EKSPRESYONİST BAKIŞ

EKSPRESYONİST BAKIŞ

Ekspresyonizm, sanatçının iç dünyasında fırtınalar estiren duygu ve düşünceleri, dış dünyanın gerçekliğinden çok daha ön planda tutarak görünür kılmayı amaçlayan bir sanat akımıdır. Gerçekliği olduğu gibi göstermektense, sanatçının içsel evrenini, duygularının yoğunluğunu izleyiciye aktarmayı hedefler. Esasen, insanın derinliklerindeki o çeşitli halleri dünyaya anlatma arzusudur söz konusu olan.

Ekspresyonist eserler, çoğunlukla insan ruhunun karanlıklarında saklı kalan trajedileri ortaya çıkarır. Resmedilen figürler, genelde varoluşun ağırlığı altında ezilen, acı çeken, içsel fırtınalarla baş etmeye çalışan insanlardır.

Bu bakışın en güçlü örneklerinden biri, Norveçli sanatçı Edvard Munch‘un (1863-1944) eserlerinde karşımıza çıkar. Munch, yalnızlık ve derin acının resimlere bürünmüş halidir adeta. Kendi ruhsal çalkantılarını, zihinsel sağlığıyla verdiği mücadeleyi, tuvallerine aktarırken; izleyiciye sadece bir resim sunmaz, o duygunun içine çeker, kendi yalnızlığını ise onlarınkine ekler.

Hastalık, çaresizlik, yalnızlık ve insan olmanın getirdiği derin sorunlar, ekspresyonist bakışın ana konuları arasında yer alır. Burada anlatılmak istenen yalnızca bireysel bir hikâye değil; insan olmanın yarasıdır sanki.

Ekspresyonist bakış, tıpkı resim sanatındaki gibi, izleyiciyi sanatçının ruhi durumuna ortak ederken, bir yandan da görünmeyeni görünür kılar. Anlatı, yalnızca bir ifade biçimi değil, aynı zamanda bir iyileşme, bir içsel dönüşüm sürecidir. Sanatçı, acısını dışa vurarak hem kendini hem de izleyiciyi iyileştirir. Belki de tam da bu yüzden, ekspresyonist bakış, hem aktaran hem de tanık olan için şifadır diye düşünebiliriz.

“Baktığın şey var olur; bakılan şey iyileşir.”
(Amparo Muñoz Morellà)

Ve bazen, hayatın en sarsıcı darbeleri bile sanata dönüşebilir. Bunun en güçlü örneklerinden biri, Dorothy Shoes‘un sözlerinde saklıdır:

“Multiple Skleroz tanısı almanın yarattığı şoktan kurtulduktan sonra önümde iki yol vardı: Ya yastığımı gözyaşlarımla ıslatacak ya da kendi silahlarımla savaşacaktım. Kısa sürede fark ettim ki, sanatçı kimliğim bana en güçlü silahı veriyordu: Dönüştürme gücü. Bende korkunç bir teşhisi , yaratıcı bir malzemeye dönüştürme fikri işte böyle doğdu.”