Otoportre 2

Otoportre konusu açılmışken devam edelim.

Otoportre, bireyin hem kendini anlamasını hem de bunu dünyaya anlatmasına izin veren bir sanattır. Otoportrede sıra dışı ve cesur ifade biçimleri ortaya çıkar. Estetik kaygılardan arınmış bir dürüstlükle kendi iç yüzümüzü tanıma fırsatı buluruz.

Kendi Gölgenle Tanışmak (Jung a gidelim)

Bir duygu nasıl görünür?
Neşenin bir şekli var mıdır?
Üzgün bir ağız ne zaman gerçeğe dönüşür?
Fotoğraf makinesi, yalnızca bir makine değil; seninle senin arana girmiş büyülü bir aynadır.

Ve otoportre…
Cesaretin başladığı, maskelerin düştüğü, içsel bir yolculuğun ilk adımıdır.
Model sensin.
Seyirci de sensin.
Ve perde kapanmayacak – çünkü gerçek  sahnede.

İnsan bedeninin garip bir özelliği var:
Kendi yüzünü göremez.
Bir ömür boyunca kendine yabancı yaşarsın, ta ki o ilk kareye dek…
Aynaya baktığında gördüğün şey, aslında seni ters yüz eden bir yanılsamadır.
Simetriyle kandırılmış bir gölge.

Ama kamera başka.
Kamera seni durdurur.
Zamanı keser, seni sana geri verir.
Fotoğraf bu yüzden devrimdir:
İnsan ilk kez kendiyle göz göze gelir.

Peki ya duygular?
Nasıl gösterilir öfke ya da coşku?
Bir gülümseme yeter mi neşeyi anlatmaya?
Cevap: Hayır.
Yüz, oyuncudur;
ama gerçek duygu, içerden gelir – bir an gelir ki sahte gülümsemeyi yırtar geçer.

Ve korku…
En sadık yoldaşımız.
Otoportrede ilk karşımıza çıkan o olur genellikle.
Ama korkuyla tanıştığımızda, onu anlamaya başlarız.
“Merhaba Sayın Korku,” deriz,
“Ben geldim, kendimi çekmeye.”

Bazı otoportre fotoğrafçıları
Poz vermez, dururlar.
Süslenmezler, kendilerinden soyunurlar.
“Bedenim benim oyuncağım değil, olsa olsa varlığımın kanıtıdır,” der gibi.
Kendini süslemeyen bir yürek, kendini gizlemeyen bir beden…
İşte gerçek otoportre orada başlar.

O halde bir öneri:
Filtreleri kaldır.
Gülümsemek zorunda değilsin.
Modellik yapmıyorsun.
Sadece… kendin ol.

Kendini çekiyorsun.

Deklanşör.

Klik