Sekizinci Günah!
2001 yılında Daniel Schacter “Unutmanın Yeni günahı” adlı kitabını yayınlamıştı. Bu kitaptaki 7 günahı şöylece bir inceledikten sonra bugünkü 12 Haziran 2025 tarihli sayısındaki bir makaleyi dikkate alarak 8.ci günahı da tanımaya çalışalım.
UNUTMANIN 7 GÜNAHI
Daniel Schacter’ın “unutmanın yedi günahı” (The Seven Sins of Memory) kavramı, belleğin neden kusurlu çalıştığını sistematik olarak açıklayan, hem bilimsel hem de felsefi derinliği olan bir çerçevedir. Schacter, Harvard Üniversitesi’nde psikoloji profesörüdür ve bu modelini ilk olarak 2001 tarihli kitabı The Seven Sins of Memory: How the Mind Forgets and Remembers’da ayrıntılı şekilde ortaya koymuştur.
Bu yedi “günah”, hafızamızın hataya açık doğasını ve bu hataların aslında hayatta kalma ve verimlilik için evrimsel avantajlar taşıyabileceğini de gösterir.
İşte o yedi günah;
1. Geçicilik (Transience)
Zamanla bellekteki bilgilerin solması, detayların silinmesi.
Örneğin, yıllar önce izlediğiniz bir filmin adını ya da karakterini hatırlayamamanız. Bu, belleğin doğal bir yaşlanma süreciyle azalan yönüdür.
⸻
2. Dikkatsizlik (Absent-mindedness)
Dikkat eksikliğinden kaynaklı unutmalar.
Anahtarları nereye koyduğunuzu ya da bir randevunuz olduğunu unutmanız gibi. Bilgi kodlanmamışsa, hatırlanması da imkânsız hale gelir.
⸻
3. Engellenme (Blocking)
Bilginin “orada” olduğunu bilmenize rağmen zihne ulaşamaması.
Dilinizin ucunda olan bir ismi hatırlayamamak tipik bir örnektir. Anı bellekte mevcuttur ama erişim o anda engellenmiştir.
⸻
4. Atıf Hatası (Misattribution)
Bir bilginin kaynağını, bağlamını ya da sahibini yanlış hatırlamak.
Örneğin bir hikâyeyi arkadaşınızdan değil de televizyonda duyduğunuzu sanmak. Yalan anıların temeli buradan doğabilir.
⸻
5. Önerilebilirlik (Suggestibility)
Dış etkenlerle belleğin şekillendirilmesi veya bozulması.
Özellikle travma veya çocukluk anılarında, başkalarının yorumları ya da yönlendirmeleriyle yanlış hatıralar oluşabilir.
⸻
6. Çarpıtma (Bias)
Mevcut inançlar ve duygularla geçmişin yeniden yazılması.
Örneğin, şimdi kötü hissettiğiniz biriyle olan geçmiş anılarınızın da olumsuz olarak değişmesi. Bellek, sabit değil; güncellenebilir bir metindir.
⸻
7. Kalıcılık (Persistence)
İstenmeyen anıların silinememesi; zihne musallat olması.
Travmalar, pişmanlıklar, utanç verici anılar zihinde sürekli yeniden canlanabilir. Bu da depresyon ve anksiyeteyi besleyebilir.
⸻
Bu yedi “günah”, belleğin başarısızlıkları gibi görünse de aslında onun evrimsel işlevlerinin bir parçasıdır. Schacter’a göre, unutmak bir kusur değil, bir stratejidir: Daha önemli olana yer açmak için gereksizi elemek.
8.Cİ GÜNAH; UNUTMAYI DEVRETMEK
İşte haftalık Le Courrier International deki makaleden alıntıladıklarım.
Hatırlamak mı, Aramak mı? Dijitalleşmenin Belleğimizle Girdiği Büyük Savaş
Adım attığımız her sokakta bir harita, okuduğumuz her satırda bir arama motoru, unuttuğumuz her detayda bir ekran var. Ve biz, farkında olmadan, hafızamızı değil, bağlantılarımızı eğitiyoruz.
Peki dijitalleşme gerçekten belleğimizi silikleştiriyor mu?
Britanya’nın saygın bilim dergisi Nature’de yayımlanan bulgulara göre, bu sorunun yanıtı evet… ama sadece yüzeyde. Austin’de kaybolan Adrian Ward örneğinde olduğu gibi, GPS kullanımı zamanla bireyin yön bulma yetisini törpüleyebiliyor. Eskiden sezgisel olarak bulduğumuz yolları artık ekranlarda arıyoruz. Haritalar elimizde, ama içsel pusulamız kararmakta.
Hafıza artık kendini içerikte değil, içeriğe ulaşma yollarında saklıyor. Bilginin kendisini ezberlemiyoruz; onu nerede bulacağımızı ezberliyoruz. Psikolog Betsy Sparrow’un adlandırdığı gibi, bu bir “Google etkisi.” Yani zihin, bilgi deposu olmaktan çıkıp bir tür dijital arayüzle yer değiştirmiş durumda. Hafıza, internete dış kaynaklı olarak “emanet” ediliyor.
Daha da ilginci, araştırmalar fotoğraf çekmenin de bu sürece katkı sağladığını gösteriyor. Bir anı kareye almak, onu zihinsel olarak daha az işlemenize yol açıyor. Hafızamız belgelenen anı devre dışı bırakıyor. “Nasıl olsa kaydettim,” düşüncesiyle hatırlama işlevini askıya alıyoruz.
Bununla birlikte, dijital dünyanın tüm yönleriyle düşman olduğu da söylenemez. Sohbet robotları –örneğin ChatGPT– doğru kullanıldığında yaratıcılığı tetikleyebilir. Yeni fikirlere açılan kapılar, sadece bilgiye ulaşmak için değil, bilgiyi dönüştürmek için de kullanılabilir. Yapay zekâ, belleği değilse de düşünce biçimimizi şekillendirme gücüne sahip.
Ancak burada da dikkatli olunmalı. Sıkça yinelenen bir uyarı var: Eğer insan sürekli cevapları dışarıdan alırsa, soru sorma yetisi körelir. Hafıza sadece bilgiyle değil, soruyla da beslenir.
Daniel Schacter’in “unutmanın yedi günahı”nı hatırlayacak olursak, dijital çağda biz sekizinci günahı yaşıyoruz: unutmayı devretmek. Zihin, yükünden kurtulmak için dijitale yaslanıyor; ama bu aynı zamanda, içsel dünyamızın boşalması riskini de beraberinde getiriyor.
Yine de tüm bu gelişmelerin tek yönlü, tek boyutlu olmadığını unutmamak gerek. Teknoloji bir tehdit değil, bir araç. Onu nasıl kullandığımız, neyi hatırlamak istediğimizle doğrudan ilişkili. Ve belki de en önemli soru şu: Hatırlamak mı istiyoruz, yoksa sadece erişmek mi?
⸻
Not: Bu yazı, Courrier International dergisinin 12-18 Haziran 2025 tarihli 1806. sayısında yayımlanan “Le numérique abîme-t-il vraiment notre mémoire ?” başlıklı makaleden esinlenmiştir.