Yaşayan Efsane Fotoğrafçı; Raymond Depardon
2018 Ocak ayında Paris’te Raymond Depardon’un bir filmi gösterime girdi, üç sergisi açıldı. “Sınır Tanımayan Fotoğrafçılar Örgütü” de Olimpiyat fotoğrafları ile ilgili bir Depardon özel sayısı hazırladı.
Fotoğrafçı, yazar, film yönetmeni Depardon tam teşekküllü bir sanat insanı, bir entelektüel.
Röportaj ve belgesel ustası Depardon’un filmleri birer sosyolojik ders niteliğinde. “12 Gün” örneğin, kendi rızaları dışında akıl hastanesine kapatılan ruh hastalarını konu alıyor . 2013 yılında çıkan bir yasa uyarınca, Fransa’da kendi rızaları dışında ruh hastalıkları hastanesine yatırılan insanların en geç 12 gün içinde durumlarının devamına veya bırakılmalarına karar verecek bir özgürlük veya hüküm hakiminin kararından geçme hakları var.
Depardon’un Cannes’da özel gösterim bölümünde sergilenen filmi çekme kararı altında halen Fransa’da 92 bin kişinin rızaları olmadan akıl hastanelerinde tutuluyor olmaları var. Yine Fransa’da yaklaşık 2 milyon kişi ruh hastanelerine sık sık geliyor. 20 milyon kişi de düzenli olarak sakinleştirici ilaç alıyor. Fransızlar bu konuda dünya birincisi.
FOTOĞRAFA ,SİNEMAYA VE EDEBİYATA ADANMIŞ BİR YAŞAM
Genç yaşta fotoğrafçı olarak atıldığı sanat kariyerinde çok sayıda filme imza atmış Depardon’un sinemadan çok fotoğraf sanatına etkilerini incelemek istiyorum. Kapatılma konusu sadece sinemada değil fotoğraf olarak da ilgilendiriyor Depardon’u. Yaşamı hapishaneler, akıl hastaneleri, mezarlıklar, savaş alanları, mahkeme salonlarında geçmiş. Çad, Angola, Beyrut, Pakistan, İtalya, Ruanda, Polonya gibi farklı ülkelerde gözlemlerde bulunan sanatçı kendini şöyle ifade ediyor; “Ben daha önce gittiğim ülkelere tekrar tekrar gitmekten mutlu olurum. Kendimi evimde gibi hissederim.”
Vietnam ve Cezayir savaş fotoğrafları, çöller, Garet’deki aile çiftliğinden kareler 1942 Villefranche-sur-Saône doğumlu sanatçının arşivinde özel yer tutuyor.
Magnum üyesi olması ve 1966’da Gilles Caron’la kurduğu Gamma ajansı, foto-muhabirlik konusunda ne kadar başarılı olduğunu göstermeye yeter diye düşünüyorum.
Henri Cartier Bresson ve benzeri hümanist fotoğrafçıların karar anı yaklaşımının aksine çoğu fotoğrafı yorumsuz çekiyor. Walker Ewans ve Robert Frank gibi “Ölü anları”ı seviyor ve görüntülüyor. Seyircinin kendisinin karar vermesini bekliyor. Beni en çok etkileyen fotoğrafları da bunlar zaten.
Bu fotoğraflar ile savaş fotoğrafları arasındaki çelişki büyük, ama bir yandan da sanat çerçevesinde bir dengelenme söz konusu.
Henri Cartier Bresson vakfında sergilenen “Traverser” yani “Geçmek” adlı retrospektifi ne kadar büyük bir fotoğrafçıyla karşı karşıya olduğumuzu anlamamıza yetiyor.
Paris’te Mitterand Ulusal Kütüphanesinde “Paysages” yani manzara konulu çok büyük tematik serginin bir bölümünü de Depardon fotoğraflarına ayırmışlar. İlk defa bir araya gelen 60 fotoğrafı büyük bir ilgiyle izliyoruz. Depardon’un tüm fotoğraf geçmişini özetleyen bir retrospektif. Bazı fotoğraflarında zaman durmuş gibi. Romantik fotoğraflar vardır ya işte öyle… Nerdesiniz? Bu dünya mı başka gezegen mi? sorgularsınız. Bazı fotoğrafları öyle işte.
Senegal, Mısır, Eritre, Bolivya, İskoçya, Almanya ve İtalya’da çektiği sokak fotoğrafları daha çok romantik ve siyah beyaz. Bazen de renkli sokak fotoğraflarına rastlıyoruz. Manzara fotoğrafına yaklaşımına tanık oluyoruz. Sade ve sessiz fotoğraflar.
Sokak fotoğrafında izin almadan çekiyor. “Ama sen fotoğrafı çalıyorsun” dediklerinde de “Bunu çalma amacıyla değil fotoğrafın doğal olması için yapıyorum” yanıtını veriyor ve şöyle devam ediyor “Ben kendim de poz verdiğim zaman çok kötüyümdür, durumumun farkındayımdır, şimdilerde selfie’ler fotoğrafı değiştirdiğinden insanlar daha sakin ve gevşemiş duruyorlar.”
Yaşamının çok güzel geçtiğini düşünüyor. Ancak bu yaşta yeniden gezmeye başlasa eski gittiği yerlere gitmeyi tercih edeceğini belirtiyor. Angola’nın güneyine gitmek, yaşamını birlikte geçirdiği eşi Claudine Nougaret’yi Tanzanya’nın Ujiji kentine götürmek istiyor. Gitmek istediği yerler arasında Yemen de var, ama çok tehlikeli buluyor. Amerikalıların Virginia’dan gönderdikleri dronlardan ürküyor. Ortadoğu’da o kadar çekilecek çok fotoğraf var ki ama buralarda fotoğraflar öyle havadan inmiyor. Orada küçük fotoğrafçının tevazuunu göstermek zorundasın.
Depardon’un fotoğrafçı kimliği “Notlar” ve “New-York yazışmaları” adlı iki kitabında ortaya çıkıyor.
Gerçek fotoğrafçı ile hayali arasındaki kişiliği anlayabiliyorsunuz. Sokak fotoğrafı ile görünmeyen hayalet arasındaki ilişkiyi yazılarla kuruyor. Fotoğraf ve yazı ilişkisine önem veriyor.
Depardon’un üçüncü sergisi Hotel de Ville’de, Paris belediyesinin önündeki avluda açıldı. 7 Ocak 2018’e kadar süren sergi 2024 olimpiyatlarını yapmak üzere seçilen Paris’in hazırlıklara başladığının habercisi. Bu nedenle “Sınır Tanımayan Fotoğrafçılar Örgütü” de Depardon’un görev yaptığı 1964’ten 1980’e tüm olimpiyatlardan gönderdiği fotoğraflardan oluşan özel kitabı yayınladı.
Fotoğraf sihirli bir değnekle gelmez. Dolaşmak lazım. Oralarda Depardon yoktur. Adsız kahramanlar vardır.Film yönetmeni, onlarca kitabı olan yazar ve efsane fotoğrafçı Depardon’u, gerçek yaşayan bir sanatçı olarak saygıyla selamlıyoruz.
Not; arzu edilirse başlangıçta Depardon’un iki sözü kullanilabilir.
Seyahat hayatımı kurtardı.
Seyahat, ne turist gibi, ne gazeteci gibi, hiç bir şey beklemeden….
Hiç bir şey kanıtlamaya kalkışmadan.