Şarabın Dansı

tomer_dancer_07lafite-1878

Merak etmeyin. Tom Robins’in yazdığı ‘Pancarın Dansı’ romanı gibi kurgu bir yazı değil okuyacağınız. Şarapla dans arasında mevcut olan yakın ilişkilerden bahsetmek istiyorum.

‘Şarap da dans edermiymiş?’ demeyin lütfen! Şarap daha ilk başından oynamaya başlar. Fıçıda veya tank içinde fermante olurken zıp zıp zıplar. Yeter ki siz defi gösterin… Hemen oyuna girer. Biliyorsunuz şarap çok oyuncudur. Bütün oyunları sever. En çok da dans etmeyi.

Şarabın dans sevgisi çok eskilere, taa Roma’ya kadar uzanır. Hani derler ya “Bütün yollar Roma’ya çıkar” işte öyle… Baccanalia, şarap tanrısı Bacchus’a adanmış mistik bir festivaldir. Aslına bakarsanız olay daha da eskilere dayanır, komşuya gelir. Antik Yunan’da Baccahanalia vardır. Dionysia adı altında yapılan bu eğlenceler sırasında insanlar neşe içinde yer içer eğlenir ve dans ederlerdi. Bunu da daha çok Dyonysos’a adanmış anfiteatrlarda yaparlardı. Bu anfiteatrların en büyükleri halen Anadolu’da bulunur. En önemlilerinden biri Seferihisar yakınlarında Sığacık’ta Teos antik kentinde çok iyi durumda sizleri beklemektedir. Zeytin ağaçları arasındaki bu Dionysos mabedi bir gün batımında çevre bölgelerde üretilen bir şişe Egeo Syrah, Chateau Met veya Urla Nexus’u dostlarla birlikte tüketmek için ideal bir ortam yaratmaktadır.

Neyse konumuza dönelim… Bu yeme içme dans etme eylemleri Yunanistan’dan güney İtalya’ya sıçrar ve burada bir gizem kazanır. İtalya’da bu eylemler erkeklere kapalı, şarap içilip dans edilen ayinlere dönüşür. Başta 16-17 Martt’ta yapılan bu ayinlere daha sonra erkekler de kabul edilmeye başlanır ve sık sık yapılmaya başlanır. Zaman içinde o kadar yaygınlık kazanır ki milattan önce 186 yılında Roma senatosu bu ayinleri sınırlamak zorunda kalır.

Ancak bugün bizdeki alkole sınırlamalardan daha farklıdır. Sınırlanan alkol tüketimi değil ayinlerdir. Neyse burada biz şarap dans sanat derken önümüze açılan kapıdan içeri girip bu şarap ve dans ayinleri sanatı nerelere taşımış ona bir bakalım…

Alexander Glazunov Mevsimler adlı balesinin 4. sahnesini Baccanale olarak adlandırmış ve şaraba adamıştır. Philip Roth Elveda Columbus adlı romanında Patimkin’in barına “Bacchanal öteberici” adını takmıştır. Ünlü yazar John Steinbeck daha sonra Elia Kazan tarafından sinemaya aktarılan Cennetin Doğusu adlı baş yapıtında Jenny’nin genelevine ‘bacchanal taverna’ demiştir. John Cage, 1938’de Amerikalı dansçı ve koreograf Syvilla Fort’un Bacchanalia adlı dansının müziğini bestemiştir.

Belirli bir yaşın üzerine çıkmış bir kuşağın çok iyi hatırlayacağı güzel yıldız Jennifer O’Neill’in Dorothy rolünü oynadığı ‘Summer of 42’ adlı filmin müziğini Michel Legrand yapmış ve 1972 yılında en iyi orijinal müzik akademi ödülünü almıştır. Ülkemizde “Yaz Günüydü” adıyla oynatılan bu filmin parçalardan birinin adı da Bacchanale’ dir. Oz büyücüsünün 2011yılı yeni yapımındaki sahnelerden bir tanesi de büyücünün şatosundaki dansdır. Bu dansın adı da yine şarap tanrısı Bacchus’a adanmıştır.

Böylesine uzun bir girişten sonra şarabın ve dansın ilişkinine girebiliriz diye düşünüyorum. İkisi de zordur. İyi dans edebilmek için ruh, beden, çalışma, arzu, şans, uygun ortama ihtiyaç vardır. Şarap için de aynılarına ihtiyaç olduğu gibi ayrıca dengeye de ihtiyaç vardır. Dengesiz bir dansçı ise ayakta bile duramaz.

Şarap üretmek de tüketmek de çok zevklidir. Dans etmek de seyretmek de aynı derecede zevklidir. Tabii ki bilene sevene ve anlayanına, meraklısına.. Diğerleri de zaten bu yazıyı okumuyor olacaklar..

İyi bir şarap üretmek ve çıtayı yükseltmek için çok çalışmak gerekir. Şarap hiç bir şey yapılmadan da oluşur gelişir ama kalite çalışma araştırma ve tecrübededir. Aynı dansda da olduğu gibi. İyi bir dansçı başarılı bir performas yapabilmek için günlerce çalışmalı çalışmalı ve çalışmalıdır. Yoksa hepimiz müzik eşliğinde kollarımızı kaldırıp hareket edebiliriz ama buna ne kadar dans denilebilir bu da tartışma konusudur. Üzüm de kendi haline bırakılırsa sıradan şarap olur biraz daha kendi haline bırakılırsa da sirke olur.

Şimdi gelin biraz şarapla birlikte dünya danslarını dolaşalım. Bacchanal danslar İtalyadan çıktığı için oradan başlayalım. Emiglia Romagna bölgesinin ünlü şarabı Ucinella Trebbiano Smetana’nın Polka dansı gibidir. Notalar notaları takib eder. Yudumlar da yudumları, dostça ve candan bir ahenk içinde ilerler giderler. İkisi de insanlara iyi gelir, güç ve kuvvet verir. Romagna bölgesi sangiovese üzümlerinden yapılan şarapla ilgili hikaye çok eskilere dayanır. Sangiovese İtalyanın en çok üretilen üzümüdür. Toscana’nın incisidir. Ancak Romagna bölgesinin sangiovese’si sangioveselerin asıdır, hasıdır. Adı da ilk defa bu bölgede telaffuz edilmiştir. Bölgede konaklayan bir misafir ne şarabı içtiğini sorduğunda şarabı üreten rahip “Jüpiter’in Kanı” anlamına gelen “Sanguis Jovis” diye bu şarabı adlandırmış ve o zamandan beridir bu üzüm Sangiovese diye bilinmektedir. Yüzyıllardır bölge köylü ve çiftçisine kuvvet veren bu şarap aynı zamanda aristokratların masasını süslemiş manastırlarda ise dini ayinlerde kullanılmıştır. Bologna usulü tagliatelle al ragu ile eşleşmesi idealdir. Bu şarap yöresel dansların ritmini yansıtan tonlara sahiptir. Bu bölgede gelenek operadır özellikle baledeki cinderella rolü ünlüdür. Bu rolün her hareketi Romagna sangiovese  aromaları gibi narin ve kararlıdır. Dansdaki el ve yüz hareketleri şaraptaki denge ve elegansla uyum sağlar.

Yine bu bölgenin zarif hanımefendi üzümü albana üzümünden yapılmış beyaz şaraplar vardır. Bu şaraplar Mazurka dansı gibi öne çıkan hareketler yaparlar. Polonya’nın mazurka bölgesinin adından alan hoş bir danstır bu dans. Ama şarabı içerken bir müzik duymak istiyorsanız beyninizde Chopin’in eserleri çınlayacaktır. Bu parçalar Chopin’in ünlü cenaze marşından öte noktürnleri olacaktır mutlaka.. Bu arada beyinde atom bombası etkisi yaratan Chopin isimli polonya votkasını aklınıza bile getirmemek kaydıyla. Georges Sand ile fırtınalı bir aşk yaşayan Chopin piano için yazılabilecek en güzel müzikleri bestelemiş 39 yaşında ölmüş ve vatan hasretiyle geçen kısa hayattan sonra Paris’te gömülmüştür.

Bölgenin Ruchetto dell’Uccellina adlı bir başka şarabı ise pinot noir’dan üretilen yoğun ve doğal aromalarıyla kompleks yapıda ve az bulunan bir şaraptır ki sanki Tango gibi sizi kavrar döndürür, zaman zaman yere doğru yaklaştırıp tekrar yukarı kaldırır. Oysa Bölgenin Cagnina şarabı dans edecekse doğrudan Galopade yapar. 19. yüzyıl ikili dansı gibi bu şarap da sizin boynunuza sarılır dayanılması zor bir tatlılıkla sizi sarıp sarmalar ve müziğin ritmi ile döndürmeye başlar.

Şarap, müzik, ritm ve dönmek denilince şarap dünyasından bir ünlü aklımıza geldi. Ülkemizin köklü şarap üreticilerinden Dolucanın profesyonel modern danscısı ve pazarlama müdürü Sibel Kutman’a sorduk; sizce Dans ve Şarabın ilişkisi nedir. Bakın neler söyledi….

Engüzel eşleşmenin şarabın ve dansın tarihinde yattığını ve eski dünya, yeni dünya ilişkisinin şarapta ve dansta kurulduğunu anlattı.

Eski Dünya vs Yeni Dünya şarapçılığı

Eski dünya ülkeleri (basta Fransa, Almanya, Italya) yüzyıllarca sarap yapımını kendi hegamonyalarında bulundurdular, oldukca katı kurallarla şekillendirdikleri ve ağırlıklı terroir’a dayali ve hiyerarsik bir üretim sistemini benimsediler, ‘iyi şarabın’ tanımını da bu kriterlere bağladılar. Yeni dünya ülkeleri (başta ABD, Avusturalya, Şili) şarapta köklü bir geçmişe sahip değillerdi, eski dünyanın terroir kurallarını da kendi iklim ve toprak gerçeklerine adapte edemiyorlardı. Bu kuralciliğa karşı geldiler, terroir kavramının yanı sıra ‘varietal şarap’ konseptini oluşturarak, şarapçılıklarını yöreden ziyade üzüm cinsine endeksleyen bir sistem geliştirdiler ve kendilerini şarapseverlere kabul ettirdiler. 20. yüzyılın ilk yarısında temelleri atılan yeni dünya şarapçılığı yüzyılın ikinci yarısında eski dünya ile her kulvarda rekabet edebilecek düzeye erişti.

Bale vs Modern Dans

Avrupa’nın öncülüğnde gelişmiş olan bale, yüzyıllarca dans sanatının en üst konumunda yerini korudu. Bale, kuralları çok net belirlenmiş, ancak belli vücut tiplerinin icra edebileceği, yer çekimi ile mücadele eden, ekseriyetle eşlikçisi olarak klasik müzik eserlerini ve klasik kostümleri tercih eden bir format. Yine 20. yüzyılın ilk yarısında, balenin bu kuralcılığı ve kendi içerisinde oluşturmuş olduğu hiyerarşiye bir tepki ve kendini bedensel olarak farkli bir sekilde ifade edebilmenin arayışı neticesinde Isador Duncan, Martha Graham gibi öncülerin sayesinde modern dans akımı doğdu. Farklı vücut tiplerinin de icra edebildiği, yer çekimi ile barışık, müzik ve kostüm seçimlerinde özgün, pozisyonların kurallara bağlı olmadığı, bedenin serbestçe hareket edebildigi bir dans şekli de hayata geçmis oldu ve yıllar içerisinde kabul görüp dans sanatında saygın bir konuma geldi.

Daha sonra bize üzümler ve potansiyel dans eşleşmelerini sıraladı.

Üzümler ve potansiyel dans eşleşmeleri

Cabernet Sauvignon: eski dünya’da Klasik Bale i.e. Royal Ballet, Paris Opera Balesi, yeni dünya’da Modern Dans’in Klasikleri i.e. Martha Graham, Paul Taylor, Alvin Ailey
Merlot: Couples Dancing’, romantik, vals, foxtrot
Shiraz: iddiali, delidolu, güçlü, isyankar, masculine, koşulsuz ‘Modern Dans’ i/e Lar Lubovitch, Momix, Mark Morris
Chardonnay: Prima Ballerina, feminen, başrol, klasik
Sauvignon Blanc: Prima Ballerina’nin modern dans versiyonu, yine başrol, daha vahşi, daha özgün, daha şımarık
Okuzgozu: ‘Social Dancing’, herkesin her zaman yapabileceği, arzu ettigi müzigin eşliğinde kendi zevkine göre dans etmesi
Boğazkere: oldukça “maskülen” hatta ağır abi formatında, bana Sicilya Mafya filmlerindeki erkek erkeğe dans sahnelerini, Rus Kazak dansi tipi kendi bedeniyle inatlaşan koreografileri, ağlatan bir Sirtaki, memlekette ise yavaş bir Ankara Havasını anımsatıyor
Kalecik Karasi: Cab Sauvignon’un biraz daha yumuşak ve rahat versiyonu yani ‘Modern Bale’. hala bir takım formatlar olan ama deneysellige açık
Sultaniye: oldukca feminen, cilveli, şenşakrak, folk dansları, köy eğlenceleri, kaşık dansı, halka dansları
Riesling: alman usulü folk dansları, polka, gavotte
Malbec: baştan sona Tango, latin
Emir: Boğazkere kadar damardan olmasa da yine maskülen ama rustik, zeybek, efe, square dance
Narince: ‘Post Modern’, yalın, minimalist, less is more anlayisi, ama teknik beceri gerektiren, mesajini bağırmadan veren eserler
Tempranillo: Flamenco
Grenache: şahsına münhasır, herhangi bir akıma sığmayan, eksperimental, acquired taste, off off broadway
Bizde tersten ilerleyip bizim bölgelerimizin danslarını üzümleriyle eşleştirmeye çalıştık.

Egenin mert, atılgan mazluma dost haksıza düşman, cesur Zeybeğini Bornova Misketine benzettik. Halikarnas balıkçısı da Zeybek oynanışını 3 e ayırır. Birincisi elleri kaldırıp meydan dolaşma iken, ikinci hareket üzüm salkımını koparıp diz üstüne düşerek sepete koyma hareketidir. Üçüncü hareket ise sepetteki üzümü ezerek şarap olacak iksiri elde elmektir.

Trakya bölgesinin oyunların genel adı Hora’dır. Hora çok hızlı ritmli ve kıvraktır. Sıkı denge ister. Aynı papazkarasının dengeli şaraplar vermesi gibi. Yine bu bölgenin dansı kasap havası ise tam bir Gamaydir. Gamay ele ele kolkola tutuşularak diziyle yürütülen oyunlar gibidir. Dosttur. Dostlarla içilir dans da dostlarla yapılır.

Akdeniz bölgesinde Kaşık oyunları oynanır. Akdeniz halk dansları, Toros sırtlarında rengarenk elbiseler içinde nazlı nazlı oynanır… Erkeğin uyumlu hareketi, kadının tatlı salınışı birliktedir. Dans ritimlerinin yavaş oluşu sıcağa bağlıdır. Tempo ağırdır ancak kıvrak hareketler bu dansların zevkle seyredilmesini sağlar. Davul – zurnayla eşliğindeki bu oyunları kadın ve erkekler beraber oynarlar. Giderek yok olmaya yüz tutan bu oyunlar yok olmuş son örneklerinden tekrar yaşama tutunmuş bölge üzümünün şarabı Acıkaraya benzer. Zarif ve yumuşak bu şarap bölgenin halk dansları gibi nazlı ve güzeldir.

Güneydoğu Anadolunun dansları ağır Halayı dizi biçiminde oyunlardır ve ağır seyrederler. Boğazkere gibi ağırbaşlıdırlar. Sanki “ağır git mola desinler” havası sezilir.

Biraz daha yukarı Elazığ civarına çıkınca “çayda çıra” ile öküzgözünün birlikteliğini ve uyumunu anlamak çok kolaylaşır. Tartımlı oyun “Çayda Çıra” erkek evine gitmeden bir gece önce gelinin el ve ayağına kına yakılmasıyla başlar.

Çayda çıra yanıyor

Canda şevk uyanıyor

Yandı eridi mumlar

Nasıl can dayanıyor

Nanay gelinim nanay

Oyna dön bugün bu ay

sözleriyle renkli mum yanan tabaklar ellerde sekerek ilerlerler. Öküzgözü öküz gözü gibi koyu renklidir. Yuvarlak ve koyu renklidir; yapılı, kalıcı, kırmızı meyvemsi, dolgun, hafif tanenli özellikleriyle yıllandırılmaya uygundur. Evlilik gibi romantik anlar için uygun bir şaraptır.

İç anadolu denilince akla yine Nevşehirle “Halay Yöresi” gelir. Semah, seymen ve sinsin oyunları da yaygındır. Kendine özgü ince aromaları ve serinletici bir lezzeti ile Emir bu dansların içkisi gibidir. Köpüklü şarap yapımına da elverişli olan bu üzümden Halay gibi kıpır kıpır renkli neşeli şaraplar çıkar.

Brassai-Graffiti

images-9 images-10 images-11 images-13 images-14“Paris gece hayatında beni kendine hayran bırakan şeyleri görüntüye çevirme arzusu beni fotoğrafçı yaptı”
Brassai

Hayatta anlam var mı diye düşünürsünüz bazen, ama birileri çıkar hayatınızın anlamlı olduğunu anlarsınız!
Brassai

Önce Henri Cartier Bresson’un talihsiz arkadaşı İzis’i yazdık, sonra sokağın şairi Willy Ronis’i, ardından da ünlü Hotel de Ville’deki öpüşme fotoğrafı “Le Baiser” nin fotoğrafçısı Doisneau’yu… Bugün Centre Pompidou sanat Merkezi’ndeki sergisi nedeniyle Brassai’yi yazıyoruz. Sırada aynı dönem Paris fotoğrafçılarından Jacques Lartigue, Marc Riboud ve Henri Cartier Bresson var. Robert Capa ise çok farklı özellikleri olan büyük fotoğrafçı olarak 8 fotoğrafçılı bu serinin son konuğu olacak.
Brassai’nin 9 Kasım 2016 ve 30 Ocak 2017 tarihleri arasında Paris’te Pompidou Sanat Merkezinde “Graffiti” adlı sergisi var. 1930’ lu yıllarda Brassai uzunca bir süre Paris duvarlarındaki resimleri, kazınmış yazı ve şekillerin fotoğrafını çeker… Bu fotoğraflar dergileri süsler. New York daha dahil olmak üzere dünya’da çeşitli şehirlerde sergilenir. Sürrealist sanatçılara ilham kaynağı olur. Macaristan’da 1899’da doğan, 84 yaşında Paris’te ölen Brassai’nin esas adı Gyula Halsz’dır. Desinatör ressam heykeltraş ve yazar olan Brassai’nin fotoğrafa başlaması, fotoğraf makinesini dökümantasyon aracı olarak kullanmaya başlamasıyla olmuştur. Ancak ardından makinesi elinden bırakamaz hale gelmiştir.

Brassai sokak sokak dolaşır. resim atelyeleri, genelevler… Görmeyi başaramadığımız şeyler, insanlar teker teker karşımıza çıkagelirler, elle tutulurlar.
Zamanını bu kadar güzel göstermiş, yaşadığı dünyaya bizi bu kadar içine çeken başka fotoğrafçı çok azdır diye düşünüyorum. Picasso heykel yaparken, Henry Miller düşünceler içinde yazarken, Çiçek kabaresinde Akordeoncusu ile KİKİ, sokak lambası yakıcısı veya sokak dilberi hepsi gözünüzün önündedir.
Arkadaşı Henry Miller ona “Paris’in gözü” adını takmıştır. Bu ad avangard fotoğrafçı için tam yerindedir de.
Ticari açıdan da çok başarı kazanır, iki dünya savaşı arası Fransanın en ünlü fotoğrafçılarındandır.
Paris’in gizli yüzünü göstermiştir.Şehrin entelektüel yanını da cilalar. Picasso, Prévert, Sartre, Cocteau, Camus, Desnos, Miller dostlarıdır.
Montparnasse’ın deli yıllarının tanığı ve başrol oyuncusudur. Sürrealist akımın göbeğindedir.
“Eşyaları değiştiren sisin şiirinin, şehri dönüştüren gecenin şiirinin, insanları değiştiren zamanın şiirinin peşindeydim” der…
Fotoğrafta sevdiğim, özel olarak kaydedilmiş basit bir konu ve bunun olağanüstü hale getirilmesidir. Ara Güler’in tersine “Ben fotomuhabiri değilim, aktüalite beni ilgilendirmiyor. Gündelik hayat çok daha heyecan verici, sadece gözümüzle fotoğraf çekmeyiz aklımızla da çekeriz” der.
Görüntüsünü oluştururken tabii ki kompozisyon ve yapıya önem verir ama, daha çok yakın plan çalışarak insana dair fotoğraflar oluşturmaya çalışır.
Fotoğraflarını karanlık odada kendisi banyo eder ve basar.
Aslında fotoğraflarının sürrealist olması, gerçeği kendi görüşü ile olağanüstü hale getirebilmesinde yatmaktadır.
‘Sadece gerçeği göstermeye çalışıyorum ama gerçekten daha gerçeküstü birşey yok’ diye de ilave eder. Brassai gündelik hayatın bir köşesini sanki hayatımızda ilk defa görüyormuş gibi göstermeye çalışır.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Macar ordusunda süvari olarak görev yaptıktan sonra 1920’de Berlin’e yerleşir. Gazetecilik yapar ve aynı zamanda güzel Sanatlar akademisine devam eder. Brassai daha sonra Paris’e yerleşmeye karar verir. Pariste Jacques Prevert gibi önemli sürrealistlerle arkadaşlık kurar. Picasso Dali, Matisse ve Giacometti gibi dönemin önemli sanatçılarının fotoğraflarını çeker, onlarla dosluk kurar. Henry Miller ile köklü bir dostluğu olur. Henry Miller ve Picasso’nun kitaplarını yapar. Paris’in gece hayatını çok sevmektedir. “Gece Gezgini” “Gece Parisé’ adlı kitapları yayınlar. Paris sevgisi ise “Duygusal Paris” “Brassai-Paris” ve “Paris Aşkına” adlı fotoğraf kitaplarını hazırlar.
Fransa’nın Lejyon donör ödülü ile ödüllendirilir. Brassai yaşamın son dönemlerini dünyada tanınmış bir fotoğrafçı olarak geçirir. Arles’da sergiler açar, onur fotoğrafçısı olarak ağırlanır. Şu andaki Graffiti sergisinden önce daha büyük bir resrospektif sergisi yine Pompidou sanat Merkezinde 450 eseri ile 2000 yılında yapılmıştı. Fotoğrafın nasıl sanat fotoğrafı olduğunu ve fotoğrafçının nasıl sanat akınlarının göbeğinde olduğunu anlamak açısından mutlaka gezilmesi gereken bu Brassai “Graffiti” adlı sergiyi , Paris’e yolu düşen bütün fotoğrafseverlere öneriyorum.