BİR SERGİ, ÜÇ DÜŞÜNCE…
Ünlü amerikan fotoğrafçısı Walker Evans’ın Avrupada yapılan en büyük retrospektif sergisini 2 kez gezdim, kafamda üç düşünce ile evime döndüm. 400 ü aşkın fotoğraftan oluşan çeşitli belgeler, mektuplar ve farklı görsellerle desteklenmiş bu sergi 26 Nisanda başladı, 14 ağustosa kadar devam edecek. Yolu Paris’e düşecek fotoğraf severlere bir fırsat yaratıp Pompidou Çağdaş Sanat merkezine uğramalarını şiddetle öneririm. Sadece Walker Evans’ın sergisini görmekle kalmayacaklar, son yıllarda yıldızı çok yükselen David Hockney’in sergisini, Steven Pippin’in optik sapmalar sergisini, Ross Lovegrove’un 3D print sanat eserlerini görme fırsatını da yakalayabilecekler.
Önce Walker Evans’ın bana düşündürdüklerinden başlayalım. Walker Evans, Dorothea Lange gibi Amerika büyük krizi sırasında vahşi batıya giderek orada zor durumdaki ailelerle birlikte yaşayarak o döneme şahitlik eder. Fotoğrafları o zor günlerin birer belgesidir. Daha sonra “Fortune” dergisinin projelerini yapar ama bu onu mutlu etmez, dergiden ayrılır. Kendi yoluna gider. Kendi yolu sıradanlıkların fotoğraflandığı, vernaküler fotoğraf denilen bu sıradanlıklar içinden güzellik çıkartma arayışıdır. Evans vernaküler fotoğrafı konu olarak da kullanır, yöntem olarak da değerlendirir. Amerika uzun, bitmek yolların kenarlarındaki binaları, otelleri, reklam panolarını, kaldırımları, vitrinleri, ahşap kiliseleri konusu olarak ele alır. Yoldan geçen sıradan kişileri durmadan fotoğraflar. Bir taraftan da sahaflar ve bir pazarlarından sıradan fotoğraf ve kartpostalları satın alır. Sıradan konulardan büyük koleksiyonlar oluşturur. Primitif maskeler, ferforje bahçe sandalyeleri, çeşitli alet ve edevatlar fotoğraflarında kendilerini natürmort olarak yer bulmuştur.
Evans’ın gençlik yıllarında yolu Paris’e düşer. Aslında kendisi fotoğrafçı değil yazar olmak istemiş bu nedenle Paris’e gelmiştir. Charles Baudelaire ve Flaubert hayranıdır. İyi derecede fransızca bilmektedir. Paris‘te Atget’yi tanır ve onun fotoğrafçılığın beğenir. Ancak kader onu yazar değil çoğu fotoğrafçının hayran olduğu ve ilham aldığı fotoğrafçı yapacaktır. Etrafındaki arkadaşlarının çoğu yazardır. James Atgee’nin yazdığı “Let Us Now PraiseFamous Men” adlı eser Walker Evans‘ın fotoğraflarıyla piyasaya çıkmış Farm Security Administration ve Amerikanın kriz dönemini anlatan çok önemli bir eser olarak günümüze kadar ulaşmıştır. Bu eser daha sonraları o kadar tutulmuştur ki bu kitaptan esinlenerek Aaron Copland “The Tender Land” adlı operasını yazmış, William Christenberry ise fotoğrafçı olmaya karar vermiştir.
Sergi de 1970 başında yaşam öyküsünü anlattığı bir filmini izleme şansını buldum. Bu noktada ikinci şaşkınlığı yaşadım. Filmi Sedat Pakay çekmiştir. Dünyada en önemli 10 türk fotoğrafçısı içine adını yazdırmış Sedat Pakay Türkiyede yeterince tanınmamaktadır. Oysa MOMA da ve Smithsonian müzede eserleri vardır. Walker Evans’ın öğrencisi olmuş ve bu sırada onu anlatan bir film çekmiştir. Walker Evans Amerika adlı 57 dakikalık film bizim kuşak fotoğrafçıların ilham kaynağı olan bu ünlü fotoğrafçının yaşamını anlatmaktadır. Pakay, James Baldwin’i İstanbulda kaldığı sürece yaşamının değişik anlarını fotoğraflayarak ve filme çekerek onu da belgelemiştir. Geçen yıl kaybettiğimiz Pakay’ın diğer bir belgeseli de Bauhaus hocalarından renk teorisyeni, yazar ve ressam Joseph Albers ve eşi tekstil sanatçısı Anni Albers’in yaşamlarını ve eserlerini belgeleyen tek eserdir.
Pompidou Çağdaş sanat merkezi sanat ve fotoğrafı seviyorsanız sıkılmadan saatlerce hatta defalarca gezebileceğiniz 6 katlı bir mekan. Sürekli eserler sergilenen çağdaş sanat müzesi dışında kütüphane ve kitapçısı çeşitli konferans salonları var. Sergi salonlarından bir tanesi sürekli değişen fotoğraf sergilerine ayrılmış durumda. Büyük sergi salonunda Walker Evans devam ederken bu küçük fotoğraf sergi salonunda ise Steven Pippin adlı marjinal fotoğrafçının “Optik sapmalar” adlı biraz sapkın sergisini de gezmek mümkün. Bu sergi de doğrusu beni derin düşüncelere daldırdı. Bu sergide sanatçının deneysel fotoğraf çalışmaları sergileniyor. Fotoğrafa dair düşünmeyi seven kişiler için burada çamaşır makinesi, küvet ve pisuvarların nasıl stenope haline gelip sifonu çekince içine konulmuş hassas film tabakasının gelen su ve kimyasal ile fotoğrafa dönüştüğünü izleyebiliyorsunuz. Pippin’in non-kameraları ve felsefi kameralarını da burada görebilirsiniz. Dediğimiz gibi Paris’e yolu düşen fotoğraf düşkünleri Pompidou sanat merkezine uğramayı unutmayın lütfen.