Wine Paris: Şarabın Yeni Başkenti
10-13 Şubat tarihleri arasında Paris Porte de Versaille fuar alanında yapılan şarap fuarı gerçek bir şenlikdi. Her yer şarap ve türevleriydi. Dünyanın tüm fuarlarını sollayıp tahta oturdu. 3 günde 52 bin ziyaretci ile rekorları kırdı.
Wine Paris: Şarabın Yeni Başkenti
Şarap, her yudumunda bir coğrafyayı, bir zamanı, bir hikâyeyi anlatır. Bağlar, köklerini ne kadar derine salar, ne kadar sabırla beklerse, ortaya çıkan lezzet de o denli güçlü olur. Şarap dünyası da tıpkı böyle… Zaman zaman köklerini derinleştirmek, yerini sağlamlaştırmak için bekler. Ve bazen, bir şehrin sokaklarında, bir fuarın kalabalığında, yeni bir çağ başlar.
Wine Paris’in altıncı edisyonu, işte tam da böyle bir dönüm noktasıydı. On yıllardır Düsseldorf’un ProWein’i, şarap dünyasının ticaret üssü olarak görülüyordu. Ancak Paris, bu yıl kendini kanıtladı: 52.000’den fazla ziyaretçi, 5.300’den fazla üretici katılımcı, yüzlerce anlaşma, binlerce tadım… Artık şarap dünyasının yeni kalbi Seine Nehri kıyılarında atıyor.
Kırmızı Halılar Değil, Ticaretin Ayak Sesleri
Bu yıl fuara gelenler, klasik fuar alanlarında görmeye alıştıkları lüks halıları değil, endüstriyel beton bir zeminle karşılaştılar. Sade, doğrudan ve iddiasız… Ama belki de şarap dünyasının geldiği noktayı en iyi yansıtan detay buydu. Çünkü burası artık bir vitrin değil, bir ticaret meydanı. Buraya gelenler yalnızca şaraplarını sergilemek için değil, yeni pazarlarla buluşmak, anlaşmalar yapmak, bir sonraki yılın yönünü belirlemek için buradaydı.
İlginçtir ki, bu değişimin öncüsü Fransa değil, yabancılardı. Fuardaki uluslararası katılım %45’e ulaştı. Avustralya’dan, Yeni Zelanda’dan, Kaliforniya’dan, Portekiz’den üreticiler, burada kendilerini evlerinde gibi hissettiler. Portekiz Şarapları Derneği Başkanı Frederico Falcão’nun sözleri, bu dönüşümün özeti gibiydi:
“Wine Paris, yalnızca Fransız şaraplarının sergilendiği bir fuar değil artık. Avustralya, İtalya, Kaliforniya gibi büyük üreticilerin burada olması, uluslararası alıcıları çekiyor.”
Pazarları Kontrol Edemezsiniz, Ama İlişkiler Kurabilirsiniz
Şarap dünyasında tek bir gerçek var: Hiçbir şey sabit kalmaz. Pazarlar değişir, tüketim alışkanlıkları dönüşür, trendler gelir ve gider. Ancak kalıcı olan, kurulan bağlardır. Avustralyalı üretici Daevid Warren, bu yıl ProWein’e gitmedi, ancak Wine Paris’teydi.
“Pazarları kontrol edemezsiniz, ama müşterilerinizle ilişkiler kurabilirsiniz,” diyor.
Ve gerçekten de 2025, şarap ticaretinde güvenin yılıydı. Fuarın üçüncü gününde bile yoğunluk azalmadı. Sipariş defterleri doldu, anlaşmalar imzalandı. Univitis’in (Bordeaux, Bergerac ve Duras’taki 1.200 hektarlık bir kooperatif) ticari direktörü Patrice Bodin’in sözleriyle:
“Boş geçen tek bir dakikamız olmadı. Siparişler aldık, ihracat bağlantıları kurduk. Üstelik zamanında gelen müşteriler bile oldu!”
Böylesi bir ekonomik belirsizlikte, Wine Paris’in sunduğu bu dinamizm, sektöre umut oldu.
Yeni Bir Çağın Başlangıcı
Her fuar, bir sahne gibidir. Üreticiler, alıcılar, distribütörler ve eleştirmenler bu sahnede rollerini oynarlar. Ancak 2025’te sahne değişti. Wine Paris artık yalnızca bir fuar değil, küresel şarap dünyasının yeni yön belirleyicisi haline geldi.
Yine de herkes için işler kusursuz değildi. Üçüncü gün ziyaretçi sayısının azalması, Hall 7’deki yönlendirme sorunları, hatta 3 kiloluk bir buz torbasının 16 € olması gibi küçük detaylar eleştirildi. Ancak tüm bunlara rağmen fuarın genel havası netti: Paris, artık şarap dünyasının kaçınılmaz merkeziydi.
Ve şu soru akıllara kazındı: Wine Paris artık bir seçenek mi, yoksa bir zorunluluk mu? Bence şarapseverler için vazgeçilmez bir hedef olması kaçınılmaz.
Gelelim fuar sırasında yaşadığımız güzelliklere…
İlk gün sabah, Château Haut-Brion’un da dağıtıcısı olan Domaine Clarence Dillon’un Château Quintus’u bizi fethetti. Pazarlama Müdürü Nils Vaincot, Haut-Brion ve La Mission Haut-Brion tattırırken Quintus’u tanıttı. O nasıl bir şaraptır! Ne denge, ne zarafet! Aklımız almadı. Haut-Brion’larla sanki yarışıyor, hatta fiyat-kalite dengesi açısından onları geride bırakıyordu.
Ertesi gün, Grand Cru’ler bölgesinde tüm Bordeaux Grand Cru’leri toplanmıştı. “Union” adı altında birleşmişler, kendilerine özel bir bölüm ayırmışlar ve burada seçilmiş ziyaretçileriyle buluşarak şaraplarını tattırıp tanıtıyorlardı. Château Talbot, çok sevdiğimiz bir şaraptır. Sahibi Jean-Paul Bignon ile tanıştık. Aynı şekilde, Saint-Julien’de iki Grand Cru şarabın sahibi Michel Sartorius’un elinden 2. Grand Cru Langoa Barton ve 3. Grand Cru Léoville Barton’u tatma ve kendisiyle sohbet etme fırsatı bulduk. Şarapçılığa “eş durumu” nedeniyle girdiğini anlatan Michel Sartorius, dededen gelen 200 yıllık Château’nun sahibi olan eşi Liliane Barton ile bizi tanıştırdı. Hem şaraplarını tattık hem de derin bir sohbete daldık.
Karşı sırada Smith Haut Lafitte tadımına başlayacaktık ki arkamızdan bir ses bizi uyardı: “Benim standımın önünde elinizde Burgonya haritasıyla ne arıyorsunuz?” Şaka yapan bu bayanın, şatonun sahibi Florence Cathiard olduğunu anladık. Onunla da uzun uzun sohbet ettik. Kızının sık sık Türkiye’ye gittiğini ve bünyelerinde ürettikleri Caudalie güzellik ürünlerinin tanıtım ve dağıtımını yaptığını öğrendik.
Saint-Estèphe’in gururu Château Phélan Ségur’ü ise Eugénie Meynard’ın elinden tattık. Grand Cru’lerle 2010’dan beri yarışan bu Cru Bourgeois, Merlot üzümüne ağırlık verdiğinden zarif, meyvemsi aromaların öne çıktığı, ancak Cabernet Sauvignon’un güçlü yapısını ve konsantrasyonunu da hissettiren büyük, kompleks bir şaraptı.
Son gün, akşam üzeri fuar kapanırken bazı üreticiler şaraplarını ziyaretçilerine hediye etmeye başladılar. Bizim kısmetimize de Château Ramage La Bâtisse’den üç şişe şarap düştü. İhracat Müdürü Hélène Durand’a buradan teşekkür ediyoruz. Aynı şekilde sert alkoller bölümünde bize iki şişe Moldova Konyağı hediye eden Moldovya standına de teşekkür ediyoruz.
İspanyol ve Portekiz şarapları, hatta Amerikan şarapçılığı büyük ölçeklerde temsil ediliyordu. Amerikan şarapçılığının çok hafif, meyvemsi şaraplara yöneldiğini fark ettik. Tabii, Napa Vadisi’nin büyük şarapları da fuarda gövde gösterisi yapıyordu. Vega Sicilia’nın bulunduğu stantta Arzuaga tadımı bizi kendimizden aldı. Kompleksite had safhadaydı!
Bu arada, Türkiye’de çok önemli İtalyan şaraplarının ithalatıyla tanınan Vinotto şirketinin sahibi sevgili Süha Balın ile karşılaşmamız hoş bir sürpriz oldu. Daha çok Loire ve Bourgogne bölgelerinde dolaşmasından, İtalya’dan sonra güzel bir Sancerre veya Chablis peşinde olduğu anlaşılıyordu.
Fuar sırasında tabii ki gözlerimiz memleketimizden üreticileri aradı. Maison Kavaklıdere’ye, Bordeaux’daki şatoları nedeniyle Bordeaux bölümünde rastladık. Kuzubağ Şarapları ise uluslararası bölümde tek başına Türkiye’yi temsil ediyordu. Üzülmedik desek yalan olur. Çünkü Kuzubağ’ın hemen yanında 16 üreticisiyle 2,5 milyon nüfuslu Moldova, onun yanında 6 üreticiyle Arnavutluk, daha ileride ise 14 üreticiyle Ermenistan stantları dizilmişti.
Haziran ayında Dünya Şarap Kongresi’ne ev sahipliği yapacak Moldova’nın standında epeyce oyalandık. Büyükelçiliğin bir görevlisini üç gün boyunca orada bulundurmasını takdir ettik. Cricova şaraplarının méthode champenoise ile yaptığı mükemmel köpüklü şarapları nasıl 10 euronun altında dünyaya sattığını anlamakta zorlandık. Muhtemelen milyon şişe hacmindeki üretim, fiyatları düşük tutmalarına yardımcı oluyor. Mimi adlı üreticinin Governoradlı kırmızı şarabı da damaklarımızı şenlendirdi diyebiliriz.
Lübnan, Gürcistan, Macaristan, Yunanistan ve Slovenya da oldukça fazla üreticiyle temsil ediliyordu. Onların da bazı şaraplarını tatma şansımız oldu. Yunanistan’ın Santorini Adası’nda yetişen Assyrtiko üzümünden yapılan muhteşem şaraplarının tadına bakarken, Santorini çevresindeki depremlerin dinmesini diledik.
Önümüzdeki yıl bu olağanüstü fuarda çok daha fazla Türk üreticiyi görmeyi umuyoruz. Şarapseverlere, şubat ayının ikinci haftasını şimdiden ajandalarına yazmalarını öneriyoruz.