Martin Parr’a Veda

 

Martin Parr’a Veda:

Rengin, Mizahın ve Gündeliğin Büyük Tanığına

Bu yıl fotoğraf dünyası çok önemli isimlerini kaybetti. 2025 i terk etmeden son günlerde de onu kaybettik. Her yaz Arles’a gittiğimde, şehrin taşlarına sinmiş o tuhaf fotoğraf kokusunu duyarım: biraz tarih, biraz merak, biraz da insan kalabalığının dökülmüş izleri… Bu kokunun bir yerinde de Martin Parr mutlaka vardır. Arles Fotoğraf Buluşmalarında her zaman ona bir sahne vardır; bazen çocuksu bir kahkahanın, bazen ferah bir rengin ardında bilirim ki  başka türlü bakmayı öğreten biri durmaktadır. Paris Photo’da da öyle… Binlerce işin arasından Parr’ın fotoğrafları yine önüme çıkar, yine gözüme ilişir, yine kendi gündelik dünyama ayna tutar.

6 Aralık 2025’te Bristol’dan gelen haber, fotoğraf dünyasının göğsünde ince bir sızı bıraktı: Martin Parr aramızdan ayrıldı. 73 yıllık hayatı boyunca yaptığı şey, aslında son derece basitti ama kimsenin onun kadar iti yapamadığı bir şey vardı. Sıradan olanı olağanüstü net bir anlatımla göstermek. O sanki muzur bir çocuk gibi hayatla dalga geçen delikanlı gibi duruyordu benim gözümde. Bir plajdaki patates kızartması, yağmur altında sinsice sırıtan bir şemsiye, turist kalabalığının birbirine karışmış ayakları… Parr, bu küçük anların içine toplumlarımızın tuzunu, şekerini, acısını tatlısını ve ironisini yerleştirmeyi bildi. Renk, onun elinde hem oyuncak hem estetik olmuştu. Toplumsal sıradanlığı gerçekten dalga geçer gibi gözler önüne seriyordu.

Arles’la kurduğu bağ neredeyse biyografik sayılır. 1986’da François Hébel’in davetiyle The Last Resort ve Bad Weather serileriyle burada sahneye çıktığında, fotoğrafın geleceğine renkli ve bir parantez açmıştı. Daha o yıllarda cesareti çok belliydi: parlak renkler, alaycı bir gülümseme, ama her şeyin altında insanı denen o muhteşem yaratığı incitmeden sorgulayan keskin bir bakış. 2004’te misafir küratör olarak Arles’a tekrar geldiğinde, genç fotoğrafçı kuşaklara yer açmayı bildi.  Arles’a yeni bir  soluk  getirdi. 2015’te Matthieu Chedid ile yaptığı ortak proje ile,  fotoğraf ile müziğin birbiriyle buluştuğunda çok neşeli bir enerji çıkardığını kanıtladı.

Parr’ın fotoğrafçılığı dışında; tutkuyla kitap biriktiren, fotoğraf kitabını fotoğrafın kalbi sayan bir koleksiyoncu olduğunu da biliyorum . Benim gibi fotoğraf felsefesine düşkün olması da beni her zaman etkilemiştir.  12.000’i aşkın eserlik kütüphanesinden 2019 Arles sergisi için seçtiği kitaplar hala gözümün önünde, başka hiç bir yerde eastlamadığım kitaplar vardı bu sergide. Onun bilgiye ve paylaşıma duyduğu heyecanı da görmüştüm.

Tüm bu üretkenliğin ardında, yıllardır süren hastalığına rağmen bitmeyen bir çalışma arzusu vardı. Her zaman yeni projelerin peşindeydi. Fotoğrafın yalnızca bir imge değil, aynı zamanda  toplumu okuma biçimi olduğuna da olan inancını hiçbir zaman yitirmedi.

Şimdi geriye dönüp bakınca, Martin Parr’ın ardımızda bıraktığı şeyin yalnızca renkli fotoğraflar olmadığını görüyoruz. O, gündelik sıradan olayların, sıradan ayrıntıların içinden toplumların ruhunu okumayı öğretti bize. Gülümsetirken düşündüren, düşündürürken bir iğne batıran o ironik bakış artık yok; ama fotoğrafa çentik attığı o yer hep kalacak.

Onu Arles’ın güneşinde, Paris Photo’nun kalabalığında, bir İngiliz sahilinin rüzgârında hatırlayacağız. Rengin hem şaka hem de eleştiri olabileceğini, mizahın bazen en derin hakikati söylediğini ondan öğrendik.

Yakınlarına sabır, fotoğraf dünyasına ise bu büyük kayıp için baş sağlığı diliyorum.

Ve biliyorum: Bir yerlerde bir turist grubu yine birbiriyle karışıyor, bir dondurma akıyor, bir güneş gözlüğünde toplum görünür hale geliyor.

Martin Parr’ın gözleriyle bakmayı sürdürenler için fotoğraf bir parça daha canlı, bir parça daha insani