FOTOĞRAFIN ARTE POVERA İLE DANSI; “GÖZLERİNİ DEVİRMEK” SERGİSİ
FOTOĞRAFIN ARTE POVERA İLE DANSI; “GÖZLERİNİ DEVİRMEK” SERGİSİ
Mehmet Ömür
https://www.magzter.com/TR/Fotoğraf-Dergisi/Fotoğraf-Dergisi/Photography/?fbclid=IwAR26bhGUfj3-6EAZKsQTM8rD4dYsEKJidstgBvvkX7q8a8zkgZQ6COaXsRM
Paris’in önemli fotoğraf merkezlerinden Jeu de Paume, bir yıl önce kendi bünyesinde sergilediği “Gözlerini Devirmek“ adlı sergiyi önümüzdeki yıl Milano trienalinde de sergileyecek.
“Gözlerini Devirmek“ sergisi, 1960’li yılların İtalyan avangart sanatçılarının fotoğraf, film ve video aracılığı ile Avrupa toplumlarına yönelik kritik, hatta politik tepkilerini ortaya koyuyor. Sergiye fotoğrafın yanı sıra film ve videonun dahil edilmesinin, durağan ve hareketli görüntü arasındaki yakın akrabalık ilişkisinden kaynaklandığı anlaşılıyor. Bu kritik yaklaşımın “Arte Povera” sanat akımı aracılığı ile yapılmasının da bir tercih olarak ortaya çıktığı anlaşılıyor. Arte Povera akımı 1967 yılında sanat tarihçisi ve eleştirmeni olan ve Covid salgının başında 79 yaşında Covid nedeniyle kaybettiğimiz “Germano Celant” tarafından ortaya atılmış bir sanat akımıdır. Celant, Pop Art’a tepki olarak ortaya attığı bu sanat akımını kendi kelimeleriyle şöyle tanımlıyor: “Arte Povera basit bir sanattır, anlık tesadüflere bağlı özgür ifade şeklidir, sanatı ve yaşamı birbirine yaklaştırır” Serginin dört penceresi var. Bunlardan Deneyim, İmge ve Tiyatro bölümleri Jeu de Paume da sergilenirken, Gövde bölümü ise, Paris’in Defense bölgesindeki “Le Bal” adlı sergi alanında sergilenmektedir. Bu bölümlerin her biri belirli bir kavrama gönderme yapıyor: “Deneyim” uzay ve zaman ilişkisine gönderme yaparken, “İmge” gerçekliğin yapı bozumuna, “Tiyatro” ise, ortamların doğasında var olan teatrallik boyutu yani dramatik, yapmacık ve abartılı olana gönderme yapmaktadır. “Gövde” bölümünde, kimlik sorunlarına ve “otör (auteur)” kavramına göndermeler yapılmaktadır. Sözünü ettiğimiz bu sergi adını son Arte Povera sanatçılarından “Giuseppe Penone” adlı sanatçının “Gözlerini Devirmek” adlı aynı eserinden almaktadır.
Uzay ve zamanı deneyimleyin
1960’ların ortalarında birçok sanatçı; dünya ile daha doğrudan, keşfedici ve deneysel bir bağlantı kurmak için fotoğraf, film ve ardından videoyu kullanmaya başladı. Sanatçının dünyayla olan bu yeni ilişkisi çeşitli adlar aldı: Eylem, Davranış, Tutum, Deneyim ve benzerleri… Amerikalı filozof John Dewey’in “Deneyim Olarak Sanat” adlı eserinin İtalya’da güçlü bir etkisinin olduğunu söylemek gerekir. Sanat çevrelerinde deneyim, sanatçının çevresiyle olan ilişkisinin sonucu eylemi ve bu eylemin sonucu olarak tanımlanır. O dönemin İtalyan avangart sanatçıları için bu deneyim veya deneysellik, geleneksel çalışmaya karşı bir panzehir olarak görüldü. Yaratma sürecinin en az sonuç kadar önemli olduğu kabul edildi. Giovanni Anselmo’dan Giuseppe Penone’ye; Marisa ve Mario Merz’den Laura Grisi’ye fotoğraf ve hareketli görüntü, bu yeni düşüncenin ayrıcalıklı araçları haline geldi. Son derece çeşitli biçimler alan bu deneyler, hem fiziksel hem de metafizik bir boyutta; uzay, zamanın akışı, kameranın fiziksel ve doğal yasalarını da değerlendiren insanın, özellikle de sanatçının dünyayla olan ilişkisini sorgulamaktadır.
Kentsel tasarım
Fotoğrafçı Franco Vaccari, 1972 yılındaki Venedik Bienalinde “Fotoğraf, tefekkür değil, eylemdir” sloganını atmıştır. O yıllarda, yani 1960’larda fotoğraf, film ve video kullanılarak kentsel kamusal alanlardaki grevler ve öğrenci hareketleri kayıt altına alındı. 1970’lerde sanatçılar şiddet kullanarak şehirleri ele geçirdi ve çeşitli eylemler yapıldı. Örneğin, Torino’nun kemerlerinde büyük bir gazete yumağı Michelangelo Pistoletto tarafından itilerek aşağı doğru yuvarlandı ve bu eylem Ugo Nespolo tarafından filme alındı. Mario Cresci ise, fotoğraf filmlerinin bobinlerini açarak film şeritlerini Roma sokaklarına saçtı. Franco Vaccari, İtalya’nın ortak portresini oluşturmak için fotoğraf kabini Photobooth’u kullandı. Tüm bu eylemler sanat ile toplumu bir araya getirme çabalarıdır. Sanatı ve yaşamı bölümlerine ayırmaya yönelik başka girişimler, tarihi kentlerde çeşitli olaylarla ortaya konulmaya çalışılmıştır. Jeu de Paume’daki bu sergide, avangart fotoğrafçı Ugo Mulas’ın 1969 da Como’da düzenlediği “Campo Urbano” adlı eseri, serginin en çarpıcı eserlerinden biri olarak karşımıza çıktığını da ayrıca belirtmek gerekir.
Medya
Piero Manzoni, “Kültürümüz tamamen değişti. Sorun sadece farklı görmek değil, tamamen başka şeyler görüyoruz. Bir sanatçı ancak kendi zamanının materyallerini, düşüncelerini ve formlarını kullanabilir” savını ortaya koymuştur. Piero Manzoni, 1960’lı yıllarına başında fotoğraf ve film kullanarak, reklamcılık ve basın aracılığıyla eylemler yapmış eserler üretmiştir. Bundan sadece birkaç yıl sonra, fotoğraf, film ve video kullanan arte povera sanatçılarına belirsiz bir statü atfedildiğini gözlemliyoruz. Ancak, bu sanatçıların toplumla ilişkileri, teknolojik zenginliklere sahip olmaları ve benzeri nedenler, onlara şüpheli gözle bakılmaya başlanmasına yol açtı. Bununla birlikte varsayılan tarafsızlıkları, gerçeği nesnelleştirme kapasiteleri, gelip geçici olanı yakalama özellikleri, tekrarlanabilirlikleri, kullanım basitlikleri ve görünürdeki bayağılıkları, onları sanatsal açıdan yeterli kılınmasına ve kabul görmesine de yol açtı. Bu nedenle, Michelangelo Pistoletto’dan Alighiero Boetti veya Emilio Prini’ye kadar pek çok sanatçı fotoğrafı ve medyayı sadece araç olarak değil ama farklı düşüncelere öncülük etmek iciçn kullanmaya başlayarak dünya algımızı kökten dönüştürdü.
Ortamları yeniden gözden geçirmek
Fotoğraf ve hareketli görüntü, resim ve heykel gibi geleneksel sanatlar, analiz etmek, yapısını bozmak, eseri yeniden yapılandırmak ve bazen de genişletmek için kullanılmaktadır. Michelangelo Pistoletto’nun ayna resimleri sadece fotoğraf ve resmi değil, aynı zamanda hareketli görüntüleri de çağrıştırmakta, Resim ve heykellerden medya dünyasına geçişi sağlamaktadır. Aynı yıllarda Giulio Paolini, fotoğraf aracılığıyla sanatı ve resmin bileşenlerini analiz etmeye çalışmış, Carlo Alfano ise kendi resimlerini klasik ikonografiye göndermeler yapmak suretiyle ve fotoğraflar aracılığıyla gerçeklikle beslemeyi başardı. Yer değiştirmeler, ödünç almalar (apropriasyon), melezleştirmeler yoluyla uygulamalar ve ortamlar yeniden tanımlandı.
Fotoğrafın Yapıbozumu
1968’den başlayarak,1973 yılındaki ölümüne kadar, önemli bir avangart fotoğrafçılardan biri olan ve Arte Povera’nın birçok sanatçısına yakın olan Ugo Mulas, “Le Verifiche (Doğrulamalar)” adlı serisini üretmişti. Metinlerin eşlik ettiği bir dizi görüntüde Mulas, fotoğraf ortamının özgünlüğünü neyin oluşturduğuna dair bir fikir vermektedir. Karşılaşmalar, eleştirel okumalar ve yazarının pratiği ile beslenen Le Verifiche, fotografik görüntünün boyutu ile; zaman, mekan, dil ve insanla olan özel ilişkisini vurgulamaktadır. 1970’lerin başlarından itibaren sergilenen, çoğaltılan ve hakkında yorum yapılan Le Verifiche, İtalyan fotoğraf sahnesinde önemli bir rol oynamıştır. Napolili fotoğrafçı Mimmo Jodice’e göre, Mulas’in bu serisi görüntünün kurgulanmış ve yapay doğasını hatta maddi gerçekliğini vurgulamaktadır. Luigi Ghirri, 1970’lerdeki çalışmalarının çoğunu, bir görüntünün görüntüsü ve bir çerçeve içindeki çerçeve kavramı etrafında tasarlayarak sürdürmüştür.
Tiyatro
İtalya’da 1960’ların ikinci yarısında, Torino’dan Napoli’ye ve Roma’dan Cenova’ya kadar yeni mekanlar ve yeni sergi türleri ortaya çıkarken, yaratıcı süreç stüdyolardan galerilere taşındı. Bu mekanlara, sergi süresince halkın katılımını da sağlayan eserler yerleştirildi. Bu yeni sergi alanları, fotoğrafçılara ve kameramanlara, yeni eserler yaratmak için olağanüstü motivasyon sağladı. Claudio Abate’den Ugo Mulas’a ve Paolo Mussat Sartor’a kadar, Arte Povera ile temas halinde olan bir fotoğrafçı kuşağı, belgesel imgeleri terk edip yerine avangart yaklaşımla farklı imgeler oluşturmaya başladılar. Bu nedenle fotoğraf, bazen bir eserin veya bir ikonun, hatta geçmiş bir eylemin tek tanığı olmaya başladı. Bunların yanı sıra sanatçılar; oynar, kullanır, eserini harekete geçirir, dramatize eder ya da tam tersine gizemini ortadan kaldırır şeklindeki yaklaşımlar kabul görmeye başlarken, video ve film ise bu yaratıcı sürece eşlik eder veya tam merkezi haline gelme sonucunu doğurmuştur.
Yaşayan Tablolar
Luigi Ontani, 1970’lerin başında şöyle demiştir: “Ressamlık hayatımı ve resim performansımı unutulmak için değil; sanat tarihini, masalını, mitolojisini, alegorisini, folklorunu, ikonolojisini canlandırmak adına seçtim. Olup bitenlerle hiç ilgilenmedim. Beni ilgilendiren, düşüncenin işgal ettiği alandı.” İşte bu döneme bir nevi terörizm egemen olmuş, sosyal ve politik söylemlere güven tamamen kaybolmuştur. Arte Povera fotoğrafçıları bu ortamda alegorik ifade biçimleri yarattılar. Tarihsel referanslardan yola çıkarak, alıntılara başvurarak, sanatın gelip geçici bir eylem olduğu düşüncesinden vazgeçen bu kuşak, çok duyarlı bir şekilde fotoğraf olsun resim olsun bir imgeyi yeniden canlandırmayı amaçladı, bir tür teatrallik yaratmaya çalıştılar. Bu bağlamda Michele Zaza, Michelangelo Pistoletto, Vettor Pisani ve Elisabetta Catalano, motifleri ve tarihsel referansları yeniden yorumladılar. Bazen de, Man Ray ve Marcel Duchamp gibi imge ve metni karıştıran daha anlatısal bir yol arayışına girdiler.
Tüm bu eserleri, Jeu de Paume’da 29 Ocak 2023 tarihine kadar izlemek mümkün. Fotoğraf öylesine derin bir konu ki her yazımızda ona başka bir pencereden baktığımızı fark ediyoruz. Gözlerimizi devire devire bu dipsiz kuyuyu inceliyor ve mutlulukla ilerliyoruz. Fotoğrafa hangi boyutta olursa olsun, ister sanatsal, ister belgesel, ister teknolojik ister akademik emeği geçenlere selam olsun!
—
Auteur teorisi, François Truffaut tarafından 1954 yılında yazılan bir makalede ortaya atılan teoridir. Teoriye göre iyi ve kötü filmlerin olmadığı, iyi ve kötü yönetmenlerin olduğu savunulmaktadır. Bu teori yönetmenleri ressamlara, film ekibini de bir nevi boyaya benzetmektedir. Vikipedi

















































1938’de Almanya’da doğan Baselitz sanat eğitimine Doğu Almanya’da başlamış sonra batı Almanya’ya geçmiştir. 1963’te ilk sergisi büyük skandallara yol açmıştır. Bütün sanatsal doğmaları reddedip mitler ve efsanelerle dolu karanlık bir ikonografik resim tarzı geliştirmiştir. Ardından daha sıradan konulara girip figüratif araştırmalara yönelmiştir. 1969’da baş aşağı resimler çizmeye başlamış ve bu kendine has tekniği ile ilgi çekmeyi başarmıştır. Bazı resimlerinde de imgeyi parça parça göstermeyi yeğlemiştir. Nazilerin ve Sovyetlerin baskıcı rejimleri altında yaşamış olan Baselitz’in bu tarz bir bakış açısına ulaşması pek de şaşırtıcı bir şey değil. Çizdiği şekillerdeki figürasyonla abstraksiyon arasındaki resim dili sürekli gelişmiştir. Değişik alanlarda eserler vermiştir. Gravür, desen, baskı, resim ve heykel alanlarında çok sayıda eser vermiştir. Kendisi İtalyan maniyerizmi, ekspresyonizm, brüt sanat ve Afrika heykel sanatı arasında gidip gelmektedir. Pompidou merkezinde 60 yıllık sanat hayatından geniş bir retrospektif sergi kısa bir süre sonra bitecek. O kendisi ile yapılan söyleşide şu sözlere yer verir; “Ben harap olmuş bir düzen, harap olmuş bir manzara, harap olmuş bir halk ve harap olmuş bir toplum içinde dünyaya geldim. Yeni bir düzen kurmak istemedim. Buna karşın her şeyi sorguladım ve sıfırdan başlamak istedim. Ben de İtalyan maniyeristlerin duyarlılığı, kültürü ve felsefesi yok. Ama ben de her şeyi deforme ederek bir tarz maniyerist oldum sayılır. Ben kabayım, naifim ve gotikim” demiştir. İsterseniz Pompidou çağdaş sanat merkezinde sergilenen bazı eserlerine göz atalım.
Yok olan kahramanlar:Baselitz Berlin de yeni bir Alman resmi yaratmaya çalışmıştır. 1965-66 yıllarında bu yeni tarza isin vermiş ve “Yeni Tip” demiştir. Provokatördür. Bugün bu tekniğe daha çok “Kahramalar” deniliyor. Ressamlar, şairler ve partizanlar yaralı olarak savaştan dönenler ise “İyi arkadaşlar” da altında karşımıza çıkmaktadır. Bunlar çok büyük boyutlarda tablolardır. Bu resimler bize Almanya’nın trajedisini gösterir. Resimdeki iki kişi yaralı olmalarına rağmen birbirlerinin elini tutmaktan bile acizdirler. Harabe bir dekor içinde yerlerde sürünen bir kırmızı bayrağın üzerinde ayakta durmaktadırlar.
Görüntüyü ters çevirmek: 1969’da Baselitz fotoğraflardan yola çıkarak tamamen tersine dönmüş resimler çizmeye başlamıştır. Bu eserlerin adını “Kol ve Gövde arasındaki üçgen” olarak koymuştur. Bunlar ilk otoportrelerdir. Baselitz koluyla vücudu arasında oluşturduğu üçgene bir kuş kanadı yerleştirir. Baselitz daha sonraki eserlerinde tekniğini ve yaklaşımlarını değiştirse de baş aşağı duran imge anlayışını değiştirmemiştir. Bunlara yeni imgeler demiştir.

Hatıralar meydanı: Baselitz 1989’da Berlin düştüğünde gençliğini hatırlar. 1945’teki Dresden bombalanması sonrasındaki yeniden yapılanma aklına gelir. O zamanlar yedi yaşındadır. Hafızasında şehrin her noktasını temizleyen kadınlar ve yeniden yapılanma hareketinde sürekli çalışan kadınlar vardır. Bir yıl boyunca bu hatıralarından yaptığı resimlere “Harabe kadınları” adını vermiştir. Bu konuyla ilgili bir seri sarı boyalı baş heykelleri de yatmıştır. Bunların adını da “Dresden kadınları” koymuştur.
Remix: 2005’ten itibaren Baselitz eski tablolarını yeniden gözden geçirmiştir. Müzikteki tabiriyle Remikslemiştir. Kompozisyonlardaki ritmi değiştirmiş daha akışkan bir resim tarzını benimsemiştir. Bu resimleri hızlı hareketlerle yeniden yaratmıştır. Modern ressam adlı eserinde 1966 yılında yaptığı üniformalı askeri resminde askerin elleri yerdeki dikenli tellerdedir. Yeni remiks resimde ise askeri aynı pozisyonda tutmuş ama beyaz bir fon üzerinde etrafından kanlar fışkırıyor şekilde boyamıştır.


Minyon yapıdaki bu kadın, narin, gülümseyen ama gerginliğini de saklamayan, sigarasına yapışmış, güzel sadeliği ve belli ki iyi yetiştirilmiş kibarlığı ile tanınıyor. Hayali edebiyat okumakmış ama babası okutmamış. Ailesi ve kardeşleri çok muhafazakarlarmış. Evlenerek bundan kurtulacağını düşünmüş. Ancak daha özgür bir yapıya sahip mimar eşinden boşanınca, yaşam boşanmış bir kadın fotoğrafçı olarak pek de kolay olmamış ama Graciela bunu pek umursamamış.
Graciela Iturbide evlenip üç çocuk sahibi olduktan sonra 1970 de fotoğrafa başladı. Sinema okulunda beşinci sınıfta manuel Alvarez Bravo‘nun öğrencisi oldu. Bravo elinden tuttu. Henri_Cartier Bresson ile tanıştı. Üç çocuğundan kızı Claudia yıl trajik bir şekilde kaybetmesinin ardından mimar eşinden ayrılıp kendisini iyice fotoğrafa verdi. 5 yıl boyunca yüzlerce Angelicos fotoğrafı çekti. Angelicos Meksika inanışına göre daha suç işleme fırsatı bulamadan ölen çocuk anlamına gelir ve bu çocuklar doğrudan cennete giderler. Sırasıyla Meksika’nın “Woodstock” u olan rock festivalini çeker, Panama devrimci figürü Omar Torrijos’u takip ederek fotoğraflar. Ochimichu, Epinoza, San Augustin Etla, Cuetzalan şehirlerinden fotoğraflar gönderir. İlk sergisini Colette Alvarez ve Paulina Lavista adlı kadın fotoğrafçılarla 1975 de Meksika’da açar. Meksika’nın İspanyollar öncesi tarihi ile ilgilenir ve yerel kabilelerin fotoğraflanması işine girişir.
Sonora çöllerindeki “Seri” kabilesini fotoğraflar. Meksika fotoğraf konseyine seçilir. Önce Meksika’nın her yerini ve ardından tüm dünyayı fotoğraflar. Benzersiz bir fotoğraf anlayışıyla çok geniş yelpazede bir çalışma ortaya koyar.


Graciela Iturbide’in onlarca kitabı, çok önemli ödülleri vardır. Bunlardan 2008 deki Hasselblade ödülü en kıymetlisidir.
İnsan, doğa, kültür, gerçek ve psikoloji arasındaki ilişkileri çözümlemek için belgesel fotoğrafa yöneliyor. Yerlilerin ve Meksika’nın dini törenlerini konu alıyor. Çalışmaları, rüya, ritüel, din, seyahat ve topluluğun birbirine karıştığı şiirsel bir tabloda, imgeler, dönemler ve semboller arasında sürekli bir diyalog ile karakterize ediliyor. Sergi Cartier Foundation, 261, boulevard Raspail, Paris 14 adresinde 29 Mayıs 2022 ye kadar devam etmektedir.





