Rosangela Renna ve Fotoğrafın Ahlakı…
Bu yazıyı 2 yıl önce Arles Fotoğraf Karşılaşmaları sırasından Woman in Motion ödülünü alırken tanıdığım ve bu yıl da Paris te Grand Palais’deki Paris Photo fotoğraf fuarına “The Last Photo” serisi ile damgasını vuran Rosangela Renno adlı sanatçıdan çok etkilendiğim için yazmaya karar verdim. Fotoğrafın sadece deklanşöre basmak olmadığına inanan bir kişi olarak fotoğraf çekmeden fotoğrafa katkı sağlayan beyinlere saygım çok büyük. Renno’nun da bunlardan birisi olduğuna inanıyorum önce onu size tanıtayım:
Brezilyalı sanatçı Rosângela Rennó, 1962’de Belo Horizonte’de doğmuş ve bugün Rio de Janeiro’da yaşayan çağdaş sanatın en özgün seslerinden biridir. Onun sanatı, klasik fotoğrafçılığın tam tersine, yeni görüntüler üretmekten çok unutulmuş imgeleri yeniden yorumlamaya dayanıyor. Rennó, bitpazarlarında, eski aile albümlerinde, gazetelerde ve devlet arşivlerinde bulduğu anonim fotoğrafları toplayarak, hafızalarda tamamen unutulmuş yüzleri ve hikâyeleri yeniden görünür kılıyor.
Rennó’nun ilgisi “küçük hikâyelere” yönelik, yani resmi tarihin görmezden geldiği, “ezilenlerin ve yenilmişlerin” hikâyelerine. Bu nedenle onun işleri, Brezilya tarihinin utançla gizlenen dönemlerine, sesikalmış çıkmayan çıkamamış insanlara ve tamamen unutulmuşlara bir tür arkeolojik kazı gibi yaklaşıyor. Fotoğrafı bir belge olmaktan çıkarıyor; onu acıtan bir yara haline getiriyor.
Sanatçı, mimarlık ve güzel sanatlar eğitiminin ardından 1997’de São Paulo Üniversitesi’nde doktorasını tamamladı. Tez çalışması Scar (Cicatrice), São Paulo Cezaevi Müzesi’nin arşivlerinden aldığı negatiflerle oluşturduğu kitaptır. Bu çalışma, Rennó’nun hem fotoğrafın maddeselliğine hem de etik boyutuna duyduğu ilgiyi açıkça gösteriyor: o, başkalarının unutulmuş karelerini yeniden canlandırırken, fotoğrafların kim tarafından, hangi amaçla ve ne şekilde üretildiğini sorguluyor.
1980’lerin sonlarından itibaren Brezilya ve uluslararası sanat çevrelerinde tanınmaya başlayan Rennó, 1993’te Venedik Bienali, 1994 ve 2010’da São Paulo Bienali, 1997’de Havana Bienali gibi önemli sergilere katıldı. 1999’da Guggenheim Bursu’nu kazandı.
Rennó’nun pratiğini etkileyen iki önemli düşünür var: benim fotoğraf kuramına dair yazdığım diğer yazılarımda değindiğim uzun yıllar Brezilya’da yaşayan çek fotoğraf kuramcısı Vilém Flusser ve Alman sanatçı Andreas Müller-Pohle. Özellikle Müller-Pohle’ün “görüntülerin ekolojisi” kavramı, Rennó’nun var olan fotoğrafları koruma ve yeniden kullanma biçimini ciddi bir şekilde etkilemiş sanki.
2023’te, Arles Fotoğraf Buluşmaları’nda verilen Women In Motion Fotoğraf Ödülü’yle onurlandırılan ve onunla bu ödül töreni sırasında tanışma fırsatı bulduğum Rennó, bugün hâlâ geçmişin sahipsiz görüntüleriyle uğraşmayı sürdürüyor. Onun işleri, sadece görsel bir arşiv oluşturmakla kalmıyor. Aynı zamanda ahlaki bir çağrı da yapıyor: kaybolmuş yüzlerin, kimliksiz fotoğrafların ve susturulmuş hikâyelerin yeniden ses bulmasını sağlamaya çalışıyor Renno.
Kısacası, Rosângela Rennó, unutulmuş negatifleri yeniden ışığa çıkararak bize şu soruyu sorduruyor: “Bir görüntü, unutulmaya direnirken neyi hatırlatır?”
Gelelim Fotoğrafın Ahlakı konusuna;
Rosângela Rennó’nun Görmeyi Reddeden Hareketine Dair kısa-uzun arası bir ek yapalım buraya;
Bir fotoğraf makinesi düşünün:
İçinde tozlu, paslı bir film rulosu var, son kez çekilmiş bir kareyle de var içinde tabii ki ama bu bu film rulosu veya bobini banya edilmeden fotoğraf makinesi içine hapsedilmiş, oraya kilitlenmiş ve mühürlenmiş.
Ne banyo edilmiştir o film, ne de bir ekrana düşmüştür.
Sonsuza kadar karanlıkta kalmaya mahkûm bir görüntü, görünmeyenin kalbine kazınmış bir nefes gibi kalakalmıştır.
Rosângela Rennó, böylesi bir sessizliğin sanatçısıdır. The Last Photo adlı serisi için bit pazarından içinde film unutulmuş ve banyo edilmemiş filmler bulunan 80 eski fotoğraf makinesi satın almış ve bunları Sao Paolo’daki ünlü İsa heykeli çeken fotoğrafçılarının işleriyle birlikte sergilemiştir. 2006 tarihli The Last Photo serisinde Rennó, fotoğraf makinelerini birer arkeolojik kalıntı gibi sergilemiştir. Böylece seyirciyi düşünmeye yönlendirmiş; “Acaba bu son film şeridinde ne fotoğraflar vardı? Kim çekmişti? Ne zaman, nerede çekmişti? gibi sorular sordurmaya zorlamıştır. Her fotoğraf filmi, bilinmeyen bir hayatın son bakışını da içinde taşır; o bakış artık kimseye dönük değildir. Sanatçı, makineleri açmaz, filmleri çıkartmaz. Tam tersine, onları mühürleyerek yeniden kapanmaya, yeniden unutulmaya gönderir. Bu, bir sanat eylemi olduğu kadar bir yas törenidir.
Fotoğrafın ölümsüzlük iddiasına karşı, onun ölümlülüğünü ilan eden bir törendir bu.
Rennó’nun jesti, bugünkü beynini yitirmiş görsel dünyanın çığlığına karşı bir sessiz ve nefessiz kalma manifestosu gibidir.
Görmek yerine görmemeyi, göstermek yerine gizlemeyi tercih eder.
Kamerayı bir silah olmaktan çıkarır; bir kalıntıya dönüştürür.
Her mühürlenmiş fotoğraf makinesi, bir hayatın açılmamak üzere kapanmış gözüne benzer.
İçinde bir fotoğraf vardır — ama o fotoğraf, artık bizim için değildir, sadece merakımız, sadece hayalimiz içindir.
Renno’nun bu hareketi, Susan Sontag’ın fotoğrafın ahlaki sınırlarına dair uyarılarını hatırlatır bize.
Sontag, On Photography’de fotoğrafın dünyayı ele geçiren bir bakış biçimi olduğunu söyler.
Bakmak, onun gözünde her zaman bir tür iktidar eylemidir: seçmek, kadrajlamak, sahiplenmek.
Birini ya da bir acıyı fotoğraflamak, onu estetikleştirerek uzağa itmektir.
Savaş, ölüm, yoksulluk…
Hepsi birer “temsil”e dönüşür; ve temsil, çoğu zaman duygunun ölümüdür.
Sontag bu yüzden “acıya bakma”nın bizi körleştirdiğini söyler.
Fotoğraf çoğaldıkça vicdan azalır.
Rennó’nun sessiz makineleri, işte bu ahlaki körlüğe karşı bir cevap niteliğindedir.
O, bakışın gücünü değil, bakmamanın sorumluluğunu bize hatırlatır.
Fotoğrafın ontolojik şiddetini, işlevsizleştirerek durdurur.
Her makine, bir “anti-fotoğraf” nesnesine dönüşür; ne görüntü verir ne de alır.
Görmeyi reddetmek burada bir körlük değil, saygı eylemidir.
7 yıl sonra, 2013’teki Arquivo Universal serisiyle Rennó bu sessizliği tersine çevirir.
Bu kez karşımızda yokluk değil, fazlalık vardır.
Dijital çağın sonsuz arşivleriyle dolu bir dünyada, artık hiçbir şey kaybolmaz — ama hiçbir şey de kalmaz.
Renno, gazetelerin, çevrimiçi haberlerin ve dijital veri tabanlarının arasında unutulmuş yüzleri, isimsiz kurbanları, silinmiş kayıtları toplar.
Fakat yine, onları “göstermek” için değil, bunların çok fazla olduğunu hatta boş şeyler olduğunu hissettirmek için yapar.
Pikselleri büyütür, dosya adlarını öne çıkarır, tarihler ve meta verilerle yeni bir görsel dil kurar.
Artık fotoğraf, insanın yüzü değil, sistemin yüzüdür.
Bu noktada Ariella Azoulay’ın düşünceleri devreye girer.
Azoulay, fotoğrafı bir temsil aracı olarak değil, bir sivil sözleşme olarak görür.
Ona göre her fotoğraf üç özne arasında yapılmış bir anlaşmadır: fotoğrafı çeken, fotoğrafı çekilen ve bakan kişi.
Bu üçlü ilişki, modern yurttaşlığın bir varoluş biçimidir.
Görmek, bir hak ve bir görevdir; tanıklık, adaletin ön koşuludur.
Azoulay için etik olan, görmeyi sürdürmektir.
Ama Rennó’nun sessiz kameraları bu sözleşmeyi bozar.
O, ne “bakmayı sürdürür” ne de “bakışı kapatır.”
Arada, üçüncü bir alan yaratır: sessiz tanıklık.
Yani fotoğrafı üretmeden, yine de onun varlığına saygı duymak.
Bir tür görsel perhiz.
Bu perhiz, unutuşun tersine, hatırlamanın en güzel şeklidir.
Rennó’nun işleri bu anlamda Sontag ve Azoulay arasında bir köprü gibidir:
Sontag’ın “fazla bakmak körleştirir” uyarısı ile
Azoulay’ın “bakmamak adaletsizliktir” çağrısı arasında sıkışan çağdaş vicdanın estetik bir yol haritası gibi durur.
O haritada Rennó, kendi yolunu bulur:
Ne görüntüyü sömürür, ne de onu yok sayar.
Sadece sessizliğini dinler.
Bu dinleme hâli, dijital çağın gürültüsünde neredeyse devrimci bir harekettir.
Çünkü artık her şey kaydediliyor, her yüz tanınıyor, her imge çoğaltılıyor.
Ama bütün bu görünürlük içinde, sanki herkes gerçekten görünmez hale bürünüyor.
Rennó’nun mühürlenmiş kameraları, bu çağın tam karşısına dikilir.
Görsel taşkınlık karşısında bu yaklaşım bir karşı duruş ve bir tür meditasyon denemesidir.
Her biri, kaybolmuş bir zaman dilimi gibi sessizce durur.
Onun sanatı, fotoğrafın “yokluğuyla” ilgilenir.
Bir imgenin üretilmemesi, belki de üretilmesinden daha derin bir ifadedir.
Tıpkı müzikte bir sus işaretinin melodiyi tamamlaması gibi.
Rennó’nun mühürlenmiş fotoğraf makineleri, susmanın fotoğrafik araçlarıdır.
Bu noktada Renno, fotoğrafın varoluşunu yeniden tanımlar:
Bir kare çekilmeden de fotoğraf olabilir mi?
Bir görüntüye bakmadan da tanıklık edilebilir mi?
Rennó’nun yanıtı, evet’tir.
Çünkü fotoğrafın özü, yalnızca “görmek”te değil, hatırlamakta da yatar.
Ve bazen, hatırlamak için görüntüye değil, sessizliğe ihtiyaç vardır.
Bugün, imgelerin sel gibi aktığı bir dünyada, Rennó’nun kilitlediği o makineler neredeyse kutsal kalıntılar gibi görünür.
Her biri, bir çağın son tanığıdır. Analog bir nefesin dijital boğulmaya karşı direnişini düşündürür bize.
Onlara bakarken, görmenin yerine duymayı, göstermenin yerine sezgiyi koyarız.
Bir film rulosunun karanlıkta kalan kareleri, bize kendi kör noktalarmızı düşündürür.
Rennó, fotoğrafın sonunu ilan etmez; sadece onun susmasını ister.
O suskunlukta bir ahlak, bir merhamet, bir tevazu vardır.
Görselin değil, insanın onurunu koruyan bir alandır bu duruş.
Bu yüzden onun sanatının insani bir tarafı vardır:
görmekle görmemek arasındaki o ince, kırılgan sınırda
bir yüzü değil, bir vicdanı görürüz.
Belki de Rennó’nun mühürlediği makineler bize şunu söyler:
Fotoğrafın geleceği, yeni imgeler üretmekte değil,
var olanların sessizliğini duymaktadır.
Çünkü bazen tanıklık,
bir kare daha çekmek değil,
bir kare eksiltmektir.
Ve belki insan, o eksiltilmiş karede kalır. Kim bilir?





