Sokak Fotoğrafçılığında Kandid ve Vernaküler Kavramları

 

Sokak fotoğrafçılığında vernaküler ve kandid kavramları

Burada sizlere türk fotoğraf literatüründe nadiren adı geçen iki kavram üzerine yazmak istiyorum. Bir tanesi “Vernaküler diğeri “Kandid”.

Uluslararası fotoğraf literatüründe çok öncelerden beri yerini almış bu iki terimi sokak fotoğrafçılığı içinde önemsiyorum.

Vernaküler kelime anlamı ile günlük şeylere, sıradan ve alışılmış şeylere gönderme yapar. Bunlar çoğu kişinin çekmeye değer vermediği konulardır. Okullardaki sınıf arkadaşları gurup fotoğrafları, çeşitli enstantane fotoğrafları, tatildeki anı fotoğrafları, vesikalık fotoğraflar, yerdeki bir çöp, duvar kenarına atılmış bir televizyon, masa üzerinde unutulmuş bir anahtar buna örnek olarak verilebilir. Daha çok mimaride kullanılan ve anıtsaldan çok sıradan binalar gönderme yapan bu kelime tesadüfi sanatı veya istenmeden sanatsal olmuş fotoğrafları anlatır. İkinci dünya savaşı sıralarında öne çıkmaya başlayan bu fotoğrafçılığın en önemli iki ismi ünlü Amerikalı fotoğrafçı Walker Evans ve İngiliz Martin Parr’dır. Bu konudaki  Walker Evans’ın dünyadaki en büyük sergisi Paris Pompidou sanat merkezinde 2017 de yapılmıştı. Herhangi bir yerde karşınıza çıkarsa mutlaka bu büyük fotoğrafçıyı tanımanızı ve sergisini görmenizi öneririm.

Bu sergi ile ilgili yazımı da isterseniz şu linkten okuyabilirsiniz.

https://mehmetomur.net/bir-sergi-uc-dusunce/

Kandid fotoğraf ise sokak fotoğrafçılığının öğelerinden olan habersiz fotoğraf çekme anlamına gelir. Kişi poz vermez, hazırlıksızdır, fotoğrafının çekildiğinden habersizdir veya farkedince şaşkınlığını gizleyemez durumdadır.

Taking My Time

 

Gizli fotoğrafçılık ise “Kandid fotoğrafçılığın” alt gurubudur. Bu fotoğrafçılık türünün ilk önemli ismi Doktor Erich Salomon’dur. 1920 li yıllarda Berlin’in kalbur üstü kesiminin fotoğraflarını çekmeyi başarmıştır. Şapkasına gizlediği küçük bir kamera ile konusu olan adliye saraylarında çeşitli mahkeme fotoğrafları çekmiş daha sonra hayatına fotoğrafçı olarak devam etmiştir. Hitler başa gelince Hollandaya kaçmış Life dergisinin Amerikaya göçme teklifini reddetmiş, Hitler Hollandayı işgal edince tutuklanmış ve hayatı Auschwitz de sonlanmıştır.

Sokak fotoğrafı biraz vernaküler, biraz kandid olurken biraz da sosyal olmalıdır diye düşünen fotoğraf eleştirmenleri vardır. Tersini düşünenler de az değildir. Ama bence en olması gereken şey bağımsız ve özgür olması koşuludur. Konusu değişebilir. Estetik ve minimalist olabilir. Kavramsal, avangard,  veya kişisel olabilir.

Ancak sokak fotoğrafı son yıllarda o kadar gündeme girmiştir ki biraz anlamından uzaklaşmış ve  sosyal tarafını da kaybetmiştir.

Bu mektubumu da sokak fotoğrafçılığı ile ilgili birkaç tavsiyede bulunarak bitireyim.

1- Fotoğraf çekiş olmak için fotoğraf çekmeyin. Her ne kadar an fotoğrafı yakalayacak olsanız da iyi bir fon, arka planı kurmak güzel bir kompozisyon için iyi bir başlangıçtır.

2- İkinci ve üçüncü planlar bulursanız anlattığınız hikaye güçlenecektir. Cep telefonuyla meşgul bir kişinin fotoğrafı sıradandır. Ama cep telefonu ile meşgul bir kişinin yanında yerde başka birisi kıvranıyorsa bu daha farklı bir fotoğraf olur.

3- Sokak fotoğrafçılığının standart- geniş açı fotoğrafçılığı olduğunu yani 24-50 mm lens aralığında çekilmesi gerektiğinden bahsetmiştik. Ancak bu lenslerle uzaktan fotoğraf çekerseniz konuyu okumak zorlaşır, o nedenle fotoğrafın içine girmek gerekir.

4- Evsiz barksızlar konu olarak çok caziptir ancak bunu da abartmamak gerekir. O kadar çok çekilmektedir ki konu sosyal anlamını kaybetmeye başlamıştır.

5- Bazen iyi bir fotoğraf yakaladığınızı sanarsınız baktığınızda beğenmezsiniz, bazen de tam tersi olur. Aslında burada şans veya tesadüf size yardım etmemiştir. Kompozisyon yardım etmiştir. Hızlı ve dikkatli olun. Sabırlı olun.

6- Siyah beyaz fotoğraf duygusaldır ve sokak fotoğrafçılığına yakışır. Ama renkli de yakışır. Kötü bir fotoğrafı sonradan düzenleyerek iyi bir fotoğraf haline getirmek çok zordur. O nedenle işi fotoğraf makinesinde bitirmeye bakmalıyız.

7- iPhone ve dijital fotoğrafçılık çok sayıda düşünmeden fotoğraf çekmenize olanak sağlıyor. Düşünerek çok sayıda çekmek ise size olağan üstü kareyi bulma şansı verir. Fotoğrafı bulduğunuzda değişik açılardan çekmeyi ihmal etmeyin.

8- Işığa dikkat edin, siluet istiyorsanız ters ışıkta çekin, çevresel portre çekecekseniz ışığı arkadan veya yandan alın.

9- Arka planı iyi inceleyin. Ön planın önüne geçmemeli, karmaşık olmamalıdır. Ön planla uyum içinde olmalıdır. Şarap ve yemek uyumu gibi…

10- Son olarak bütün bu kurallar sizi yıldırmasın, sokak fotoğrafçılığının en güzel tarafı sokakta olmak gezip tozmak hayatın tadını çıkartmaktır. Çoğumuz fotoğrafı da hayatımızı güzelleştirmek, sevdiğimiz hobiyle uğraşmak için çekmiyor muyuz? Çevreye ve sokağa merakınızı ve duygusallığınızı bir kenara bırakmadığınız sürece sorun yoktur. Işığınız bol olsun.

 

 

 

 

 

 

Hümanist fotoğrafçılar, Paris nostaljisi üzerine; ikinci mektup..

Paris iPhone’la fotoğraf gezisine katılacaklar’a yazdığım ikinci mektup…

 

 

Hümanist fotoğrafçılar, Paris nostaljisi üzerine

Fransanın başkenti Paris dünyanın en önemli turistik, sanat, kültür, moda, yeme içme şehirleri arasındadır. Tarih boyunca da böyle böyle olmuştur. Fotoğrafçılar için de muhteşem bir doğal sahnedir. Sokak fotoğrafçılığının en güzel örnekleri bu şehirden çıkmıştır. Bu güzel örnekleri de 1930 yıllarından itibaren ikinci dünya savaşı sonrası yıllara da uzanan bir dönemde “Hümanist fotoğrafçılar” denilen bir gurup fotoğrafçı vermiştir.

Bu yazıda Paris gezimize gitmeden önce fotoğraflarıyla bu hümanist fotoğrafçıları tanıyalım istedim. Böylece biraz Paris nostaljisi yapmış oluruz.

Hümanist fotoğrafçıların başında Henri Cartier Bresson(HCB) gelir. 2004 de 95 yaşında kaybettiğimiz bu büyük fotoğrafçı 1947 de 4 arkadaşı ile Magnum ajansı kurmuştur. Hakkında yazılmış 4 türkçe kitabın hepsinin tükenmiştir. Elinde özellikle  “Yüzyılın gözü HCB” kitabı olan dostlara kitaplarını saklamalarını öneririm. “Fotoğraf çekmek kafayı, gözü ve yüreği aynı nişan çizgisine yerleştirmek demektir” diyen, “Karar Anı-Decisive moment” tabirinin yaratıcısı belgesel fotoğrafın en büyüklerinden HCB “Hayal edin, siz doğru kadrajı bulduğunuzda göz  kırpıyormuş gibi deklanşöre basın” der.

HCB fotoğrafın kendisi için çizim defteri olduğunu söyler. Fotoğraf sezgi, doğallık ve zamana hükmeden bir olgudur. Görsel olarak sorgular ve karar verir. Vizörden baktığınızda ( o zaman fotoğraf makinelerinin sırtında ekran yoktu :) ) dünyayı anlamlı kılmak için kadrajınıza koyduğunuz ve çıkarttığınız şeylerden sorumlu olursunuz, diye düşünür Bresson. Bu yaklaşım da tabiatıyla sizden konsantrasyon, duygu ve geometri bilgisi ister. Kaçan gerçekliği yakalayabilmek için nefesimizi tutup bütün yeteneklerimizi odaklayıp fotoğrafı çekmemiz gerekir. İşte o zaman büyük bir fiziki ve entellektüel mutluluğu yakalarız.

HCB ile kitaplar yazılmış ben bu kısıtlı sayfayı onunla doldurmayayım.

Türkiyede bir kaç kez önemli sergisi açılmış bu ünlü fotoğrafçının Türkiyedeki fotoğraflarını incelemek isterseniz şu linke tıklayın:

https://pro.magnumphotos.com/Catalogue/Henri-Cartier-Bresson/1964/TURKEY-1964-NN143050.html

yoksa yüzlerce ikon fotoğrafının arasında sizin seçtiğim şu dört tanesine bakın.

İstanbulda çekmiş olduğunu mutlaka tanıyacaksınız.

Gelelim Willy Ronis’e. Sokağın şairi olarak gördüğümüz Ronis 20’nci yüzyılın en büyük hümanist fotografçılarından biridir. 2009’da 99 yaşında hayata gözlerini yuman sanatcı etik kurallara çok değer vermiştir. Life dergisi, röportajının fotoğraf altlarını kendisinin yazmasına olanak tanımadığında, o dergi ile bir daha çalışmama kararını gözünü kırpmadan verme cesaretine de sahiptir. 95’inci yaşı için ve ölümünden bir yıl sonra 2010 içinde çok büyük iki sergi ile Paris’te onurlandırılımıştır. Birinci sergisini 500 bin kişi gezmiştir. Willy Ronis’in belgelerini, albümlerini, negatiflerini, basılmış işlerini ve diğer tüm malzemelerini Fransız kültür bakanlığı koruma altına almış ve fotoğrafçılık tarihi için araştırmaya açmıştır. Gelin bir kaç fotoğrafına bakalım

Sırada eserlerinde şiirsel bir hüzün olan İzis var. Şehir fotoğrafçılığı üzerine yoğunlaşan İzis fotoğraflarını şöyle yorumluyor: Benim fotoğraflarıma gerçekçi değil diyorlar. Gerçekçi olmayabilir ama bunlar benim gerçeklerim. 1951 yılında New York MOMA” ya Henri Cartier Bresson, Robert Doisneau, Willy Ronis ve Brassai ile birlikte davet edilip Fransız  fotoğrafı ile ilgili sergide eserleri sergilenen bu Paris fotoğrafçısı ne yazık ki bu yıla kadar gölgede kalmış ve diğer 4 Paris fotoğrafçısı kadar tanınamamıştır.

Konu olarak neden Paris’i neden seçtiğine gelince “Paris benim ilham dünyamı kamçılıyor. Bana göre her şey Paris’te olmaktadır. Bize hayal kurduran özgürlük, eşitlik, kültür hepsi Paris’tedir” demektedir. “Benim Paris’im ne modern ne eski Paris’tir, Benim Paris’im Romantik 1950 li yılların Rüya Paris’idir ” demiş ve 1980 yılında Paris’te yaşama veda etmiştir. Izis, “benim fotoğraflarıma gerçekçi değil diyorlar. Gerçekçi olmayabilir ama bunlar benim gerçeklerim”  der bu dünyaya bıraktığı fotoğrafça izler arasından…

 

 

Paris de Hotel de Ville önünde öpüşen aşıkların fotoğrafını çekerek gelmiş geçmiş en çok basılan fotoğraflardan birini yakalayan Robert Doisneau ise hümanist fotoğrafçılar arasında bir fenomen.’

Sıradan insanların, sıradan anlardaki, sıradan davranışlarını’ tesbit eden ünlü bir fotoğrafçı olarak niteleyebileceğimiz Doisneau’nun “Dünyayı tam da olduğu gibi göstermek mümkün değildir” diye bir aforizması vardır.

Robert Doisneau, hakkında hayli yazılmış, spekülasyon yapılmış bir Fransız fotoğrafçısı. 68 yıl boyunca hiç bilet almadan dünyanın en güzel görüntülerini  bedavaya seyreden, arada bir de, fırsat çıktığında, bir “görüntü saklayan kişi’ olarak tanımlıyor kendisini. Böylece yılların nasıl geçtiğini anlamamış. Bazı eleştirmenlerin olumsuz yaklaştığı hümanist fotoğrafçılığın önderlerinden Robert Doisneau, kim ne derse desin, fotoğraf tarihine, hepimizin hayranlıkla seyrettiği ölümsüz kareler bırakmıştır.

Doisneau’nun da karelerinde diğer hümanist fotoğrafçılar gibi duygular, espri anlayışı ve şiirsel yaklaşımın uyum ve bütünlüğü öne çıkar.

Robert Doisneau savaş sonrası gece hayatı ve marjinal kesimle tanışır. Bir taraftan şehir hayatını fotoğraflarken diğer taraftan Paris’te moda fotoğrafçılığından para kazanmaya başlar. Moda fotoğrafçılığı burjuva kesimini ve tanınmış kişileri daha yakından tanıma fırsatı verir. Geceleri Saint-Germain ve Montparnasse’de dolaşır. Arkadaşları Greco, Dubuffet, Albert Camus, Brassens, Simone de Beauvoir olmuştur. Life dergisinin Rapho ajanstan istediği bir seri fotoğraf Doisneau’nun hayatını iyice değiştirir. Tüm fotoğrafseverlerin yakından tanıdığı ‘Le Baiser’ (Öpücük) adlı fotoğrafı çeker.Bu, milyonlarca kez çoğaltılmış bir fotoğraftır. Paris Belediye Saray’ını arka plana alan romantik bir Fransız genç çiftinin öpüşürken  bir kafeden çekilmiş bu fotoğrafın da ilginç bir öyküsü vardır. 1950 yılında çekilmiş bu fotoğraf aleyhine 1993’te dava açılır. Denis ve Jean Louis Lavergne adlı çift Doisneau’yu özel yaşama tecavüz gerekçesiyle mahkemeye verir. Dava kısa sürede düşer. Çünkü Doisneu bu fotoğrafın kurmaca olduğunu mahkemede kanıtlar. Tabii ki bu durum Doisneau’nun  fotoğrafçı olarak prestijini sarsar, ama bu fotoğrafın satışlarında  patlama yaşanır.  Bir orjinalini hediye ettiği fotoğraftaki  genç kız Françoise Bornet de, elindeki fotoğrafı müzayedeye koyarak 150.000 euroya satar.Benzer fotoğraflar Paris serisi olarak Fransa ve Amerika’da büyük başarı yakalar. Otantik dekorlar önünde sıradan yaşamın görüntüleri insanların çok hoşuna gitmiştir. Paris bu görüntülerle hayalleri süslemeye başlamıştır. Bu başarıyı fotoğraflarının Ronis ve İzisin fotoğraflarının yanında sergilenmek üzere New York Modern Sanatlar Müzesi’ne kabulü takip eder.

1955’te Paris Jacque Prevert’in önsözünü yazdığı gece hayatı görüntülerinden oluşan ‘Le vin des rues’ adlı kitabı yayımlanır. ‘Le Rectangle’ adlı grubun ardından ‘Onbeşler’ grubunun kurucu üyesi olur. 1952’de dünyayı dolaşan Edward Steinchen’in sergisinde de fotoğrafları yerini bulur. 60’lı yıllarda foroğraf sanatında bir çökme yaşanır. Dekoratif fotoğraflar ön plana geçmiş, sergiler kitaplar iyice azalmıştır. Televizyonun yaşama girmesi de fotoğrafı olumsuz etkilemiştir. İhtisaslaşmış genç fotoğrafçılar, Doisneau ve arkadaşlarının dönemini kapatmışlardır. Bundan sonraki dönemde Doisneau yine Paris sokaklarında sürtmeye devam eder, ama karanlık yılların önüne geçemez. Eşinin hastalığı 60’lı yılları çekilmez hale getirmiştir. 70’li yıllarda önemli bir çıkış yakalar. Halen Fransa’nın en önemli fotoğraf etkinliği olan, tüm ağustos ayı boyunca süren ‘Renconrtes d’Arles’ı Lucien Clergue ile birlikte yaşama geçirir. Bundan sonra şans yine Doisneau’dan yana döner. Yeni kuşaklar onu ve fotoğrafçılığını tanımak istemektedir. Sergiler kitaplar ününe ün katar, mediatik olur. Milyonlarca satış yapan fotoğraflartan bir başarı öyküsü oluşturur. Cavanna’nın metinleriyle yayınladığı ‘Parmaklarında mürekkep’ adlı kitabı bir fotoğraf kitabında görülmemiş satış rakamlarını bulur: 300.000.

Tüm bu başarılar Doisneaunun mütevazı kişiliğini değiştirmez. O hala, “Çok sevdiğim bu küçük dünyadan birkaç anı bırakmak istemiştim” demeyi sürdürmektedir. 90’lı yıllarda tekrar karamsarlık kaplar bünyesini, “Paris değişti, fotoğraf çekene şüpheyle bakılmaya başlandı, sihir bitti, içim sıkılıyor” demeye başlar. Ama bu durum kendisine gösterilien ilgiyi azaltmaz. Tv’de röportajlar, hakkında yapılan fimler sürer gider. Sabine Azema ‘Bonjour Monsieur Doisneau’ adlı filmi çeker. Bu arada sinemayla da ilgilenir Doisneau,

François Truffaut ile birlikte  ‘Piyaniste ateş edin’, Bertrand Tavernier ile birlikte ‘Un dimanche a la campagne’ adlı filmleri yönetir.

“Bir dünya düşlüyorum, insanların sevimli olduğu, bana sevgiyle baktıkları. fotoğraflarım da böyle bir dünyanın var olduğunu göstermeyi amaçlamıştır hep. Bu fotoğraflar hem objektif hem de sübjektiftir. Tabii ki dünyayı tam da olduğu gibi göstermek mümkün değildir” dedikten bir süre sonra, 1 nisan 1994’te bu dünyadan göç eder

 

 

Robert Doisneau’yu biraz uzattım ama hak eder doğrusu, Paris denilince efsanedir.

Marc Riboud ile bu mektubumuza son verelim.

Jacques Lartigues, Atget ve Brassai’yi bir başka sefere saklayalım sizi de çok fazla sıkmayalım.

Vietnam savaşı protestoları sırasında askerlere çiçek uzatan kız (la Jeune fille à la fleur , 1967) ve Eiffel Kulesi Boyacısı gibi ikonik fotoğraflarla tanınan Fransız fotoğrafçı Marc Riboud “Fotoğraf, dünyayı değiştiremez, dünyayı gösterebilir” diye düşünür. Fotoğraf onun için meslekden çok bir tutku olmuştur hem de saplantıya yakın bir tutku. Bu fotoğrafa bulaşmış ve bu yolda uğraşan hepimizi bekleyen tehlike. 93 yaşında kaybettiğimiz Riboud, fotoğraf sanatının efsane isimlerinden. Henri Cartier Bresson ile tanışıp onun olumlu eleştirilerini aldıktan sonra da fotoğrafçılığı meslek edinmeye karar verir ve 1953’te, dünyanın en büyük fotoğraf ajanslarından Magnum’a gidip Capa’dan iş ister. Capa, “ Seni tanıyan yok daha doğru dürüst fotoğrafların da yok ben sana nasıl iş vereyim?” der. Ama hemen arkasından ilave eder, “Şehirler serisini bitirdik bir tek sehir kaldı, Leeds. Oraya kimse gitmek istemiyor hadi seni oraya göndereyim!”

Bu teklif Riboud’ya profesyonel hayatın kapısını aralar. UNESCO’ dan sponsorluk alır ve   dünyanın çeşitli yerlerine fotoğraf çekmeye gönderilir. İstanbul’da 2 ay, Hindistan’da 6 aydan fazla kalır. Çin, Ortadoğu, Afganistan, Filipinler, Rusya, Amerika, Cezayir ve daha birçok yerdenden çarpıcı kareler gönderir.

Fotoğrafın öğrenilebileceğini savunan Riboud yaşamı boyunca 40 kadar kitaba imza atar. İstanbul üzerine kitabı 2003’te Actes Sud tarafından yayınlanmıştır.

Çektiği her kareye kendinden bir şey koymuş, yaşama, çevresindeki dünyaya duyduğu tutkuyu aktarmıştır. Riboud için fotoğraf anlatılacak bir öykünün bir parçası olmuştur. Bu yüzden fotoğrafları bu denli güçlü, derin, hasas, anlamlıdır. Her karesinde iletişime, kültürel farklılıklara günlük yaşamın analizine verdiği önem fark edilir. Kendisini, ‘değişimin ve anının anlatıcısı’ olarak tanımlamasını boşuna değildir. Onun için fotoğraf görmeyi hatta görmeyi arzulamayı ve hayatı sevmeyi öğretir.

 

National  Geographic  Fotoğrafçısı’nın iphone ile ne işi olur?

Ed Kashi, Kürt sorunları ile ilgili 20 yıllık National  Geographic  fotoğrafçısı. Görevli olarak Kürtlerin yaşadığı değişik yedi ülkeyi gezmiş ve konuyu foto röportajcı olarak görüntülemiş. Dünyanın değişik yerlerinden çok kuvvetli görüntüler getirmiş olan bu ünlü fotoğrafçının New York sokaklarını iPhone’la fotoğraflattırdığı National Geografic’in düzenlediği workshop’a katıldım. Hafta sonu iki günlük maceraya değdi mi değdi doğrusu.

Ed Kashi’ nin kendisine sordum ? Neden İphone diye?  O da şöyle cevapladı; Bütün fotoğraf makinalarının zayıf tarafları vardır. Bunun da var, özellikle az ışıkta sorun yaşanıyor ancak her ortamda rahatlıkla kimseyi rahatsız etmeden kullanılabilmesi, bünyesinde karanlık oda barındırması ve çekimin hemen ardından paylaşılabilme özellikleri onu çok güçlü bir fotoğraf makinesine dönüştürüyor.

New York’ta Lisa Paliti’nin  NatGeo ile organize ettiği bu iki günlük hafta sonu etkinlik sunular   ve tavsiyeler ile renklendi. Feyz  aldık desek yalan olmaz. İlk sabah ki tanışmamızın ardından ilk sunumunu yaptı, Ed Kashi fotoğraf çekerken nelere dikkat ettiğini detaylarıyla anlattı. Kompozisyona ne kadar  önem verdiğini en küçük ayrıntıları nasıl hesapladığını ve kafasında ki fotoğrafı oluşturmak için ne hallere girdiğini gözler önüne serdi. Görevli olarak sahaya çıktığında bir işçi elbisesi giydiğini yerlerde yuvarlanmaktan dönüşte elbisenin paramparça olduğundan dem vurdu. Özetlemek gerekirse yakın ol, gözümüzün görmeye alışık olmadığı farklı açı bul. Önden arkaya sağdan sola katmanlarla görüntünü yarat. Yansımalardan yararlan. Bak – gör  – çek . Birkaç tane çek sonra seç. Gerektiğinde sahneyi kurgula. Alan derinliği sağlamak için öne, öndeki yüze yaklaş, fokus’u kilitle ve sahneyi değiştir. Sabırlı ol. Fotoğraf değişkenlerden oluşur (f,iso,shutter ). iPhone ile çok yüksek kalitede çekmeye özen gösteriyor. Sonra  Snapseed uygulaması ile düzenleme yapıyor, bazen filtre  ve  çift pozlama yapıyor. Bazen bir hikâye anlatmak için triptik yapıyor.

Önce bir arka plan  bulmaya özen gösteriyor, ve orada sabırla bekliyor. Kafasında kurduğu hikaye her zaman oluşmasa da oluştuğu zaman çok ödüllendirici olabiliyor. Daha sonra Daniella Zalcman ‘dan  bahsetti bu Kennedy  ödüllü fotoğraf sanatçısı bütün hikayelerini çift pozlama  ile yapıyor. Bunun üzerinde bende fotoğraf dergisi okuyucuları için iPhone ile çalışan dünyaca ünlü fotoğrafçılar üzerine küçük bir araştırma yaptım.

Magnum’dan Garry Pinkhassov, New York Times fotoğrafçısı Damon Winter, portrede Jim Darling, manzarada Robert-Paul Jansen, gezi fotoğrafında Benedicte Guillon, siyah beyaz sokak fotoğrafında Greg Schmigel dünyanın en iyilerinden

Çift pozlama ile ödüllü Daniella’dan sonra iPhone’un faziletlerine dönüldü. Bu cihazla iki değil on tane üst üste pozlama yapılabileceği söylendi. Bu zaten bizim ilgi alanımız olan bir konuydu. iPhone’daki  Diana , Hipstamatic, Burst  mode, Burst cam, Cortex cam gibi aplikasyonlar ikiden yüze kadar üst üste pozlama yapabiliyor. Evet, yanlış okumadınız yüz. Eskiden yapamadığımız şeyleri hatta hayalini bile kuramadığımız şeyleri bu iPhone yapıyor. Cesaret edin ve yapın. Sonra tekrar fotoğrafa dönüyoruz ve fotoğrafta kompozisyon özellikleri  konuşuyoruz ; çerçeve içinde çerçeve,  gözü konunun içine çekebilecek  ve neyin önemli olduğunu gösterecek teknikler konuşuluyor..Blur, vinget vs. Konu içindeki elementlerin birbirlerinin üzerine binip birbirlerini saklamamaları konusu gündeme geliyor. Konu içinde çeşitli öğeler kullanarak hikaye anlatmakta çok önemli.

Sonra fotoğraf dili, environmental (çevresel) portre ve candide moment (saf, masum anlar) terimleri Ed Kashi’nin sıkça sözlüğünde yer alıyor. Candide moment sanki Henri Cartier Bresson’un “Decisive moment”ına tekabül ediyor. Environmental portre ise kişiyi etrafı ile göstererek kişiyle ilgili daha fazla bilgi vermek. Bu teknik hikaye de anlattığından güçlü fotoğraf yaratıyor. Environmental portre’de ifadelerle birlikte çevredeki konular hikayeyi yaratıyor.

Fotoğrafçının olayları kontrol etmesi için sürekli hareket etmesi gerekir. iPhone Ed Kashi’ye göre pasaportumuz. Kişilerle ilişki kurup fotoğraf çekmemizi kolaylaştıran unsur. Daha sonra fotoğrafı işlerken beğenmediğimiz küçük bölgeleri çıkarır veya koyulaştırırız. Detay fotoğrafları da önemlidir ve zordur. Hikaye detayın içindedir ve bunu gösterebilmek marifettir. Fotoğrafı yaratırken yerleştiğimiz nokta önemli; otobüs durakları, metro çıkışlari tekrarlayan olaylarda pozisyon almak önemli ve gerekli. Sonuçta fotoğrafta en önemli unsur kompozisyon! Kompozisyon..

Ed bir saat boyunca çeşitli örneklerle kompozisyon unsurlarını anlattı. Kompozisyonun içinde hikaye olmalı, kadraj içine giren herşey hikayeye katkıda bulunur. Gerek Liza gerek Ed ve yardımcıları Todd Istanbul’u Türkiye’yi ve Kapadokya’yı çok seviyorlar. Fotoğraf açısından inanılmaz bir nokta olarak değerlendiriyorlar. Ed Türkiye’ye 15 kez gelmiş. Irak göçmeni bir ailenin çocuğu 50 li yaşlarında. Ed teleobjektif kullanmıyor ve sevmiyor. Kendini sokak fotoğrafçısından çok people fotoğrafçısı olarak nitelendiriyor. Manzara fotoğrafında hayvan olabileceğini ama insan olmaması gerektiğini vurguluyor.

İlk gün ödev olarak New York’un eski mezbahalarının olduğu son 20 – 30sene içinde yeniden yapılandırılan ve apartman dairelerinin 1 milyon dolara alıcı bulduğu Meatpacking bölgesine gidiliyor. Etlerin paketlenmek üzere fabrikalara gelmesini sağlayan yol park haline dönüştürülmüş. İnsanlar orada geziyor. Ödev environmental portre , detay ve bir konuyu “kesmek” ve önerilerini yineliyor; İnsanlar arasında mesafe bırakın, katman yani planlar tabakalar oluşturun (layering), sabırlı olun, kadrajınızın kenarlarını çalışın (gereksiz ayrıntıları atın), üçte bir kuralını düşünün ve çerçeve içinde çerçeve planlamaya çalışın. Ödevimizi bir saat içinde tamamlayıp sınıfa dönüyoruz, Liza ‘ya verdiğimiz 25 fotoğrafı Liza 7 ye düşürüyor ve Ed’ de bu 7 içinden 2 veya 3 tanesini beğeniyor.Neden beğenip neden beğenmediğinide ayrıntıları ile söylüyor. Not; yine kompozisyonun önemi gündeme geliyor.

Ed’in önerisi kendi tarzımızın oluşturulması yönünde, kendisi sadece kare formatını kullanıyor. Sorunları postproduksiyona yani çekim sonrası düzenlemelere bırakmayın, çekerken sorunları çözün diyor. Gözlerin ve vücudun eğitilmesi gerektiğini vurguluyor. Aynı konuyu bikaç tane çekmeyi ve sonra seçmeyi öneriyor. Pikseller parayla değil diye de espri yapmayı ihmal etmiyor. Krop yapmayın yaklaşın kamerayı hareket ettirin etrafa göz kulak olun , bakın tarayın. Yaklaş yaklaş. Yaklaş denilince konu Robert Capa’ya geliyor,   “fotoğrafın yeterince iyi değilse yeterince yaklaşmamışsın demektir”

Ed Kashi Procamera app ile iPhone ‘da fotoğraflarını çekiyor. Procamera ile iPhone’un sabit f değeri olan lensi nedeniyle değiştiremediğimiz f ayarı dışında tüm manuel ayarları yapabiliyorsunuz. Procamera raw da çekebiliyor ve  tiff format  saklayabiliyor, manuel mesafe ayarı yapabiliyor. Snapseed denilen bana göre en önemli düzenleme (Edit) aplikasyonunu çok sınırlı dokunuşlarla kullanmaya özen gösteriyor. İlk gün akşam üzeri Time Square’de neon ışık gece çekimi ve “an” fotoğrafları çekmek üzere bizleri salıveriyor.

Normalde 20 kişilik sınıflarda yapılan bu kurs şansımıza 11 kişi. 3 hoca ile bire bir çalışma fırsatı yakalıyoruz. Ertesi gün yine 25 fotoyu Liza 7 ye düşürüyor. Gece hayatı içindeki çıplak dolaşan kadınları öne çıkarmak onların reklamını yapmak istemiyor ve bu tarz fotoğrafları onaylamıyor. Oysa evsiz barksızların zor durumlarını gösteren fotoğrafları onaylıyor. Birilerinin dikkatini çekip yardım ederler diye ümit ediyor. Bir kişi bile farkında olsa yeter diyor. Aslında kendi  tüm konularda sosyal içerikli konuları, çevre sorunları ile ve az gelişmiş ülkelerin sorunları ile ilgili projelerde çalışmış ve çalışıyor. Bu konu ile Everydayclimatechanges ‘a bakınız ve Ed Kashi’nin çalışmalarını inceleyiniz.. Liza tüm katılımcılara soruyor “What’s your visual strategy ?“ Story telling, photo essay, photo röportaj, media work  konuları konuşuluyor. Sorunları göstermek istiyor, Meksika-USA göç sorunu, Nijerya, Sri Lanka’daki hastalıklar, Hindistandaki yaygın böbrek hastalıkları. Story telling sadece böyle ağır konular savaşlarla ilgili olmaz diye de tüm konulara saygılı olduğunu gösteriyor. Çocuğumuzun doğum günü kutlamasının bile  fotoğraflarla hikayesini anlatabilirsiniz. Sonunda bir NG fotoğrafçısının yapısını, nasıl birisi olduğunu ve nasıl çalıştığını biraz olsun anladık. Benim anlatmakta zorlandığım iPhone’un bu işin içindeki yeriydi. Çünkü bir iPhone fotoğrafçısı olarak sırf 2 günlük bu kurs için 7000 km.yapmıştım. Kursta verilen temel fotoğrafla ilgili kompozisyon ve ışık bilgileri bizim ülkemizde çok değerli hocalar tarafından veriliyor. Bunca yolu boşuna mı gelmiştim. Tabii ki hayır. Ed Kashi gibi bir fotoğrafçının işlerinde iPhone kullandığını görmek, bu cihazla çok kaliteli fotoğraflar çekip yine bu cihazı güçlü bir bilgisayar ve photoshop gibi kullanıp instagramda paylaşarak yüzbinlere ulaşması benim yanlış yolda olmadığımın ip uçlarını verdi. Bu workshopun benim için yararlı yönü ülkemizdeki fotoğrafçılığın çıtasının yükseklerde bir yerde olduğunu bir kez daha fark etmemi sağlaması oldu. 2. gün öğlen ödevi manzara,  beyaz, ve “an” idi. Beyaz bir manzara oluşturdum.  New Jersey’in silueti ekte. Öğleden sonra Ed herkesten bir foto isteyip onları kendine göre edit etti. Snapseed adlı uygulamayı nasıl kullandığını gördük. Snapseed’deki araçların sadece % 20 sini kullanıyor ve çok sınırlı oynamalar yapıyor. Liza bu arada 2 gün içinde bizim çalışmalarımızdan seçtiği40 – 50 fotoğrafla oluşturduğu seride Show un kurs bitmeden önce orda gösterdi.Tüm medialarda paylaşacağını ve National Geographic’e gönderip içinden fotoğraf seçmelerini isteyeceğini söyledi. Liza toplantıyı birleştirici ve yapıcı bir konuşma ile kapattı. Kapanış yemeği sonrası katılımcılar birbirlerinin e-mail lerini alıp dağıldılar.

 

BİR SERGİ, ÜÇ DÜŞÜNCE…

BİR SERGİ, ÜÇ DÜŞÜNCE

Ünlü amerikan fotoğrafçısı Walker Evans’ın Avrupada yapılan en büyük retrospektif sergisini 2 kez gezdim, kafamda üç düşünce ile evime döndüm. 400 ü aşkın fotoğraftan oluşan çeşitli belgeler, mektuplar ve farklı görsellerle desteklenmiş bu sergi 26 Nisanda başladı, 14 ağustosa kadar devam edecek. Yolu Parise düşecek fotoğraf severlere bir fırsat yaratıp Pompidou Çağdaş Sanat merkezine uğramalarını şiddetle öneririm. Sadece Walker Evans’ın sergisini görmekle kalmayacaklar, son yıllarda yıldızı çok yükselen David Hockneyin sergisini, Steven Pippinin optik sapmalar sergisini, Ross Lovegroveun 3D print sanat eserlerini görme fırsatını da yakalayabilecekler.

Önce Walker Evans’ın bana düşündürdüklerinden başlayalım. Walker Evans, Dorothea Lange gibi Amerika büyük krizi sırasında vahşi batıya giderek orada zor durumdaki ailelerle birlikte yaşayarak o döneme şahitlik eder. Fotoğrafları o zor günlerin birer belgesidir. Daha sonra Fortunedergisinin projelerini yapar ama bu onu mutlu etmez, dergiden ayrılır. Kendi yoluna gider. Kendi yolu sıradanlıkların fotoğraflandığı, vernaküler fotoğraf denilen bu sıradanlıklar içinden güzellik çıkartma arayışıdır. Evans vernaküler fotoğrafı konu olarak da kullanır, yöntem olarak da değerlendirir. Amerika uzun, bitmek yolların kenarlarındaki binaları, otelleri, reklam panolarını, kaldırımları, vitrinleri, ahşap kiliseleri konusu olarak ele alır. Yoldan geçen sıradan kişileri durmadan fotoğraflar. Bir taraftan da sahaflar ve bir pazarlarından sıradan fotoğraf ve kartpostalları satın alır. Sıradan konulardan büyük koleksiyonlar oluşturur. Primitif maskeler, ferforje bahçe sandalyeleri, çeşitli alet ve edevatlar fotoğraflarında kendilerini natürmort olarak yer bulmuştur.

Evans’ın gençlik yıllarında yolu Parise düşer. Aslında kendisi fotoğrafçı değil yazar olmak istemiş bu nedenle Parise gelmiştir. Charles Baudelaire ve Flaubert hayranıdır. İyi derecede fransızca bilmektedir.  Pariste Atgetyi tanır ve onun fotoğrafçılığın beğenir. Ancak kader onu yazar değil çoğu fotoğrafçının hayran olduğu ve ilham aldığı fotoğrafçı yapacaktır. Etrafındaki arkadaşlarının çoğu yazardır. James Atgeenin yazdığı “Let Us Now PraiseFamous Menadlı eser Walker Evans‘ın fotoğraflarıyla piyasaya çıkmış Farm Security Administration ve Amerikanın kriz dönemini anlatan çok önemli bir eser olarak günümüze kadar ulaşmıştır. Bu eser daha sonraları o kadar tutulmuştur ki  bu kitaptan esinlenerek Aaron Copland The Tender Landadlı operasını yazmış, William Christenberry ise fotoğrafçı olmaya karar vermiştir.

Sergi de 1970 başında yaşam öyküsünü anlattığı bir filmini izleme şansını buldum. Bu noktada ikinci şaşkınlığı yaşadım. Filmi Sedat Pakay çekmiştir. Dünyada en önemli 10 türk fotoğrafçısı içine adını yazdırmış Sedat Pakay Türkiyede yeterince tanınmamaktadır. Oysa MOMA da ve Smithsonian müzede eserleri vardır. Walker Evans’ın öğrencisi olmuş ve bu sırada onu anlatan bir film çekmiştir. Walker Evans Amerika adlı 57 dakikalık film bizim kuşak fotoğrafçıların ilham kaynağı olan bu ünlü fotoğrafçının yaşamını anlatmaktadır. Pakay, James Baldwini İstanbulda kaldığı sürece yaşamının değişik anlarını fotoğraflayarak ve filme çekerek onu da belgelemiştir. Geçen yıl kaybettiğimiz Pakay’ın diğer bir belgeseli de  Bauhaus hocalarından renk teorisyeni, yazar ve ressam Joseph Albers ve  eşi tekstil sanatçısı Anni Albersin yaşamlarını ve eserlerini belgeleyen tek eserdir.

Pompidou Çağdaş sanat merkezi sanat ve fotoğrafı seviyorsanız sıkılmadan saatlerce hatta defalarca gezebileceğiniz 6 katlı bir mekan. Sürekli eserler sergilenen çağdaş sanat müzesi dışında kütüphane ve kitapçısı çeşitli konferans salonları var. Sergi salonlarından bir tanesi sürekli değişen fotoğraf sergilerine ayrılmış durumda. Büyük sergi salonunda Walker Evans devam ederken bu küçük fotoğraf sergi salonunda ise Steven Pippin adlı marjinal fotoğrafçının Optik sapmalaradlı biraz sapkın sergisini de gezmek mümkün. Bu sergi de doğrusu beni derin düşüncelere daldırdı. Bu sergide sanatçının deneysel fotoğraf çalışmaları sergileniyor. Fotoğrafa dair düşünmeyi seven kişiler için burada çamaşır makinesi, küvet  ve pisuvarların nasıl stenope haline gelip sifonu çekince içine konulmuş hassas film tabakasının gelen su ve kimyasal ile fotoğrafa dönüştüğünü izleyebiliyorsunuz. Pippinin non-kameraları ve felsefi kameralarını da burada görebilirsiniz. Dediğimiz gibi Parise yolu düşen fotoğraf düşkünleri Pompidou sanat merkezine uğramayı unutmayın lütfen.