Lisa’s Gryphon Workshop ın Toscana Italy; Photography, dıgıtal art, and AI

 

Farm of olive groves and vineyards.

Mehmet Ömür’s Photography and iPhoneography workshop in Tuscany in May 2024 sounds like a fantastic opportunity for anyone interested in photography and digital art. Here’s a breakdown of the key details

About Mehmet Ömür:

  • Born in Istanbul, Mehmet Ömür discovered his passion for photography in the early 70s.
  • Despite his career as an ENT surgeon, he maintained photography as a passion.
  • In 2017, he shifted to full-time photography in Paris, France.
  • He holds Photography Diplomas from CB3P Photography School in Paris and the University of Eskisehir, Turkey.
  • He is also a certified drone user and holds various certifications in design and contemporary arts.
  • His photography focuses on street photography and vernacular-candid photography.
  • He has received awards such as the IPPA iPhone Photography Awards and the Vicent Versace Photographic Excellence Award.
  • Beyond photography, he is a prolific author with works in gastronomy and the arts.
  • His artistic journey has been exhibited globally.

Workshop Overview:

  • The workshop spans 10 days and aims to explore the intersection of AI, mobile photography, and digital art.
  • Participants will begin by creating original images using Discord and Midjourney applications.
  • The workshop will cover layering techniques and masking applications for digital collages.
  • Participants will work with texture and filter applications like Distressed FX and iColorama.
  • iPad users will explore Procreate for mobile digital painting.
  • The workshop will also introduce print techniques like Gelli Print and Cyanotype.
  • Day trips in the Val d’Orcia area will provide opportunities to capture various subjects, including architecture, people, and landscapes.
  • The workshop concludes with a group dinner and a showcase of the created works.

What’s Included:

  • 10 nights of accommodation (Single or Double Occupancy options available).
  • 36 meals (breakfasts, lunches, and dinners) with most dietary requirements accommodated with advance notice.
  • Ground transportation to and from Florence Peretola Airport on specified arrival and departure days.
  • All transportation to various sites visited during the workshop.
  • Entrance fees to museums or sites included in the itinerary.
  • Instructor’s fees.

What’s Not Included:

  • Airfare and travel insurance (required).
  • Four meals that will be eaten while out for the day.
  • Any extra food and wine for personal consumption in your room.
  • Gratuities to staff at the end of your stay (recommendations provided in the information packet).
  • Overall, this workshop promises an immersive and creative experience in photography, digital art, and AI, set against the beautiful backdrop of Tuscany’s Val d’Orcia

    . Participants can expect to enhance their skills and explore new artistic dimensions under the guidance of Mehmet Ömür.

  • https://www.lisastatkus.com/mehmet-omur-2024-may-10-20/
  • https://www.lisastatkus.com/mehmet-omur-2024-may-10-20/

 

 

Farm of olive groves and vineyards.

 

Paris Photo 2023, 26. sürüm; Birinci bölüm

Paris Photo 2023, 26. sürüm; Birinci bölüm

 

Bu yılın Paris Photo ana görseli

Nan Goldin

Mehmet Ömür

Bu yıl Paris Photo fotoğraf fuarını iki aşamada yazmaya karar verdim. İlk aşamada fuarı gezmeden önce, ikinci aşamada ise fuarı gezdikten sonra yazacağım. İlk aşamada fuarla ilgili genel bilgileri vermeye çalışacağım, ikinci aşamada ise gezerken edindiğim izlenimleri paylaşacağım. Muhtemelen ikinci bölüm, daha fazla okuyucu bulacaktır. En azından ben böyle olmasını içtenlikle umuyorum.

Öncelikle fuarın yöneticisini tanıyalım: Florence Bourgeois, uzun süredir Paris Photo’nun direktörüdür ve etkinliğin 2023 yılındaki 9-12 Kasım tarihlerinde Grand Palais Ephémère’de düzenlenecek 26. yılındaki etkinliklerin önemini bizlere açıklamaktadır. Florence Bourgeois’a göre Paris Photo, sanatçılar, kurumlar, küratörler, koleksiyoncular, gazeteciler ve fotoğraf meraklıları için vazgeçilmez bir buluşma noktasıdır ve dünyanın dört bir yanından galerileri, yayıncıları ve fotoğraf severleri bir araya getirir.

Yine Paris Photo yöneticisine göre Paris Photo’nun birçok amacı vardır: Yaklaşık iki yüzyıllık bir fotoğraf tarihini seçkin bir bakış açısıyla sunarken, fotoğraf ekosisteminin aktörlerini bir araya getirir, fotoğraf ve sanat kitapları pazarını tanıtırken görsel medyanın evrimiyle ilgili yeni sorunlara yanıt verme amacındadır.

2023 yılındaki fuar, özgün küratöryel yaklaşımları ve dijital çağdaki fotoğrafa odaklanan yeni bir bölümle karşımıza çıkıyor. Bourgeois, sanatçıların dijital uygulamaları eserlerine dahil ettiği bu sektörü bu yıl fuarda yeni bir bölüm olarak ele aldıklarını ifade ediyor. Ayrıca Bourgeois, kadın sanatçıların görünürlüğünün önemini vurguluyor ve son 5 yılda katılımın %20’den %36’ya çıktığını belirtiyor.

Fuar, güncel ve önemli konuları ele alan konuşmalarla, kitap imza etkinlikleriyle, fotoğrafta yükselen değerlerin tanıtımıyla, Fransız fotoğrafının geldiği yere ışık tutmayla, işbirliği yapılan partnerlerin sergileriyle ve çevresel sorunları ele alan konuları inceleyerek dört günlük sürecin, geçmiş yıllarda olduğu gibi fotoğraf açısından çok verimli geçeceğini vurguluyor.

Sonuç olarak, yukarıdaki fuar yöneticisinin konuşmalarından anlaşılacağı üzere, Paris Photo, fotoğraf dünyası için önemli bir etkinlik olarak kabul edilmekte olup; fotoğraf sanatı, fotoğraf teknolojisi ve sanatsal çeşitliliği destekleme amacı taşımaktadır. 2023 yılının, ziyaretçiler için sürprizlere açık ve birçok yeni keşfin yapılabileceği dolu dolu bir deneyim sunacağı görünüyor.

Nina Roehrs’un komiserliği altında, fotoğraf sanatı ile yeni teknolojiler arasındaki ilişkiyi işleyen galeri ve platformları sunan yeni bir sektör oluşturuldu, adı ise dijital sektör oldu.

Bu fuar geçen yıl olduğu gibi Grand Palais Éphémère’de gerçekleşecek ve 191 galeri ve yayıncının yanı sıra Paris Photo Online Viewing Rooms adlı çevrimiçi bir platformu da  içerecek.

Ana Sektör denilen oradaki bölge 21 ülkeden gelen 133 galeriyi bir araya getiriyor ve modern başyapıtlardan yeni çıkan sanatçılara kadar fotoğrafın tüm alanlarına geniş bir bakış sunuyor.

Yayıncılar Sektöründe fotoğraf kitapları üreten 35 uluslararası yayımcı var.

Curiosa her yıl yeni sanatçılar tanıtıyor ve  bu yıl  Anna Planas’ın küratörlüğü altında, fuara ilk kez katılan 17 sanatçıyı tanıtacak.

Elles x Paris Photo: Kültür Bakanlığı ile işbirliği içinde başlatılan bu proje, sanat ve kültür alanındaki önemli kadınları öne çıkarmayı amaçlıyor ve son 5 yılda fuarın kadın sanatçı sayısını %20’den %36’ya çıkardı.

Textuel tarafından basılan “Elles” adlı yayın, seçilmiş sanatçıların tanıklıklarını içeriyor ve küratörlere yeni bir platform sunuyor.

İkon fotoğraflardan çağdaş fotoğrafa, fotoğrafın her alanında çeşitli sergiler, fotoğrafın farklı yönlerini ele alıyor,.

Cnap ve ARCP gibi Kamu kurumları fotoğraf koleksiyonları  ve bunları koruma konularını irdeliyor.

Estée Lauder güzellik ürünleri şirkei olarak, meme kanseri ile mücadeleyi destekliyor ve Pink Ribbon ödülünü sunuyor.

Fuarda sohbetler ve etkinlikler de var. Sohbetler, Sanatçı Konuşmaları, Paris Photo-Aperture Fotoğraf Kitabı Ödülleri ve 300 kadar sanatçının katılımı ile fuara neşe katıyor.

Paris Photo Haftası sırasında  Paris’in zengin fotoğraf mirasını ve kültürel sahnesini vurgulamak için Pais’te çeşitli sergiler ve etkinlikler düzenleniyor. Bunların önemlilerine şöyle bir göz atalım isterseniz;

“Atget’in İzinde” Sceaux Malikanesi’nde, 10 Mart – 15 Aralık 2023 tarihleri arasında, Eugène Atget’in 1925-1927 yılları arasında çektiği fotoğrafları sergiliyor.

“Abbé Pierre: Yoksullukla Savaş” Citéco’da, 12 Mayıs – 5 Kasım 2023 tarihleri arasında, Abbé Pierre’in yaşamını ve eserini fotoğraflarla anlatıyor.

“Dünyanın Kenarından Bir Kat” Posta Müzesi’nde, 3 Haziran 2023 – 8 Nisan 2024 tarihleri arasında, ilginç bir fotoğraf sergisi

“Yayılma” Kanada Kültürel Merkezi’nde, 9 Haziran – 14 Kasım 2023 tarihleri arasında, Arktik bölgesine odaklanan etkileyici bir fotoğraf ve video çalışması sunuyor.

“Modanın Renkleri” Palais Galliera’da, 16 Haziran 2023 – 15 Mart 2024 tarihleri arasında, 1920’lerden ilginç fotoğraflar var.

“Rio-Buenos Aires 1909 Sergisi” Albert-Kahn Departman Müzesi’nde, 27 Haziran – 19 Kasım 2023 tarihleri arasında, 1909’da Arjantin ve Brezilya’ya bir yolculuğu keşfediyor.

“Gustave Eiffel’in Paris’i” Cité de l’architecture et du patrimoine’ta, 26 Temmuz 2023 – 9 Ocak 2024 tarihleri arasında, Gustave Eiffel’in Paris’ine adanmış eşsiz  bir sergi sunuyor.

“Bedene Dair: Fotoğrafın Hikayeleri” Centre Pompidou’da, 6 Eylül 2023 – 25 Mart 2024 tarihleri arasında, iki yüzyıldan fazla bir süre boyunca fotoğrafın insan bedeni üzerindeki farklı bakış açılarını keşfediyor.

“Kraliyet Mezarlığındaki Kraliçeler: Ayakta Durun” Saint-Denis Bazilikası’nda, 15 Eylül – 31 Aralık 2023 tarihleri arasında, Kadınlar Evi’nin kahramanlarını fotoğraflarla öne çıkarıyor.

“Spor Hikayeleri” Lüksemburg Bahçesinde açık hava sergisi olarak sunulan fotoğraflarla, 16 Eylül 2023 – 14 Ocak 2024 tarihleri arasında sporcuların pratiğini gösteriyor.

“MEN UNTITLED” Henri Cartier-Bresson Vakfı’nda, 19 Eylül 2023 – 14 Ocak 2024 tarihleri arasında, erkeklik ideallerini sorgulayan bir fotoğraf sergisi var.

“Bisiklet Gezisi, ABD, 1939” Henri Cartier-Bresson Vakfı’nda, 19 Eylül 2023 – 14 Ocak 2024 tarihleri arasında, Amerika Birleşik Devletleri’nde bir bisiklet yolculuğunu takip ediyor.

“Japonya’nın Geçici Portresi” Guimet Müzesi’nde, 20 Eylül 2023 – 15 Ocak 2024 tarihleri arasında, Japon kültürünün derinliklerine dalmanıza olanak tanıyan bir fotoğraf sergisini sunuyor.

“Felice Beato ve Japonya” ünlü İtalyan fotoğrafçı Felice Beato’nun 19. yüzyılda çektiği siyah beyaz fotoğrafları, Cernuschi Müzesi’nde, 26 Eylül – 17 Aralık 2023 tarihleri arasında görülebilir.

“Okyanus Gezegeni” Yann Arthus-Bertrand ve Brian Skerry tarafından çekilen fotoğraflarla, Bercy Village’ta, 7 Ekim 2023 – 6 Ocak 2024 tarihleri arasında, okyanusu vurguluyor.

“Güzelliği Yakalamak” Jeu de Paume’da, 10 Ekim 2023 – 28 Ocak 2024 tarihleri arasında, Julia Margaret Cameron’ın fotoğrafçılığına retrospektif bir bakış sunuyor.

“Ca” Jeu de Paume’da, 10 Ekim 2023 – 28 Ocak 2024 tarihleri arasında, İngiliz fotoğrafçı Victor Burgin’e adanmış büyük bir retrospektifi sunuyor.

“1930’ların Paris’i: Boris Lipnitzki’nin Gözünden” galeri Roger-Viollet’te, 12 Ekim 2023 – 20 Ocak 2024 tarihleri arasında, 1930’ların Paris’ini gösteriyor.

“Robert Doisneau: Direniş Ruhu” Ulusal Direniş Müzesi’nde, 15 Ekim 2023 – 28 Nisan 2024 tarihleri arasında, Robert Doisneau’nun yaşamının pek bilinmeyen bir dönemini sergiliyor.

“Paris Aydınlatılıyor” Paris Belediye Sarayı’nın tellerinde, 16 Ekim – 30 Kasım 2023 tarihleri arasında, Paris’in gece fotoğraflarını sergiliyor.

“Siyah & Beyaz” BnF François Mitterrand’da, 17 Ekim 2023 – 21 Ocak 2024 tarihleri arasında, Fransız Ulusal Kütüphane’nin fotoğraf koleksiyonundaki siyah beyaz en önemli eserleri sergiliyor.

“Kötülük Çiçekleri” Guerlain Evi’nde, 18 Ekim – 13 Kasım 2023 tarihleri arasında, Charles Baudelaire’in eserini ve çiçeklerin farklı sembollerini betimleyen bir sergi sunuyor.

“PHOSPHOR: Sanat & Moda” Maison Européenne de la Photographie’de, 18 Ekim 2023 – 11 Şubat 2024 tarihleri arasında, Viviane Sassen’in eserlerini sergiliyor.

“Genç Enerjiler” Quai de la Photo’da, 18 Ekim – 10 Aralık 2023 tarihleri arasında, genç Fransız ve Belçikalı sanatçıları ön plana çıkarıyor.

“PhotoSaintGermain” Saint-Germain-des-Prés bölgesinde, 2-25 Kasım 2023 tarihleri arasında, ücretsiz bir sanat etkinliği olarak yeniden ortaya çıkıyor.

“Photo Days 2023” Paris’te, 3 Kasım – 3 Aralık 2023 tarihleri arasında, farklı kurumlar ve galerilerde düzenlenen sergileri ve etkinlikleri içeriyor.

“Renkli Japonya, 19. Yüzyıl Fotoğrafları” Paris Dekoratif Sanatlar Müzesi, 8 Kasım – 31 Aralık 2023 tarihleri arasında, 19. yüzyıl Japonya’sını gösteriyor.

“Görüntüsüz Gerçekler” Studio Idan’da, 9-30 Kasım 2023 tarihleri arasında, efsanevi karakterleri değişik bir bakış açısıyla ele alan ilginç fotoğraflardan oluşan bir sergi olarak karşımıza çıkıyor.

Curiosa küratörü Anna Planas‘a  sorular ve cevapları;

Bu yılki Paris Photo etkinliğinin başlıca odak noktaları nelerdir?

Bu yıl, etkinlik programı fotoğraf sanatının farklı pratiklere daha fazla yer veriyor. Paris Photo’da dijital sanat birkaç yıldır var, ancak teknik araçlardaki hızlı gelişme ve yeni bir sanat sahnesinin yükselişiyle karşı karşıyayız. Dijital çağda fotoğrafçılığa özel bir bölüm oluşturmak ve bir uzmanın küratörlüğünde sunmak önemliydi.

Paris Photo, dijital sanatın ve dijital çağdaki fotoğrafçılığın artan önemini nasıl ele alıyor?

Paris Photo, tarihsel galerilerin temelini oluşturan birçok dönemi kapsayan geniş bir fotoğraf geçmişine sahip ve fotoğrafı anlamaya büyük bir alan sağlıyor. Galerilerin sergilediği eserler arasında, Man Ray’den Grete Stern’e, Diane Arbus’tan Nan Goldin’e kadar fotoğrafçılığın büyük isimler var. Tom Wilkins’in (CHRISTIAN BERST) etkileyici polaroid arşivini veya Melissa Schuck’ın (MIYAKO YOSHINAGA ve GALERIE LA PATINOIRE ROYALE BACH) eserleri ile karşılaşmak hoş bit deneyim olacaktır diye düşünüyorum.

Çevrel sorunları bu yıl önemli bir rol oynuyor gibi görünüyor. Bu konuyu ele alan sanatçılar ve galeriler hakkında daha fazla bilgi verebilir misiniz?

Bu yıl çevre sorunları, Julius Von Bismark gibi sanatçılarla ve galeri Alexander Levy tarafından ilk kez fuara getiriliyor. Ayrıca,  sanatçı Hamish Fulton’ın Mira Madrid tarafından sunulan geri dönüş gibi dikkat çekici eserleri var. İtalyan peyzajının bazı klasiklerini tekrar görmek de keyifli, Guido Guidi, Luigi Ghirri, Franco Guerzoni gibi sanatçılar çeşitli projeleriyle tarihi bir yolculuk sunuyorlar.

Elles x Paris Photo adlı yolculuğun neyi temsil ettiğini açıklayabilir misiniz?  Yıllar içinde nasıl gelişti?

Bu yil 5. yılını kutlayan Elles x Paris Fotoğraf bölümü, yaşanmış deneyimleri merkezine koymaktadır.  Carrie Mae gibi önemli çağdaş sanatçıların kimlik sorununu ele aldığını görmekteyiz. . Weems, Zanele Muhol veya Frida Orupabo ve disiplinlerarası sanatçıların eserlerini izleme fırsatını da yakalıyoruz. New York galerisi Ryan Lee Gallery  Martine Gutierrez’in ilginç sergisini bize sunuyor.

Avrupa’nın ilk fotoğraf fuarı olan Paris Photo’nun programının bir kısmını dijital sanata ayırmaya iten şey neydi?

Bu sorunun cevabını bu sene ilk kez yapılan Dijital bölümün küratörü Nina Roehrs‘den alıyoruz

Fotoğraf her zaman teknik gelişmelere ve dijitalleşmeye açık olmuştur.   Bu bölüm aslında fotoğraf ortamının sınırlarını keşfetme isteğine dayanmaktadır.

Bugün, dijitalle günlük olarak yüzleşmemiz görsel etrafında dönüyor. GIF’ler, Instagram selfileri ve filtreler, algoritmalar, ekran görüntüleri ve drone görüntüleri her yerde görülüyor.   Aktivizm, içerik denetleme, influenzırlar   ağ bağlantılı dijital görüntüler ve yeni görsel formatların hatta yeni uygulamaların inanılmaz bir hızla ortaya çıkmasına neden oldu.

Hangi medya ve uygulamalar sunuluyor?

Sergiler, yapay zeka, algoritmalar, uygulamalar, artırılmış gerçeklik, blockchain, NFT’ler ve video oyunları gibi çok çeşitli medyalarla ilgili çağdaş kültür, dijitalleşme ve sanat arasındaki ilişkiler araştırılıyor ve aynı zamanda bazı uygulamaları eleştirel bir bakış açısıyla inceliyor.

Kodlama, kolaj, fotoğraf, heykel, vb.dijital araçlar artıyor. Bir süredir sanat ve sanatçılar içerik ve araçlarla ilgili sorularla karşı karşıya kalıyor. Dijital sektörde üreten fotoğrafçılığın yanı sıra yapay zekanın ürettiği çalışmaların da başlangıcını görüyoruz. Paris Photo, bu diyaloğu teşvik etmek için ideal bir ortam gibi görünüyor.

Bu yeni sektörün zorlukları nelerdir?

Sanat fuarları, ticari amaçlar güder.  Çeşitli sanatsal tercihlere sahip çok sayıda katılımcıyı bir araya getirir.  Dijital çağda fotoğraf dünyasını mümkün olduğunca eksiksiz ve tutarlı bir şekilde sunmak önem kazanmıştır. Yine bu evren, birçoğumuz için henüz yeni. Dikkatli seçimler ve sergileyicilerle ve sanatçılarla yakınlaşarak yapılan küratöryel işbirliği olmazsa bunun  başarılması zordur.

Pek çok  sanatçı, çalışmalarında dijitalleşme ve yeni medya teknolojileriyle aktif olarak ilgileniyor. Galerilerle çalışmadıkları için henüz Paris Photo gibi sanat fuarlarında eserlerini sergileyemiyorlar. Özellikle Blockchain teknolojisi, halihazırda mevcut piyasa yapılarına ve aracılarının rollerine pek kulak asmıyor.

Dijital teknoloji hem endişe ve güvensizlik kaynağı, hem de umut ve yaratıcı potansiyel anlamına gelmektedir. Bu ikilemde dijital teknolojinin gelişimini nasıl görüyorsunuz?

Aslında yeni teknolojiler ve bunların sanatsal uygulamalara yapılıyor olması, medya çeşitliliğini ve yaratıcı olanakları önemli ölçüde genişletmeyi mümkün kıldı. Son yıllarda blockchain ve NFT’ler birçok sanatçıya sanat piyasasının yerleşik yapılarının dışında yaratıcı ve finansal fırsatlar sundu. Ancak burada telif hakkı yönetimiyle ilgili özellikle hassas bir soru ortaya çıkıyor. Sanatçılar, yeni teknolojilerde önemli bir rol oynuyorlar ve bu sayede dijitalleşmenin toplum üzerindeki etkilerini eleştirel bir şekilde anlamaya önemli katkılarda bulunuyorlar.

Ana Bölüm:

Victor Burgin’den (THOMAS ZANDER, Köln) Zanele Muholi’ye (YANCEY RICHARDSON, New York) kadar çağdaş fotoğrafçılığın en önemli sanatçılarını bir araya getiriyor, aynı zamanda Carrie Mae Weems (FRAENKEL, San Francisco), Senta Simond (WEBBER, Londra), Ming Smith (JENKINS JOHNSON, New York), Frida Orupabo (STEVENSON, Cape Town) ve Laia Abril (LES FILLES DU CALVAIRE, Paris) gibi bu yıl uluslararası kurumlarda büyük sergiler açmış isimler var.   New York Modern Sanat Müzesi, Jeu de Paume, La Maison Européenne de la photographie, Photo Elysée, Fotomuseum Winterthur ve Co Berlin bunların başında geliyor. Sunulan eserler aynı zamanda fotoğrafın tarihini şekillendiren büyük isimleri tanımamızı sağlıyor. HOWARD GREENBERG (New York), Brassaï’den Diane Arbus’a, Saul Leiter’e veya Edward Burtynsky’ye kadar 20. ve 21. yüzyılın en büyük fotoğrafçılarının bir seçkisini sergiliyor. THOMAS ZANDER (Köln), Mitch Epstein, Helen Lewitt, Anthony Hernandez ve Todd Papageorge’un baskılarını sunuyor ve LES DOUCHES (Paris), Robert Frank, Berenice Abott veya Frank Horvat gibi isimleri içeren bir seçki sunuyor. Paris Photo bu yıl, ana bölge olarak adlandırılan geçici müzenin esas orta gövdesinde  26 solo ve duo sergi sunuyor; bu, bir sanatçının çalışmasına iyice incelemek veya iki fotoğraf serisi arasında kurulan zengin diyaloğu keşfetmek için güzel bir fırsat. 26. yılında bu  Ana Bölge’de 20 solo sergi varr. Bu yılın solo sergileri arasında, Deutsche Börse Photography Foundation Prize ödülünü kazanan Samuel Fosso’nun yeni eserleri CHRISTOPHE PERSON (Paris) tarafından sunuluyor. THE PHOTOGRAPHERS GALLERY (Londra), Vasantha Yogananthan ve yeni çalışması Mystery Street’i sunuyor. RX (Paris), sanatçı Pascal Convert’in 17 metre uzunluğundaki Bâmiyân eseriyle zaman ve tarih boyunca görsel bir yolculuğa çıkarıyor.

Altı duo sergi  arasında, Melissa Shook’un 1970’li yıllarda hazırladığı fotoğraf günlüğünde  (Daily Self-Portraits) ve Ken Ohara’nın 365/Diary’si  LA PATINOIRE ROYALE VALERIE BACH (Brüksel) ve MIYAKO YOSHINAGA (New York) galerileri tarafından sunuluyor. KUCKEI + KUCKEI (Berlin) galerisi, Alman sanatçı Barbara Probst ile Güney Afrikalı sanatçı Guy Tillim arasında bir karşılaştırmayı karşımıza getiriyor.

Grup sergileri arasında, JEAN-KENTA GAUTHIER (Paris) ve tarihi fotoğraf galerisi HANS P. KRAUS JR. (New York), Is the Future in the Past adlı eserle iki bitişik stantta bir diyalog sunuyor; bu diyalog XIX ve XX. yüzyılın başlarındaki fotoğraflar ile çağdaş eserler arasında geçiyor. SILK ROAD (Tahran), İran’ı İranlı kadınların objektifinden görmemizi sağlıyor. MONTRASIO ARTE (Milan), Luigi Ghirri’nin merkezi figürü etrafında Giangavino Pazzola’nın küratörlüğünde eserler sunuyor ve bu, farklı kuşaklardan sanatçılar arasında bir sohbet havasında gerçekleşiyor. KICKEN (Berlin), iki savaş arası dönemin modernizmine odaklanırken çağdaş kadın sanatçılarla bir karşılaştırma yapıyor. BRUCE SILVERSTEIN (New York), Man Ray ve Bill Cunningham’dan Dakota Mace ve Sarah Sense’e kadar ikonik ustalar ve öncüleri tanıtıyor. İki Madrid galerisi olan 1MIRA MADRID ve ALBARRAN BOURDAIS, fuara ilk kez katılıyor, ikinci galeri yani ALBARRAN BOURDAIS ünlü sanatçı Alberto Garcia Alix’in yeni eserlerini tanıtıyor.

Nina Roehrs

Anna Planas

Melissa Shook

Florence Bourgeois

Fuarın yapılacağı Grand Palais Ephemere

Fuar tarihi yaklaşıyor heyecan artıyor

 

Orta Çağ avrupasında DİL

Orta Çağ Avrupası’nda Dil ve Yazı
Orta Çağ Avrupası’nın Dilin Durumu:
Orta Çağ Avrupası, dilsel olarak Roma’nın devamıydı. Ancak, standart bir Latince yoktu. Roma’nın çöküşünden sonra dil açısında  bir karmaşa yaşandı. Yeni hükümetler ve halklar arasında dilde bir anlaşma gerekiyordu.
Cermen Dilleri: Cermen dilleri birbirine benziyordu. Franklar, Galya’ya geldiklerinde Latince konuşan Roma vatandaşlarıyla karşılaştılar. Frank dilini konuşmak soyluluğun bir göstergesiydi.
Dilin Toplumsal Rolü: 12.-13. yüzyıllarda dil, ulusal ya da etnik kimlikle özdeşleşmeye başladı. Yabancı diller genellikle pratik kullanım için öğrenildi.
Latince Kullanımı: Latince, Orta Çağ boyunca eğitimli sınıfların ve kilisenin diliydi. Ancak, Latince öğrenmek zordu ve birçok kral ya da soylu bu dili tam anlamıyla bilmiyordu.
Orta Çağ Latincesi: Orta Çağ Latincesi, klasik Latince’den farklıydı. Farklı telaffuzlar, çekimler ve yapılar vardı.
Yerel Dillerin Yükselişi: Yerel diller, 10. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar aşamalı olarak resmi yazı diline dönüştü. Bu süreç, bölgeden bölgeye değişiklik gösterdi.
Orta Çağ Avrupası’nda dil öğrenimi için gramer kitapları yazılmıştır. Geç Antik dönemden günümüze Latince gramer kitapları gelmiştir. Orta Çağ’da, Latince konuşmayanlara bu dili öğretmek için didaktik eserler yazılmıştır. Aelius Donatus’un “Ars minor” adlı eseri dönemin en etkili gramer kitabıydı. Priscianus ise Konstantinopolis’te öğretmen olarak gramer üzerine eserler yazmıştır.
Yerel dillerde yazılan gramer kitapları da bulunmaktadır. Latince’nin yanı sıra, yerel dillerde de gramer kitapları yazılmıştır. Özellikle İngiltere, Fransa ve Almanya’da yerel dillerde gramer kitapları yazılmıştır.
Geç Orta Çağ’da, üniversitelerin kurulmasıyla gramer çalışmaları artmıştır. Bu dönemde yazılan gramer kitapları, önceki dönemlerden farklı olarak, daha çok nazım ve düzyazı şeklinde yazılmıştır.
Geç Orta Çağ’da yazılan gramer kitaplarının amacı, Latince kutsal metinlerin anlaşılmasını artırmak ve pagan unsurlar barındıran eski gramer kitaplarını Hıristiyanlaştırmaktı.
Karolenj Rönesansı öncesinde, Batı Avrupa’da yazı kullanımı azalmıştır. Bu dönemde yazı kullanımı, önceki dönemlere göre daha sınırlıydı ve yazılı belgeler genellikle kısa notlar ya da listeler şeklindeydi.
Orta Çağ Avrupası’nda yerel dillerde yazılan gramer kitapları, genellikle çift dilli olarak yazılmıştır: Latince ve ilgili yerel dil. İngiltere’de 7. yüzyıldan itibaren çift dilli gramer kitapları ve sözlükler yazılmaya başlanmıştır. 9. yüzyılın sonlarında, Kral Alfred, Hıristiyan metinlerinin yerel dile çevrilmesini teşvik etmiştir. Erken Orta Çağ’da Britanya’da oluşan Bretonca’nın en eski örnekleri, 9. yüzyıla ait sözlüklerdir. İrlandaca, 13. yüzyılda birçok gramer kitabına ev sahipliği yapmıştır. Fransa’da 13. yüzyılın ortalarından itibaren Fransızca gramer kitapları yazılmıştır. İngilizce konuşanlara Fransızca öğretmek için kullanılan ilk materyaller de bu döneme aittir. Almanca’nın ilk sistematik gramer kitapları 15. yüzyılın sonlarında görülmüştür, ancak yerel dildeki yansımanın daha erken dönemde sözlük formunda eserlerde olduğu düşünülmektedir.
Geç Orta Çağ’da, üniversitelerin kurulmasıyla gramer eğitimi önem kazanmıştır. Bu dönemde, Avrupa’daki bilim adamları, Yunan felsefi kaynaklarına erişim sağlamışlardır. Villa-Deili Alexander’ın “Doctrinale” adlı eseri, bu dönemin popüler gramer kitaplarından biridir. St. Victorlu Hugh’un “De grammatica” adlı eseri, sözdizimi konusunda yazılmış en eski gramer kitaplarından biridir.
Geç Orta Çağ’da yazılan gramer kitaplarının amacı, Latince kutsal metinlerin anlaşılmasını kolaylaştırmak ve pagan unsurlar barındıran eski gramer kitaplarını Hıristiyanlaştırmaktı. Bu dönemde, kilise, yazılı metinleri koruma ve edebi eğitimi sürdürme görevlerini üstlenmiştir. Gramer eğitimi dört kısımdan oluşmaktaydı: okuma, yorumlama, düzeltme ve eleştirme.
Karolenj Rönesansı öncesinde, Batı Avrupa’da birçok farklı yazım stili vardı. 750 yılına kadar yazı kullanımı azalmıştır. Bu dönemde, yazılı belgeler genellikle kısa notlar veya listeler şeklindeydi.
Not: Bu yazı Ondokuz Mayıs Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özlem Genç’in,  Akademik Tarih adlı akademik tarih platformunda 21 mart 2022 de yayınladığı Orta Çağ Avrupasında Dil ve Yazı adlı makalesinden yararlanılarak hazırlanmıştır.

BGB Film Okumaları; Ken Loach, Kerkenez” (Özgün adı: Kes)

Aşağıdaki yazı Bakma ve Görme Biçimleri çevrimiçi atölyenin YouTube  kanalında 25 Ekim 2023 tarihinde yayınlanan Gönül Özden tarafından sunum yapılan videoda “Uçtu uçtu, Kerkenez” uçtu filmi ele alınmaktadır

Video, Ken Loach’un 1969 yapımı “Kerkenez” (Özgün adı: Kes) adlı filmi üzerine bir tartışma ve inceleme içeriyor.
BGB yöneticisi Caner Fidaner, Ken Loach’un filmlerinin toplumsal, psikolojik ve felsefi katmanları üzerine değiniyor. Ken Loach’un filmlerinin toplumsal katmanı öne çıkardığını ve bireyin seçimlerinin toplumsal yapı içerisinde nasıl etkilediğini vurguluyor.
Gönül Özden, Ken Loach’un filmlerinin ve özellikle “Kerkenez” filminin toplumsal ve bireysel dinamikleri nasıl işlediğini tartışıyor.
Video, filmi ve yönetmeni tanıtmakla birlikte, filmdeki karakterlerin ve olayların toplumsal ve bireysel etkilerini derinlemesine incelemeye çalışıyor.
“Kerkenez” filmi, bir erkek çocuğun yaşamını ve onunla ilişkilendirilen bir yırtıcı kuş olan kerkenezle olan ilişkisini konu alıyor.
Film, Barry Hines’ın yazdığı bir romandan uyarlanmıştır. Bu roman, yazarın kendi yaşamından esinlenerek yazılmış olabilir.
Ken Loach, Oxford Üniversitesi’nde hukuk okumuş bir yönetmendir. Kendisini anti-stalinist bir sosyalist olarak tanımlar. Loach, sosyalist kimliğiyle bilinir ve yaşamında da bu inançlarına sadık kalmıştır.
Ken Loach’un birçok filmi, toplumsal ve bireysel dinamikleri işler. Bu filmler arasında “Ülke ve Özgürlük”, “Duygudan da Öte”, “Özgürlük Rüzgarı”, “Thein de Shakes the Barley”, “Looking for Eric”, “Meleklerin Payı”, “Ben Daniel Blake” ve “The Old Meşe Ağacı” gibi eserler bulunmaktadır.
Bu filmler, toplumsal sorunlara, bireysel çatışmalara, aşka, ayrımcılığa, bürokrasiye, emeklilik mücadelesine, göçmenlere ve birçok farklı konuya değinir.
Ken Loach, filmlerinde gerçek yaşamdan sahneleri ve hikayeleri kullanarak izleyiciye aktarır. Bu nedenle, filmleri toplumsal gerçekçilikle öne çıkar.
Caner Fidaner, Ken Loach’un filmlerinin toplumsal ve bireysel etkilerini derinlemesine inceler

Ken Loach, filmlerinde gerçek yaşamdan sahneleri ve hikayeleri kullanarak izleyiciye aktarır. Bu nedenle, filmleri toplumsal gerçekçilikle öne çıkar.
Loach, İngiltere’de 1950’lerin sonu ve 1960’ların başında ortaya çıkan “mutfak lavabosu gerçekçiliği” (Kitchen Sink Realism) akımından etkilenmiştir. Bu akım, işçi sınıfının yaşamını, dar şartları ve günlük yaşamın zorluklarını ele alır.
Britanya’da I. Dünya Savaşı sonrası işçi sınıfının güçlenmesi, sanata da yansımıştır. Bu dönemde, işçi sınıfının yaşamını ele alan sanat eserleri ortaya çıkmıştır.
Ken Loach, İtalyan Yeni Gerçekçilik ve Fransız Yeni Dalga sinema hareketlerinden de etkilenmiştir. Bu hareketler, gerçekçilik ve bireyin yaşamını ele alma konularında önemli bir yere sahiptir.
Loach, filmlerinde toplumsal sorunlara, bireysel çatışmalara, aşka, ayrımcılığa, bürokrasiye ve birçok farklı konuya değinir. Bu filmler, toplumsal ve bireysel dinamikleri işler.

Billy Casper, İngiltere’nin Yorkshire bölgesinde bir maden kasabasında yaşayan 15 yaşında bir ergendir. Ailesi içerisinde ilgisiz bir anne ve zorbalık yapan bir abiyle birlikte yaşamaktadır. Babası aileyi terk etmiştir.
Billy, okulda öğretmenler ve müdür tarafından aşağılanmakta ve kötü muamele görmektedir. Ayrıca, ailesinin mali durumu nedeniyle gazete dağıtıcılığı yaparak harçlık kazanmaya çalışmaktadır.
Billy’nin karakteri, toplumsal baskılar ve zorluklarla başa çıkmaya çalışan, ancak aynı zamanda asi ve umursamaz bir yapıya sahip bir genç olarak tasvir edilmektedir.
Filmde, Billy’nin doğaya ve hayvanlara olan ilgisi öne çıkarılmaktadır. Özellikle vahşi hayvanlara olan ilgisi ve onları besleyip doğaya geri bırakması, karakterinin doğa ile olan bağını göstermektedir.
Billy, kerkenez adlı bir yırtıcı kuşu beslemekte ve onunla özel bir bağ kurmaktadır. Bu kuş, filmde önemli bir rol oynamaktadır.
Film, Billy’nin mevcut sistemin hegemonik baskısı altında nasıl bir yaşam sürdüğünü ve bu baskılara karşı nasıl mücadele ettiğini göstermektedir.

Billy Casper, mevcut toplumsal ve ekonomik yapı içerisinde kendi özgün yeteneklerini ve ilgi alanlarını sürdürebilmek için mücadele ediyor. Ancak bu yapı, ona istemediği bir hayatı dayatıyor: madende çalışmak ya da matematik gibi ilgisiz olduğu konularda eğitim almak.
Filmde, bireyin toplumsal ve ekonomik baskılar altında nasıl sıkıştırıldığını ve bu baskılara karşı nasıl bir direnç gösterdiğini gösteriliyor.
Billy’nin evde ve okulda yaşadığı zorluklar, toplumdaki tahakküm ilişkilerinin bir yansıması olarak gösteriliyor.
Film, ideolojik bir film eleştirisine tabi tutulduğunda, estetik, sosyoekonomik ve tarihsel boyutlarıyla değerlendirilmelidir. Bu, filmi daha geniş bir perspektiften değerlendirmeyi ve mevcut toplumsal yapı içerisinde nerede konumlandığını anlamayı sağlar.
Filmde, bireyin toplumsal yapı içerisinde nasıl sıkıştırıldığını, bu yapıya nasıl direndiğini ve bu direncin sonuçlarını göstermektedir.

Devletin toplumu yönlendirme mekanizmaları üzerine bir tartışma başlatılıyor. Devletin iki ana aygıtı olduğu belirtiliyor: İdeolojik aygıtlar ve baskı aygıtları.
İdeolojik aygıtlar, toplumun yaşam içerisindeki tüm kurumları kapsıyor: dini kurumlar, okullar, aile, siyasi partiler, medya, sendikalar vb.
Baskı aygıtları ise devletin karar mekanizmalarını ifade ediyor: hükümetler, idare, ordu, polis, mahkemeler, hapishaneler vb.
Bu aygıtlar aracılığıyla toplum üzerinde bir hegemonya oluşturuluyor ve bu hegemonya ile toplum yönlendiriliyor.
Filmde de bu aygıtların etkilerini görmek mümkün. Özellikle okul ve maden işçiliği gibi kurumların, bireylerin hayatları üzerindeki etkileri vurgulanıyor.
Gramsci’nin bu konudaki görüşleri de tartışmaya dahil ediliyor. Gramsci, kurumsal özelliklerin politik yapılar içerisinde bir kez daha kurgulandığını ve bu kurgulamanın bireylerin düşünme yapısını ve seçim kabiliyetlerini etkilediğini belirtiyor.
1960’ların işçi sınıfı anlayışı ve bu anlayışa bağlı sosyal tabakalaşma üzerine sosyolojik çalışmaların evrimi tartışılıyor. 1970’lerden sonraki dönemde birey olmanın farkındalığının arttığına dikkat çekiliyor.
Ken Loach’un sinemasında en temel hedef, gerçeğe yaklaşmak ve mümkün olduğu kadar gerçeği sergilemektir. Filmlerini açık ve doğru bir şekilde çekmeye çalışır. Gizli anlamlar ya da farklı düşünceler aramak yerine, izleyiciye doğrudan gerçekliği sunar.
Loach, izleyicinin filmdeki sahneleri, olayları ya da yapıları tanımasını ve “Ben bunu biliyorum” ya da “Ben bunu yaşadım” demesini istiyor. Bu, izleyicinin filmle birebir bağlantı kurmasını sağlar.
Özellikle İngiltere’deki maden kazaları, işçi sınıfının zorlukları ve toplumsal baskılar konusunda yapılan örneklemeler, izleyicinin gerçek yaşamla bağlantı kurmasını sağlar.
Loach’un filmleri, izleyicinin kendi yaşamındaki olaylarla, tarihle ve sosyal yapıyla bağlantı kurmasını sağlar. Bu, izleyicinin filmi daha derinlemesine anlamasına ve empati kurmasına olanak tanır.
Filmde, İngiltere’deki toplumsal yapı, işçi sınıfının yaşadığı zorluklar ve bu zorluklara karşı gösterilen direnç detaylı bir şekilde ele alınıyor.
Ken Loach, filmlerinde toplumsal gerçekçiliği ön plana çıkararak, izleyiciye gerçek yaşamın bir yansımasını sunar.

İdeoloji, bireylerin düşünce yapısını ve davranışlarını etkileyen bir kavramdır. Ancak ideoloji, bireyler arasında farklılık gösterebilir. Örneğin, sosyalizm kavramı her birey için farklı anlamlar taşıyabilir.
Ken Loach’un filmlerinde ideoloji, bireyin toplumsal yapı içerisindeki yerini ve bu yapıya nasıl tepki verdiğini göstermek için kullanılır.
Ergenlik dönemi, bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini anlamak için önemli bir dönemdir. Bu dönemde birey, toplumsal yapıya karşı nasıl bir direnç gösterdiğini ve bu direncin sonuçlarını göstermektedir.
Filmde, ergenlik dönemindeki bir bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiği ve bu tepkinin sonuçlarını göstermektedir.
Ken Loach, filmlerinde bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini ve bu tepkinin sonuçlarını göstermek için ergenlik dönemini seçmiştir. Bu dönem, bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini anlamak için önemli bir dönemdir.

İdeoloji, bireylerin düşünce yapısını ve davranışlarını etkileyen bir kavramdır. Ancak ideoloji, bireyler arasında farklılık gösterebilir. Örneğin, sosyalizm kavramı her birey için farklı anlamlar taşıyabilir.
Ken Loach’un filmlerinde ideoloji, bireyin toplumsal yapı içerisindeki yerini ve bu yapıya nasıl tepki verdiğini göstermek için kullanılır.
Ergenlik dönemi, bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini anlamak için önemli bir dönemdir. Bu dönemde birey, toplumsal yapıya karşı nasıl bir direnç gösterdiğini ve bu direncin sonuçlarını göstermektedir.
Ken Loach, filmlerinde bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini ve bu tepkinin sonuçlarını göstermek için ergenlik dönemini seçmiştir. Bu dönem, bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini anlamak için önemli bir dönemdir.
İdeoloji, bireylerin düşünce yapısını ve davranışlarını etkileyen bir kavramdır. Ancak ideoloji, bireyler arasında farklılık gösterebilir. Örneğin, sosyalizm kavramı her birey için farklı anlamlar taşıyabilir.
Ken Loach’un filmlerinde ideoloji, bireyin toplumsal yapı içerisindeki yerini ve bu yapıya nasıl tepki verdiğini göstermek için kullanılır.
Ergenlik dönemi, bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini anlamak için önemli bir dönemdir. Bu dönemde birey, toplumsal yapıya karşı nasıl bir direnç gösterdiğini ve bu direncin sonuçlarını göstermektedir.
Ken Loach, filmlerinde bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini ve bu tepkinin sonuçlarını göstermek için ergenlik dönemini seçmiştir. Bu dönem, bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini anlamak için önemli bir dönemdir.

İdeoloji, bireylerin düşünce yapısını ve davranışlarını etkileyen bir kavramdır. Bu kavram, bireyler arasında farklılık gösterebilir. Örneğin, sosyalizm kavramı her birey için farklı anlamlar taşıyabilir.
Ken Loach’un filmlerinde ideoloji, bireyin toplumsal yapı içerisindeki yerini ve bu yapıya nasıl tepki verdiğini göstermek için kullanılır.
Ergenlik dönemi, bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini anlamak için önemli bir dönemdir. Bu dönemde birey, toplumsal yapıya karşı nasıl bir direnç gösterdiğini ve bu direncin sonuçlarını göstermektedir.
Ken Loach, filmlerinde bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini ve bu tepkinin sonuçlarını göstermek için ergenlik dönemini seçmiştir.
İdeoloji, bireylerin düşünce yapısını ve davranışlarını etkileyen bir kavramdır. Ancak ideoloji, bireyler arasında farklılık gösterebilir. Örneğin, sosyalizm kavramı her birey için farklı anlamlar taşıyabilir.
Ken Loach’un filmlerinde ideoloji, bireyin toplumsal yapı içerisindeki yerini ve bu yapıya nasıl tepki verdiğini göstermek için kullanılır.
Ergenlik dönemi, bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini anlamak için önemli bir dönemdir. Bu dönemde birey, toplumsal yapıya karşı nasıl bir direnç gösterdiğini ve bu direncin sonuçlarını göstermektedir.
Ken Loach, filmlerinde bireyin toplumsal yapıya karşı nasıl bir tepki gösterdiğini ve bu tepkinin sonuçlarını göstermek için ergenlik dönemini seçmiştir.

Sunumu izlemek isterseniz şu linkten ulaşabilirsiniz;

 

 

 

 

 

 

Japan by Ahmet Aykut

Japonya Ahmet Aykut’un son kitabı.

East of the Sun-West of The Moon gibi çok hoş bir alt başlıkla piyasaya çıktı.

 

Bu kitap, Japonya’nın zengin tarihini, çeşitli coğrafi bölgelerini ve kültürel mirasını anlatıyor. Ahmet Aykut 2023 de çıkardığı bu kitabında, Japonya’nın tarih öncesi dönemlerden modern çağa kadar olan evrimini betimlerken, bu ülkenin geçmişini gözler önüne seriyor. Japonya’nın tarih öncesi Jomon döneminden başlayarak, pirinç ekimi ve demir işçiliği gibi önemli dönemlere odaklanıyor. Daha sonra, Budizm’in tanıtılması ve merkezi hükümetin kurulması gibi politik ve kültürel gelişmelerin yaşandığı 4. ve 7. yüzyıllara geçiyoruz. Feodal dönemde, güçlü savaş ağaları ve samuray sınıfının yükselişi hakkında bilgi veriyor ve 1868’deki Meiji Restorasyonu ile modernleşmenin başladığını belirtiyor. Kitap ayrıca Japonya’nın 20. yüzyıl tarihine de göz atıyor ve İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemi, işgali ve ülkenin bugünkü statüsünü inceliyor. Japonya’nın dünya ekonomisinin önde gelen oyuncularından biri olarak nasıl yükseldiği ve teknolojik gelişmelerle nasıl tanındığına dikkat çekiyor. Coğrafi olarak Japonya’nın dört ana adasını (Hokkaido, Honshu, Şikoku ve Kyushu) ve bu adaların 47 vilayetini tanıtarak, her bir bölgenin kendine özgü kültürü ve doğal güzelliklerini vurguluyor. Ahmet Aykut, kişisel deneyimlerini de metne dahil ediyor. İstanbul’dan Londra’ya uzanan gastronomi ve yemekle ilgili hikayesiyle devam ediyor. Japonya’ya ilk kez gittiğinde, Japon mutfağının sadeliğini ve mükemmeliğini keşfediyor ve Japon şeflerin inceliklerini öğreniyor. Japonya’ya olan sevgisi ve iş hayatındaki bağlantısı nedeniyle sık sık bu ülkeyi ziyaret ediyor. Kitap, yazarın Japonya’ya olan ilgisinin iş hayatına nasıl yansıdığını da açıklıyor. Yemek ve gastronomi, iş dünyasında ve kişisel yaşamında önemli bir yer tutuyor. Aynı zamanda eşinin desteğiyle Tokyo Restoranı’nı açıyorlar ve bu girişim onları Japonya’nın lezzetlerine daha fazla bağlı hale getiriyor. Son olarak, metin Japon mutfağının önemine ve çeşitli bölgelerin kendine özgü yemek kültürüne vurgu yapıyor. Japonya’nın tarihini ve kültürel mirasını anlamak için yemeklerin kritik bir rol oynadığını belirtiyor ve okuyucuları bu muhteşem ülkeyi daha yakından tanımaya davet ediyor. Japonyaya karşı küçük de olsa bir ilgi duyuyorsanız bu kitabı mutlaka okuyum derim. Kitap amazon.com adresinden online olarak temin edilebiliyor.

Lısa’s GRYPHON art&travel

Italy 2024 Workshops and Retreats

Artists’ Retreat – 10 days in Bella Toscana

April 28 – May 7, 2024

Click here for details. Click here to register. Click here to meet your hostess.

Mehmet Ömür’s Photography, iPhoneography, and Beyond

May 10 – 20, 2024

Click here for details. Click here to register. Click here to go to Mehmet’s website. (Please use the translate button on the bottom left corner of his web page, for translation options)

 

Roxanne Steed’s Capturing Tuscany in your Sketchbook

June 2-12, 2024

Click here for the details. Click here to register. Click here to go to Roxanne’s website.

 

Artists Retreat – a self-directed time for creating, hosted by Lisa Statkus

July 13 – 20, 2024

Click here for details. Click here to reserve your space.

 

* Artists Retreat Florence Supplement – an optional 4 days prior to the Artists Retreat above

July 9 – 12, 2024

Click here for details. Click here to add to your Artists Retreat registration.

 

Postmodernizm ve Toplumun Dönüşümü

Postmodernizm ve Toplumun Dönüşümü

 

Postmodernizm, 20. yüzyılın ikinci yarısında filizlenen bir felsefi akımdır ve birçok toplumsal, kültürel ve entelektüel değişimin bir yansıması olarak ortaya çıkmıştır. Bu felsefi perspektif, geçmişteki büyük anlatılara, evrensel gerçeklere ve katı ideolojilere olan güvenin erozyona uğradığı bir dönemde şekillenmiştir. Postmodernizm, bireysel deneyim, çoklu gerçeklikler ve belirsizlik üzerine odaklanarak, geleneksel düşünce kalıplarını sorgulamış ve dönüştürmüştür.

Birçok açıdan postmodernizm, toplumun dönüşümünü yansıtır. Bu dönüşüm, kültürel ve teknolojik gelişmelerin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bilgiye hızlı erişim, küresel iletişim ve dijital medya gibi faktörler, insanların dünyayı algılama şekillerini değiştirmiştir. İnsanlar artık bilgiyi paylaşma, farklı bakış açılarına maruz kalma ve karmaşık sorunları ele alma kapasitelerine sahiptirler. Bu da toplumsal değişimin temelini atmıştır.

Postmodernizmin bir özelliği olan çoklu gerçeklikler ve bakış açıları, toplumsal çeşitliliği kutlamış ve farklı perspektifleri değerli kılmıştır. Bu, toplumun daha önce görmezden geldiği veya bastırmaya çalıştığı seslere ve deneyimlere daha fazla yer açmıştır. Postmodernizm, bu şekilde toplumun daha adil ve katılımcı bir yapıya doğru evrilmesine katkıda bulunmuştur.

Ancak, postmodernizmin getirdiği bu dönüşümün bazı tartışmalı yönleri de vardır. Bazı eleştirmenler, postmodernizmin gerçekliği belirsizleştirerek nesnel gerçeklikten kaçındığını ve bu durumun toplumsal sorunların çözümünü zorlaştırdığını iddia etmektedirler. Ayrıca, bazıları postmodernizmin normları ve değerleri sorgulamak yerine her şeyin göreceli olduğu bir anlayışı teşvik ettiğini ve bu durumun toplumsal bağları zayıflattığını savunmaktadır.

Sonuç olarak, postmodernizm toplumun dönüşümünde önemli bir rol oynamıştır. Bu felsefi akım, geleneksel düşünce kalıplarını sarsmış, çoklu gerçekliklere ve bakış açılarına odaklanmış ve toplumsal çeşitliliği kutlamıştır. Ancak, postmodernizmin getirdiği değişikliklerin bazı olumlu ve olumsuz yönleri vardır ve bu yönler üzerine düşünerek, toplumun gelecekteki dönüşümünü şekillendirmek için bilinçli kararlar almalıyız.

 

Sanatta Postmodernism

 

Postmodernizm, sanat alanında da önemli bir etki yaratmış bir felsefi ve kültürel harekettir. Sanatta postmodernizm, 20. yüzyılın ikinci yarısında geleneksel sanat normlarına ve sınırlarına meydan okuyan bir yaklaşımı temsil eder. İşte sanat alanında postmodernizmin ana özellikleri:

  1. Çeşitlilik ve Karışım: Postmodern sanat, farklı sanat formlarını, tarzlarını ve malzemelerini bir araya getirme eğilimindedir. Sanatçılar, farklı dönemlere ve kültürlere ait öğeleri karıştırarak yeni ve karmaşık eserler yaratırlar.
  2. Değişkenlik ve Geçicilik: Postmodernist sanat, sabit kurallara ve normlara karşı gelir. Sanatın geçici, değişken ve sürekli dönüşen bir olgu olduğunu vurgular. Bu, sanatın sabit bir anlamı olmadığı anlamına gelir ve izleyicilerin yorumlarına açık bir şekilde tasarlanmış eserlerle sonuçlanabilir.
  3. Metafor ve İroni: Postmodernist sanat, sıkça metaforlar ve ironi kullanır. Sanatçılar, toplumsal, politik veya kültürel mesajlarını örtük bir şekilde iletebilirler. İzleyiciye düşen, bu mesajları çözmek veya yorumlamaktır.
  4. Popüler Kültürün İncelenmesi: Postmodern sanat, popüler kültürü ve tüketim kültürünü sıklıkla ele alır. Sanatçılar, reklamlar, çizgi romanlar, filmler ve diğer popüler medya öğelerini sanatlarına dahil edebilirler.
  5. Açık Anlatım ve Zıtlıklar: Postmodernist sanat, açıkça anlatılmayan veya karmaşık mesajlar içerebilir. Aynı anda hem çelişkileri hem de farklı bakış açılarını kabul edebilir. Bu, izleyicilerin düşünmeye ve sorgulamaya teşvik edilmesini amaçlar.
  6. Dekonstrüksiyon: Postmodernizm, geleneksel sanat formlarını ve yapıları dekonstrüksiyon yöntemiyle parçalayabilir. Bu, eserlerin parçalarının yeniden düzenlenmesi veya geleneksel sanat kurallarının bilinçli olarak ihlal edilmesi anlamına gelir.
  7. Kişisel İfade: Postmodernist sanat, sanatçının kişisel ifadesini vurgular. Sanat eserleri, sanatçının kendini ifade etme biçimi olarak görülür ve bu nedenle bireysel ve özgün olma eğilimindedirler.

Postmodern sanat, karmaşık ve çeşitli bir alanı temsil eder ve sıklıkla tartışma konusu olur. Sanatta postmodernizmin bu özellikleri, sanatın sınırlarını genişletirken, izleyiciye daha fazla özgürlük ve katılım olanağı sunar. Bu nedenle, postmodernist sanatın anlamını çözmek ve yorumlamak izleyiciye bırakılan önemli bir görevdir.

Postmodern sanatçılar kimlerdir?

Postmodern sanat, birçok farklı sanatçı tarafından temsil edilmiş bir akım olduğu için belirli bir grup sanatçıdan ziyade çok sayıda sanatçıdan etkilenmiş ve çeşitli ifade biçimlerine sahiptir. İşte postmodernizmi etkileyen ve temsil eden bazı önemli sanatçılar:

  1. Andy Warhol (1928-1987): Pop art akımının önde gelen temsilcilerinden biri olan Warhol, ünlü resimleri ve sanat ürünleriyle popüler kültürünü ve tüketim toplumunu eleştiren eserler yaratmıştır.
  2. Jean-Michel Basquiat (1960-1988): Basquiat, sokak sanatının önemli bir figürü olarak kabul edilir ve karmaşık resimleri ve metinleriyle toplumsal sorunları ve kimlik meselelerini ele almıştır.
  3. Cindy Sherman (1954-günümüz): Sherman, fotoğraflarında farklı karakterler ve roller üstlenerek kimlik, cinsiyet ve toplumsal normlarla ilgili soruları gündeme getirmiştir.
  4. (1945-günümüz): Kruger, güçlü mesajlar içeren büyük ölçekli metin ve görsel kombinasyonlarıyla toplumsal cinsiyet, tüketim kültürü ve medya manipülasyonu konularına odaklanmıştır.
  5. David Hockney (1937-günümüz): Hockney, dijital teknolojileri ve geleneksel resmi birleştirerek dikkat çekici çalışmalar üretmiştir. Perspektif ve görsel deneyim konularına ilgi göstermiştir.
  6. Robert Rauschenberg (1925-2008): Rauschenberg, karmaşık kolajları ve kombinasyonlarıyla döneminin kültürel karmaşıklığını ve çeşitliliğini yansıtmıştır.
  7. Jenny Holzer (1950-günümüz): Holzer, kamusal alanlarda metinleri ve ışık yansımalarını kullanarak toplumsal ve siyasi mesajları iletmektedir.
  8. Damien Hirst (1965-günümüz): Hirst, ölüm, tüketim ve değer kavramları üzerine çalışan ve deneysel sanat eserleri yaratan bir sanatçıdır.

Bu sadece postmodernizmi etkileyen bazı sanatçılar ve eserlerin küçük bir örneğidir. Postmodern sanat, çeşitlilik ve esneklik açısından zengin bir akımdır ve birçok sanatçının farklı yaklaşımları içerir. Bu sanatçılar, postmodernizmin temel özelliklerini yansıtan çalışmalarıyla tanınmışlardır.

 

Bazı sanatçılar başarılıdır da bazıları neden değildir?

 

Neden bazı sanatçılar başarılıdır da bazıları değildir?

Sanatta başarının ölçütleri çeşitlilik gösterir ve özneldir. Bazı sanatçılar kişisel tatmin ve yaratıcı ifadeyi önem verirken, diğerleri tanınma ve onay arayışındadır. Sanat dünyasında geleneksel başarı ölçütlerini şu şekilde sıralayabiliriz; galerilerde görünmek, müzelerde sergilenmek, eserin satışları, müzayede piyasasına var oluş ve koleksiyonerlerin eserlere ödediği değerler. Bu ölçülebilir başarılar, sanat dünyasındaki bazı etkenler ve ağlar tarafından yönlendirilirler.

Sanatçıların keşfi, farklı bireyler ve kurumlar tarafından gerçekleştirilir. Bazı sanatçılar, esas rollerinin yeteneklerini ifade etmek ve sanat yaratmak olduğuna inanırken, kendilerini keşfetme işini topluma bırakırlar; bazı sanatçılar ise çalışmalarını tanıtmak için sürekli fırsat arayışındadırlar. Sanatçıların sanat dünyasında ortaya çıkmaları, sanat kurumları, galeriler, küratörler, eleştirmenler, koleksiyonerler ve sanatseverler sayesinde olur. Bu kişiler ve kuruluşlar, etkileyici veya değerli buldukları sanatçıları arayıp bulma ve tanıtma rolü üstlenirler.

Sanat dünyasının karmaşık dinamiklerini anlamak için ağ analizi kavramını bilmek gerekir. Bu yolla sanatsal başarının tahmin edilebilmesi mümkün hale gelmiştir. Bir sanatçının erken kariyerini ve çalıştığı kurumları inceleyerek, araştırmacılar gelecekteki başarıları hakkında doğru tahminler yapabilmişlerdir. Anglo-Sakson literatürde Gatekeeper denilen kişi ve kurumlar birbirleriyle olan bağlantıları ve belirli sanatçılara verdikleri önem, bir sanatçının sanat piyasasına erişimini ve başarı şansını belirler.

Sanatçılar için geleneksel olan galerilerde sergi olanağı sağlamaktır, ancak araştırmalar başarının alternatif yollarla da elde edilebileceğini göstermiştir. Alaylı olan ve düşük sosyoekonomik ortamlarda büyüyen bazı sanatçılar, çalışmalarını çeşitli kurumlarda sergileyerek ve sanat dünyasında kendilerine yer açmış ve tanınırlıklarını sürekli arttırarak zirveye çıkmışlardır. Sanatçılar çalışmalarının yer aldığı ağları anlamak ve kullanmak zorundadırlar. Ancak bu şekilde istenilen kitleye ulaşabilirler ve tanınabilirler.

Yetenek, sanatsal başarıda önemli bir faktördür. Olağanüstü yeteneğe sahip sanatçılar genellikle daha kolay üst seviyelere çıkabilir ve sanat dünyasının etkili kişileri tarafından tanınabilir ve desteklenebilir. Yetenek, bir sanatçının çalışmalarının değer görmesini ve takdir edilme şansını artırır.

Sonuç olarak, sanatta başarı şansı çok yönlüdür. Bireysel hedeflere ve bakış açısına bağlı olarak bu şansın oranı değişebilir. Kurumlar ve satışlar aracılığıyla tanınma ve onaylanma nasıl olur?

Bazı özellikler geleneksel başarı ölçütleri olarak kabul edilirken, bazen de kişisel tatmin, yaratıcılık açısından doyum ve toplumda etki yaratabilmek sanatçılar için önemli olabilir.

Paris’in lüks otel zinciri; Bavarez’den Raphael’e

 

Paris’in lüks otel zinciri
Mehmet Ömür
Paris’te lüks otel sektöründe, 3 lüks otel sahibi olan Baverez ailesinin hikayesi ayrı bir yer tutar.
115 yıldır, sürekli otellerine yatırım yapan bu aile tamamıyla bir aile şirketidir. Hikaye, 20. yüzyılın başlarında başlar; 1900’de Regina, 1907’de Majestic ve 1925’te Raphael’in kuran Leonard Tauber, 1944’te vefat ederken, otellerinin kontrolünü zaten sağ kolu ve ortağı olan Constant Baverez’e teslim etmiştir.
O da, lüks konaklama tarihindeki en uzun hikayenin ilk kişisi olarak, aile mirasının sürekliliğini korumuştur. Bugün, grubun başında büyük torunu Madame Véronique Valcke bulunmaktadır.
Véronique Valcke, 2010 yılında Baverez Hotel Group’un CEO’su annesi Françoise Baverez’den görevi teslim almıştır. Aile şirketine ait Paris’te üç lüks otel vardır: Raphaël, Regina ve Majestic Villa Hotel-Spa. Véronique Valcke bir bahar sabahı bize ailesinin tarihini ve otellerinin politikasını uzun uzun keyifli bir sohbetle anlattı.

Anneden kıza devir

Aile şirketinde liderliğin devri doğal bir süreçdir. Otelleri geliştiren aslında dedesidir. Kendisi doktor olmasına rağmen hiç doktorluk yapmamış ve otelleri yönetmiş, geliştirmiştir. Ardından anne Françoise Baverez uzun yıllar boyunca büyük bir tutku ve özveriyle şirketi yönetmiştir. Veronique Valcke, hep otellerimizin ne kadar güzel özellikleri olduğunu görüp bunları inceleyerek büyümüştür. Annesi emekli olmaya karar verdiğinde, geleneği sürdürme sorumluluğunu kızına emanet etmiştir.

2010 yılında Véronique Beauvais-Valcke, annesi Françoise Baverez’in den görevi devralarak otelleri yönetmeye başlamıştır. Her konuda mükemmellik geleneğini devam ettiren dördüncü kuşak temsilcisi olan Valcke, sanat meraklısı ve üç çocuk annesidir. Bizimle, günlük yaşamını ve Baverez grubuna liderlik etmesine yol açan aile anılarını paylaştı.

Otel ve Yönetim

Oteller hepsi tarihi otellerdir. Hôtel Régina kapılarını 1900 yılında açmıştır. Otellerin zengin bir tarihi vardır ve Paris’in cazibesine katkıda bulunmuş, dünyanın dört bir yanından gelen çok önemli konuklarına en lüks konaklama imkanı sunmuşlardır. Bu lüks oteller dönem tarzında dekore edilmiştir ve modernize edilmemiştir. Üç tesisin de tarihi özellikleri özenle korunmaktadır.
Valcke’nin annesi üçüncü kuşağı temsil ediyor. Kendisi tek çocuk olarak dördüncü kuşağa ait. Annesi yönetimi devralması için kendisini zorlamamış. Annesi isteği onun bir otel okuluna gitmesiydi, ancak kendisi iş hukuku ve finans alanında ilerlemeyi tercih etti. Bir hukuk firmasında kariyerine başladığında annesi buna karşı çıkmadı. Ancak 1999 yılında Majestic Hotel için bazı prosedürleri hazırlamasını istedi. Veronique Valcke fırsatı değerlendirdi ve kendisini otelcilik sektörünün içinde buldu, bir daha da ayrılamadı.

Covid-19 pandemisi sırasında ve sonrasında neler oldu

Veronique şöyle söylüyor; “Seyahat edememekten dolayı insanlar hayal kırıklığına uğradı, bu yüzden oteller şimdi sürekli dolup taşıyor. Paris’te hiç bu kadar çok turist görmemiştik. Bununla şikayetçi olsak da, şehrin yeniden hayata dönmesini görmek harika bir şey. Turistik bölgeler kalabalık ve harika! Önemli sorunlardan biri taksiler. Taksi talebi yoğun ve bulmak bazen biraz zor olabiliyor”.

Veronique Beauvais Valcke’nin Otel Yönetimindeki Rolü önemli

Veronique; Finansı yönetiyorum ve şirketimin gelecek beş, on, on beş yıl için bir vizyonu olması gerekiyor” diyor. Otellerin sürdürülebilirliğini sağlamam gerekiyor. Bu gerçekten tüm şirketlerde lider önemlidir. Benim bütün otellerde ayrı ofisim vardır.
Otel finansını yönetmek ve şirketinizin uzun vadeli başarısını sağlamak, özellikle otel endüstrisinde önemli bir rol oynamak başlıca görevlerimdir. Vizyonunuz, karar verme sürecinizi ve stratejik planlamanızı yönlendirecektir.
Otelinizde ofise sahip olmanın önemli kolaylıklar sağlamaktadır. Her sabah Raphaël lobisinden geçmek muhteşem bir duygudur. Otellerinizin işleyişi ve atmosferiyle sürekli bağlantıda kalmanıza sağlar. Bu yakın ilişki, konuk deneyimini birinci elden gözlemlemenizi ve iyileştirmek için bilinçli kararlar almanızı sağlar.
Otel finansınızı yönetirken uzun vadeli bir perspektife sahip olmak da hayati önem taşır. Finansal eğilimleri tahmin etmek, büyüme fırsatlarını belirlemek, riskleri yönetmek ve işin karlılığını ve sürdürülebilirliğini sağlamak işlerim arasındadır. Öngörülü olup uyum sağlayarak, şirketinizi başarıya yönlendirebilirsiniz. Misafirlerle ilgili günlük ortaya çıkabilecek olası zorlukları böylece daha kolay aşabilirsiniz.
Stratejilerimizi sürekli değerlendirmeyi, sektör trendlerini takip etmeyi ve ekibimle işbirliği içinde olmayı çok önemserim. Liderlik için bir kişinin hevesli olması gerektiğini düşünürüm. Bolca fikre sahip olmaklı ve risk alma konusunda bilinçle hareket etmelidir. On fikrimiz olduğunda, dokuzunun çöpe gideceğini ve işe yaramayacağını biliriz. Riskleri denemek, almak gerekiyor. Ancak para kaybetmekten kaçınmak için bu riskleri çok uzun süre denememek gerekir. Bazen inanmakta zorlandığımız fikirlere sahip genç insanları dinlemeyi severiz. Bazen de bunu daha önce neden denemedik? diye kendi kendimize sorarız.
Sonuç olarak, Veronique Beauvais Valcke’nin, Baverez Hotel Group’un CEO’su olarak aile mirasını devralmış ve otel zincirinin başarısını sürdürmeye kararlı olduğu anlaşılıyor. Otel finansını yönetirken uzun vadeli bir vizyonla hareket ederek, sektör trendlerini takip etmeyi önemsiyor. Yenilikçi fikirleri denemeyi seviyor.
Bavarez lüks otel zinciri, halen Paris’in merkezindeki üç tesisle konuklara çok özel bir deneyim sunmaya devam etmektedir.

Ben sadece bir CEO değil, aynı zamanda bir anne olduğumu unutmam. Her kadın gibi, ofise gitmeden önce günün ilk kısmında evimle ilgilenirim. Ardından gelen süreç her gün aynı değildir çünkü randevularım ihtiyacı göre şekillenir.
Annem oteldeki kadın personele önem verirdi. İş başına geldiğimde, otellerin kadın personel açısından oldukça zengin olduğunu fark ettim. Böyle de devam ediyorum.
”Devam etmek” benim sloganım, her zaman ileriye doğru ilerlemeye hareket etmek önemlidir. Annem ve ben tüm personeli adıyla tanırız. Çünkü onlar ailemizin bir parçasıdır.Birlikte eğleniriz ve onlar da burada bizimle birlikte olmaktan mutludurlar. Tüm sorunları için kapımız her zaman onlara açıktır.
Raphael Otel
Raphael Oteli, Paris’in 16. bölgesinde bulunan ünlü 5 yıldızlı bir oteldir. Léonard Tauber ve Constant Baverez tarafından 1925 yılında inşa edilmiştir ve mimari planları André Rousselot’a aittir. Otel, zarif Art Deco tarzı dekorasyona sahiptir ve adını ünlü ressam Raphael’den almaktadır.
Yıllar boyunca, Raphael Oteli Hollywood film dünyasından birçok ünlü konuğu ağırlamıştır. Ava Gardner, Katharine Hepburn, Charles Bronson, Yul Brynner, Henry Fonda, Clark Gable, Grace Kelly, Burt Lancaster, Steve McQueen, Roger Moore, Kirk Douglas, Gary Cooper ve Marlon Brando gibi oyuncular otelin düzenli misafirleri olmuşlardır.
II. Dünya Savaşı sırasında Paris’in Alman işgali döneminde, Raphael Oteli SS, Gestapo ve Wehrmacht’ın yüksek rütbeli subayları için ana konaklama yeri olarak hizmet vermiştir. Bu Alman askeri ve istihbarat personeli için merkezi bir konum haline gelmiştir. Ayrıca, saygın Alman yazar Ernst Jünger bu dönemde Raphael’de ikamet etmiş ve savaş günlükleri için birçok kaydı burada yazmıştır.
Tarihi önemi, lüks ortamı ve tanınmış kişilerle ilişkisi, Raphael Oteli’ni saygın bir kuruluş olarak tanınmasını sağlamıştır.
Regina Otel
Paris’teki Place des Pyramides’te bulunan Regina Oteli, 1900 Dünya Fuarı için açılmıştır. Otelin konumu, 1798’de Napolyon’un Mısır’da kazandığı zaferden adını almıştır. Bina, İkinci İmparatorluk dönemine kadar uzanır ve 1898 ile 1900 yılları arasında inşa edilmiştir.
Regina Otel, Fransa ve İngiltere arasındaki dostane ilişkiyi simgeler. Kraliçe Victoria’ya ithafen adlandırılmıştır. Her zaman iki ülke arasındaki dostane ilişkiyi temsil etmiştir.
Otel, iki aşamalı büyük bir yenileme projesinden geçmiştir. İlk aşama 2014 yazında tamamlanmış, ikinci kanadın yenileme çalışmaları ise 2014 Ekim ayında başlamış ve 29 Eylül 2015’te açılış yapılmıştır. Yenileme maliyeti yaklaşık 17 milyon euro civarındadır.
Kasım 2014’te Bay Piazzi, otelin yeni müdürü olarak atanmış ve tesise yeni bir kan getirmiştir. Ağustos 2015’te Hôtel Regina, Atout France ajansı tarafından olağanüstü kalitesi ve hizmeti nedeniyle beş yıldızla ödüllendirilmiştir.
Majestic Hotel
Majestic Hôtel-Spa, Paris’in 16. bölgesinde, rue La Pérouse’da bulunmaktadır. İlk Majestic Oteli, Baverez grubunun ikinci oteli olarak, 1908 yılında kapılarını açmıştır. 1936 yılında, Fransız hükümeti orijinal Majestic Oteli binasını Savaş Bakanlığı için kullanmak üzere satın aldı. Bu nedenle, otelin yeni bir yere ihtiyacı oldu.
Rue La Pérouse’daki sonradan alınan yeni bina, Şubat 2010’da Hôtel Majestic Villa adıyla açıldı. Ancak, daha sonra adı Majestic Hôtel-Spa olarak değiştirildi ve tesiste sunulan lüks olanakları ve hizmetleri eklendi.

Raphael otelde Veronique Valcke ile yaptığımız bu dostane röportaj için kendisine teşekkür ediyoruz.

Fransa’da Fotoğrafın Kültürel Kurumsallaşması: Kısa Bir Tarih

Fransa’da Fotoğrafın Kültürel Kurumsallaşması: Kısa Bir Tarih

 

Mehmet Ömür

 

Nadar

 

  • 1839 yılında François Arago’nun fotoğrafın icadını duyurmasıyla birlikte Fransız hükümeti fotoğrafın haklarını satın almış ve dünya kültürüne hediye etmiştir.
  • Ancak, fotoğrafın icadından sonra Fransız devleti aktif bir fotoğraf kültürü politikası izlememiş ve fotoğrafın gelişimi daha sonraki yıllara kalmıştır.
  • Fransa’da sanat ve kültür alanında devletin güçlü bir rolü olduğu bilinmesine rağmen, fotoğrafın tam anlamıyla kurumsallaşması Beşinci Cumhuriyet’in başlangıcında gerçekleşmiştir.
  • İlk kültür bakanı André Malraux, fotoğrafçılığa da ilgi duyan bir romancı, denemeci ve sanat teorisyeniydi. Malraux’un çalışmaları, fotoğrafın sanatsal bir ifade aracı olarak daha geniş kitlelere sunulmasını sağlamıştır.
  • Fotoğrafın Fransa’da kurumsallaşması zaman almış ve fotoğraf genellikle bir araç olarak değerlendirilmiştir.
  • Fotoğrafın sanat olup olmadığı konusu 19. yüzyılda tartışılmış ve bazı kişiler fotoğrafı bir endüstri ve sanatın hizmetçisi olarak görmüştür.
  • Fransız kültürel ve siyasi kurumlarının fotoğrafı tam olarak benimsemesi 1970’ler ve 1980’lerde gerçekleşmiştir.
  • Bu dönemde kütüphaneler, sanat müzeleri ve fotoğraf müzelerinde değişiklikler yaşanmış ve fotoğraf festivalleri, konferanslar ve sergiler düzenlenmeye başlamıştır.
  • Musée français de la photographie (Fransız Fotoğraf Müzesi) gibi özel girişimler fotoğrafın tarihine odaklanan müzeler kurmuştur.
  • 1970 yılında Arles’te düzenlenen Rencontres internationales de la photographie, fotoğrafçılığın önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilir ve hala düzenlenen bir etkinliktir.
  • Paris’te Paris Photo adlı fotoğraf fuarı ve Maison européenne de la photographie (Avrupa Fotoğraf Evi) gibi kurumlar fotoğrafın tanınmasına katkıda bulunmuştur.
  • Fransız ulusal müzeleri, fotoğraf koleksiyonlarını oluşturma ve sergileme politikalarında değişim yaşamış ve New York Modern Sanat Müzesi gibi örneklerden etkilenmiştir.
  • Fransa Milli Kütüphanesi’nde fotoğraf koleksiyonu 1851’den itibaren oluşturulmaya başlanmış. Ünlü Fransız fotoğrafçılar Nadar ve Atget’nin çalışmaları da Fransız Milli Kütüphanesi’nin fotoğraf koleksiyonunda yer almaktadır.
  • 1925 yılından itibaren Fransa’da fotoğraflar için yasal bir depo gerekliliği getirilmiştir. Bu süreçte Fransız Milli Kütüphanesi’nin fotoğraf koleksiyonu önemli bağışlar ve önemli fotoğraf eserleriyle genişlemiş ve Fransa’da 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın başlarındaki görüntülerin en önemli koleksiyonlarından birini oluşturmuşt
  • 1996 yılında Fransız Milli Kütüphanesi’nin yeni binası açılmış ve daha iyi bir altyapı ve geniş sergi alanları sunarak daha büyük ve düzenli fotoğraf sergilerine ev sahipliği yapmıştır. Bu sergiler genellikle “Mois de la Photo” etkinlikleriyle birlikte düzenlenir ve kütüphanenin geniş fotoğraf koleksiyonundan faydalanılır.
  • Fransız hükümeti, fotoğrafın kültürel kurumsallaşması için 1970’ler ve 1980’lerde önemli adımlar atmıştır. 1975 yılında La Documentation française adlı resmi organ, fotoğrafın kültürel kurumsallaşması için dönüm noktası olarak kabul edilen bir tarih olarak belirtilmiştir.
  • Paris Belediyesi 1978 yılında Paris Audiovisuel’i kurmuş ve aynı dönemde Ulusal Fotoğraf Vakfı da kurulmuştur.
  • Kültür bakanı Jack Lang liderliğinde fotoğrafın kültürel kurumsallaşması için kararlı adımlar atılmıştır. Lang’ın döneminde ulusal kültür bütçesi artmış ve fotoğraf teşvik edilen bir alan haline gelmiştir.
  • 1982 yılında Kültür Bakanlığı’nın başlıca fotoğraf organizasyonu Centre national de la photographie (CNP) kurulmuş ve CNP’nin koleksiyonu ve misyonunu devralan Jeu de Paume, 2004 yılında ana ulusal fotoğraf müzesi olarak açılmıştır.
  • Jack Lang’ın girişimleriyle fotoğrafın Fransa’da kurumsal olarak tanınması ve teşvik edilmesi sağlanmıştır
  • Atget

  •