Kayıp Bağlar bulundu. Elmalı’da Likya bağları..
Gittiğimizde hasat yağmur nedeniyle durmuştu. Hasatın son günüydü.
Yıllar önce, bağ ve şarabın ülkesinde şarap bulunmadığı dikkatimi çekmiş ve bir yazı kaleme almıştım. 10 yıl sonra, yazıma olayın pek de öyle olmadığı cevabını yazan kişiyle tanışıp o bölgenin artık şarapla donandığını anlamak hoş oldu. Hem de bugünün koşullarında… Bir şarap sever olarak “şakacıktan” buna izin veren yönetime “şakacıktan” teşekkür etmek gerek diye düşünüyorum.
Helen dilinde ‘oine’ üzüm kütüğü, ‘oinos’ da şarap demektir.
Anadolu’nun İ.Ö. 2000 yılındaki önemli dillerinden biri olan Luvi-Hitit dilinde ise ‘wianawanda’ bağı, şarabı bol olan anlamına gelir. ‘Wianawanda’ Helenleşme döneminde ‘oinoanda’ya dönüşmüş ve böylece şehrin adının ve şanının şarapla ilgisi bozulmamıştır. Bu antik şehrin bugün Xantos yakınlarındadır. Fethiye’ye 50 km mesafedeki Xantos’ta şimdi bağların yerinde yeller esiyor. Ama biraz ötede, yıllar önce tarih kaçakçıları tarafından kaçırılıp sonra ülkeye büyük çabalarla yarısı geri getirilen sikkelerin bulunduğu Elmalı’da yeni bağlar kurulmuş. Bu arada dut ağaçlarına sarılmış bazı asmaların gövdelerinin metrelerce büyümüş olması bölge bağcılığının ne kadar eskilere dayandığının da bir kanıtı. Elmalı’da evlerin çoğunda üç kat tırmanan asmalar, veya evlerin damında kurulmuş asmadan çardaklara rastlamak da çok sıradan. Asmasız, üzümsüz bir köşe görülmüyor kasabada. Bu bulgular bölgede çok köklü bir bağcılık geleneği olduğunun göstergesi. Bira gibi şarabın da tanrılara sunulduğu milattan önce yapılmış süslü testiler ve şarap çanaklarından anlaşılıyor.
Bugün kasabanın yakın çevresindeki ovalarda ise yüzlerce dönüm bağlık alanlarla “Likya bağları” gezenlere göz kırpıyor. ‘Bizim üzümlerimizi ve şaraplarımızı tadın’ diyor. Biz de öyle yaptık. Likya şaraplarını bulduk ve zengin çeşitlerini tattık.
Diyarbakır’da 5 bin kişiye iş sağlayarak yılda 500 bin şişe şarap üretecek tesise zamanında ‘şarap günah’ diye elektrik çekmeyen zihniyet, bu turistik bölgede de izlerini gösteriyor. Turizm mevsiminde, bu eşsiz tarihi mekânları neden turistlerin “herşey” tatil köylerinde ucuz sofralık şaraplar içmek zorunda bırakıldığını ve neden bölgedeki zengin arkeolojik kalıntıları gezmediğini anlamak zor değil… Xantos yakınındaki Patara’ya gittiğinizde, restoranların ve bakkalların çoğunun alkol satmadıklarını fark ediyorsunuz Elmalı’da da 30-40 yıl önce 11 tane olan alkollü lokantaların yerlerinde yeller esiyor, bugün bir tane bile kalmamış. Yemeği sırasında yaşam boyun bir iki kadeh kaliteli şarap yudumlamaya alışmış bir Fransız veya İtalyan muhteşem Arikanda antik kentine gelip neden keyfini kaçırsın? İstediği içeceği bulamayan turist, temiz bir tuvalet de bulamıyorsa, dünyanın en ilginç tarihi kalıntıları da olsa, artık o beldeye gitmiyor. Umarım çok geç olmadan bunu anlar ve gereken tedbirleri alırız
.
Bu kadar yararlı bir besin maddesinin günah olması mümkün değildir. A, B1, B2 ve C vitaminleri ile, resveratrol denen damar koruyucu ve DNA’larda hasar önleyici madde içeren bu besini yere göğe koymamız gerekir. Kalsiyum, potasyum, sodyum ve demirden zengin bu besin, karaciğere ve kansızlığa iyi gelir, tansiyonu kontrol altında tutar, doğum kontrol haplarının yan etkilerini azaltır, böbrek ve bağırsakların çalışmalarını düzenler. Bu gıda maddesini yemek, içmek olsa olsa sevaptır.
Haydar Ergülen, “İnsan hayli üzgün bahçelerden geçmese / şiir yazar mı, üzümün tatlı sözlerinden / koparılmış gibi nişanlım bir üzgün şiir / yazıyor: Üzgün şarap olur karaüzümden / ezilmiş sözleriyle ya üzgün ruh n’olur?” demiş.
Haydar Ergülen, “İnsan hayli üzgün bahçelerden geçmese / şiir yazar mı, üzümün tatlı sözlerinden / koparılmış gibi nişanlım bir üzgün şiir / yazıyor: Üzgün şarap olur karaüzümden / ezilmiş sözleriyle ya üzgün ruh n’olur?” demiş.
Likya şaraplarından bir demet şarabı tattık. 2011 Podolia Kalecik karası- Malbec kupajı. 4 ay fıçı görmüş bu şarapta Malbec kızılcık karasını örtmüş, ortaya farklı güzel bir melez çıkmış. Meyve aromaları ve tanenleriyle bizi sarmaladı. 2013 Pinot noir, yıldan yıla farklı özellikte ürünlerin az olması nedeniyle piyasada zor bulunduğu bu şarap güçlü tanenleri ve asiditesiyle uzunca yıllar eskitilebileceğini gösteriyor. 2011 Şiraz baharatlı ve siyah meyvelerin önde olduğu fıçıdan gelen hafif vanilya aromaları ile birçok şiraz severin gönlünde taht kurabilecek nitelikte. Benim favorim Cabernet sauvignon. Likya vineyards serisinden bu örnek fıçıdan gelen kızarmış ekmek vanilya, kırmızı ve siyah meyvelerin dengeli bir alaşımı ile az pişmiş bonfilemle zevkle yudumlayabileceğim ve mahzenimde bolca bulunmasını arzu edeceğim nitelikte bir şarap. Rahatlıkla 10-15 sene sofralarımı şenlendirecektir. Likya şaraplarının esas sürprizi, yeni bir Kalecik karası gibi bir efsane yaratmaya hazırlanan Acı Kara üzümü ile önümüze geliyor. Koyu mor renk sanki kadehe sıvanıp yapışıyor. Böğürtlen ve Tranboz kirazı Taflan lezzetlerinin baskın olduğu güçlü tanenleri ile birçok yeni ve değişik şarap arayışı içinde olan şarap severi fethedecek nitelikte. 2013 fıçıda beklerken ve 2014 de fıçıya girmeyi bekliyor. 2013 Boğazkere kadehte bir baujeaulais gibi taze meyve aromaları ile neşeli bir şarap. Teroir özelliklerinden ve vinifikasyonu nedeniyle farklı bir boğazkere olarak tadıldı. Boğazkere Kızılbel serisinde cabernet ile kupaja da girmiş, yumuşak tanenleri ile dikkati çeken bu şarabın 2012 yılında eser miktarde şekerinin kalması muhtemelen üzümün sıcaklara bağlı aşırı olgunlaşmasıyla ilgili. Cabernet sauvignon kadar beni etkileyen diğer şarap ise yine Kızılbel serisinin Merlot siraz ve öküzgözü kupajı oldu. Dengeli ve gizemli bu kupajın uzun bitişi bizi kendisine ağlaayn özellikleri oldu. Beyazlardan yüksek asitli sauvignon blanc ve isianda roze hem aperatif olarak hem de değişik deniz mahsüllerine eşlik edebilecek şaraplar olarak beğenimizi topladı.
Özet olarak Likya şaraplar tanen açısından güçlü, uzun yıllar yaşlanabilecek nitelikte ve fıçının şarabı ezmesine izin verilmemiş. Çoğu uluslararası ve ülkemizde madalyalarla taçlandırılımış, 26 değişik çeşitle her düzeydeki şarap severe hitap edebilecek, kalite fiyat dengeleri düzgün, değişik üzümleri, deneme bağları, dünyanın en eski bağlarının yetiştiği özel bir teruarda yetişmeleri ve başında da bu işe gerçekten gönül vermiş Burak Özkan gibi genç bir üreticinin hiçbir emekten kaçınmadan bu işi götürme arzusu dikkati çekiyor.
Bu yazı, yeni Türk şarapçılığının yüzünü ağartacak üreticiler arasına son 10 yılda bir yenisinin daha eklendiğinin ve bu ülkenin en eski bağ bölgesinde şahit olduğumuzun resmidir. Bir yandan tüm sorunlara, alkol yasaklarına rağmen gelişen şarapçılık diğer yandan buna tahammül edemeyen sürekli arıza çıkamaya çalışan bir yönetim. Bu filmin sonunu merakla bekliyor ve seyretmeye devam ediyoruz. Aklımıza 4. Murat geliyor, sessizliğimizi koruyoruz.