Yaşayan efsane fotoğrafçı; Depardon

MEXICO. Mexico City. Olympic stadium. 3.000 meter steeplechase. 1968.

2018 Ocak ayında Paris’te Raymond Depardon’un bir filmi gösterime girdi, üç sergisi açıldı. “Sınır Tanımayan Fotoğrafçılar Örgütü” de Olimpiyat fotoğrafları ile ilgili bir Depardon özel sayısı hazırladı.
Fotoğrafçı, yazar, film yönetmeni Depardon tam teşekküllü bir sanat insanı, bir entelektüel.
Röportaj ve belgesel ustası Depardon’un filmleri birer sosyolojik ders niteliğinde. “12 Gün”  örneğin, kendi rızaları dışında akıl hastanesine kapatılan ruh hastalarını konu alıyor . 2013 yılında çıkan bir yasa uyarınca, Fransa’da kendi rızaları dışında ruh hastalıkları hastanesine yatırılan insanların en geç 12 gün içinde durumlarının devamına veya bırakılmalarına karar verecek bir özgürlük veya hüküm hakiminin kararından geçme hakları var. 
Depardon’un Cannes’da özel gösterim bölümünde sergilenen filmi çekme kararı altında halen Fransa’da 92 bin kişinin rızaları olmadan akıl hastanelerinde tutuluyor olmaları var. Yine Fransa’da yaklaşık 2 milyon kişi ruh hastanelerine sık sık geliyor. 20 milyon kişi de düzenli olarak sakinleştirici ilaç alıyor. Fransızlar bu konuda dünya birincisi.
 
FOTOĞRAFA ,SİNEMAYA VE EDEBİYATA ADANMIŞ BİR YAŞAM
 
Genç yaşta  fotoğrafçı olarak atıldığı sanat kariyerinde çok sayıda filme imza atmış Depardon’un sinemadan çok fotoğraf sanatına etkilerini incelemek istiyorum. Kapatılma konusu sadece sinemada değil fotoğraf olarak da ilgilendiriyor Depardon’u. Yaşamı hapishaneler, akıl hastaneleri, mezarlıklar, savaş alanları, mahkeme salonlarında geçmiş. Çad, Angola, Beyrut, Pakistan, İtalya, Ruanda, Polonya gibi farklı ülkelerde gözlemlerde bulunan sanatçı kendini şöyle ifade ediyor; “Ben daha önce gittiğim ülkelere tekrar tekrar gitmekten mutlu olurum. Kendimi evimde gibi hissederim.”  
Vietnam ve Cezayir savaş fotoğrafları, çöller, Garet’deki aile çiftliğinden kareler 1942  Villefranche-sur-Saône doğumlu sanatçının arşivinde özel yer tutuyor.
Magnum üyesi olması ve 1966’da Gilles Caron’la kurduğu Gamma ajansı, foto-muhabirlik konusunda ne kadar başarılı olduğunu göstermeye yeter diye düşünüyorum.
Henri Cartier Bresson ve benzeri hümanist fotoğrafçıların karar anı yaklaşımının aksine çoğu fotoğrafı yorumsuz çekiyor. Walker Ewans ve Robert Frank gibi “Ölü anları”ı seviyor ve görüntülüyor. Seyircinin kendisinin karar vermesini bekliyor. Beni en çok etkileyen fotoğrafları da bunlar zaten.
Bu fotoğraflar ile savaş fotoğrafları arasındaki çelişki büyük, ama bir yandan da sanat çerçevesinde bir dengelenme söz konusu.
Henri Cartier Bresson  vakfında sergilenen “Traverser” yani “Geçmek” adlı retrospektifi ne kadar büyük bir fotoğrafçıyla karşı karşıya olduğumuzu anlamamıza yetiyor.
Paris’te Mitterand Ulusal Kütüphanesinde “Paysages” yani manzara konulu çok büyük tematik serginin bir bölümünü de Depardon fotoğraflarına ayırmışlar.  İlk defa bir araya gelen 60 fotoğrafı büyük bir ilgiyle izliyoruz. Depardon’un tüm fotoğraf geçmişini özetleyen bir retrospektif.  Bazı fotoğraflarında zaman durmuş gibi. Romantik fotoğraflar vardır ya işte öyle… Nerdesiniz?  Bu dünya mı başka gezegen mi? sorgularsınız. Bazı fotoğrafları öyle işte. 
Senegal, Mısır, Eritre, Bolivya, İskoçya, Almanya ve  İtalya’da çektiği sokak fotoğrafları daha çok romantik ve siyah beyaz. Bazen de renkli sokak fotoğraflarına rastlıyoruz. Manzara fotoğrafına yaklaşımına tanık oluyoruz. Sade ve sessiz fotoğraflar.
Sokak fotoğrafında izin almadan  çekiyor. “Ama sen fotoğrafı çalıyorsun” dediklerinde de “Bunu çalma amacıyla değil fotoğrafın doğal olması  için yapıyorum” yanıtını veriyor ve şöyle devam ediyor “Ben kendim de poz verdiğim zaman çok kötüyümdür, durumumun farkındayımdır, şimdilerde selfie’ler fotoğrafı değiştirdiğinden insanlar daha sakin ve gevşemiş duruyorlar.”
Yaşamının çok güzel geçtiğini düşünüyor. Ancak bu yaşta yeniden gezmeye başlasa eski gittiği yerlere gitmeyi tercih edeceğini belirtiyor. Angola’nın güneyine gitmek,  yaşamını birlikte geçirdiği eşi Claudine Nougaret’yi Tanzanya’nın  Ujiji kentine götürmek istiyor.  Gitmek istediği yerler arasında Yemen de var, ama çok tehlikeli buluyor. Amerikalıların Virginia’dan gönderdikleri dronlardan ürküyor. Ortadoğu’da o kadar çekilecek çok fotoğraf var ki ama buralarda fotoğraflar öyle havadan inmiyor. Orada küçük fotoğrafçının tevazuunu  göstermek zorundasın.
Depardon’un fotoğrafçı kimliği “Notlar” ve “New-York yazışmaları” adlı iki kitabında ortaya çıkıyor.
Gerçek fotoğrafçı ile hayali arasındaki kişiliği anlayabiliyorsunuz. Sokak fotoğrafı ile görünmeyen hayalet arasındaki ilişkiyi yazılarla kuruyor. Fotoğraf ve yazı ilişkisine önem veriyor.
Depardon’un üçüncü sergisi Hotel de Ville’de, Paris belediyesinin önündeki avluda açıldı. 7 Ocak  2018’e kadar süren sergi 2024 olimpiyatlarını yapmak üzere seçilen Paris’in hazırlıklara başladığının habercisi. Bu nedenle “Sınır Tanımayan Fotoğrafçılar Örgütü” de Depardon’un görev yaptığı  1964’ten 1980’e tüm olimpiyatlardan gönderdiği fotoğraflardan oluşan özel kitabı yayınladı.
Fotoğraf sihirli bir değnekle gelmez. Dolaşmak lazım. Oralarda Depardon yoktur. Adsız kahramanlar vardır.Film yönetmeni, onlarca kitabı olan yazar ve efsane fotoğrafçı Depardon’u, gerçek yaşayan bir sanatçı olarak saygıyla selamlıyoruz.
Depardon’dan 2 söz;

Seyahat hayatımı kurtardı.

Seyahat, ne turist gibi, ne gazeteci gibi, hiç bir şey beklemeden….

Hiç bir şey kanıtlamaya kalkışmadan.

Meraklısına not; Depardon’u daha iyi tanımak isteyenlere için belgesel. Le Journal de France.

Çok cephede çalışmış bir kadın fotoğrafçı ile Dadaist bir fotoğrafçı…

 

 
 
Açıldığı 1996’dan beri Maison Europeenne de la Photographie’yi (MEP) yöneten Jean Luc Monteresso, Paris’in bu önemli fotoğraf merkezinden artık ayrılıyor. Yönetimin başına Londra Tate Galerinin fotoğraf bölüm başkanı sanat tarihçisi Simon Baker geliyor. Kendisinden MEP’de çok önemli sergilere ev sahipliği yapmasını dilerken, Musee de Jeu de Paume’daki çok önemli iki sergiyi bu sayfalara taşımak istedik.
Birincisi 1948, Baltimore doğumlu Amerikan fotoğraf sanatçısı Susan Meiselas’ın  retrospektif sergisi.
 
 
1976 yılından bu yana Magnum fotoğrafçısı olan Susan Meiselas’ın, Alberto Korda’nın çektiği Che Guvera fotoğrafı kadar ünlü bir fotoğrafı var. 1979’da Nicaragua’daki özgürlük savaşı sırasında çekilen, sol elinde tüfeğini tutan sağ eli ile molotof kokteylini fırlatmaya hazırlanan adamın fotoğrafı Nikaragua devriminin simgelerinden biri oldu.
Free lance çalışan Meiselas 1970’lerin sonunda, muhalefet gazetesi La Prensa’nın direktörüne yapılan suikastın başlattığı ayaklanmayı gözlemek ve fotoğraflamak  üzere Nikaragua’ya gitti. 
Nikaragua Sandinista Devriminin renkli görüntüleri ile dünyanın en ünlü foto muhabirlerinden biri oldu. Susan Meiselas, bu ayaklanmada bir foto muhabirinin yaptığı gibi bir dizi yalıtılmış haber fotoğrafları çekmedi, günlük gelişmelerin tarihi sürecini göstermeye çalıştı.
 
1970’li ve 1980’li yıllarda Orta Amerika’daki çatışma bölgelerinden gönderdiği çok güçlü renkli görüntüler ile tanındı. Musee de Jeu de Paume’daki sergide de, savaştan insan hakları sorunlarına, kültürel kimliğe, seks endüstrisine kadar birçok konuyu kapsayan fotoğraf, film, video ve arşiv materyallerini görme olanağı buluyoruz.
Susan Meiselas’ın bu retrospektif sergisi1970’li yıllardaki fotoğrafçılığın gelişimine odaklanıyor. İlk başlarda Meiselas’ın portreleri konularına nasıl soktuğunu görüyoruz. 44 Irving Caddesi’nde (1972), fotoğrafını çektiği kişilerden. o anki durumlarını ve duygularını yazmalarını istedi. Sergide bu yorumlar fotoğrafların yanında yer alıyor. 
Susan Meiselas, 1970’li yıllarda belgesel fotoğrafçılığa başladı ve modelleriyle yaşadığı etkileşimlerini sorgulamayı o zamandan beri sürdürdü. Uzun vadeli  projelerinin her biri, fotoğrafı ve görüntünün çağdaş toplumda oynadığı rolü inceliyor. Arabuluculuk (1982) adlı  sergisi ile imgelerin anlamlarını sorguluyor. 
Yeni teknolojiler sayesinde fotoğrafçılık, küresel değişimin boyutlarını gösteriyor. Meiselas’ın tutumu, arşivi daha önce az görülmüş değerde. Nikaragua ve Kuzey Irak kürtlerine ayrılmış iki serisi bu sergide geniş yer tutuyor.
Carnival Strippers adlı seride (1975) striptiz yapan kızların görüntülerin alındığı ortamdaki seslerin kaydı sergiye başka bir boyut kazandırmış. Bunu, bugün  foto muhabirlikte yaygın olarak kullanılmaya başlayan yöntemin ilk uygulamalarından biri olarak kabul edebiliriz. Bu fotoğraf serisini hazırlayıp bir dergiye sunduğunda; “Biz bunları hiçbir zaman basmayız, siz gidin Demokratların genel kurulunda konuşan kadınları çekin” yanıtını almış. Denileni yapan Meiselas da, tesadüfe bakın, orada Magnum fotoğrafçısı Gilles Peress ile tanışımış. Peress’in önerisi ile Magnum’a kabul  edilen Meiselas’in arşiv belgeselciliğine ve görsel hikayelerinin toparlanmasına olan ilgisi bu dönemlere  kadar uzanır (Lando, 1975). Kuzey Irak konusundaki araştırmalarında da bu arşivciliğinden yararlanan Meiselas’ın fotoğrafını işlerken kullandığı sanatsal yaklaşım  zamana göre gelişebilen gerçekliği tamamlamaya yarıyor.
Sergi, Susan Meiselas’ın kişisel ve jeopolitik yaklaşımını göstermekle kalmıyor, aynı zamanda hem zaman içinde hem de çatışmalarda nasıl evrimleştiğini de bizlere gösteriyor. Kendisinin de olaylardaki şahitlik rolünü de nasıl sorguladığını anlayabiliyoruz.
Sergide, Meiselas’ın katıksız bir belgesel fotoğrafçı olduğu açıkça görülüyor.
 
 
KUTU: Kamera ait olmadığınız bir yerde olmanız için bir bahanedir. Benim bir yere bağlanmamı ve ayrılmamı sağlar. SUSAN MEİSELAS
 
KUTU; Susan Meiselas (Baltimore, Maryland, 1948)
1970’te edebiyat fakültesinden diplomasını aldı, 1971’de Harvard Üniversitesi’nde Güzel Sanatlar Yüksek Lisansı yaptı. Halen New York’ta yaşıyor . Paris, Madrid, Amsterdam, Frankfurt, Londra, Los Angeles, Chicago ve New York’ta kişisel sergiler açtı ve çalışmaları Amerikan ve uluslararası koleksiyonlarda yer aldı.
Bu retrospektif, Meiselas’ın Avrupa’da yapılan en büyük retrospektif sergisi. Bütün büyük eserleri bir arada sunuluyor: Nikaragua – Arabuluculuk (1978-1982) , Kürdistan (1991-2007), bazıları nadiren sergilenen dört serisi ve aile içi şiddet konusu üzerine son çalışması; A Room of Their Own (2015-2017).
 
 
 
 
RAOUL HAUSMANN
 
Raoul Hausmann’ın (Avusturya, 1886-Limoges, Fransa, 1971) fotografçılığı her nedense
uzun süredir göz ardı edilmekte ve önemsenmemektedir.  20.yüzyılın bu önemli sanatçısı, her şeyden önce, Berlin’de Dada  akımında  oynadığı büyük rolün yanısıra,  fotomontajları ve optofonetik şiirleri ile ünlüdür. Dadacıların 12 Nisan 1918’de Berlin’deki Sezession’da düzenledikleri ilk suarede 
“Resimde Yeni Malzeme” adlı bir manifesto okumuştu. 
Sanatçı, yazar, dergi editörü, yeni akımların öncüsü Raoul Hausmann, arkadaşı Franz Jung’a göre ’önde gelen kültürel ajitatör’dür. Yazılı basından alıntıladığı görsel imajlarla, kelimeleri, kombine ederek, politik hiciv, sosyal yorum ve eleştiriler içeren fotomontaj çalışmalar yapar. Raoul Hausmann, eserlerinde tipografi ve gazete dergilerden elde edilen farklı parçaları bir araya getirerek yeni anlamlar oluşturur ve Dada akımının kışkırtıcı ve başkaldırı niteliğinde bir akım olduğunu gözler önüne serer.
‘Berlin’ adlı filmini 1927’de fotoğrafçı gözüyle çekti. Belgesel fotoğrafçılığa çok önem verdi ve bunu yaşam biçimi ve kişisel felsefesi ile birleştirdi. En önemli arkadaşları arasında August Sander, Raoul Ubac, Elfriede Stegemeyer, Laszló Moholy-Nagy vardı.
Moholy-Nagy, Hausmann’ın eski bir kız arkadaşına, Vera Broïdo’ya açıkça şunları söylüyordu;”Her şey Raoul’dan öğrendiğimi kesinlikle biliyorum. “
İkinci Dünya Savaşı sırasında Moholy-Nagy, Hausmann’ı Chicago’da kurduğu Tasarım Enstitüsü fotoğraf bölümüne  davet etti, ancak Hausmann kabul etmedi.
Naziler tarafından yoz sanatçı ilan edilen Hausmann, baskılarını, çizimlerini ve kolajlarını bırakarak sürgüne gitti. Kayıp olduğu sanılan fotoğrafları yıllar sonra kızının Berlin’deki evinde bulundu. Bunları çeşitli müzeler satın aldılar. Musee de Jeu de Paume müzesindeki sergisinde Hausmann’ın 140 orijinal eseri yer alıyor.
Hausmann önce Kuzey Denizi ve Baltık’taki küçük köylere sığındı. O bölgede uzun süre kaldı. Bataklıkları, dalgaları, kum tepelerini, çıplakları ve otları fotoğrafladı. Güzel olmayanın içindeki güzeli aradı. Mükemmeliğin peşinde koşmak yerine özgürce davranmakta karar kıldı. Zamanın acımasızlığına karşı sakin ve onurlu durmayı yeğledi.
Hausmann sürekli olarak insanların egemen olmadıkları bir dünya hayal etti. Nü fotoğrafları sanki  canavar nazi vücutlarına karşı bir isyandır. Basit kameralarla  gelişmiş bir varoluş çizgisi çizmek ister.
Reichtsag yangınından sonra Almanya’dan kaçtı ve İbiza adasına gitti. Adanın iç bölgeleri için “Buralarda sürprizden sürprize koşarsınız” der. İbiza’da köylülerin beyaz evlerine hayran kalan sanatçı, “mimarsız mimari” dediği bu evleri fotoğraflayarak envanterlerini çıkardı. İspanya iç savaşının başlaması Franco’nun İbiza’da gücü ele geçirmesinden sonra yeniden yollara düştü. Yaşamı 1971 yılında Fransa’nın Limoges kentinde sona erdi.
Hausmann’ın Jeu de Paume’daki bu geniş sergisi 1936’da Zürich’te açtığı sergideki büyük boy fotoğraflardan oluşuyor.
Jeu de Paume’a, böylesi büyük bir fotoğrafçı ve sanat insanını bizlere tanıştırdığı ve hatırlattığı için teşekkür etmek gerekir diye düşünüyorum. Ayrıca  20 Mayıs 2018’e  kadar açık kalacak Meiselas ve Hausmann sergilerine, Paris’e yolu düşen fotoğraf severlerin mutlaka uğramasını tavsiye ediyorum

Çek Düzenle Paylaş iPhone fotoğrafçılığı

Mehmet Ömür

 

“Cep telefonu kameranızı kullanın, eğlenin; fotoğrafçılığınızı geliştirin, çektiklerinizi Instagram ve Facebook’ta paylaşın.”

Akıllı telefonlar küçük boyutları, her an yanımızda bulunmaları ve sensör kaliteleriyle fotoğraf dünyasında oyunun kurallarını değiştirdi. Süratli ve basit çalışıyor, güzel fotoğraflar çekiyor, uygulamalar aracılığıyla fotoğrafları başka boyutlara taşıyabiliyor, Facebook, Flickr, Instagram ve Tumblr gibi sosyal ağların aracılığıyla yüz binlere ulaşma imkânı sağlıyorlar.

Bu kitap, cep telefonu kameranızı daha verimli kullanmanıza ve onunla yaşamınızın en güzel fotoğraflarını çekmenize yardımcı olmayı amaçlıyor. Daha ileri gitmek isteyenler olursa, onlara da uygulamalar aracılığıyla “mobil sanat”ın kapılarını aralıyor.

Yazar, iPhone kamerasını temel almış olsa da ele aldığı özelliklerin çoğu tüm cep telefonlarında ortaktır. Bu yüzden, iPhone telefonu olmayanlar da bu kitaptan rahatlıkla faydalanabilir.

Mayıs 68 Başkaldırısı ve Ünlü Fotoğrafçıları

Mayıs 68 Başkaldırısı ve Ünlü Fotoğrafçıları

200 yüzyıl önce özgürlük, kardeşlik ve eşitlik için kanlı bir devrim yapmış olan Fransızlar bugünkü medeniyetlerine ulaşabilmek için daha bir çok kez devrim ve anti devrimler yaşayacaktı. Bu nedenle Fransa başkaldırı geleneği olan bir ülkedir. Genelde herkese herşeye itiraz eder. Ama anarşi çıkmaz.

Başkaldırılar genelde başarısızlıkla ve daha çok başkaldıranların ölümleriyle sonuçlanır. Fransadaki son başkaldırı 1968 yılında olmuştur. 7 kişi ölmüştür. De Gaulle meclisi dağıtmış yenilenen seçimlerde tekrar başa gelmiştir, ancak 1 yıl sonra yapacağı referandumun ertesi günü istifa etmek zorunda kalmıştır. Bu başkaldırı sonuçta ülkeye yeni haklar ve özgürlükler kazandırmıştır.

Burada biat geleneğinin yaygın olduğu ülkemizin “Fotoğraf Dergisine” siyasi bir makale yazacağımı sanmayın. Sadece Mayıs ayında olmamız nedeniyle Fransızlar için çok önemli bu başkaldırı olayının fotoğraflanmasından  ve foto muhabirlik mesleğinden bahsetmek istiyorum. Bu nedenle açılan sergilere de değinmek istiyorum.

Mayıs 68 in baş fotoğrafçısı eğer Gilles Caron ise en önemli diğer fotoğrafçısı “Büyük Türk” dedikleri ünlü SİPA press ajansının kurucusu Gökşin Sipahioğlu’dur. 4 Mayıs da Sipahioğlunun sağ kolu Ferit Düzyol tarafından 2 değişik galeride Sipahioğlu’nun Mayıs 68 fotoğraflarından oluşan  sergiler açıldı. Bir tanesi Galerie Basit Embiricos diğeri de hemen yanındaki Photo 12 Galerie de. İkisi de görülesi sergiler.

Gerçek foto muhabirliğin ne anlama geldiğini anlama açısından da mutlaka gezilmesi gereken sergiler. Paris’e yolu düşenlere şiddetle önerilir.

Aşağıda Gökşin Sipahioğlu’nun ölümünün 5. yılı için yapılan sergi ve kendisinin yaşamı ile ilgili bir yazının bağlantısını bulabilirsiniz. 2017 başındaki Paristeki Fotoğraf müzesi Jeu de Paume’daki unutulmaz “Başkaldırı” sergisinin bağlantısı da onu takip ediyor (2). Susan Meislas’ın başkaldırı fotoğraflarını ise bundan önceki “Fotoğraf Dergisi”nde görmüştük.

Bu yazıda  Hotel de Ville’deki Gilles Caron sergisine  ve fotoğrafçının yaşamına yer vereceğiz.

Mayıs 68 i fotoğraflayan sadece bu iki fotoğrafçı olmadığını, Bruno Barbey, Henri Cartier Bresson, Marc Riboud, Jean Pierre Rey, Jack Burlot ve Claude Dityvon’un da bu önemli olay ile ilgili önemli ikon fotoğraflar bıraktıklarını da bilmekte yarar var. Bu fotoğraflardan örnekler verelim, izleyelim. Foto muhabirlerin yaşamlarını riske atarak bize bu olayları nasıl göstermeye ve yaşatmaya çalıştıklarını düşünelim.

OLAYI SABİTLEMEK

Tarihi olaylarda bazı fotoğraflar vardır ki olay bu ikon fotoğrafla anımsanır. Heryerde kullanılan bu fotoğraf, fotoğrafçısının adını da tarihe yazar. Fotoğrafçının ait olduğu ajansı da, bu fotoğrafı basan gazete veya dergi de  aynı şekilde değer kazanır. Ancak başrolde fotoğrafçısı kalır.

Başlangıçta illüstrasyon görevi olan fotoğraf daha sonra içine haber içeren bir belge haline dönmüştür.  O yıllarda Magnum’un ciddi rakipleri Gamma, Sygma, Apis ve Sipa press Paris’te bulunmakta ve fotoğrafın keşfedildiği bu şehri foto muhabirliğinin başkenti yapmaktadır. Mediada kalıcı bir fotoğrafın okuyucuya kadar olan yolculuğu sanıldığından daha uzundur. Fotoğrafın seçimine katkıda bulunan yazı işleri müdürü, sanat direktörü, fotoğraf editörü, arşiv görevlisinin rolleri de unutulmamalıdır. Tüm bu işlemlerden sonra ikon fotoğraf yıllar içinde  tarihçinin malzemesi olur.

Analog dönemde olayın sabitlenmesi şu aşamalardan geçmektedir. Dijital dünyada olayı bilmeyenler için küçük bir hatırlatma yapmakta yarar var. 35mm bir analog makineden çıkma  (bu genellikle Nikondur) bir 36 lık film ajansa gelir. Bu filme numara verilir ve  kayıtları yapılır. Fotoğrafçının isim soyadının baş harfleri, fotoğrafları çekilmiş olayın adı, ve çekim tarihleri kaydedilir. Ayrıca arşivde kolay bulunabilmesi için tematik olarak anahtar kelimeler verilir. Gamma ajansın kayıt defterinde anahtar kelime olarak “olay”, “öğrenci”, “işgal” ve “fabrika” kelimeleri ağır basmaktadır. Film banyoya gider. Siyah beyazlara kontak baskı yapılır, diyapozitifler ince koruyucular içine yerleştirilir. Kontakt baskıların arkalarına da gerekli bilgiler aktarılır.

Editoryal kurulunun kararına göre seçilmiş siyah beyazlardan birkaç tane basılır. Renklilerin kopyaları çıkartılır. Seçilen fotoğraflar zamanında piyasa sürülmeli ve uygun basın yayın organlarına pazarlanmalıdır. Aynı sahne birçok fotoğrafçı tarafından çekilmiş olabilir.

Mayıs 68 de Paris Match’a kapak olmuş bir fotoğraf 30 yıl sonra 1998 de Liberation dergisine kapak olabilmektedir.

3 hafta süren Mayıs 68 olaylarının yoğunluk kazandığı günler vardır. 6 Mayıs, 10-11 mayıs (Barikatlar gecesi olarak adlandırılır) ve  24 mayıs gecesi en anlamlı fotoğrafları geldiği günlerdir.

Fotoğraflar tüm dergilere kapak olur. Üzerinde çalışılan esas araçlar kontakt baskılardır. Fotoğraflar gece ajansa gelir. Gece banyo edilir ve basılır. Saat 6 da baskı bitmiş olmalıdır. Fotoğraflar seçilir ve saat 08:45 de satıcı onları gazetelere götürmüş olmalıdır. Satıcı yayın kurullarına fotoğrafları sunar. Satıcı gazetelerin tarzlarını bildiğinden hangi yayın kuruluna hangi fotoğrafları sunacağını çok iyi bilir ve uygun bir jargon ile fotoğrafları satar. Satıcının rolü çok önemlidir. Gilles Caron’un kontakt baskıda bir fotoğrafını fark eder, ertesi gün Paris Match dergisine gittiğinde bu fotoğrafı almamış olduklarını anlamakta güçlük çektiğini söyler. Paris Match fotoğrafı satın alır. Bu fotoğrafın önü açılmış ve fotoğraf tarihinde yerini almış olur. Yoksa bu fotoğraf  yok olup gitmeye mahkumdur.

Şimdi gelelim Mayıs 68’in ünlü fotoğrafçısı Gilles Caron ve sergisine.

Gilles Caron 1939 da Paris de doğar, anne baba ayrılığı nedeniyle yaşamının ilk 7 yılını dedesinin yanında geçirir. Ata binmeyi öğrenir, kupalar kazanır. Gazetecilik okulunun ilk senesini okur. 1958 yılı yazında Yugoslavya, Türkiye ve Hindistana gider. Ertesi yıl sivil paraşüt brövesini alır. 28 aylık askerliğinin 24 ayını Cezayirde savaşta geçirir. Savaşmak istemediğini beyan ettiği için askerde 2 ay hapis yatar. 1962 de askerlikle ilişkisi yaşam boyu silah taşımama koşulu ile biter. elenir bir kız çocuğu olur. 5 yıl yoğun fotoğrafçılık hayatı başlar. Reklam ve moda fotoğrafçısı Patrice Molinard’ın yanında staj yapar. APIS fotoğraf ajansına girer. Raymond Depardon ile tanışır. Alain Renais’nin “Savaş bitti” filminde çalışır. 1966 da Raymond Depardon ile GAMMA ajansını kurar. 1967 de “6 gün” savaşını fotoğraflamak üzere İsraile gider. Ariel Sharon ile Süez kanalına girer. Gönderdiği fotoğrafların Paris Match da yayınlamasıyla beraber Gamma ajansı dünyanın 1 numaralı ajansı haline gelir. Vietnam savaşını görüntülemeye gider. En şiddetli çatışmaların yaşandığı Dek To’ya iner. Döner François Truffaud’nun “Baisers Volés” Çalınan Buseler filmini çeker.

68 nisanında Biafra iç savaşını çekmeye gider. Sunday Times’ı temsil eden rakibi ünlü savaş fotoğrafçısı Don McCullin ile dost olur.

Mayıs 68 olaylarını günü gününe fotoğraflar. Jane Birkin ve Serge Gainsbourg ile bir film çekiminde tanışır, daha sonra da onların en güzel fotoğraflarını çeker.

Ağustos 1969 da Kuzey İrlandadaki olayları görüntüler. Hemen ardından Prag’a Rus tanklarını fotoğraflamaya gider. Paris Match ın 30 ağustos 1969 sayısında aynı anda 2 röportajı yayınlanır.

1970 yılı Gilles Caron’un bu dünyadaki son yılıdır.  Önce aralık ayında Çad’daki Fransanın desteklediği direnişçileri fotoğraflamaya gider. İktidar güçlerine esir düşer ve 1 ay hapis yatar. Çad’tan döner ve  Kızıl Kmer’lerin ihtilal yaptığının ertesi günü Kamboçya’ya olayları izlemeye gider. 5 Nisan günü Kamboçya’yı Vietnama bağlayan 1 numaralı yol üzerinde 3 ü fransız  20 değişik ülke foto muhabiriyle birlikte kaybolur. Daha doğrusu öldürülür. Sadece 30 yaşındadır ve arkasında Mayıs 68 fotoğraflarının en ünlüsünü bırakarak göçer.

Şimdi gelelim Hotel de Ville’de Gilles Caron sergisine. Bu sergi Gilles Caron’un ilk retrospektif sergisi değil ancak en büyük sergisi. Daha önce 2004 yılında Jeu de Paume fotoğraf müzesinde sergilenen Caron’un bu büyük sergisinin Hotel de Ville de yapılmasının en önemli nedeni Paris Belediyesinin Hümanist Paris fotoğrafçılarına karşı özel bir hassasiyetinin olmasından kaynaklanıyor. Doisneau ,Willy Ronis, Brassai ve Izis gibi ünlü Paris fotoğrafçılarının fotoğrafları bu tarihi binanın duvarlarını zaman zaman süslüyorlar. Sergide Fransanın en büyük gelişmelerini ve çatışmalarını yaşandığı yıllara ait fotoğraflar görülüyor. Caron un fotoğraflarıyla bu çelişkilere dikkat çekilen sergide Mayıs 68 ve savaş fotoğraflarının yanı sıra moda, film, TV setlerinden ve defilelerden fotoğraflar yer alıyor.

Belediye sarayında sergi 2 kata yayılmış. Caron fotoğraflarının ilk bölümü fotoğrafçının ilk yıllarındaki fotoğraflara ayrılmış. Bu fotoğraflar arasında Brigitte Bardot, Romy Schneider, Jean Paul Belmondo, Jean Louis Trintignan, Raquel Welch, François Truffaud gibi zamanın ünlüleri var. Bir sonraki bölümde De Gaulle’ün Türkiye gezisi sırasında gayriresmi fotoğrafçı olarak çektiği seri portreleri var. De Gaulle’ün yaşamının son dönemindeki ifadeleri daha çok ümitsizlik göstergesi. Üçüncü bölümde Nanterre bölgesinin mimari özellikleri ile öğrenci yaşamına ayrılmış. Serginin geri kalan kısmı ise ana konuya yani 68 olaylarına ayrılmış, Biafra ve Nijerya’dan gönderdiği bazı kareler de bu bölümde. Sergideki fotoğraflarıyla Gilles Caron’un fotoğrafçı gözünü ve ruhunu anlaya yetiyor. Caron vaktinden çok önce bu dünyadan ayrılmayıp vatandaşı Henri Cartier Bresson kadar uzun yaşasaydı daha kaç tane ikon fotoğrafa imza atardı diye düşünmeden edemiyoruz. Gilles Caron’un anısına saygıyla ..

1-https://mehmetomur.net/sipa-goksin-sipahioglu/

2-http://soulevements.jeudepaume.org

Mobil fotoğraf ve sanat kampları…

 

2018 yılı içinde iki mobil fotoğrafçılık ve sanat kampımız olacak. Tüm akıllı telefonlarla yapılabilen

mobil fotoğraf ve sanatı  Android sistemin bünyesindeki aplikasyonlar sınırlı olması nedeniyle daha çok iPhone fotoğraf ve sanatına dönüşüyor.

Başvurular için; [email protected]

MOMUR_KAMP_1

MOMUR_KAMP_2

 

 

 

iPhone fotoğrafçılığı ve Mobil sanat eğitim

3 yıldır üzerinde çalıştığım iPhone fotoğrafçılığı ve Mobil sanat konuları

bir kitap ve seri eğitimlerle yoluna devam ediyor.

Bundan böyle internet üzerinden bu konuları öğrenmeye devam etmek mümkün.

Eğitim için randevu almak gerekli.

https://savvy.is/profile/sukrumehmetomur

 

Selam ve sevgilerle

Walter Benjamin Fotoğraf felsefesinde bir mihenk taşı…

Walter Benjamin Fotoğraf felsefesinde bir mihenk taşı…

“Geleceğin cahilleri, alfabeyi sökemeyenler değil fotoğraf çekemeyenler olacak deniyor. Ama kendi fotoğraflarını okuyamayan fotoğrafçıyı da cahil saymak gerekmez mi?”
Walter Benjamin

New York 1109 5th Avenue ve 92nd Street’deki Jewish Museumda gerçekleşen ve 17 Mart ve 6 Ağustos 2017 tarihleri arasındaki gezilen Walter Benjamin ile ilgili sergiyi kaçırmamış olmamız onunla ilgili düşüncelerimizi dile getirmeyi engellemez. 48 gibi erken bir yaşda kaybettiğimiz bu dehanın fotoğrafa etkilerini incelemek istedik.
Walter Bendix Schönflies Benjamin (15temmuz 1892 Berlin de doğar – 26 eylül 1940 da Portbou da ölür) filozof , sanat tarihçisi, edebiyat ve sanat eleştirmeni, tercümandır (Balzac, Baudelaire ve Proust tercümelerini yapmıştır) . Frankfurt okuluna bağlıdır.
1950 li yıllardan itibaren düşünceleri ilgi çeker ve bir çok düşünürü etkiler.
Fotoğraf felsefesinin temel taşları veya üç ayağı diyebileceğimiz Roland Barthes, Susan Sontag ve John Berger neden Walter Benjamin’den etkilendiler? soruya cevap aramak için yola çıktık.
Tabii öyle kolay Walter Benjamin olunmuyor. Genlerle ve çevreyle de birşeyler taşınmalı. Benjamin Paris’te banker Berlin de antikacı ve sanat taciri bir babanın oğlu. koleksiyonlarla ilişkisi çocukluğunda başlıyor.
Çok önemli Psikolog William Stern, şair Gertrud Kolmar ve filozof ve aktivist Günther Anders’in yeğeni olması da cabası.
Daha 18 yaşında önemli bir dergiye Der Anfang’a makaleler yazmaya başlar. 20 yaşında felsefe, sanat tarihi ve filoloji eğitimlerine başlar. İtalya’yı dolaşarak ilham almaya çalışır. Baudelaire’i çevirmeye başlar. Nişanlanır ama nişanını aşık olduğu yazar Dora Pollak için bozar. Dora Pollack ile evlenir bir çocukları olur.
Askerliğini erteler ve İsviçrede tezini tamamlar. Bu sırada Hans Richter et Francis Picabia gibi ünlü dadaistlerle arkadaş olur.
1920 de maddi sıkıntılar nedeniyle babasının evine taşınırlar, ardından eşinden ayrılır. Parise gider orada sürrealistlerle tanışır. Babasından gelen yardımlar kesilir. Capri adasında Asta Lacisle dost olur ve ondan Marksimi öğrenir. Bir yıllığına İbiza adasına yerleşir. Nazi Almanyasına dönmek istememektedir. Uyuşturucuya başlar. 1934 de Danimarkaya sığınan Brecht ile tanışır. Brecht kendisine maddi yardımda bulunur. Parise yerleşir. Yazdığı bir yazı yüzünden alman vatandaşlığından atılır. Almanlar Parise girip evini basınca Fransanın güneyine kaçar. Orada da öldürüleceğini düşünerek intihar eder.
Son dönemin yaşamış en büyük Marksist ideologlarından bir tanesidir.
Bizi ilgilendirenler “Fotoğrafın kısa tarihi” ve “Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı” adlı eserleridir.
Aura kavramını 1931 de öne sürer. Teknoloji, tarih, sanatla yakından ilgilenen Benjamin’in öne sürdüğü diğer bir kavram ise “melankoli”dir. Walter Benjamin, 1935 yılında yazığı “Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı” makalesinde, fotoğrafın sanat eserine etkilerini değerlendirir. Görüş ve düşünceleri ölümünden yıllarca sonra kavranmış ve yaygınlık kazanmıştır.
Bir sosyal üretim formu olarak sanatın önemini fark eden ilk kişi olduğu düşünülen Walter Benjamin öncelikle sanatsal üretimin aurasını, burada ve tek olma özelliğinin, yeniden üretimle gerçekleştirilemeyecek bir yapıda olduğu saptar. Sanat eserinin teknik yolla yeniden üretimini ayrı tutar. Walter Benjamin’in internetin var olmadığı o yıllarda bu olayı görür.  Aslında bu olay  sanat eserinin yeniden üretilmesini  konu etmektedir. Bu durum internet ortamında geçerliliğini korumakta ve şimdiye kadar olmadığı bir süratle yayılmaktadır.
Zuhal Özel Sağlamtimur’un tezinde özetlediği gibi Walter Benjamin fotoğrafla tarih arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmak amacıyla anahtar kavramlardan yararlanmıştır. Bu kavramlar Benjamin için, gelenek, yeniden üretim, optik bilinçaltı, diyalektik görüntü, rastlantı kıvılcımı, auranın aktarımı, şimdi ve buradalık, biricikliktir.
1920’lerin sonlarından başlayarak Benjamin’in Marksist düşenceye yaklaşarak, sanatı nasıl bir siyasal kimlik varsayar.
Ona göre; ilkel toplumlardaki sanat, da bu toplumların kutsallık anlayışlarındaki şekilcilik gibi, temelde tören görevi görmektedir. Sanatı, tapılacak bir fenomen olarak değerlendirir. Ancak, halkın sanata erişme olanağı düşük olduğundan günümüzde sanat yapıtları müzelerde, sergi salonlarında insanlara sunulur. Kitle iletişim araçlarının katkısıyla, özünü yitirmeden çoğalabilen ama amaçsız kalan sanat artık müdahale edilebilir haldedir. Böylece sanat, toplumda siyaset kavramlarla iç içe geçmiş durumdadır.

Yararlanılan kaynaklar;

Zuhal Özel Sağlamtimur; Walter Benjamin’in Bakış Açısından Tarih ve Fotoğraf İlişkisi;
İletişim Kuram ve Araştırma dergisi, sayı 37, 2013
Ayla Torun; Walter Benjamin, Sanat Eserinin Aurası ve yeni medya sanatı; International Multilingual Academic Journal, Vol. 2, No. 1, (2015)

“Şu Şunu öldürecek” veya öldürdü…

Notre damın Kamburu Victor Hugo’nun1831 yılında yayınlanan ve Fransa’da krallık döneminin karanlık günlerinden kesitler sunan romanıdır.
Hugo Paris’in ünlü katedrali Notre-Dame’ın başrahibi Claude Frollo’yu kral XI Louis ile sohbete sokar. Bu sohbette, Frollo efkarlı bir şekilde bakışlarını önündeki kitaptan kiliseye çevirir ve şöyle der:”Ceci tuera cela ” yani “bu, onu öldürecek.” 

Hugo, 1482 yılına yerleştirdiği bu rastlaşmanın bulunduğu bölümünden sonra ki bölümde “Le livre tuera l’edifice” der. Burada mimarlığın (kiliseni taşları anlamı da çıkarımlanabilir) matbaanın icadını takip eden yıllarda tüm gücünü ve hatta varlığını yitirdiğini iddia eder. Hugo’ya göre mimarlık rönesans ile çoktan ölmüş, “taştan kitap” yerini “kağıttan kitaba” bırakmıştır.

Notre Dame de Paris’nin filmi 1911 de sessiz film olarak çekilmiş, ancak 1956 daki unutulmaz versiyonunda da Quasimodo’yu Anthony Quinn, Esmeralda’yı Gina Lollobrigida oynamıştır. 1999 TV için müzikal olarak çekilmiştir.
1998 den beri 15 ülkede binlerce kez sahnelene müzikalindeki “Belle” adlı iç parçalayan romantik parçayı duymayan kalmamıştır.

Bütün bu uzun girişi “bu, onu öldürecek” lafının, son zamanlarda sıkça duyduğumuz “iPhone fotoğrafı öldürecek lafına” bağlamak için yazdım. Victor Hugo bu lafı katedrali arşidüküne söyletmekteki amacı yeni icad edilmiş matbaa da sonsuz sayıda çoğaltılabilecek kitapların katedralin duvarlarındaki sembollerle yapılan eğitimin sonunu getireceğini düşünmesinden kaynaklanmaktadır. Orta çağın sonlarında yaşanan değişimleri acaba günümüzde yaşıyor olabilir miyiz?
Dijital çağ sanatın yerini alıyor mu acaba? Sanal yaşam elle tutulan sanat eserlerinin pabucunu dama atıyor olabilir mi?

Bizde ilk baharda İstanbul Deniz Müzesinde yapılan Pitoresk İstanbul Dijital Sergi, Hollanda Den Bosh kenti Noordbrabants müzesindeki dokunmatik ekrandaki orta çağın en ünlü ressamı Jerome Bosh’un sergisi ve nihayet Kore Seul de Monet’nin empresyonizmi adlı serginin müze duvarlarına projeksiyon şeklinde yapılması yeni bir çağa girildiğinin göstergeleri.
Bu duruma gelinmesinde sorunun eserlerin elde edilmesinin zorluğundan mı yoksa yeni sanatseverlerin tercihlerinin tahta çerçeve içindeki tuvalden ekrana doğru yönelmesinden mi geldiği ayrı bir tartışma konusu. Fotoğrafın öldüremediği resim sanatını dijital teknolojinin öldürmesi de bizce mümkün değildir. Biz şimdi fotoğrafa ve iphone a dönelim.
Bir önceki yazımızda Delaroche’un fotoğrafın bulunuşu için “Bugünden itibaren resim sanatı ölmüştür” dediğini yazmıştık.

Son günlerde iPhone’un fotoğrafı öldüreceği çok konuşulur oldu. Fotoğrafın resimde olduğu gibi hiç bir biçimde ölmeyeceği bilindiğinden, bu lafı belki de şöyle algılama gerekir; “iPhone diğer fotoğraf makinelerinin yerini alacak..” İşte bunu anlamak mümkün. iPhone o kadar pratik ki artık insanlar ağır DSLR makinelerini taşımak istemiyorlar. hatta küçük kompakt kameralar bile yerlerini iphone veya diğer mobil cihazlara bırakıyor.
Bu cihazların mükemmel lensleri çok güzel fotoğraflar çekilmesine olanak sağlıyor. Sensör rezolüsyonları gelişiyor, gelişmeye de devam edecek. Aksesuar miktar ve kalitesi de aynı şekilde artıyor. 2 lensle siyah beyaz çekme olanağı sağlayanlar var.
Küçük yüksek rezolüsyonlu 1.7 diyafram açıklığına ulaşan ve tüm manuel ayarları yapabileceğiniz küçük ek kameralar cep telefonlarınıza veya ipad’lerinize takılabiliyor. Kaliteli bir fotoğraf çektikten sonra süratle bazı ayarlar yapıp yine süratle sosyal paylaşım ortamlarına sokmak mümkün. Daha da ileri gitmek isteyenler değişik lezzette siyah beyaz, çift pozlama, bracket, seri çekim, panoramalar yaratabilirler.
Dünyanın en önemli uzman mühendislerinin bütün ihtiyaşları düşünerek ürettiği bu cihazların mükemmeli arayış içinde olduğunu artık kabul etmemiz gerekir
Daha da ileri gitmek isteyenlere bu fotoğraflardan yola çıkarak ve bunları stilize ederek abstre, yağlı boya, sulu boya dijital eserler yaratma imkanları var. Eeee bu kadar avantaj ve özellikleri olan bir fotoğraf makinesi başlangıçta telefonda olsa doğal olarak diğer makineleri zaman içinde öldürebilecektir, ama fotoğrafı asla. Kimsenin endişesi olmasın…
Hugo’nun düşündüğünün aksine kitap hiçbirşeyi öldürmedi, mimaride var olmaya devam ediyor, kilise de…

Mobil fotoğraf ve sanat kampları…

 

2018 yılı içinde iki mobil fotoğrafçılık ve sanat kampımız olacak. Tüm akıllı telefonlarla yapılabilen

mobil fotoğraf ve sanatı  Android sistemin bünyesindeki aplikasyonlar sınırlı olması nedeniyle daha çok iPhone fotoğraf ve sanatına dönüşüyor.

Başvurular için; [email protected]

MOMUR_KAMP_1

MOMUR_KAMP_2

 

 

 

Jura gezisi hazırlıkları; bloga not…

Sevgil Arkadaşım

Umarım iyisindir.

Jura bölgesi Bourgogne bölgesine her ne kadar komşu olsa da

Abbaye de Cluny( bizim en azından yarım günümüzü belki 3/4 günümüzü alır)

Gerçekten muhteşem bir Abbaye. Ben gördüm ve hayran kaldım. Ayrupanın neredeyse tamamını kontrolü altına alacak kadar genişlemiş

bir tarikat.

Orayı Bourgonya gezisine sakladım.

Jura için özet olarak yazarsam;

Birinci gün Lyon a geliyoruz. Oradan arabalarımızla Otelimize, Passenans a ulaşıyoruz. Akşam üzeri Jura bölgesi

şarapları tadımı yapacağız.

Akşam iki Michelin yıldızlı Maison Jeunet restaurant da yerimiz ayrılmış durumda.

Ertesi gün otobüsle 2-2,5 saat mesafede eski bir komando eğitim merkezi olan

şimdi Conte peynirlerinin yaşlandırılma dehlizleri olan Fort de Rousse kalesine gideceğiz. (İsviçre sınırı)

Compte, Mont d’or peynirlerini öğreneceğiz. Muhtemelen bölgeye özel bir kaç şarabı da tadacağız.

Dönüş yolunda fotoğraf çekip (çok güzel dağ ve vadi manzaraları) öğlen yemeğini

dağ yolunda Chalet tarzı bir noktada yiyeceğiz. Hotel restaurant le Pre-Filet.

Öğleden sonrası için bir tadım hazırlama peşindeyim. Bu tadım şarap ve/veya bölgenin özel sucuğu

saucisse de Morteau konusunda olacak.

Akşam bir köyde (Saint Lothaine) auberge (han) tarzı bir yerde taze mantar vs yerel lezzetlerden oluşan

bir menü ile akşam yemeği yiyeceğiz.

Basit ama lezzetli samimi bir restaurant düşün.

Üçüncü gün sabahtan Jura nın en önemli üreticisine gideceğiz.

Chateau Chalon. Vin de jaune un zirve yaptığı notkta. Çok güzel otantik bir köyde.

Bu şarap geçen yüzyılın en önemli yeme içme yazarı Curnunsky nin dünyanın en büyük beş beyazı arasına girmiş.

Bu konudaki yazımı okumak istersen: https://mehmetomur.net/curnonskynin-5-buyugunun-izinde/

Öğlen yemek için Arbois ya gidip yemekten sonra Pasteur’ün evini gezeceğiz. Çok önemli bir bilim adamı ve

kuduz aşını bulan kişi. Mikropların hastalık yaptığını öne süren kişi. Fermantasyon ve pastörizasyonu da bulan kişinin yaşadığı ev daha dün terkedilmiş gibi.

Akşam yemeği için çalışmalara devam ediyorum.

D’tour gourmand à Fangy  ve La maison Zugno à Poligny arasında tereddüt ediyordum.

D’tour galip geldi.

Zaten ertesi sabah ta yola çıkıp havaalanına gideceğiz.

Paris teki Paris-Photo, Fotofever, Salon de la Photo fuar/sergi geziler ardından 3 günlük sokak fotoğrafçılığı workshop u ayrı hikaye onu da istersen ikinci bir mail de anlatayım.

Katılman beni mutlu eder. Fotoğraf tecrübesi aranmıyor. Amaç fotoğrafta ilerlemek güzel unutulmayacak vakit geçirmek, bir portfolio ve anılarla dönmek.

O geziyle ilgili ayrıntılı bir yazıyı da birazdan gönderiyorum.

Jura ile aklına takılan bir şey olursa lütfen söyle. Daha vaktimiz var. Gezimizin mükemmel olması için gereken herşeyi yapalım.

Selam ve sevgilerimle

Not:Bu mail i sana yazdım ama diğer katılımcılarla da paylaşırsam hoşlarına gidecektir. Gelişmelerden haberdar olacaklardır.