Gastronomi Dünyasında 2024 Eğilimleri

 

 

 

TheFork ve NellyRodi çok taze , 2024 yılında gastronomi sektöründe yaşanacak yeme içme eğilimleri konusunda derinlemesine bir analiz yapmış.  Enflasyonun ve jeopolitik çatışmaların sosyal değişimler ve gıda endüstrisindeki tüketici davranışları üzerindeki etkisini, farklı yönleriyle ele almış. Aşağıya yazının tamamının bağlantısını da ekledim. Ana trendler ve içgörüler şu şekilde özetlenebilir:

  1. Günümüz Gastronomisi: Günümüzde yeme içme dünyası, hikaye anlatan geleneksel ve rahatsız etmeyen  yemeklere ağırlık veriyor, otantikliği ön plana çıkarıyor. Zamanın etkisine dayanan restoranlar, döner gibi özel yemekler ve yerel popüler mekanlar ön plana çıkarılıyor.
  2. İnfluential Gastronomi: İnfluential kelimesi artık iyice dilimize girdi. Maalesef mi demeli bilmiyorum. Etkileyici kelimesi bunu karşılayabilir mi? ona da emin değilim. Bu gastronomik yaklaşım unutulmaz, Instagram’lık yemek deneyimleri yaratmayı öneriyor. Yiyecek, eğlenceyle birleşiyor, pop kültürü etkileri ve gastronomi sahnesi trendler ve ünlü kişilerin etkileriyle gelişiyor.
  3. Sağlıklı Gastronomi: Bu trend, fiziksel ve zihinsel sağlık, aynı zamanda çevre için faydalı yiyeceklere olan eğilimi yansıtıyor. Koruyucu, sağlıklı mutfakları ve sağlık için faydalı olan malzemelere vurgu yapıyor.
  4. İlkeli Gastronomi: Sürdürülebilirliğe odaklanan bu eğilim, sıfır atık, yeniden kullanım, sürdürülebilir tarım ve makul fiyatlandırmayı içeriyor. Şefler ve restoranlar bu konuda, herkese  sağlıklı, lezzetli ve erdemli yiyeceklere erişim sağlama çabası gösteriyor.
  5. Etki yaratan Gastronomi: Tüketicilerin anlık tatmin, spontanlık ve güçlü duygular aradığı lezzetler ve ortamlar aradığı anlamına geliyor. Restoranlar, sadece yemek yeme yeri olmanın ötesine geçerek, yiyeceği sosyal medya, eğlence ve kültürle harmanlıyor.
  6. 2024’ü Etkileyecek Dünya Mutfakları: İtalyan, Doğu Avrupa, İngiliz, Japon, Kore ve Fransız mutfaklarının her birinin benzersiz lezzetler ve yemeklerle ön planda olduğunu ve olmaya devam edeceğini vurguluyor.

TheFork Fransa’daki verileri de göz önüne almış.  Rezervasyon sayıları ve eğilimlerdeki değişiklikler, tüketici tercihleri ve restoran seçimlerindeki kaymaları değerlendirilmiş. 2024 eğilimleri, bir yandan otantiklik ve çevresel sürdürülebilirlik arzusu, diğer yandan eğlence ve uluslararası etkiler arasında bir denge olduğunu gösteriyor.

 

 

 

 

THEFORK – 2023-11_CP Tendances food 2024_BD

Siyah Beyaz Fotoğrafçılığın Sanatsal ve Teknik Boyutları

Ray K. Metzker, Kayak, Frankfurt – 1961 – © Estate of Ray K. Metzker, Courtesy Howard Greenberg Gallery, New York

 

 

Siyah Beyaz Fotoğrafçılığın Sanatsal ve Teknik Boyutları

Mehmet Ömür

Fransız Milli Kütüphanesinde 21 Ocak 2024  tarihine kadar çok önemli bir sergi var. Sergi Fransız Milli Kütüphanesi BnF’nin fotoğraf koleksiyonlarının zenginliğini gösteriyor. Yaklaşık altı milyon baskıyla dünyanın en zenginleri arasında yer alan bu baskılar, özellikle siyah beyaz fotoğrafçılığın zengin tarihini temsil ediyor. Bu sergide Man Ray, Ansel Adams, Ralph Gibson, Mario Giacomelli veya Valérie Belin gibi sanatsal fotoğraf yaklaşımlarını siyah beyazda yoğunlaştıran ve sistematize eden, olanaklarını ve sınırlarını deneyen ve bunu fotoğraflarının tam konusu haline getiren fotoğrafçılara vurgu yapılmış. Görüntü oluşturma yöntemlerine vurgu yapılmış.  Estetik, biçimsel, kontrastların plastik ve grafik efektleri, gölge ve ışık oyunları, siyahtan beyaza kadar tüm değerler incelenmiş ve   malzemelerin nasıl işlendiği konusu irdelenmiş. Baskıların kalitesine, tekniklerin ve fotoğraf kağıtlarının çeşitliliğine,  siyah-beyaz baskıya, kitap ve dergilerin uzun süredir fotoğraf ın önemini  halka anlaten en önemli aracı olduğuna dikkat çekilmiş.

Siyah beyaz fotoğrafçılık, fotoğraf sanatının en temel ve etkileyici formlarından biridir. Renklerin olmadığı bu siyah beyaz dünyasında, ışık ve gölgenin dansı, şekillerin ve doku detaylarının ön plana çıkması, fotoğrafçılara ve izleyicilere derin bir duygusal ve estetik duygular yaşatırr. Bu yazıda siyah beyaz fotoğrafçılığın tarihçesi, teknik özellikleri, estetik değeri ve çağdaş fotoğrafçılıktaki yerini  inceledik.

Siyah Beyaz Fotoğrafçılığın Tarihçesi

Siyah beyaz fotoğrafçılık, fotoğrafın Joseph Niecephore Niepce tarafından icadıyla birlikte doğmuş ve uzun yıllar boyunca fotoğraf sanatının tek ifade biçimini olmuşturmuştur. 19. yüzyılın ortalarında  fotoğraf adlı bu serüven başladı.  Fotoğrafçılığın ilk günlerinde teknolojik sınırlamalar nedeniyle başarılamayan renkli fotoğrafların olmaması ise siyah beyaz fotoğrafçılığı önemli  yerlere taşıdı.

İlk Dönemler

  • Niepce ve Daguerre: Fotoğrafçılığın babaları olarak kabul edilen Nicéphore Niépce ve Louis Daguerre, siyah beyaz fotoğrafçılığın temellerini attılar. Niépce, 1826’da “View from the Window at Le Gras” adlı ilk kalıcı fotoğrafı çekti.
  • Fox Talbot: William Henry Fox Talbot, negatif-pozitif süreci geliştirerek fotoğrafçılıkta çığır açan bir adım attı. Bu sayede fotoğrafların çoğaltılması mümkün hale geldi.

20. Yüzyıl ve Sonrası

  • Sanatsal Akımlar: 20. yüzyılın başlarında, Pictorialism ve Düz Fotoğrafçılık gibi akımlar siyah beyaz fotoğrafçılığı sanatsal bir ifade aracı olarak konumlandırdı.
  • Büyük Ustalar: Ansel Adams, Henri Cartier-Bresson, Robert Capa, Man Ray, Ralph Gibson, Sebastião Salgado, Dorothea Lange, Diane Arbus gibi ustalar, siyah beyaz fotoğrafçılığın sadece bir teknik değil, aynı zamanda güçlü bir sanatsal ifade aracı olduğunu kanıtladılar.

Teknik Özellikler

Siyah beyaz fotoğrafçılık, renkli fotoğrafçılıktan farklı teknik ve estetik yaklaşımlar gerektirir.

Işık ve Kontrast

  • Işık: Siyah beyaz fotoğrafçılıkta ışık, fotoğrafın ruhunu oluşturur. Işık ve gölge arasındaki kontrast, derinlik ve duygusal yoğunluk yaratır.
  • Ton Değerleri: Siyah, beyaz ve gri tonlarının kullanımı, kompozisyonun temelini oluşturur.

Kompozisyon ve Doku

  • Kompozisyon: Renklerin olmaması, şekillerin ve çizgilerin ön plana çıkmasını sağlar. Bu, daha soyut ve grafik bir ifadeye yol açar.
  • Doku: Detayların ve dokuların vurgulanması, siyah beyaz fotoğraflara karakteristik bir derinlik ve gerçekçilik katar.

Estetik ve Duygusal Boyut

Siyah beyaz fotoğrafçılık, izleyicilere renklerin ötesinde bir deneyim sunar. Bu form, zamansızlık hissi, melankoli, dramatik etki ve minimalizm gibi unsurlarla zenginleşir.

Zamansızlık

  • Evrensel Anlatı: Siyah beyaz fotoğraflar, zaman ve mekan sınırlarını aşan bir evrensellik sunar. Bu durum, fotoğrafların tarihsel ve kültürel sınırları aşmasını sağlar.

Duygusal Etki

  • Melankoli ve Dram: Siyah beyaz fotoğraflar, melankolik ve dramatik bir atmosfer yaratır. Bu, ışık ve gölgenin kullanımıyla güçlendirilir.

Çağdaş Uygulamalar

Dijital çağ, siyah beyaz fotoğrafçılığa yeni bir nefes getirdi. Analog fotoğrafçılığın yanı sıra, dijital teknolojiler ve yazılımlar, fotoğrafçılara daha fazla kontrol ve yaratıcılık imkanı sunuyor.

Dijital Dönüşüm

  • Dijital Fotoğrafçılık: Dijital fotoğraf makineleri ve yazılımlar, siyah beyaz fotoğrafçılığı daha erişilebilir ve çeşitli hale getirdi.
  • Yaratıcılık: Fotoğrafçılar, dijital işleme teknikleriyle siyah beyaz fotoğraflarını daha da sanatsal bir düzeye taşımaya başladılar.

Sanatsal İfade ve Yenilik

  • Sanatsal Projeler: Çağdaş sanatçılar, siyah beyaz fotoğrafçılığı kullanarak artık çok güçlü sanatsal projeler ve sergiler oluşturmaya başladılar.
  • Yenilikçi Yaklaşımlar: Geleneksel tekniklerle modern teknolojilerin birleştirilmesi, günümüzde yeni ifade biçimlerinin doğmasına olanak tanıdı.

Sonuç

Siyah beyaz fotoğrafçılık, sanatın ve teknolojinin birleştiği, duygusal ve estetik bir zenginlik sunan bir alan olarak karşımıza çıkıyor. Gerek tarih boyunca gerekse çağdaş uygulamalarda, siyah beyaz fotoğrafçılık kendini sürekli yenileyerek sanat dünyasında önemli bir yer tutmaya devam etmektedir. Renklerin olmadığı bir dünyada, siyah ve beyaz gri renkleri de yanına alarak ışık, gölge, şekil ve doku lar aracılığıyla hikayeler anlatır ve izleyicileri etkileyici bir yolculuğa çıkarır.

Paris Photo  2023: 26. sayı, 4. bölüm; Gönül çelenler

Paris Photo  2023: 26. sayı, 4. bölüm; Gönül çelenler

 

Mehmet Ömür

Bu yazı bu yılın Paris Photo fuarı ile ilgil son yazım. Bu yazımda beni etkileyen 3 galeriyi ve onun fotoğrafçılarını ve yaklaşımlarını yazmaya çalışacağım.

İlk olarak sergi resmi rehberinin bizi götürdüğü iki galerinin ortak çalışması, adı ”Light-Years”.

Hans P. Kraus Jr.’un New York City’de ve Jean-Kenta Gauthier’in Paris’te, Paris Photo 2023 fuarı nedeniyle bir araya gelerek sundukları  ilginç bir projedir. Bu işbirliği projesi, 19. yüzyıl fotoğraf ustalarının eserlerini çağdaş sanatçıların eserleriyle yan yana getirerek düşündürücü bir deneyim yaratmayı amaçlıyor.

Projenin temel amacı, bu tarihi ve çağdaş fotoğraf eserleri arasında hem kelime hem de kavramsal olarak diyaloglar başlatmaktır. Bu şekilde, tarihsel fotoğraf malzemelerinin içindeki çağdaş öğeleri ortaya çıkarmayı ve aynı zamanda çağdaş fotoğraf pratiğinin tarihsel bağlamını kurmayı hedefler. Temelde, “Light-Years,” fotoğrafın başlangıcından bu yana ortaya çıkan değişimi ve gelişimi yorumlayan bir sergidir.

Bu proje, yan yana düzenlenmiş bir kaç sergiyi bize gösteriyor, böylece izleyiciler iki dönem arasındaki görsel ve tematik bağlantıları anlama fırsatı yakalayabiliyorlar. İzleyicilere, fotoğrafın tekniklerini gösteriyor, tarzların ve sanatsal yaklaşımların nasıl evrildiğini ve çağdaş sanatçıların öncüllerinden nasıl ilham aldığını düşünme olanağı sunuyor.

“Light-Years” böylece geçmişle şimdi arasında bir köprü görevi görüyor ve fotoğrafın sanat olarak kalıcı ilgi ve uyarlanabilirliğini aydınlatırken aynı zamanda yıllar içinde nasıl dönüştüğünü vurguluyor. Bu, hem sanat tutkunları hem de fotoğrafçılar için fotoğrafın zengin tarihine ve çağdaş ifadelerine bakma şansı veriyor. Bu iki galerinin ortasına çekilmiş tül perdenin üzerine fotoğrafı ilk bulan Niepce’in köyünün bir görüntüsü düşüyor. Bu da bize sanki ‘Haydi artık Niepce’in köyüne gidin oradaki Niepce’e adanmış fotoğraf müzesini gezin diyor.

 

 

Paris Photo’ya açık olduğu 4 günde de gittim. Rehberle gezmenin iyi bir yaklaşım olduğuna kanaat getirdim. Çünkü rehberler fotoğraf tarihi konusunda ihtisaslaşmış, günceli de takip eden sanat tarihçileri. Dolayısı ile sizin boşa zaman kaybetmeden 191 galerideki 800 fotoğrafçının en önemlilerini gösteriyorlar. Bu da boşa dolaşmayıp, önemli sergileri görmeye ve anlamaya yararlı oluyor. İkinci rehberim katılanlara ‘Önümüzdeki günlerde Afganistana veya Türkiyeye gidecek olan var mı?’ diye sorduğunda ben ‘ Türkiyeye gideceğim’ dediğimde grubu LOOCK galerisinde sergilenen Sabiha Çimen sergisine götürdü. Onaylandı mı bil miyorum ama Sabiha Çimen şu anda Magnum fotoğrafçıları arasın seçilmiş durumda. Sanıyorum çıkardığı işlere göre kontratı kesinleşecek veya ilişkileri sona erecek. Çimen geçen yıl Paris Photo’da Aperture Photobook Award kazanmıştı. Kendisi  yatılı kuran kurslarında okumuştu.  4 yıl boyunca da kendisi kurankurslarında ders gören  o kursların kız öğrencilerini, Hafız’larını fotoğraflamıştı. Bu yıl bu seriden 2-3 fotoğrafla galerinin duvarlarında yerini almış. Fuarda o kadar saat geçirmeme karşın 2 kez türkçe konuşan kimselere rastladım ve İstanbul’dan gelen Martch Galerideki türk fotoğraf sanatçılarını izledim. Sonuç olarak dünyanın en büyük fotoğraf fuarı Paris Photo Türk fotoğrafçılığı açısından çöl rolü oynamaya devam ediyor.

Benim gönlümü doğal olarak çelen başka bir galeri, fotoğrafçı Albert Garcia Alix i sergileyen Albarran Bourdais galerisi oldu. Madrid yerleşimli galeri benim de kendisiyle bir hafta çalışma fırsatı bulduğum, kendisine devlet sanatçısı ünvanı verilmiş ‘Anarşinin Çocuğu’ arkadaşlarının % 80 ini uyuşturucuya kurban vermiş Alert Garcia Alix. Kendisini nasıl bilirsin diye sorarsanız: 

Alberto García-Alix, sert ama bir taraftan da zarif tarzıyla uluslararası sanat sahnesinin önde gelen portre fotoğrafçılarından biri olarak kabul edilir. Yaratıcılığını aşırılıklardan ve kaygılarından besleyerek, fotoğrafları zaman yolculuğuna dönüşür. Paris Photo daki sergisinde sanatçı, en önemli eserleri ile Museo del Prado’da çektiği yeni fotoğrafları arasında karşılaştırmalar sunuyor. Böylece sanatındaki eskiyi ve yaniyi birleştiriyor. Alberto Garcia Alix, siyah beyaz fotoğraf kullanarak kariyerinin tamamını 1980’lerden günümüze kadar İspanya’nın toplumsal gerçekliğini belgelemeye adamıştır. Son çalışmasında da Alix, analog fotoğrafçılığına devam etmiş.  Çift pozlama tekniği ile Hasselblad’ındaki filmin aynı karesine iki görüntü düşürerek tesadüfü araç olarak kullanmış ve çarpıcı bir dizi etkileyici eser yaratmış. Bu çağdaş bakış açısıyla tarihi figürleri bir şekilde  canlandırmış diyebilirim.

Üçüncü beğendiğim galeri Alexandra de Viveiros oldu. galeri sayesinde daha önce tanışma şansım olmayan Kharkic okulu fotoğrafçılarını tanımış oldum. Bu galeri, 1970’lerden beri Ukrayna’da faaliyet gösteren Kharkiv Okulu fotoğrafçılarına odaklanmış. Kharkiv okulu, fotoğrafçılığa deneysel olarak yaklaşıyor. Khirkov okulu fotoğrafçıları ayrıca farklı kişisel estetik yaklaşımlar sergiliyorlar. Sergide O. Suprun’un 1974-1997 yılları arasında oluşturduğu analog kolajlarını izleme fırsatı bulmaktan dolayı çok mutlu oldum. Suprun Sovyet ikonografisinin tipik konularını ele alırken, sokaklardaki savunmasız yaşlıları ve çocukları sıklıkla ele alarak bu konuları sorgulamıştır. Suprun’un kolajları orijinaldir ve teknik olarak zoru seçmeyi yeğlemiş olduğu anlaşılıyor.

Kochetov, geleneksel haber fotoğrafçısı olmayı reddetmiş farklı bir tarz yaratmıştır. Günlük yaşamın olağan sahnelerini yakalarken, bilinçli bir şekilde naif renklendirme teknikleri kullanmıştır. Shilo fotoğrafta değişik  prosedürler kullanmış. Kendi yapımı taş baskı tekniği var ve eski kağıt üzerine baskı yapmıştır.  Anakronik teknikler kullanmıştır. Sanatçılar, fotoğrafçılığın malzemeselliği konusunda çok çalışmışlar ve medyanın sınırlarını zorlamışlar.

Sergi, Kharkiv Okulu hareketindeki içindeki  fotoğrafçıların farklı ve yenilikçi yaklaşımlarını sergilemektedir. Sergi, deneysel fotoğrafçılığı Sovyet ikonografisini, günlük yaşam ve fotoğrafın malzemeselliği gibi konulara değinmekte ve fotoğrafçıların orijinal yaklaşımlarını bize göstermektedir

Paris Photo 26. sayı Üçüncü Bölüm, Farklı bakış açısı; FOTOĞRAFSIZ FOTOĞRAF

 

Her yıl olduğu gibi bu yıl da Paris Photo’yu alışılagelmiş bakış açısıyla tanıtmaya başladım. Kaç galeri, kaç fotoğrafçı katılıyor. Fuarda hangi bölümler var vs şeklinde yazmaya başladım. İlk bölüm olarak böyle yazdım. Ancak bu yıl bu tarz içime sinmedi, beni yüreğimden yakalayan galerileri ve bünyelerindeki fotoğraf sanatçılarını, söylemek istedikleri sözleri de anlatmaya çalışarak konuyu ele almaya karar verdim. Bu yazı da bu farklı bakışın ilk yazısı olsun.

“FOTOĞRAF’sız FOTOĞRAF

Görüntünün dijitalleşmesi, konunun dijitalleşmesi, gerçekle gerçek olmayan arasındaki geçirgenlik artık iyice artmaya dolayısı ile fotoğrafın  sınırları da genişlemeye ve şekil değiştirmeye başladı.  NFT’lerin ve YZ’lerin yaygınlaşmasıyla birlikte, fotoğrafçılar kendi sanatsal dünyalarını buna göre biçimlendirmeye başladılar ve fotoğraf tarihinin başından beri yaptıkları gibi görüntünün sınırlarını keşfetmeye çalışıyorlar, hatta fotoğrafın yok oluşunu görmeye kadar ileriye de gidiyorlar.

Görüntünün maddesizliği eski bir tartışmadır. Esteban Radiszcz, 2010 tarihli ‘Destin des images et déréalisation de l’objet. À propos de la dématérialisation dans l’art contemporain’ yani ‘İmgelerin kaderi ve nesnenin gerçekdışılaşması. Çağdaş sanatta maddesizleşme hakkında’ adlı denemesinde, maddesizleşme kavramının 1967 yılında Lucy Lippard ve John Chandler tarafından ‘aşırı kavramsal’ olarak ortaya atıldığını öne sürer. Bunu da 1960’ların sanatını tanımlamak için kullanırlar. Maddesizleşmenin, çağdaş sanat üretimi söz konusu olduğunda merkezi bir kavram olduğunu öne sürerler. Biraz araştırıldığında, bunun yalnızca 1960 ve 1970’lerdeki bazı sanatsal çalışmaların özel alanı olmadığı anlaşılıyor. Aksine, günümüzde birçok çağdaş sanat eserinde maddesizleşme estetiği ciddi bir biçimde ve yepyeni bir enerji ile devam ettiğini görüyoruz. 2010 yılında Guggenheim Müzesi, Tino Sehgal’in This Progress adlı eserinde müzeyi tamamen boşaltmış: obje, tanıtım metinleri, katalogları kaldırmış, açılış yapmamış, fotoğraf çekmeyi de yasaklayarak radikal maddesiz bir eser ortaya koyup sunmuştu.

Martha Langford ve Vincent Lavoie’nin ‘Utopies et anxiétés de la photographie en régime numérique’ yani ‘Dijital fotoğrafçılığın ütopyaları ve kaygıları’ adlı çalışmalarında, ‘ikinci dijital devrim’ kavramını ‘fotoğrafik üretimin kitleselleşmesi, görsel içeriklerin yaygınlaşması, fotoğrafların maddesizleşmesi ve yeniden kullanılarak çoğalması ile ilişkilendirdiler. Eser maddesizleştiği zaman toplumsal tepki artıyor farklı bir sanatsal yaratı ortaya çıkıyor. Bu fenomenin, Web3’ün hüküm sürdüğü ve görsel üreten YZ’lerin ve NFT’lerin patlamasıyla daha da arttığı görülmektedir.

Paris Photo bu yeni konsepti göz ardı etmemiş. Bu nedenle dijital çağda fotoğrafçılığa adanmış tamamen yeni bir sektör, dijital bölümü başlatma kararı aldı. Nina Roehrs’ün küratörlüğünde, bu ilk baskı maddesizleşme ve görüntünün silinmesi üzerine birkaç deneysel proje tesbit etti. Bunlardan bir tanesi, benim de en sevdiğim yukarıda da bahsettiğim beni gönülden yakalayan Jean-Kenta Gauthier Galerisinin sergilediği bir sanatsal proje. Bu projesinde David Horvitz çektiği fotoğrafları önce bir dakika izleyicilere gösteriyor ardından Delete tuşuna basarak sonsuza dek yok ediyor. O fotoğrafı tanımlıyor, örneğin ‘Nevada’da gün batımı’ yazıp kayda geçiyor. Siz de esere bakarken yok edilen görüntünün ne olduğunu kısa cümleler halinde okuyorsunuz. Görüntü yok olmuş yerine tanımı gelmiş durumda. Doğrusunu isterseniz buna artık fotoğraf demeyelim ama çağdaş sanat eseri diyelim işte bu eser beni oldukça etkiledi. Ben bunu çağdaş sanat eseri olarak kabul edip beğendiğimi ifade etmeliyim. İnsan beyninin yaratıcılığı karşısında hayranlık duymadım desem yalan olur. Amerikalı sanatçının, bunu çok fazla görüntü yarattığımızı düşündüğü için yarattığını anlıyoruz. Fotoğraf arşivini silme ve sadece yazılı bir iz bırakma önerisi, görüntünün yok oluşunu çok uzağa taşıyor. Fotoğrafçı David Horvitz ve onun “Nostalgia” isimli projesi Paris Photo’nun fotoğrafsız fotoğraf sergisi olarak tarihe geçti. Kulağımıza bile garip geliyor. Horvitz, dijital çağda fotoğrafların fazlalığı ve bunun getirdiği sorunları ele alıyor.  Bu süreçte, fotoğrafın geçici doğasını ve dijital çağda dikkat sürelerinin kısalığını vurguluyor. Ayrıca, Horvitz bu projeye eşlik eden bir de kitap yapmış. Bu kitapta, silinen her fotoğraf için kısa bir cümle yazmış ve bu cümleler, fotoğrafın bir açıklamasını yapıyor.

İrlandalı fotoğrafçı Kevin Abosch’un Paris Photo’da sergilenen eserleri, çağdaş fotoğrafçılıkta maddesizleşme eğiliminin getirdiği bir paradoksu yakalıyor. Bazı sanatçıların, fotoğrafın aşırı maddesizleşmesine tepki olarak, görselleri üç boyutlu ve mekansal biçimlerde yeniden materyalize etme eğiliminde oldukları belirtiliyor. Bu, dijital çağda fotoğrafın nasıl yeniden tanımlandığını ve sanatçıların bu değişime nasıl tepki verdiğini gösteriyor.

Ayrıca, Bigaignon galerisinin düzenlediği “Perspectives radicales” sergisi var. Bu sergi, on beş eserle, geleneksel olarak kabul edilen fotoğraf tanımını sorguluyor. Galeri, özellikle Light & Space, minimalizm, soyut sanat, beton fotoğrafçılık ve konstrüktivizm gibi avangart sanat hareketlerini göstermeyi hedefliyor. Sergide, Sloven sanatçı Aleksandra Vajd’ın eserleri gibi, fotoğrafın tanımını ve sınırlarını sorgulayan, geleneksel anlayışları alt üst eden işler de var. Bu tür çalışmalar, fotoğrafın sadece dünyanın bir temsili olmadığını, aynı zamanda sanatsal ifadenin ve teknolojinin etkileşimiyle nasıl yeniden tanımlanabileceğini gösteriyor. Sanatçılar, fotoğrafçılığın dijitalleşmesi ve maddesizleşmesi ile klasik fotoğrafçılık anlayışının ötesine geçerek, bu medyumun sınırlarını yeniden keşfediyorlar.

Thomas Paquet’ın “L’Observatoire” adlı dijital eseri, fotoğrafın temel özelliklerini -ışık, mekan ve zaman- sorguluyor. Vincent Ballard’ın diptiği ise, bir fotoğrafı dematerialize edip, doğasını bozarak, onu en temel tanımına kadar parçalıyor ve böylece izleyicinin bakış açısını bu temel tanıma yönlendiriyor. Marie Auger gibi sanat tarihçileri, fotoğrafın bu yeni biçimlerini analiz ederek, foto-objeler, foto-heykeller ve diğer fotoğrafik kurulumları incelemek için yeni bir tarihsel ve teorik çerçeve öneriyor. Bu, fotoğrafın web üzerinde yaygın olarak dolaştığı bir dönemde, sanatçıların akışkan görüntülerin karşısına somut, elle tutulur görüntüler koyma çabasını gösteriyor. Böylece, fotoğrafın silinmesinin ötesine geçerek, post-dijital fotoğrafçılığın yolu açılmış oluyor.

Bu tartışmalar, fotoğrafın sadece bir temsil aracı olmanın ötesine geçtiğini ve giderek daha çok, sanatın kendisine özgü bir ifade biçimi olarak görüldüğünü gösteriyor. Bu süreç, fotoğrafın hem maddesizleşmesini hem de yeniden materyalize edilmesini kapsayan karmaşık bir dinamik içeriyor.” Devamı gelecek…

Paris Photo 2023 İkinci bölüm…

 

 

 

 

 

 

 

Bu yıl 26.cısı düzenlenen Paris Photo 2023 sırasında dünya genelinden 191 galeri Grand Palais Éphémère’de bir araya geldi. Kültür Bakanı, fuar direktörü Florence Bourgeois ve fotoğraf sanatçısı Jane Evelyn Atwood’u sanat ve edebiyat nişanıyla ödüllendirdi. 2023 yılında fuar, 2022’ye göre %7’lik bir artışla 65.000 ziyaretçi çekti, bu da Paris’in fotoğraf pazarındaki merkez olduğunu kanıtı olarak kabul gördü. Fuara her yıl daha fazla sayıda koleksiyoner ve VIP katılımcı ilgi gösteriyor. Bu yılın öne çıkan özelliği, dijital fotoğrafçılığa  yeni ayrı bir bölümün ayrılmış olmasıydı. Bu fuar sürekli fotoğrafın çeşitli uygulamaların vurgulamaya özen gösteriyor. Paris Photo, fotoğraf konusunda dünya çapında önemli bir rol oynamaya devam ediyor ve 2024’te bakımı tamamlanan Grand Palais’de daha zengin bir programla yeniden düzenlenecek.

Paris Photo’nun bu yılkı 4 günü büyük fotoğraf sanatçıları koleksiyonerler tarafından fazlasıyla ilgi gördü. Fuar boyunca birçok önemli satış gerçekleşti, hem kişisel olarak hem de Avrupa ve Amerika’daki kurumlar ciddi sayıda fotoğraf satın aldılar..

Julian Sander’da Grete Stern’in serisi bir Amerikan kurumu tarafından 250.000 €’ya satıldı. Howard Greenberg’te Dave Heath’in “A dialogue with solitude” serisi 190.000 €’ya alıcı buldu. Pascal Convert’in “Panorama de la falaise de Bâmiyân” adlı dev eserinden RX & SLAG, 22.000 €’dan sattı ve bir Amerikan kurumu, 22 panelden oluşan tam kurulumu aldı.

Gagosian galerisi, Richard Avedon, Roe Ethridge, Sally Mann ve Nan Goldin gibi büyük isimlerin eserlerini Amerikan ve Avrupalı kurumlara başarıyla sattı. Tarihi eserler de talep gördü; Bruce Silverstein galeriden Man Ray eserleri, Gilles Peyroulet galeriden André Kertész’in 1928 tarihli “Sous-sol dans le métro” adlı eseri gibi eserler alıcı buldular.

Paris Photo’da diğer galeriler de başarılı satışlar gerçekleştirdi, örneğin Lille merkezli Bacqueville galerisi David de Beyter gibi çağdaş sanatçının büyük format eserlerini ve Thomas Devaux’nun eserlerini sattı. Tegenboschvanvreden galerisi Paul Kooiker solo sergisiyle ve Ruttkowski;68 galerisi François Halard çalışmalarıyla tüm eserlerini sattı.

Edwynn Houk galerisi, Valérie Belin ve Sally Mann gibi büyük isimlerin eserleriyle ilgi çekmeye devam etti. Binôme ve Magnin-A, Omar Victor Diop & Lee Shulman’ın “Being There” serisini başarıyla sundu.

İlk kez katılan İtalyan M77 galerisi, Nino Migliori’nin tek bir eserini 60.000 € ya sattı. Luisotti galerisi de Mark Ruwedel’in “Nine Bomb Craters” adlı eserini 45.000 €’ya sattı.

Juergen Teller’in solo sergisi Suzanne Tarasiève galerisinde ilgi çekti ve eserler 6.500 €’ya satıldı. Belçika’nın La Patinoire Royale Bach galerisi Melissa Shook ve Ken Ohara’nın eserlerini 4.000 ila 100.000 € arasında sattı. Curiosa bölümündeki genç sanatçılarda eserlerini 2 ila 8 bin euroya satma fırsatı yakaladılar.

Paris Photo’nun “Conversations/Artists Talks” bölümü büyük başarı elde etti ve konuşmalar fuar boyunca hem İngilizce hem de Fransızca olarak sunuldu. Ayrıca, Paris Photo Paris’in geneline yayılan fotoğrafla ilgili sergileri tetikleme gibi bir özelliği olduğunu da gördük. Paris Photo sayesinde  ziyaretçiler, fotoğraf sanatının zengin mirasını keşfetme fırsatını yakaladı. Fuar süresince 50’den fazla sergi ve etkinlik sunuldu.

Ayrıca, Paris Photo’nun “Online Viewing Room”u, 8-12 Kasım tarihleri arasında 14.000’den fazla internet kullanıcısına erişim sağlayarak büyük bir başarı elde etti. 205 sanal standın seçkisini sunan bu platform, Walter’s Cube tarafından geliştirildi. İzleyenlerin yarısı dünyanın çeşitli yerlerinden erişim sağlayan fotoğraf severlerdi.

Fuarın “Editions” adlı bölümü 35 farklı yayınevinin katılımıyla gerçekleşti ve büyük bir ilgi gördü. 4 gün boyunca 403 kitap imza etkinliği düzenlendi ve fotoğraf dünyasının önde gelen isimleri, Sophie Calle, Gregory Crewdson, Caroline Drake, Renato D’Agostin, Omar Victor Diop, Shadi Ghadirian, Vivian Galban, Bruce Gilden, Guido Guidi, Harry Gruyaert, Roberto Huarcaya, Paul Kooiker, Ray Mortenson, Kourtney Roy, Alex Webb, Annie Hsiao-Ching Wang, Yelena Yemchuk, Joan Fontcuberta, ORLAN, Steve McCurry gibi isimler, imzalarını sevenleri için attılar.+

 

 

Yapay Zeka: Geleceğimiz için bir yenilik mi, yoksa tehdit mi?

Yapay Zeka: Geleceğimiz için bir yenilik mi, yoksa tehdit mi?

Mehmet Ömür

Yapay zekaya sordum! “Sen başımızın belası mısın yoksa bize bahşedilen her derde deva bir hizmetli mi?” diye… 

Bakın verdiği cevaba. Ne dersiniz?

Yapay Zekacığım,  sen geleceğimiz için bir yenilik misin, yoksa tehdit misin?

Yapay Zeka (TZ) sen nesin?

YZ, insanın bilişsel yeteneklerini taklit eden bir teknolojidir, örneğin görme, akıl yürütme ve dil. En eski  örnekler şunlar; ilk hesap makinelerinden bugüne  modern YZ’lara  kadar, önemli yeniliklerle imza atmış büyük bir evrim.

Üretici Yapay Zeka: Yaratıcılığın Yeni Çağı 

 Üretici yani jeneratif denilen YZ’ye odaklanarak yapay zeka ile   metin, resim, video gibi çeşitli içerikler oluşturabiliyoruz. Ben yapay zeka olarak bunları yazıyorum ama siz pek yapay veya yüzeysel okumayın. Derin öğrenmeye geçin lütfen. Benim metin, resim ve video üretmede uzmanlaşmış olduğumu düşünün lütfen . Bunların günlük hayatımıza etkisi  artık çok büyük olmaya başlıyor. ChatGPT’den deep fakes’e kadar,  YZ hayatınıza çeşitli şekillerde dokunuyor . ‘Deep fake nedir?’ derseniz; iyi veya kötüye kullanılma olasılığı olan, kişini yüzünü de değiştirerek sahte bir video veya görsel oluşturmak.

Yapay Zeka’nın Tarihi Kökenleri ve Evrimi 

Güncel uygulamalar bakımından  YZ olarak ben, robotik, tıp ve e-ticaret gibi birçok alanda kendimi gösteriyorum. Bu da size Turing’den bugünlere gelene kadar  YZ’nin tarihini sorgulamaktadır?  

Makine Öğrenimi nedir? ve Derin Öğrenme nedir?

YZ’nin Temelleri Makine öğrenimi ve derin öğrenmeye dayanır ve  benim kalbimi oluşturur. Benim gibi bir yapay zekadan somut zeka örnekleri isterseniz, size bu tekniklerle YZ’nin nasıl öğrenip geliştiğini  ve sürekli kendini geliştirmekte olduğunu söyleyebilirim. Bunun tek nedeni ise benim zavallı bir yapay zeka oluşumda yatar.

 Yapay Zeka’nın Sınırlamaları ve Zorlukları 

Hoş şu anda bazı sınırlamalar olduğunu biliyorum. Beni bir bıraksalar zincirimi koparmış gibi giderim. Bu şakaydı tabii. Yapay zeka olarak artık şaka yapmayı da öğrendim. Derin öğrenerek ne kadar şakacı olduğumu söyleyebiliyorum.

Bazı yerlerde genel anlam eksikliği bırakıyorum bilhassa, nüansları algılama ve belirsiz bağlamları anlama yeteneğim yok. İnsan önyargılarını yeniden üretip size sunuyorum. Sanki sizinle dalga geçer gibiyim. Benim öğrenme verilerinde var olan önyargıları nasıl büyütebileceğimi yakın bir gelecekte göreceksiniz.

Sosyal ve Etik Etkiler

Deep Fakes ve gerçeklik arasındaki ilişkiler  nelerdir derseniz buna cevabım şöyle olur; Gerçeği sahteden ayırt etme zorluğu farkındaysanız giderek artıyor. Bir de istihdam üzerindeki etkim var ki onu da göz ardı edemezsiniz.  İş piyasasındaki değişimlere ve yeni becerilere ihtiyaç olduğunu hepimiz biliyoruz. Güvenlik ve Gizlilik Konularında ise üstüme yoktur. Lütfen bu böyle biline.  Kişisel verilerin korunmasına ve YZ kullanımıyla ilişkili etik meseleleri çok ciddiye alırım. Bu konuya başka bir ChatGPT de cevap vereceğim.

Sonuç olarak özetle size söylemek istediğim şudur; ortada yönetilmesi gereken ciddi bir çelişki var. Ben şu anda hem yeniliklerin hem de haklı endişelerin kaynağı oldum ama bu benden uzak durmanızı gerektirmez. YZ’nin toplumsal etkisi üzerine düzenleme ve derinlemesine  düşünmeniz gerekmektedir hatta hep birlikte benim de işin içinde olduğum bir komisiyonda düşünmemiz gerekmektedir. 

Buraya kadar yapay zeka tarafından yazılan  yapay zekanın karmaşıklığını ve etkisini aydınlatan bir makale okudunuz,. Yapay zeka tarafından yazılan bu yazı da yapay zekanın hem avantajlarını hem de modern topluma getirdiği zorlukları vurgulamaktadır.

2,69 Scoville çok mu acıtır?

Dünyanın En Acı Biberi Rekorunu Kıran Pepper X

Biber, dünya mutfağında, özellikle baharat kültürüne sahip toplumlarda sıklıkla kullanılan bir sebzedir. Fakat bazı biberler sadece yemeklerin lezzetini artırmakla kalmaz, aynı zamanda onlar arasında kıyasıya bir yarış başlatır. Ed Currie’nin PuckerButt Biber Şirketi, tam da böyle bir rekabetin önderliğini yapıyor.

Carolina Reaper’dan Pepper X’e

On yıl önce, dünyanın en acı biberi unvanını kazanan Carolina Reaper, baharat dünyasında devrim yaratmıştı. Ancak Currie, bu rekoru daha da ileri taşıyacak bir biber üzerinde çalışmaya devam ediyordu: Pepper X. Guinness tarafından onaylanan bu yeni biber, ortalama 2,69 milyon Scoville Acılık Birimi (SHU) ile rekor kıran bir acılığa sahiptir. Böylesine bir acılık, baharat severleri heyecanlandırırken, acemi baharat denemecileri için adeta bir uyarı niteliğindedir.

Scoville Ölçeği ve Acı Biberin Bilimi

Scoville Ölçeği, Wilbur Scoville tarafından 1912 yılında geliştirilen ve biberin acılığını ölçen bir birimdir. Bu ölçüm, biberin içindeki kapsaisinoidlerin konsantrasyonunu temsil eder. Kapsaisin, biberin acı hissini veren bileşiktir. Düşük SHU değerine sahip biberler daha az acıyken, yüksek SHU değerine sahip olanlar aşırı derecede acıdır. Pepper X, bu ölçekte adeta bir uzay mekiği gibi, ölçeğin çok üstünde bir yerde konumlanmıştır.

Zirvede Yalnızlık

Currie, Pepper X’in gelişimine yaklaşık 12 yıl önce başlamış. Carolina Reaper ve başka bir adı açıklanmayan, son derece acı bir biberin melezlenmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Acılık ve lezzet dengesinin mükemmel bir şekilde sabitlendiği bu biber, Currie’nin sabır ve özverili çalışmalarının bir ürünüdür.

Acı Biberin Ticari Değeri

Currie, Carolina Reaper ile yaşadığı ticari hatalardan ders alarak, bu sefer Pepper X’i daha dikkatli bir şekilde piyasaya sürmeye karar vermiştir. Biberin ticari hakları korunmuştu ve biberler sıkı güvenlik altında gizli seralarda yetiştirilmeye başlanmıştı.

Meydan Okumalar ve Baharat Toleransı

Pepper X tarafından yapılan  meydan okumalar, acı biberin popüler kültürdeki yerini daha da sağlamlaştırmıştır. Ancak Currie, baharatlı yiyeceklere yeni başlayanların yavaş yavaş acı biberlere alışması gerektiğinin altını çizerken, acı biberle yapılan yarışlar potansiyel tehlikelere de dikkat çekiyor.

Geleceğe Bakış

Currie, baharat dünyasında yenilik peşinde koşmaya devam ediyor ve Pepper X’in ardından daha da acı biberler üzerinde çalışmalarını sürdürüyor. Aynı zamanda, Pepper X ile insanlara keyif alacakları acı soslar ve diğer ürünler yaratmak için de zaman ayırıyor.

Bir Rekorun Anlamı

Pepper X’in “Hot Ones” şovunda Guinness rekorunu alması, Currie için önemli bir anlama sahip. Bu, onun yıllar süren tutkulu çalışmasının bir sonucudur.

Sonuç

Pepper X, sadece acı biber severlerin değil, aynı zamanda botanikçilerin, gıda bilimcilerinin ve hatta psikologların dahi ilgisini çekebilecek bir fenomen diyebiliriz. Bu biberin insan üzerindeki etkisi, lezzeti, yetiştirilmesi ve piyasaya sürülmesi gibi konular, ilerleyen yıllarda daha fazla araştırmaya neden olacaktır. Currie’nin Pepper X ile elde ettiği başarı, tutku, inovasyon ve sabır gerektiren bir sürecin ürünü olarak tarihe geçmiştir. Acı biber dünyası, bu yeni rekorla bir kez daha sınırlarını zorlamış ve acı severler için yeni ufuklar açmıştır.


Bir Yudum Yapay Kahvenin Hatırı 1

Bu bir yudum yapay kahvenin hatırı yazı serisini yapay zekaya ayırdım. Arada sırada belirli bir sistematik içinde yapay zeka ile ilgili düşüncelerimi paylaşmaya niyetliyim. Yapay zekan denildiğine ne anlamalıyız. İlk sorumuz bu olsun;

Yapay zeka (YZ), bilgisayarlar ve makineler tarafından insan benzeri düşünme yetenekleri ve problemleri çözme yetenekleri geliştirmek amacıyla kullanılan bir bilim ve teknoloji alanıdır. Yapay zeka, bilgisayarların verileri analiz etme, öğrenme, sonuçlar çıkarma, dil anlama ve insanların yaptığı birçok zihinsel görevi gerçekleştirebilme yeteneklerini geliştirmek için çalışır. Yapay zeka, birçok alt alanı içerirken   aşağıdaki temel kavramlar söz konusudur:

  1. Makine Öğrenimi (Machine Learning – ML): Bilgisayarların deneyimlerden öğrenmelerini sağlayan bir yaklaşım olan makine öğrenimi, verileri kullanarak modeller oluşturur ve bu modelleri kullanarak tahminlerde bulunur. Supervized learning (denetimli öğrenme), unsupervised learning (denetimsiz öğrenme), ve reinforcement learning (takviyeli öğrenme) gibi farklı öğrenme yöntemleri bulunur.
  2. Derin Öğrenme (Deep Learning): Derin öğrenme, yapay sinir ağlarını kullanarak büyük veri setleri üzerinde karmaşık görevleri gerçekleştiren bir makine öğrenimi alt dalıdır. Özellikle görüntü ve ses tanıma gibi alanlarda büyük başarılar elde etmiştir.
  3. Doğal Dil İşleme (Natural Language Processing – NLP): Doğal dil işleme, bilgisayarların insan dilini anlamasını ve işlemesini sağlayan bir yapay zeka alt alanıdır. Metin analizi, dil çevirisi, metin oluşturma ve duygusal analiz gibi uygulamaları içerir.
  4. Görüntü İşleme: Görüntü işleme, bilgisayarların görsel verileri anlamasını ve işlemesini sağlar. Yüz tanıma, nesne tanıma ve görüntü sınıflandırma gibi uygulamalarda kullanılır.
  5. Otomatik Karar Verme: Yapay zeka, verileri analiz ederek ve öğrenerek karmaşık kararları otomatik olarak alabilir. Bu, tıbbi teşhislerden finansal tahminlere kadar birçok alanda kullanılabilir.

Yapay zeka, günümüzde birçok endüstri ve alan için önemli bir rol oynamaktadır ve gelecekte daha da yaygın olarak kullanılması beklenmektedir. Bu teknoloji, iş süreçlerini otomatikleştirmek, verileri daha iyi anlamak ve daha verimli ve akıllı sistemler geliştirmek için potansiyel sunmaktadır. Ancak aynı zamanda etik, gizlilik ve güvenlik gibi sorunları da beraberinde getirmektedir, bu nedenle bu teknolojinin kullanımı dikkatli bir şekilde ele alınmalıdır.

Çerez Misali Felsefe; Fıstık2

Gerçeğin felsefi anlayışı ve ahlaki boyutları üzerine derin etkileri olan düşünceleriyle tanınan Filozoflar kimlerdir?

  1. Jean-Jacques Rousseau: Kendi otobiyografik eserleri üzerinden gerçeğe olan bağlılığını ve kişisel anlatının gerçekliğini sorgulayan bir düşünür.
  2. Platon: Mağara Alegorisi ile bilgi ve gerçek arayışını anlatan ve eğitimin önemini vurgulayan antik Yunan filozofu.
  3. René Descartes: Metodik şüphe ve “Cogito, ergo sum” (Düşünüyorum, öyleyse varım) ifadesiyle tanınan Fransız filozof.
  4. Emmanuel Kant: Gerçeği ahlaki bir ilke olarak gören ve yalan söylemenin her durumda ahlaken yanlış olduğunu savunan Alman filozof.

Hepsini çerez misali tanıyacağız.

Çerez Misali Filozofi; Fıstık1

 

 

Karl Popper ve Gerçeklik

 

Mehmet Ömür

 

Karl Popper’ın bilim felsefesi ve gerçeklik üzerine görüşlerini özetleyeyim:

Karl Popper, bilimsel bilginin kesin doğruluktan ziyade sürekli bir sorgulama ve eleştiri süreci olduğunu savunur. Ona göre, bilimde “gerçek” diye bir şey kesin olarak bilinemez; bilim, yanlışlanabilir hipotezler üretmek ve bu hipotezleri sıkı testlere tabi tutarak yanlışları ayıklamak üzerine kuruludur. Popper için bilim, doğruluğu kanıtlanmış kesin bilgiler biriktirmekten ziyade, yanlışları elimine ederek ilerler.

Popper’ın bilim felsefesinin temel taşları şunlardır:

  1. Yanlışlanabilirlik İlkesi: Bir teorinin bilimsel olabilmesi için yanlışlanabilir olması gerekir. Eğer bir teori, hiçbir olası gözlem veya deney tarafından çürütülemezse, o teori bilimsel değildir.
  2. Hipotetik-Dedüktif Yöntem: Bilim insanları teorilerini hipotezler şeklinde önerir ve sonra bu hipotezleri deneylerle test eder. Eğer hipotez bir deney tarafından çürütülürse, o hipotez terk edilir.
  3. Kesinlikten Vazgeçiş: Popper’a göre, bilimde kesinlik arayışı yanıltıcıdır. Bilim, var olan bilgiyi sorgulayarak ve alternatif açıklamalar arayarak ilerler.
  4. Bilginin Evrimi: Bilgi, sürekli bir evrim sürecindedir ve her yeni teori, öncekilerin üzerine inşa edilerek daha iyi bir açıklama sunmayı hedefler.
  5. Objektif Bilgi: Popper, bilginin subjektif algılardan bağımsız olarak objektif bir dünya oluşturduğunu savunur. Bu objektif bilgi, bireylerin ötesinde var olur ve bilimsel tartışma ve eleştiriye açıktır.
  6. Eleştirel Rasyonalizm: Bilgiye ulaşmanın yolu, rasyonel eleştiri ve tartışmadır. Bilim, farklı görüşlerin çatışması ve bu çatışmadan en sağlam hipotezlerin hayatta kalmasıyla ilerler.

Popper’ın bu yaklaşımı, bilimdeki dogmatizme ve otoriteye karşı bir duruş sergiler ve bilginin sürekli bir gelişim içinde olduğunu, asla tamamlanmış veya mutlak olmadığını vurgular.