İnce vücuda sahip olmak günümüzün modası mı oluyor?
|
15 Ara Pzt 22:37 (12 saat önce) |
|||
Özellikle ince hatta zayıf gençlerde dikkatimi çeken yeme içme alışkanlıkları var.
Genellikle alkol içmiyorlar ya da çok az az alkollü içkilerden o da makul miktarlarda tüketiyorlar. Tek tabak yemek tüketmekten yana olduklarını fark ediyorum. Çoğu zaman da bir sandviç ile öğün atlatmayı tercih ettikleri de oluyor. Tabaklarındaki yemeğin bir kısmını tabakta bıraktıkları da oluyor. Dolayısı ile havuza az enerji girdiğinden şişmanlamaları mümkün değil.
Şişman olanlar da yukarıda tanımladığım incelere özenerek kendilerini yontmaya çalışıyorlar.
Son zamanlarda genelde bedenler küçülmeye başladı.
Bunu veri olarak, hem de gözlem olarak yazıyorum. Sokakta, fotoğraflarda, dergilerde, sosyal medyada… Daha az yer kaplayan, daha pürüzsüz, daha günümüzde makbul kabul edilen bedenler çoğalıyor.
Bu küçülme yalnızca spor salonlarının ya da mutfak alışkanlıklarının sonucu değil. Daha hızlı, daha zahmetsiz bir mekanizma da var artık. Bir enjeksiyon. Ozempic adlı ilaç dünyayı kasıp kavuruyor ve benzerleri de onu takip ediyorlar. Fransa’da bu ilaçları kullananlar milyona yaklaşmak üzere.
The New Yorker, bu durumu tek bir cümlede özetliyordu:
“Bunlar sadece zayıflama ilaçları değil aynı zamanda bu bir kültürel olay, kültürel dönüşüm.”
Gerçekten de mesele yalnızca kilo değil. Asıl mesele, bedenle kurduğumuz ilişkinin yeniden kurulması.
Bir süredir fark ediyorum: Zayıflık geri dönüyor. Ama bu, eski anlamıyla bir irade işi değil. Ne disiplin, ne suçluluk, ne de sabır söz konusu. Bu kez zayıflık çok kolay elde ediliyor. Ve belki de tam bu yüzden, sorgulanmadan kabul ediliyor.
The Guardian’ın uzun okuma dosyasında şu cümle dikkatimi çekmişti:
“Zayıflama tekrar geri döndü, hem de zahmetsiz.”
Mücadeleden arındırılmış bir incelik…
Bu, bedeni bir başarı hikâyesi olmaktan çıkarıp, bir ayar meselesine dönüştürüyor.
2010’lu yılları hatırlıyorum. Çeşitli bedenler her yerde görülüyordu. Şişman kadınlar moda defilelerinde boy gösteriyorlardı. Hamileler de öyle. “Body positive” diye bir kavram yaratılmıştı. Bu kalıplara klişelere bir isyandı Farklı bedenler görülüyordu; kusurlu denilen şeyler kadraja giriyordu. Bu, dünyaya “başka türlü de mümkün” deme cesaretinin göstergesiydi.
Şimdi o cesaret sanki geri vitese taktı. Moda dünyasında 36 bedeni aşan bedenlerin kaybolması bunun en görünür işareti. Vogue Business bunun altını çizmişti.
“Moda dünyası ideallerine yeniden şekill veriyor.”
Burada herhangi bir dayatma yok. Yasak yok. Ama göz önünden çekiliyor bu farklı bedenler. Medyada görünmüyorsanız zamanla unutulursunuz.
Ozempic bir ilaçtan öte bir tür estetik düzenleyici gibi iş görüyor. Photoshop’un biyolojik versiyonu dersem abartmış olmam. Fazlalıkları siliyor, konturları belirginleştiriyor, bedeni “derli toplu” bir şekle sokuyor.
Ancak bu durum bazı sorunları da beraberinde getiriyor. Hızlı kilo kaybıyla ortaya çıkan ve “Ozempic yüzü” bana hep aşırı pozlanmış bir fotoğrafı hatırlatıyor. Detay var ama anlam yok. Netlik artıyor ama kişinin karakteri yok oluyor.
1857 yılında Boston’da yayına başlayan The Atlantic adlı dergide okuduğum bir ifade bu hissi iyi veriyor
“Beden, ruhtan daha hızlı değişiyor.”
Beden dönüşüyor, ama anlam ona yetişemiyor.
Beni asıl düşündüren ise iştah meselesi. İnsanlar “ilk kez gerçekten doyduklarını” söylüyorlar. Doymuş hissediyorlar. Bu cümle ilk bakışta kulağa hoş geliyor. Ama bir yerlerde bir eksiklik var. Açlık, yalnızca mideyle ilgili değildir. Arzuyla, merakla da ilgilidir.
Susan Bordo, yıllar önce şunu yazmıştı:
“Disiplinli beden, modernlik açısından kültürel bir idealidir.”
Bugün artık o disiplinli beden açlıkla değil, kimyayla, ilaçla sağlanıyor.
Restoranlarda porsiyonlar küçülüyor. Menüler değişiyor. Dünya bu yeni bedene hızla uyum sağlıyor. New York Times Style bunu şöyle tarif ediyor:
“Ozempic sessiz sedasız bir statü sembolü haline geldi.”
Gösterişsiz ama etkili bir statü diyebiliriz. Günümüzde bu konuya yeterince eğilinmediği kanısındayım. Fransa’da bugün 700 bin kişi Ozampic kullanıyor.
Belki de mesele zayıflık değil. Mesele, belki de bedenin artık bir proje hâline gelmesi, yönetilen bir şeye dönüşmesi.
İnceliğin artık geri dönmeye başladığı anlaşılıyor. Ama bu dönüş bir zafer mi, yoksa bir yenilgi mi işte onu bilemiyorum.
Ve galiba bugün sormamız gereken soru hâlâ çok basit:
Bu beden gerçekten benim mi? Yoksa onu çağın yönlendirmelerine mi uydurmaya çalışıyorum.



