/

 

 

Farm of olive groves and vineyards.

 

Paris Photo 2023, 26. sürüm; Birinci bölüm

Paris Photo 2023, 26. sürüm; Birinci bölüm

 

Bu yılın Paris Photo ana görseli

Nan Goldin

Mehmet Ömür

Bu yıl Paris Photo fotoğraf fuarını iki aşamada yazmaya karar verdim. İlk aşamada fuarı gezmeden önce, ikinci aşamada ise fuarı gezdikten sonra yazacağım. İlk aşamada fuarla ilgili genel bilgileri vermeye çalışacağım, ikinci aşamada ise gezerken edindiğim izlenimleri paylaşacağım. Muhtemelen ikinci bölüm, daha fazla okuyucu bulacaktır. En azından ben böyle olmasını içtenlikle umuyorum.

Öncelikle fuarın yöneticisini tanıyalım: Florence Bourgeois, uzun süredir Paris Photo’nun direktörüdür ve etkinliğin 2023 yılındaki 9-12 Kasım tarihlerinde Grand Palais Ephémère’de düzenlenecek 26. yılındaki etkinliklerin önemini bizlere açıklamaktadır. Florence Bourgeois’a göre Paris Photo, sanatçılar, kurumlar, küratörler, koleksiyoncular, gazeteciler ve fotoğraf meraklıları için vazgeçilmez bir buluşma noktasıdır ve dünyanın dört bir yanından galerileri, yayıncıları ve fotoğraf severleri bir araya getirir.

Yine Paris Photo yöneticisine göre Paris Photo’nun birçok amacı vardır: Yaklaşık iki yüzyıllık bir fotoğraf tarihini seçkin bir bakış açısıyla sunarken, fotoğraf ekosisteminin aktörlerini bir araya getirir, fotoğraf ve sanat kitapları pazarını tanıtırken görsel medyanın evrimiyle ilgili yeni sorunlara yanıt verme amacındadır.

2023 yılındaki fuar, özgün küratöryel yaklaşımları ve dijital çağdaki fotoğrafa odaklanan yeni bir bölümle karşımıza çıkıyor. Bourgeois, sanatçıların dijital uygulamaları eserlerine dahil ettiği bu sektörü bu yıl fuarda yeni bir bölüm olarak ele aldıklarını ifade ediyor. Ayrıca Bourgeois, kadın sanatçıların görünürlüğünün önemini vurguluyor ve son 5 yılda katılımın %20’den %36’ya çıktığını belirtiyor.

Fuar, güncel ve önemli konuları ele alan konuşmalarla, kitap imza etkinlikleriyle, fotoğrafta yükselen değerlerin tanıtımıyla, Fransız fotoğrafının geldiği yere ışık tutmayla, işbirliği yapılan partnerlerin sergileriyle ve çevresel sorunları ele alan konuları inceleyerek dört günlük sürecin, geçmiş yıllarda olduğu gibi fotoğraf açısından çok verimli geçeceğini vurguluyor.

Sonuç olarak, yukarıdaki fuar yöneticisinin konuşmalarından anlaşılacağı üzere, Paris Photo, fotoğraf dünyası için önemli bir etkinlik olarak kabul edilmekte olup; fotoğraf sanatı, fotoğraf teknolojisi ve sanatsal çeşitliliği destekleme amacı taşımaktadır. 2023 yılının, ziyaretçiler için sürprizlere açık ve birçok yeni keşfin yapılabileceği dolu dolu bir deneyim sunacağı görünüyor.

Nina Roehrs’un komiserliği altında, fotoğraf sanatı ile yeni teknolojiler arasındaki ilişkiyi işleyen galeri ve platformları sunan yeni bir sektör oluşturuldu, adı ise dijital sektör oldu.

Bu fuar geçen yıl olduğu gibi Grand Palais Éphémère’de gerçekleşecek ve 191 galeri ve yayıncının yanı sıra Paris Photo Online Viewing Rooms adlı çevrimiçi bir platformu da  içerecek.

Ana Sektör denilen oradaki bölge 21 ülkeden gelen 133 galeriyi bir araya getiriyor ve modern başyapıtlardan yeni çıkan sanatçılara kadar fotoğrafın tüm alanlarına geniş bir bakış sunuyor.

Yayıncılar Sektöründe fotoğraf kitapları üreten 35 uluslararası yayımcı var.

Curiosa her yıl yeni sanatçılar tanıtıyor ve  bu yıl  Anna Planas’ın küratörlüğü altında, fuara ilk kez katılan 17 sanatçıyı tanıtacak.

Elles x Paris Photo: Kültür Bakanlığı ile işbirliği içinde başlatılan bu proje, sanat ve kültür alanındaki önemli kadınları öne çıkarmayı amaçlıyor ve son 5 yılda fuarın kadın sanatçı sayısını %20’den %36’ya çıkardı.

Textuel tarafından basılan “Elles” adlı yayın, seçilmiş sanatçıların tanıklıklarını içeriyor ve küratörlere yeni bir platform sunuyor.

İkon fotoğraflardan çağdaş fotoğrafa, fotoğrafın her alanında çeşitli sergiler, fotoğrafın farklı yönlerini ele alıyor,.

Cnap ve ARCP gibi Kamu kurumları fotoğraf koleksiyonları  ve bunları koruma konularını irdeliyor.

Estée Lauder güzellik ürünleri şirkei olarak, meme kanseri ile mücadeleyi destekliyor ve Pink Ribbon ödülünü sunuyor.

Fuarda sohbetler ve etkinlikler de var. Sohbetler, Sanatçı Konuşmaları, Paris Photo-Aperture Fotoğraf Kitabı Ödülleri ve 300 kadar sanatçının katılımı ile fuara neşe katıyor.

Paris Photo Haftası sırasında  Paris’in zengin fotoğraf mirasını ve kültürel sahnesini vurgulamak için Pais’te çeşitli sergiler ve etkinlikler düzenleniyor. Bunların önemlilerine şöyle bir göz atalım isterseniz;

“Atget’in İzinde” Sceaux Malikanesi’nde, 10 Mart – 15 Aralık 2023 tarihleri arasında, Eugène Atget’in 1925-1927 yılları arasında çektiği fotoğrafları sergiliyor.

“Abbé Pierre: Yoksullukla Savaş” Citéco’da, 12 Mayıs – 5 Kasım 2023 tarihleri arasında, Abbé Pierre’in yaşamını ve eserini fotoğraflarla anlatıyor.

“Dünyanın Kenarından Bir Kat” Posta Müzesi’nde, 3 Haziran 2023 – 8 Nisan 2024 tarihleri arasında, ilginç bir fotoğraf sergisi

“Yayılma” Kanada Kültürel Merkezi’nde, 9 Haziran – 14 Kasım 2023 tarihleri arasında, Arktik bölgesine odaklanan etkileyici bir fotoğraf ve video çalışması sunuyor.

“Modanın Renkleri” Palais Galliera’da, 16 Haziran 2023 – 15 Mart 2024 tarihleri arasında, 1920’lerden ilginç fotoğraflar var.

“Rio-Buenos Aires 1909 Sergisi” Albert-Kahn Departman Müzesi’nde, 27 Haziran – 19 Kasım 2023 tarihleri arasında, 1909’da Arjantin ve Brezilya’ya bir yolculuğu keşfediyor.

“Gustave Eiffel’in Paris’i” Cité de l’architecture et du patrimoine’ta, 26 Temmuz 2023 – 9 Ocak 2024 tarihleri arasında, Gustave Eiffel’in Paris’ine adanmış eşsiz  bir sergi sunuyor.

“Bedene Dair: Fotoğrafın Hikayeleri” Centre Pompidou’da, 6 Eylül 2023 – 25 Mart 2024 tarihleri arasında, iki yüzyıldan fazla bir süre boyunca fotoğrafın insan bedeni üzerindeki farklı bakış açılarını keşfediyor.

“Kraliyet Mezarlığındaki Kraliçeler: Ayakta Durun” Saint-Denis Bazilikası’nda, 15 Eylül – 31 Aralık 2023 tarihleri arasında, Kadınlar Evi’nin kahramanlarını fotoğraflarla öne çıkarıyor.

“Spor Hikayeleri” Lüksemburg Bahçesinde açık hava sergisi olarak sunulan fotoğraflarla, 16 Eylül 2023 – 14 Ocak 2024 tarihleri arasında sporcuların pratiğini gösteriyor.

“MEN UNTITLED” Henri Cartier-Bresson Vakfı’nda, 19 Eylül 2023 – 14 Ocak 2024 tarihleri arasında, erkeklik ideallerini sorgulayan bir fotoğraf sergisi var.

“Bisiklet Gezisi, ABD, 1939” Henri Cartier-Bresson Vakfı’nda, 19 Eylül 2023 – 14 Ocak 2024 tarihleri arasında, Amerika Birleşik Devletleri’nde bir bisiklet yolculuğunu takip ediyor.

“Japonya’nın Geçici Portresi” Guimet Müzesi’nde, 20 Eylül 2023 – 15 Ocak 2024 tarihleri arasında, Japon kültürünün derinliklerine dalmanıza olanak tanıyan bir fotoğraf sergisini sunuyor.

“Felice Beato ve Japonya” ünlü İtalyan fotoğrafçı Felice Beato’nun 19. yüzyılda çektiği siyah beyaz fotoğrafları, Cernuschi Müzesi’nde, 26 Eylül – 17 Aralık 2023 tarihleri arasında görülebilir.

“Okyanus Gezegeni” Yann Arthus-Bertrand ve Brian Skerry tarafından çekilen fotoğraflarla, Bercy Village’ta, 7 Ekim 2023 – 6 Ocak 2024 tarihleri arasında, okyanusu vurguluyor.

“Güzelliği Yakalamak” Jeu de Paume’da, 10 Ekim 2023 – 28 Ocak 2024 tarihleri arasında, Julia Margaret Cameron’ın fotoğrafçılığına retrospektif bir bakış sunuyor.

“Ca” Jeu de Paume’da, 10 Ekim 2023 – 28 Ocak 2024 tarihleri arasında, İngiliz fotoğrafçı Victor Burgin’e adanmış büyük bir retrospektifi sunuyor.

“1930’ların Paris’i: Boris Lipnitzki’nin Gözünden” galeri Roger-Viollet’te, 12 Ekim 2023 – 20 Ocak 2024 tarihleri arasında, 1930’ların Paris’ini gösteriyor.

“Robert Doisneau: Direniş Ruhu” Ulusal Direniş Müzesi’nde, 15 Ekim 2023 – 28 Nisan 2024 tarihleri arasında, Robert Doisneau’nun yaşamının pek bilinmeyen bir dönemini sergiliyor.

“Paris Aydınlatılıyor” Paris Belediye Sarayı’nın tellerinde, 16 Ekim – 30 Kasım 2023 tarihleri arasında, Paris’in gece fotoğraflarını sergiliyor.

“Siyah & Beyaz” BnF François Mitterrand’da, 17 Ekim 2023 – 21 Ocak 2024 tarihleri arasında, Fransız Ulusal Kütüphane’nin fotoğraf koleksiyonundaki siyah beyaz en önemli eserleri sergiliyor.

“Kötülük Çiçekleri” Guerlain Evi’nde, 18 Ekim – 13 Kasım 2023 tarihleri arasında, Charles Baudelaire’in eserini ve çiçeklerin farklı sembollerini betimleyen bir sergi sunuyor.

“PHOSPHOR: Sanat & Moda” Maison Européenne de la Photographie’de, 18 Ekim 2023 – 11 Şubat 2024 tarihleri arasında, Viviane Sassen’in eserlerini sergiliyor.

“Genç Enerjiler” Quai de la Photo’da, 18 Ekim – 10 Aralık 2023 tarihleri arasında, genç Fransız ve Belçikalı sanatçıları ön plana çıkarıyor.

“PhotoSaintGermain” Saint-Germain-des-Prés bölgesinde, 2-25 Kasım 2023 tarihleri arasında, ücretsiz bir sanat etkinliği olarak yeniden ortaya çıkıyor.

“Photo Days 2023” Paris’te, 3 Kasım – 3 Aralık 2023 tarihleri arasında, farklı kurumlar ve galerilerde düzenlenen sergileri ve etkinlikleri içeriyor.

“Renkli Japonya, 19. Yüzyıl Fotoğrafları” Paris Dekoratif Sanatlar Müzesi, 8 Kasım – 31 Aralık 2023 tarihleri arasında, 19. yüzyıl Japonya’sını gösteriyor.

“Görüntüsüz Gerçekler” Studio Idan’da, 9-30 Kasım 2023 tarihleri arasında, efsanevi karakterleri değişik bir bakış açısıyla ele alan ilginç fotoğraflardan oluşan bir sergi olarak karşımıza çıkıyor.

Curiosa küratörü Anna Planas‘a  sorular ve cevapları;

Bu yılki Paris Photo etkinliğinin başlıca odak noktaları nelerdir?

Bu yıl, etkinlik programı fotoğraf sanatının farklı pratiklere daha fazla yer veriyor. Paris Photo’da dijital sanat birkaç yıldır var, ancak teknik araçlardaki hızlı gelişme ve yeni bir sanat sahnesinin yükselişiyle karşı karşıyayız. Dijital çağda fotoğrafçılığa özel bir bölüm oluşturmak ve bir uzmanın küratörlüğünde sunmak önemliydi.

Paris Photo, dijital sanatın ve dijital çağdaki fotoğrafçılığın artan önemini nasıl ele alıyor?

Paris Photo, tarihsel galerilerin temelini oluşturan birçok dönemi kapsayan geniş bir fotoğraf geçmişine sahip ve fotoğrafı anlamaya büyük bir alan sağlıyor. Galerilerin sergilediği eserler arasında, Man Ray’den Grete Stern’e, Diane Arbus’tan Nan Goldin’e kadar fotoğrafçılığın büyük isimler var. Tom Wilkins’in (CHRISTIAN BERST) etkileyici polaroid arşivini veya Melissa Schuck’ın (MIYAKO YOSHINAGA ve GALERIE LA PATINOIRE ROYALE BACH) eserleri ile karşılaşmak hoş bit deneyim olacaktır diye düşünüyorum.

Çevrel sorunları bu yıl önemli bir rol oynuyor gibi görünüyor. Bu konuyu ele alan sanatçılar ve galeriler hakkında daha fazla bilgi verebilir misiniz?

Bu yıl çevre sorunları, Julius Von Bismark gibi sanatçılarla ve galeri Alexander Levy tarafından ilk kez fuara getiriliyor. Ayrıca,  sanatçı Hamish Fulton’ın Mira Madrid tarafından sunulan geri dönüş gibi dikkat çekici eserleri var. İtalyan peyzajının bazı klasiklerini tekrar görmek de keyifli, Guido Guidi, Luigi Ghirri, Franco Guerzoni gibi sanatçılar çeşitli projeleriyle tarihi bir yolculuk sunuyorlar.

Elles x Paris Photo adlı yolculuğun neyi temsil ettiğini açıklayabilir misiniz?  Yıllar içinde nasıl gelişti?

Bu yil 5. yılını kutlayan Elles x Paris Fotoğraf bölümü, yaşanmış deneyimleri merkezine koymaktadır.  Carrie Mae gibi önemli çağdaş sanatçıların kimlik sorununu ele aldığını görmekteyiz. . Weems, Zanele Muhol veya Frida Orupabo ve disiplinlerarası sanatçıların eserlerini izleme fırsatını da yakalıyoruz. New York galerisi Ryan Lee Gallery  Martine Gutierrez’in ilginç sergisini bize sunuyor.

Avrupa’nın ilk fotoğraf fuarı olan Paris Photo’nun programının bir kısmını dijital sanata ayırmaya iten şey neydi?

Bu sorunun cevabını bu sene ilk kez yapılan Dijital bölümün küratörü Nina Roehrs‘den alıyoruz

Fotoğraf her zaman teknik gelişmelere ve dijitalleşmeye açık olmuştur.   Bu bölüm aslında fotoğraf ortamının sınırlarını keşfetme isteğine dayanmaktadır.

Bugün, dijitalle günlük olarak yüzleşmemiz görsel etrafında dönüyor. GIF’ler, Instagram selfileri ve filtreler, algoritmalar, ekran görüntüleri ve drone görüntüleri her yerde görülüyor.   Aktivizm, içerik denetleme, influenzırlar   ağ bağlantılı dijital görüntüler ve yeni görsel formatların hatta yeni uygulamaların inanılmaz bir hızla ortaya çıkmasına neden oldu.

Hangi medya ve uygulamalar sunuluyor?

Sergiler, yapay zeka, algoritmalar, uygulamalar, artırılmış gerçeklik, blockchain, NFT’ler ve video oyunları gibi çok çeşitli medyalarla ilgili çağdaş kültür, dijitalleşme ve sanat arasındaki ilişkiler araştırılıyor ve aynı zamanda bazı uygulamaları eleştirel bir bakış açısıyla inceliyor.

Kodlama, kolaj, fotoğraf, heykel, vb.dijital araçlar artıyor. Bir süredir sanat ve sanatçılar içerik ve araçlarla ilgili sorularla karşı karşıya kalıyor. Dijital sektörde üreten fotoğrafçılığın yanı sıra yapay zekanın ürettiği çalışmaların da başlangıcını görüyoruz. Paris Photo, bu diyaloğu teşvik etmek için ideal bir ortam gibi görünüyor.

Bu yeni sektörün zorlukları nelerdir?

Sanat fuarları, ticari amaçlar güder.  Çeşitli sanatsal tercihlere sahip çok sayıda katılımcıyı bir araya getirir.  Dijital çağda fotoğraf dünyasını mümkün olduğunca eksiksiz ve tutarlı bir şekilde sunmak önem kazanmıştır. Yine bu evren, birçoğumuz için henüz yeni. Dikkatli seçimler ve sergileyicilerle ve sanatçılarla yakınlaşarak yapılan küratöryel işbirliği olmazsa bunun  başarılması zordur.

Pek çok  sanatçı, çalışmalarında dijitalleşme ve yeni medya teknolojileriyle aktif olarak ilgileniyor. Galerilerle çalışmadıkları için henüz Paris Photo gibi sanat fuarlarında eserlerini sergileyemiyorlar. Özellikle Blockchain teknolojisi, halihazırda mevcut piyasa yapılarına ve aracılarının rollerine pek kulak asmıyor.

Dijital teknoloji hem endişe ve güvensizlik kaynağı, hem de umut ve yaratıcı potansiyel anlamına gelmektedir. Bu ikilemde dijital teknolojinin gelişimini nasıl görüyorsunuz?

Aslında yeni teknolojiler ve bunların sanatsal uygulamalara yapılıyor olması, medya çeşitliliğini ve yaratıcı olanakları önemli ölçüde genişletmeyi mümkün kıldı. Son yıllarda blockchain ve NFT’ler birçok sanatçıya sanat piyasasının yerleşik yapılarının dışında yaratıcı ve finansal fırsatlar sundu. Ancak burada telif hakkı yönetimiyle ilgili özellikle hassas bir soru ortaya çıkıyor. Sanatçılar, yeni teknolojilerde önemli bir rol oynuyorlar ve bu sayede dijitalleşmenin toplum üzerindeki etkilerini eleştirel bir şekilde anlamaya önemli katkılarda bulunuyorlar.

Ana Bölüm:

Victor Burgin’den (THOMAS ZANDER, Köln) Zanele Muholi’ye (YANCEY RICHARDSON, New York) kadar çağdaş fotoğrafçılığın en önemli sanatçılarını bir araya getiriyor, aynı zamanda Carrie Mae Weems (FRAENKEL, San Francisco), Senta Simond (WEBBER, Londra), Ming Smith (JENKINS JOHNSON, New York), Frida Orupabo (STEVENSON, Cape Town) ve Laia Abril (LES FILLES DU CALVAIRE, Paris) gibi bu yıl uluslararası kurumlarda büyük sergiler açmış isimler var.   New York Modern Sanat Müzesi, Jeu de Paume, La Maison Européenne de la photographie, Photo Elysée, Fotomuseum Winterthur ve Co Berlin bunların başında geliyor. Sunulan eserler aynı zamanda fotoğrafın tarihini şekillendiren büyük isimleri tanımamızı sağlıyor. HOWARD GREENBERG (New York), Brassaï’den Diane Arbus’a, Saul Leiter’e veya Edward Burtynsky’ye kadar 20. ve 21. yüzyılın en büyük fotoğrafçılarının bir seçkisini sergiliyor. THOMAS ZANDER (Köln), Mitch Epstein, Helen Lewitt, Anthony Hernandez ve Todd Papageorge’un baskılarını sunuyor ve LES DOUCHES (Paris), Robert Frank, Berenice Abott veya Frank Horvat gibi isimleri içeren bir seçki sunuyor. Paris Photo bu yıl, ana bölge olarak adlandırılan geçici müzenin esas orta gövdesinde  26 solo ve duo sergi sunuyor; bu, bir sanatçının çalışmasına iyice incelemek veya iki fotoğraf serisi arasında kurulan zengin diyaloğu keşfetmek için güzel bir fırsat. 26. yılında bu  Ana Bölge’de 20 solo sergi varr. Bu yılın solo sergileri arasında, Deutsche Börse Photography Foundation Prize ödülünü kazanan Samuel Fosso’nun yeni eserleri CHRISTOPHE PERSON (Paris) tarafından sunuluyor. THE PHOTOGRAPHERS GALLERY (Londra), Vasantha Yogananthan ve yeni çalışması Mystery Street’i sunuyor. RX (Paris), sanatçı Pascal Convert’in 17 metre uzunluğundaki Bâmiyân eseriyle zaman ve tarih boyunca görsel bir yolculuğa çıkarıyor.

Altı duo sergi  arasında, Melissa Shook’un 1970’li yıllarda hazırladığı fotoğraf günlüğünde  (Daily Self-Portraits) ve Ken Ohara’nın 365/Diary’si  LA PATINOIRE ROYALE VALERIE BACH (Brüksel) ve MIYAKO YOSHINAGA (New York) galerileri tarafından sunuluyor. KUCKEI + KUCKEI (Berlin) galerisi, Alman sanatçı Barbara Probst ile Güney Afrikalı sanatçı Guy Tillim arasında bir karşılaştırmayı karşımıza getiriyor.

Grup sergileri arasında, JEAN-KENTA GAUTHIER (Paris) ve tarihi fotoğraf galerisi HANS P. KRAUS JR. (New York), Is the Future in the Past adlı eserle iki bitişik stantta bir diyalog sunuyor; bu diyalog XIX ve XX. yüzyılın başlarındaki fotoğraflar ile çağdaş eserler arasında geçiyor. SILK ROAD (Tahran), İran’ı İranlı kadınların objektifinden görmemizi sağlıyor. MONTRASIO ARTE (Milan), Luigi Ghirri’nin merkezi figürü etrafında Giangavino Pazzola’nın küratörlüğünde eserler sunuyor ve bu, farklı kuşaklardan sanatçılar arasında bir sohbet havasında gerçekleşiyor. KICKEN (Berlin), iki savaş arası dönemin modernizmine odaklanırken çağdaş kadın sanatçılarla bir karşılaştırma yapıyor. BRUCE SILVERSTEIN (New York), Man Ray ve Bill Cunningham’dan Dakota Mace ve Sarah Sense’e kadar ikonik ustalar ve öncüleri tanıtıyor. İki Madrid galerisi olan 1MIRA MADRID ve ALBARRAN BOURDAIS, fuara ilk kez katılıyor, ikinci galeri yani ALBARRAN BOURDAIS ünlü sanatçı Alberto Garcia Alix’in yeni eserlerini tanıtıyor.

Nina Roehrs

Anna Planas

Melissa Shook

Florence Bourgeois

Fuarın yapılacağı Grand Palais Ephemere

Fuar tarihi yaklaşıyor heyecan artıyor

 

Orta Çağ avrupasında DİL

Orta Çağ Avrupası’nda Dil ve Yazı
Orta Çağ Avrupası’nın Dilin Durumu:
Orta Çağ Avrupası, dilsel olarak Roma’nın devamıydı. Ancak, standart bir Latince yoktu. Roma’nın çöküşünden sonra dil açısında  bir karmaşa yaşandı. Yeni hükümetler ve halklar arasında dilde bir anlaşma gerekiyordu.
Cermen Dilleri: Cermen dilleri birbirine benziyordu. Franklar, Galya’ya geldiklerinde Latince konuşan Roma vatandaşlarıyla karşılaştılar. Frank dilini konuşmak soyluluğun bir göstergesiydi.
Dilin Toplumsal Rolü: 12.-13. yüzyıllarda dil, ulusal ya da etnik kimlikle özdeşleşmeye başladı. Yabancı diller genellikle pratik kullanım için öğrenildi.
Latince Kullanımı: Latince, Orta Çağ boyunca eğitimli sınıfların ve kilisenin diliydi. Ancak, Latince öğrenmek zordu ve birçok kral ya da soylu bu dili tam anlamıyla bilmiyordu.
Orta Çağ Latincesi: Orta Çağ Latincesi, klasik Latince’den farklıydı. Farklı telaffuzlar, çekimler ve yapılar vardı.
Yerel Dillerin Yükselişi: Yerel diller, 10. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar aşamalı olarak resmi yazı diline dönüştü. Bu süreç, bölgeden bölgeye değişiklik gösterdi.
Orta Çağ Avrupası’nda dil öğrenimi için gramer kitapları yazılmıştır. Geç Antik dönemden günümüze Latince gramer kitapları gelmiştir. Orta Çağ’da, Latince konuşmayanlara bu dili öğretmek için didaktik eserler yazılmıştır. Aelius Donatus’un “Ars minor” adlı eseri dönemin en etkili gramer kitabıydı. Priscianus ise Konstantinopolis’te öğretmen olarak gramer üzerine eserler yazmıştır.
Yerel dillerde yazılan gramer kitapları da bulunmaktadır. Latince’nin yanı sıra, yerel dillerde de gramer kitapları yazılmıştır. Özellikle İngiltere, Fransa ve Almanya’da yerel dillerde gramer kitapları yazılmıştır.
Geç Orta Çağ’da, üniversitelerin kurulmasıyla gramer çalışmaları artmıştır. Bu dönemde yazılan gramer kitapları, önceki dönemlerden farklı olarak, daha çok nazım ve düzyazı şeklinde yazılmıştır.
Geç Orta Çağ’da yazılan gramer kitaplarının amacı, Latince kutsal metinlerin anlaşılmasını artırmak ve pagan unsurlar barındıran eski gramer kitaplarını Hıristiyanlaştırmaktı.
Karolenj Rönesansı öncesinde, Batı Avrupa’da yazı kullanımı azalmıştır. Bu dönemde yazı kullanımı, önceki dönemlere göre daha sınırlıydı ve yazılı belgeler genellikle kısa notlar ya da listeler şeklindeydi.
Orta Çağ Avrupası’nda yerel dillerde yazılan gramer kitapları, genellikle çift dilli olarak yazılmıştır: Latince ve ilgili yerel dil. İngiltere’de 7. yüzyıldan itibaren çift dilli gramer kitapları ve sözlükler yazılmaya başlanmıştır. 9. yüzyılın sonlarında, Kral Alfred, Hıristiyan metinlerinin yerel dile çevrilmesini teşvik etmiştir. Erken Orta Çağ’da Britanya’da oluşan Bretonca’nın en eski örnekleri, 9. yüzyıla ait sözlüklerdir. İrlandaca, 13. yüzyılda birçok gramer kitabına ev sahipliği yapmıştır. Fransa’da 13. yüzyılın ortalarından itibaren Fransızca gramer kitapları yazılmıştır. İngilizce konuşanlara Fransızca öğretmek için kullanılan ilk materyaller de bu döneme aittir. Almanca’nın ilk sistematik gramer kitapları 15. yüzyılın sonlarında görülmüştür, ancak yerel dildeki yansımanın daha erken dönemde sözlük formunda eserlerde olduğu düşünülmektedir.
Geç Orta Çağ’da, üniversitelerin kurulmasıyla gramer eğitimi önem kazanmıştır. Bu dönemde, Avrupa’daki bilim adamları, Yunan felsefi kaynaklarına erişim sağlamışlardır. Villa-Deili Alexander’ın “Doctrinale” adlı eseri, bu dönemin popüler gramer kitaplarından biridir. St. Victorlu Hugh’un “De grammatica” adlı eseri, sözdizimi konusunda yazılmış en eski gramer kitaplarından biridir.
Geç Orta Çağ’da yazılan gramer kitaplarının amacı, Latince kutsal metinlerin anlaşılmasını kolaylaştırmak ve pagan unsurlar barındıran eski gramer kitaplarını Hıristiyanlaştırmaktı. Bu dönemde, kilise, yazılı metinleri koruma ve edebi eğitimi sürdürme görevlerini üstlenmiştir. Gramer eğitimi dört kısımdan oluşmaktaydı: okuma, yorumlama, düzeltme ve eleştirme.
Karolenj Rönesansı öncesinde, Batı Avrupa’da birçok farklı yazım stili vardı. 750 yılına kadar yazı kullanımı azalmıştır. Bu dönemde, yazılı belgeler genellikle kısa notlar veya listeler şeklindeydi.
Not: Bu yazı Ondokuz Mayıs Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özlem Genç’in,  Akademik Tarih adlı akademik tarih platformunda 21 mart 2022 de yayınladığı Orta Çağ Avrupasında Dil ve Yazı adlı makalesinden yararlanılarak hazırlanmıştır.

BGB Film Okumaları; Ken Loach, Kerkenez” (Özgün adı: Kes)

Aşağıdaki yazı Bakma ve Görme Biçimleri çevrimiçi atölyenin YouTube  kanalında 25 Ekim 2023 tarihinde yayınlanan Gönül Özden tarafından sunum yapılan videoda “Uçtu uçtu, Kerkenez” uçtu filmi ele alınmaktadır

Video, Ken Loach’un 1969 yapımı “Kerkenez” (Özgün adı: Kes) adlı filmi üzerine bir tartışma ve inceleme içeriyor.
BGB yöneticisi Caner Fidaner, Ken Loach’un filmlerinin toplumsal, psikolojik ve felsefi katmanları üzerine değiniyor. Ken Loach’un filmlerinin toplumsal katmanı öne çıkardığını ve bireyin seçimlerinin toplumsal yapı içerisinde nasıl etkilediğini vurguluyor.
Gönül Özden, Ken Loach’un filmlerinin ve özellikle “Kerkenez” filminin toplumsal ve bireysel dinamikleri nasıl işlediğini tartışıyor.
Video, filmi ve yönetmeni tanıtmakla birlikte, filmdeki karakterlerin ve olayların toplumsal ve bireysel etkilerini derinlemesine incelemeye çalışıyor.
“Kerkenez” filmi, bir erkek çocuğun yaşamını ve onunla ilişkilendirilen bir yırtıcı kuş olan kerkenezle olan ilişkisini konu alıyor.
Film, Barry Hines’ın yazdığı bir romandan uyarlanmıştır. Bu roman, yazarın kendi yaşamından esinlenerek yazılmış olabilir.
Ken Loach, Oxford Üniversitesi’nde hukuk okumuş bir yönetmendir. Kendisini anti-stalinist bir sosyalist olarak tanımlar. Loach, sosyalist kimliğiyle bilinir ve yaşamında da bu inançlarına sadık kalmıştır.
Ken Loach’un birçok filmi, toplumsal ve bireysel dinamikleri işler. Bu filmler arasında “Ülke ve Özgürlük”, “Duygudan da Öte”, “Özgürlük Rüzgarı”, “Thein de Shakes the Barley”, “Looking for Eric”, “Meleklerin Payı”, “Ben Daniel Blake” ve “The Old Meşe Ağacı” gibi eserler bulunmaktadır.
Bu filmler, toplumsal sorunlara, bireysel çatışmalara, aşka, ayrımcılığa, bürokrasiye, emeklilik mücadelesine, göçmenlere ve birçok farklı konuya değinir.
Ken Loach, filmlerinde gerçek yaşamdan sahneleri ve hikayeleri kullanarak izleyiciye aktarır. Bu nedenle, filmleri toplumsal gerçekçilikle öne çıkar.
Caner Fidaner, Ken Loach’un filmlerinin toplumsal ve bireysel etkilerini derinlemesine inceler

Ken Loach, filmlerinde gerçek yaşamdan sahneleri ve hikayeleri kullanarak izleyiciye aktarır. Bu nedenle, filmleri toplumsal gerçekçilikle öne çıkar.
Loach, İngiltere’de 1950’lerin sonu ve 1960’ların başında ortaya çıkan “mutfak lavabosu gerçekçiliği” (Kitchen Sink Realism) akımından etkilenmiştir. Bu akım, işçi sınıfının yaşamını, dar şartları ve günlük yaşamın zorluklarını ele alır.
Britanya’da I. Dünya Savaşı sonrası işçi sınıfının güçlenmesi, sanata da yansımıştır. Bu dönemde, işçi sınıfının yaşamını ele alan sanat eserleri ortaya çıkmıştır.
Ken Loach, İtalyan Yeni Gerçekçilik ve Fransız Yeni Dalga sinema hareketlerinden de etkilenmiştir. Bu hareketler, gerçekçilik ve bireyin yaşamını ele alma konularında önemli bir yere sahiptir.
Loach, filmlerinde toplumsal sorunlara, bireysel çatışmalara, aşka, ayrımcılığa, bürokrasiye ve birçok farklı konuya değinir. Bu filmler, toplumsal ve bireysel dinamikleri işler.

Billy Casper, İngiltere’nin Yorkshire bölgesinde bir maden kasabasında yaşayan 15 yaşında bir ergendir. Ailesi içerisinde ilgisiz bir anne ve zorbalık yapan bir abiyle birlikte yaşamaktadır. Babası aileyi terk etmiştir.
Billy, okulda öğretmenler ve müdür tarafından aşağılanmakta ve kötü muamele görmektedir. Ayrıca, ailesinin mali durumu nedeniyle gazete dağıtıcılığı yaparak harçlık kazanmaya çalışmaktadır.
Billy’nin karakteri, toplumsal baskılar ve zorluklarla başa çıkmaya çalışan, ancak aynı zamanda asi ve umursamaz bir yapıya sahip bir genç olarak tasvir edilmektedir.
Filmde, Billy’nin doğaya ve hayvanlara olan ilgisi öne çıkarılmaktadır. Özellikle vahşi hayvanlara olan ilgisi ve onları besleyip doğaya geri bırakması, karakterinin doğa ile olan bağını göstermektedir.
Billy, kerkenez adlı bir yırtıcı kuşu beslemekte ve onunla özel bir bağ kurmaktadır. Bu kuş, filmde önemli bir rol oynamaktadır.
Film, Billy’nin mevcut sistemin hegemonik baskısı altında nasıl bir yaşam sürdüğünü ve bu baskılara karşı nasıl mücadele ettiğini göstermektedir.

Billy Casper, mevcut toplumsal ve ekonomik yapı içerisinde kendi özgün yeteneklerini ve ilgi alanlarını sürdürebilmek için mücadele ediyor. Ancak bu yapı, ona istemediği bir hayatı dayatıyor: madende çalışmak ya da matematik gibi ilgisiz olduğu konularda eğitim almak.
Filmde, bireyin toplumsal ve ekonomik baskılar altında nasıl sıkıştırıldığını ve bu baskılara karşı nasıl bir direnç gösterdiğini gösteriliyor.
Billy’nin evde ve okulda yaşadığı zorluklar, toplumdaki tahakküm ilişkilerinin bir yansıması olarak gösteriliyor.
Film, ideolojik bir film eleştirisine tabi tutulduğunda, estetik, sosyoekonomik ve tarihsel boyutlarıyla değerlendirilmelidir. Bu, filmi daha geniş bir perspektiften değerlendirmeyi ve mevcut toplumsal yapı içerisinde nerede konumlandığını anlamayı sağlar.
Filmde, bireyin toplumsal yapı içerisinde nasıl sıkıştırıldığını, bu yapıya nasıl direndiğini ve bu direncin sonuçlarını göstermektedir.

Devletin toplumu yönlendirme mekanizmaları üzerine bir tartışma başlatılıyor. Devletin iki ana aygıtı olduğu belirtiliyor: İdeolojik aygıtlar ve baskı aygıtları.
İdeolojik aygıtlar, toplumun yaşam içerisindeki tüm kurumları kapsıyor: dini kurumlar, okullar, aile, siyasi partiler, medya, sendikalar vb.
Baskı aygıtları ise devletin karar mekanizmalarını ifade ediyor: hükümetler, idare, ordu, polis, mahkemeler, hapishaneler vb.
Bu aygıtlar aracılığıyla toplum üzerinde bir hegemonya oluşturuluyor ve bu hegemonya ile toplum yönlendiriliyor.
Filmde de bu aygıtların etkilerini görmek mümkün. Özellikle okul ve maden işçiliği gibi kurumların, bireylerin hayatları üzerindeki etkileri vurgulanıyor.
Gramsci’nin bu konudaki görüşleri de tartışmaya dahil ediliyor. Gramsci, kurumsal özelliklerin politik yapılar içerisinde bir kez daha kurgulandığını ve bu kurgulamanın bireylerin düşünme yapısını ve seçim kabiliyetlerini etkilediğini belirtiyor.
1960’ların işçi sınıfı anlayışı ve bu anlayışa bağlı sosyal tabakalaşma üzerine sosyolojik çalışmaların evrimi tartışılıyor. 1970’lerden sonraki dönemde birey olmanın farkındalığının arttığına dikkat çekiliyor.
Ken Loach’un sinemasında en temel hedef, gerçeğe yaklaşmak ve mümkün olduğu kadar gerçeği sergilemektir. Filmlerini açık ve doğru bir şekilde çekmeye çalışır. Gizli anlamlar ya da farklı düşünceler aramak yerine, izleyiciye doğrudan gerçekliği sunar.
Loach, izleyicinin filmdeki sahneleri, olayları ya da yapıları tanımasını ve “Ben bunu biliyorum” ya da “Ben bunu yaşadım” demesini istiyor. Bu, izleyicinin filmle birebir bağlantı kurmasını sağlar.
Özellikle İngiltere’deki maden kazaları, işçi sınıfının zorlukları ve toplumsal baskılar konusunda yapılan örneklemeler, izleyicinin gerçek yaşamla bağlantı kurmasını sağlar.
Loach’un filmleri, izleyicinin kendi yaşamındaki olaylarla, tarihle ve sosyal yapıyla bağlantı kurmasını sağlar. Bu, izleyicinin filmi daha derinlemesine anlamasına ve empati kurmasına olanak tanır.
Filmde, İngiltere’deki toplumsal yapı, işçi sınıfının yaşadığı zorluklar ve bu zorluklara karşı gösterilen direnç detaylı bir şekilde ele alınıyor.
Ken Loach, filmlerinde toplumsal gerçekçiliği ön plana çıkararak, izleyiciye gerçek yaşamın bir yansımasını sunar.

İdeoloji, bireylerin düşünce yapısını ve davranışlarını etkileyen bir kavramdır. Ancak ideoloji, bireyler arasında farklılık gösterebilir. Örneğin, sosyalizm kavramı her birey için farklı anlamlar taşıyabilir.
Ken Loach’un filmlerinde ideoloji, bireyin toplumsal yapı içerisindeki yerini ve bu yapıya nasıl tepki verdiğini göstermek için kullanılır.
Ergenlik dönemi, bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini anlamak için önemli bir dönemdir. Bu dönemde birey, toplumsal yapıya karşı nasıl bir direnç gösterdiğini ve bu direncin sonuçlarını göstermektedir.
Filmde, ergenlik dönemindeki bir bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiği ve bu tepkinin sonuçlarını göstermektedir.
Ken Loach, filmlerinde bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini ve bu tepkinin sonuçlarını göstermek için ergenlik dönemini seçmiştir. Bu dönem, bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini anlamak için önemli bir dönemdir.

İdeoloji, bireylerin düşünce yapısını ve davranışlarını etkileyen bir kavramdır. Ancak ideoloji, bireyler arasında farklılık gösterebilir. Örneğin, sosyalizm kavramı her birey için farklı anlamlar taşıyabilir.
Ken Loach’un filmlerinde ideoloji, bireyin toplumsal yapı içerisindeki yerini ve bu yapıya nasıl tepki verdiğini göstermek için kullanılır.
Ergenlik dönemi, bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini anlamak için önemli bir dönemdir. Bu dönemde birey, toplumsal yapıya karşı nasıl bir direnç gösterdiğini ve bu direncin sonuçlarını göstermektedir.
Ken Loach, filmlerinde bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini ve bu tepkinin sonuçlarını göstermek için ergenlik dönemini seçmiştir. Bu dönem, bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini anlamak için önemli bir dönemdir.
İdeoloji, bireylerin düşünce yapısını ve davranışlarını etkileyen bir kavramdır. Ancak ideoloji, bireyler arasında farklılık gösterebilir. Örneğin, sosyalizm kavramı her birey için farklı anlamlar taşıyabilir.
Ken Loach’un filmlerinde ideoloji, bireyin toplumsal yapı içerisindeki yerini ve bu yapıya nasıl tepki verdiğini göstermek için kullanılır.
Ergenlik dönemi, bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini anlamak için önemli bir dönemdir. Bu dönemde birey, toplumsal yapıya karşı nasıl bir direnç gösterdiğini ve bu direncin sonuçlarını göstermektedir.
Ken Loach, filmlerinde bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini ve bu tepkinin sonuçlarını göstermek için ergenlik dönemini seçmiştir. Bu dönem, bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini anlamak için önemli bir dönemdir.

İdeoloji, bireylerin düşünce yapısını ve davranışlarını etkileyen bir kavramdır. Bu kavram, bireyler arasında farklılık gösterebilir. Örneğin, sosyalizm kavramı her birey için farklı anlamlar taşıyabilir.
Ken Loach’un filmlerinde ideoloji, bireyin toplumsal yapı içerisindeki yerini ve bu yapıya nasıl tepki verdiğini göstermek için kullanılır.
Ergenlik dönemi, bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini anlamak için önemli bir dönemdir. Bu dönemde birey, toplumsal yapıya karşı nasıl bir direnç gösterdiğini ve bu direncin sonuçlarını göstermektedir.
Ken Loach, filmlerinde bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini ve bu tepkinin sonuçlarını göstermek için ergenlik dönemini seçmiştir.
İdeoloji, bireylerin düşünce yapısını ve davranışlarını etkileyen bir kavramdır. Ancak ideoloji, bireyler arasında farklılık gösterebilir. Örneğin, sosyalizm kavramı her birey için farklı anlamlar taşıyabilir.
Ken Loach’un filmlerinde ideoloji, bireyin toplumsal yapı içerisindeki yerini ve bu yapıya nasıl tepki verdiğini göstermek için kullanılır.
Ergenlik dönemi, bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini anlamak için önemli bir dönemdir. Bu dönemde birey, toplumsal yapıya karşı nasıl bir direnç gösterdiğini ve bu direncin sonuçlarını göstermektedir.
Ken Loach, filmlerinde bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini ve bu tepkinin sonuçlarını göstermek için ergenlik dönemini seçmiştir.

Sunumu izlemek isterseniz şu linkten ulaşabilirsiniz;

 

 

 

 

 

 

Japan by Ahmet Aykut

Japonya Ahmet Aykut’un son kitabı.

East of the Sun-West of The Moon gibi çok hoş bir alt başlıkla piyasaya çıktı.

 

Bu kitap, Japonya’nın zengin tarihini, çeşitli coğrafi bölgelerini ve kültürel mirasını anlatıyor. Ahmet Aykut 2023 de çıkardığı bu kitabında, Japonya’nın tarih öncesi dönemlerden modern çağa kadar olan evrimini betimlerken, bu ülkenin geçmişini gözler önüne seriyor. Japonya’nın tarih öncesi Jomon döneminden başlayarak, pirinç ekimi ve demir işçiliği gibi önemli dönemlere odaklanıyor. Daha sonra, Budizm’in tanıtılması ve merkezi hükümetin kurulması gibi politik ve kültürel gelişmelerin yaşandığı 4. ve 7. yüzyıllara geçiyoruz. Feodal dönemde, güçlü savaş ağaları ve samuray sınıfının yükselişi hakkında bilgi veriyor ve 1868’deki Meiji Restorasyonu ile modernleşmenin başladığını belirtiyor. Kitap ayrıca Japonya’nın 20. yüzyıl tarihine de göz atıyor ve İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemi, işgali ve ülkenin bugünkü statüsünü inceliyor. Japonya’nın dünya ekonomisinin önde gelen oyuncularından biri olarak nasıl yükseldiği ve teknolojik gelişmelerle nasıl tanındığına dikkat çekiyor. Coğrafi olarak Japonya’nın dört ana adasını (Hokkaido, Honshu, Şikoku ve Kyushu) ve bu adaların 47 vilayetini tanıtarak, her bir bölgenin kendine özgü kültürü ve doğal güzelliklerini vurguluyor. Ahmet Aykut, kişisel deneyimlerini de metne dahil ediyor. İstanbul’dan Londra’ya uzanan gastronomi ve yemekle ilgili hikayesiyle devam ediyor. Japonya’ya ilk kez gittiğinde, Japon mutfağının sadeliğini ve mükemmeliğini keşfediyor ve Japon şeflerin inceliklerini öğreniyor. Japonya’ya olan sevgisi ve iş hayatındaki bağlantısı nedeniyle sık sık bu ülkeyi ziyaret ediyor. Kitap, yazarın Japonya’ya olan ilgisinin iş hayatına nasıl yansıdığını da açıklıyor. Yemek ve gastronomi, iş dünyasında ve kişisel yaşamında önemli bir yer tutuyor. Aynı zamanda eşinin desteğiyle Tokyo Restoranı’nı açıyorlar ve bu girişim onları Japonya’nın lezzetlerine daha fazla bağlı hale getiriyor. Son olarak, metin Japon mutfağının önemine ve çeşitli bölgelerin kendine özgü yemek kültürüne vurgu yapıyor. Japonya’nın tarihini ve kültürel mirasını anlamak için yemeklerin kritik bir rol oynadığını belirtiyor ve okuyucuları bu muhteşem ülkeyi daha yakından tanımaya davet ediyor. Japonyaya karşı küçük de olsa bir ilgi duyuyorsanız bu kitabı mutlaka okuyum derim. Kitap amazon.com adresinden online olarak temin edilebiliyor.