I wıll Be There
I will be there
Esra, sonbahar yağmurunun pencereye vurduğu bir İstanbul akşamında, Kadıköy’deki denize bakan dairesinde yalnız başına oturuyordu. Yağmur, aralıksız yağıyordu. Bu yağmurun onun içindeki fırtınayı anlattığını düşünüyordu. Kalbi sızlıyordu, derin bir yalnızlık duygusu ve son zamanlarda yaşadığı hayal kırıklıkları onu büyük bir çaresizliğe sürüklemişti. Birkaç gün önce işini kaybetmişti, uzun süredir devam eden son ilişkisi ise kötü bir şekilde sona ermiş, onu acılara boğmuştu. Her zaman huzur bulduğu bu ev, ona fazla büyük, fazla sessiz geliyor, dayanılmaz boşluk hissi yaratıyordu. Severek yaşadığı Kadıköy’ün canlı, hareketli sokakları bile biliyordu ki sokağa çıktığında kötü hissettirecek ve kalabalıkların içinde kendisini daha da yalnız hissetmesine neden olacaktı. Akşamını daha da bunalımlı hale getireceği çok önceden belliydi. O nedenle çıkmaktan vazgeçti. Her yer, her şey ona soğuk ve karanlık geliyordu.
Yağmurun cama vuruşu, Esra’nın düşüncelerini birden eski dostu Lütfi’ye götürdü. Çocukluktan beri onun en yakın arkadaşı olan Lütfi. Yıllardır konuşmamışlardı. Lütfi Kayseri’de üroloji uzmanı olarak çalışıyordu. İkisi de kendi hayatlarına, işlerine ve ilişkilerine dalmışlardı. Aslında uzun zaman önce, Lütfi, Esra’nın yanında bu gibi zor ve karanlık anlarda onu teselli etmiş , gerçek dostu olmuştu. Lütfi’nin duyguların gerçek dostluk mu aşk mı olduğunu hiç bir zaman ayırt edememişti. O zamanlar bu özel duygular çok rahat konuşulmaz, bir parça saklanırdı. Birlikte büyümüşlerdi, hayalleri ve korkuları paylaşmışlardı. Aynı okula aynı yollardan yürüyerek gitmişler ama hiç el ele tutuşmamışlardı. Birbirlerinin sırlarını, zayıflıklarını, güçlerini çok iyi öğrenmişlerdi. Ama hiç ele ele olmamıştı. Ardından yaşam onları farklı yollara sürüklemişti. Esra hayallerini gerçekleştirmek için Lütfi’den önce İstanbul’un göbeğine taşınmışken, Lütfi onların büyüdüğü Ankara’daki mahallede kalmış, yüksek öğrenimine de aynı şehirde devam etmişti. Lütfi’nin ailesinin mahallede küçük bir kitapçı dükkanları vardı. Oradan kendisine hediye kitaplar getirirdi zaman zaman. Bir kez de Carole King’in yeni çıkan ‘Tapestry’ adlı uzun çalarını getirmişti. Çok iyi hatırlıyordu yıl 1972 idi mevsimlerden ilk bahardı. Mahir Çayan ve arkadaşları öldürülmüşler, ardından bir ay kadar sonra da Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’da daha bir kaç gün önce idam edilmişlerdi. Onlar bu hüzünlü ortamda Carole King’inYou’ve Got a Friend adlı şarkısını dinleyip müziğe eşlik etmeye çalışıyorlardı. Yaşam her şeye rağmen devam ediyordu. Şarkıcı sık sık ‘You just call out my name’ ve ‘And I’ll be there’ ve ‘You’ve got a friend’ sözlerini tekrarlıyordu. Bir an gözleri daldı ve o günlere gitti.
Telefon masanın üzerinde sessizce duruyordu. Esra, bir an Lütfi’yi aramayı düşündü. Hayır, hayır aramamalıydı. Onca yıldan sonra nasıl arayabilirdi ki? Lütfi onun aramasından rahatsız olmaz mıydı? Sonuçta, uzaklaşan kişi Esra’ydı. Yeni hayatı, İstanbul’un büyüsüne kapıldığı kariyer yolculuğu sırasında Lütfi ile olan bağını ufak ufak kaybetmişti. Ama içinde bir yerlerde Lütfi’nin hala ona yardım edebileceğini, en azından ona yeniden huzur verebileceğini hissediyordu. Esra onun sesini duymak, eski o bağlantıyı yeniden hissetmek ve o güven dolu dostluğu tekrar hatırlamak istiyordu.
Nostaljiye direnmek zor oldu. Esra gözlerini kapatıp Lütfi’yi düşündü. Lütfi’nin sesini neredeyse duyabiliyordu, o tanıdık, sıcak sesiyle her zaman söylediği o sözleri fısıldıyordu: “Eğer bana ihtiyacın olursa, sadece ara. Hemen gelirim.”
Bu basit cümle, dostluklarının temeliydi. Ne olursa olsun, ne kadar uzağa giderlerse gitsinler, birbirlerine her zaman ulaşacakları konusunda sessiz bir anlaşma yapmış gibiydiler. Ancak şimdi, aralarındaki mesafe ve geçen zaman göz önünde bulundurulduğunda, bu söz acaba hala geçerli miydi?
Esra derin bir nefes aldı ve telefonunu eline aldı. Sonra telefonu tekrar bıraktı. Rehberinde Lütfi’nin adını buldu. Parmağı arama tuşunun üzerinde durdu; içinde hem korku hem de tereddüt vardı. Yine de derin bir nefes alıp tuşa bastı. Telefon iki kez çaldıktan sonra o tanıdık ses kulağında yankılandı.
“Esra?” Lütfi’nin sesi şaşkın ama aynı zamanda sıcak ve samimiydi, tıpkı eskiden olduğu gibi.
“Merhaba, Lütfi. Evet ya! ben., Esra.. Acaba açar mı diye tereddüt içindeydim.”
“Tabii ki açarım,” dedi yumuşak bir sesle. “Sana söylemiştim, tek yapman gereken beni aramak.”
Esra’nın gözlerinden yaşlar süzüldü. Uzunca bir süredir kendisini yalnız ve kaybolmuş hissediyordu, dostluğun bu kadar güçlü olabileceğini pek düşünemiyordu. “Seni aramadığım için üzgünüm. Hayatımda her şey o kadar zorlaştı o kadar tatsızlaştı ki bilemezsin,…”
“Neler oldu anlat lütfen,” dedi Lütfi, sesi her zamanki gibi sakin ve güven verici bir tondaydı.
Esra haftalardır ilk kez içini döktü. İşini kaybettiğini, ilişkisinin bittiğini ve hayatının tamamen darma dağınıklık olduğunu anlattı. Konuştukça, göğsündeki ağırlık yavaş yavaş hafiflemeye başlamıştı. Lütfi, tıpkı eskiden olduğu gibi, onu hiç bölmeden dikkatle dinliyordu.
“Esra,” dedi uzun bir sessizlikten sonra, “Endişelenme, düşündüğünden daha güçlüsün. Hep öyleydin. Ama bunu tek başına atlatmak zorunda değilsin. Ben buradayım. Hep de buradaydım zaten. Bunu sadece sen bilmiyordun.”
Esra, gözyaşları yüzünden akarken gülümsedi. Lütfi’nin sözleri onu sakinleştirmiş, içinde yeniden büyük bir huzur bulmasına yardımcı olmuştu. “Seni özledim, Lütfi. Çocukken, gençken her şey ne kadar basitti, hatırlıyor musun? Saatlerce konuşurduk ve dünya bize çok anlamlı gelirdi. Ne hayaller kurardık”
“Yanına gelmemi ister misin?” diye sordu Lütfi. Teklifi netti, tereddüt yoktu, basit ve samimi bir öneriydi.
“Her şeyi bırakıp gelir misin?” diye şaşkınlıkla sordu Esra.
“Yaz, kış, ilkbahar ya da sonbahar, değil miydi?” dedi Lütfi, birlikte mırıldandıkları o eski şarkıyı anımsatarak. “Tek yapman gereken beni aramak.”
Esra mutlulukla güldü. “Evet birlikte söylerdik. Ama gerçekten geleceğini, gelebileceğini hiç düşünmemiştim.”
“Esracım, burada senin gerçek bir dostun var. Ne olmuş olursa olsun ya da ne kadar zaman geçmiş olursa olsun, bu değişmedi. Ve asla da değişmeyecek.”
Esra gözyaşlarını sildi. İçi pır pır ediyordu. Bunu nasıl unutmuştu? En karanlık anlarında bile aslında yalnız olmadığını nasıl gözden kaçırmıştı?
“Gel,” diye fısıldadı. “Sana ihtiyacım var.”
“Sabaha orada olurum,” dedi Lütfi, ve Esra onun sesindeki heyecanı hissetti.
Ertesi sabah, güneş bulutların ardından doğarken, Esra kapının çalmasını heyecanla bekliyordu. Daireyi temizlemiş, kahveyi hazırlamış ve pencereden dışarıya göz atıyordu. Bu, rüyalarında defalarca gördüğü bir sahneydi, ama gerçekleşeceğine bir türlü inanmamıştı.
Nihayet onu gördü, kalbi yerinden fırlayacak gibiydi. Lütfi kaldırımda durmuş, yukarıya, pencereye bakıyordu, yüzünde bildik bir gülümseme vardı. O an, zaman hiç geçmemiş gibi hissetti; sanki hâlâ o iki çocuktular.
Esra kapıyı hızla açtı ve hiç düşünmeden Lütfi’nin kollarına doğru koştu. Kucaklaştılar. O anda tüm endişeleri, üzüntüsü ve yalnızlığı sona erdi. Lütfi onu sımsıkı tuttu. Sanki zaman hiç geçmemişti. Birbirlerine çok güvendikleri o kadar belli oluyordu ki.
“Sana söylemiştim,” diye fısıldadı Lütfi Esra’nın kulağına. “Tek yapman gereken beni aramaktı, hemen gelirdim ve geldim işte.”
Esra gözyaşlarına boğuldu ama bir taraftan da gülüyordu. “İyi ki geldin.” dedi
Birlikte oturdular, konuştular, gülüştüler ve birbirlerine neler yaşadıklarını anlattılar. Tıpkı eski günlerdeki gibi. Gece çökerken ve İstanbul’un ışıkları dışarıda yanıp sönmeye başlarken, Esra artık gelecekle ilgili hiçbir endişe duymuyordu. Gerçek dostluğun ne kadar güçlü olduğuna olan inancı güçlenmişti. Belki kendisi kaybolmuştu, ama Lütfi onu bulmuştu. Bu da çok iyi bir şey olmuştu.
Kahve içerlerken, Esra önemli bir şey fark etti: Aşk, her zaman romantik olmak zorunda değildi. Bazen, her şeyi bırakıp koşarak yanına gelen, zamanı ve mesafeyi önemsemeyen bir dost her şeyden önemli olabilirdi.
Lütfi sadece dost değildi; onun hayatındaki mihengi noktasıydı, sürekli değişen dünyadaki tek değişmeyen şeydi. Hayat onları nereye götürürse götürsün, ona her zaman güvenebileceğini artık anlamıştı. O ‘Sadece ara yeter’di. O ‘Orada olurum’du. O ‘You’ve got a friend’di.
Çünkü hangi mevsim olursa olsun, hangi fırtına çıkarsa çıksın, O Esra’nın yanında olmaya söz vermiş gerçek dosttu. Belki de Forever aşığıydı. Kim bilir?
Esra bunun belki de yaşamındaki en büyük bir aşk hikayesi olduğunu düşündü. Düşündü…..