Ünlü Fotoğrafçıların Kariyerlerinde Ailenin Etkisi

Ünlü Fotoğrafçıların Kariyerlerinde Aile Etkisi

Özünde her karede bir hikaye anlatan  fotoğrafçılık dünyasında, Annie Leibovitz ve Steve McCurry gibi ünlü fotoğrafçılar kendi  vizyonlarıyla kendilerine özel bir yer edinmişlerdir. Bu etkileyici görüntülerin arkasında, sanatçı biyografilerinde bazen göz ardı edilen ancak güçlü bir etkiye sahip olan ailelerinin mutlaka bir  etkisinin olduğunu düşünmekteyim . Bu yazıda, aile mirasının bu fotoğraf ikonlarının kariyer yollarını nasıl şekillendirebileceğini anlatmaya çalışıyorum.

Genç Terry Richardson, ünlü fotoğrafçı Bob Richardson’ın oğlu olarak, babasının sanatsal mirasının gölgesinde büyümüştür. Babasından aldığı sadece bir sanatsal miras değil, aynı zamanda sanat dünyasıyla erken yaşta tanışmasını sağlayan bir dizi ilişki ve deneyimdir. Bu ailesel destek, duygusal destekten de öteye giderek önemli ekipmanların alımı için mali yardımı da beraberinde getirmektedir. Dahabaşka etkiler olduğu da tabii ki düşünülebilir.

Şimdi de Andreas Gursky’i düşünün, çocukluğundan itibaren ailesinin ticari fotoğrafçılık işiyle iç içe büyümüş ve erken yaşta görsel dünyaya sıkı bir ilişki kurmuştur. Bu gibi ortamlar sanatsal  ilgi uyanması konusunda çok bereketli bir zemin oluşturuyor ve genç yaşta ciddi bir duyarlılığa yol açmıştır.

Ancak, tabii ki böylesi aile hikayeleri evrensel bir sabit değildir. Steve McCurry ve Sebastião Salgado gibi fotoğrafçılar,   geleneksel  yollarından uzaklaşarak kendi yollarını çizmişlerdir. Başarıları, doğrudan bir sanatsal aile mirasıyla bağlantılı olmayıp  cesur kararlar ve üstesinden gelinen kişisel zorluklarla örülmüş muhteşem bir mozaiktir.

Bazı durumlarda, aile fotoğrafçı için bir ilham kaynağı haline gelir. İlişki dinamikleri, kuşaklar arası hikayeler ve kişisel deneyimler, bir fotoğrafçının eserlerinde hissedilebilir. Jacque Henri Lartigue örneğinde olduğu gibi dokunulabilir bir gerçeklik ve duygu katıp fotoğrafçıların sanatlarına derinlik katmanları ekleyebilir.

Bir ailenin kültürel ve sosyal çevresinin etkisini de küçümsememek gerekir. Göçler, gelenekler ve hatta sosyoekonomik mücadeleler bir sanatçının bakış açısını etkileyebilir ve eserlerine de bir şekilde yansıyabilir.

Sonuç olarak, bir fotoğrafçının kariyeri, genellikle aile mirasının somut veya ince iplikleriyle renklenir ve şekillenir. Yine de, başarılarının temelinde  aile ortamının oynadığı role bakılmaksızın tutku, yetenek ve azim ön planda gelir. Bu şekilde aileden gelen miras ve bireyselliğin kimyası birbirine karışarak, fotoğraf dünyamızın büyük ustalarını yaratır.

İsterseniz bu ustalar kimler ve nasıl ortamlardan gelmişler kısa bir göz atalım;

Annie Leibovitz: 1949 doğumlu Leibovitz, Yahudi kökenli bir aileden geliyor. Babası ABD Hava Kuvvetleri’nde yarbay olduğu için aile sık sık taşınmak zorunda kalmış.

Mario Testino: Peru’da İtalyan ve İrlanda kökenli bir ailede doğan Testino, zengin ve çeşitli bir kültürde büyümüş, bu da muhtemelen moda alanındaki çalışmalarını etkilemiştir.

Steve McCurry: McCurry, ABD’nin Pensilvanya eyaletinde doğdu. Ailesinin özel kökenleri hakkında çok fazla kamuoyuna açık bilgi yok, ancak sinema ve fotoğrafçılık eğitimi aldığı biliniyor.

Richard Avedon: Avedon, Rus Yahudi bir aileden geliyor. Babası bir giyim mağazası sahibiydi ve annesi giyim üreticileri bir aileden geliyordu.

Peter Lik: Lik, Çek göçmeni olan ebeveynlerin Avustralya’da doğmuş bir çocuğu. Genç yaşta fotoğrafçılığa ilgi duymaya başlamış.

Andreas Gursky: Almanya’da doğan Gursky, ticari fotoğrafçılıkla uğraşan bir ailede büyümüş, bu da muhtemelen ona erken yaşta fotoğrafla tanışmasını sağlamıştır.

Terry Richardson: Ünlü fotoğrafçı Bob Richardson’ın oğlu olan Terry Richardson, muhtemelen ailesinin sanatsal çevresinden etkilenmiştir.

Cindy Sherman: New Jersey’de doğan Sherman, nispeten normal bir Amerikan ailesinden geliyor. Sanata olan ilgisi, kendi keşifleri ve kişisel meraklarından doğmuş gibi duruyor.

Sebastião Salgado: Brezilya’da doğan Salgado, önce ekonomi okumuş, daha sonra fotoğrafçılığa yönelmiştir. Ailesinin özel kökenleri hakkında çok fazla bilgi yok.

Ansel Adams: Adams, San Francisco’da zengin bir ailede doğdu. Babası iş adamıydı ve ailesi sanat topluluğunda yer alıyordu.

Jacques Henri Lartigue, fotoğrafçılığı 6 yaşında babasından öğrendi. Oğlunun fotoğrafa olan ilgisine duyarsız kalmayan varlıklı babası , 1902’de 8 yaşına geldiğinde ona ilk fotoğraf makinesini verdi. O andan itibaren, araba gezileri, aile tatilleri ve hepsinden önemlisi ağabeyinin icatlarını fotoğtaflayarak çocukluk hayatındafotoğraf makinesini elinden hiç bırakmadı.

Henri Cartier Bresson, daha çocukluğunda  Brownie marka fotoğraf makinesi vardı. Profesyonel anlamda fotoğrafçılığa 22 yaşında  başladı.

Tabii ki bu liste uzayıp gidebilir. Ancak söylemeye çalıştığım çocukluk çağında çocuğa verilecek bir fotoğraf ve sanat sevgisi yeteneki ve arzusu olan çocukların ileride sürüden ayrılarak fotoğraf alanında önemli bir yere gelebilecekleridir. Ailesinde çocukluğu sırasında fotoğraf sevgisi aşılanmamış ama çok başarılı olmuş fotoğrafçılar yok mudur? Olmaz mı? Var tabii ki. Hem de istisnalar kaideyi bozmaz diyebileceğimizden çok daha fazla. O zaman bu yazıyı neden yazdığımı merak ediyorsunuzdur. Pazar keyfi olsun işte…. Bu noktaya kadar okumaya devam edenlere de teşekkür ederim…

Herkese aydınlık, güzel ışıklı pazarlar…

Annie Lebowitzch

Annie Lebowitz

Steve Mc Curry

Ansel Adams

Andreas Gursky

Henri-Cartier Bresson

Sebastian Salgado

Richard Avedon

Jacques Henri Lartigue

 

Cindy Sherman