Belgesel Bakış

Bundan önceki yazımda bakışın ne olduğuna genel bir bakış atmıştım. Şimdi fotoğrafçı olarak ilerlemek fotoğraf üzerinden bakışları dört bçlümde incelemke istiyorum.

Bazı bakışlar vardır ki, dünyaya yalnızca görmek için değil, anlamak ve anlatmak için yönelir. Belgesel fotoğrafçılık, işte tam da böyle bir bakıştır: Görmenin ötesine geçer, insanlığın saklı yaralarını, suskun acılarını, unutulmuş köşelerini göstermeye çalışır. Her kare,  bir tanıklıktır; sözcüklere sığmayan gerçeklerin  çığlığı olarak kabul edilebilir.

Belgesel fotoğraf, yalnızca bir görüntü değil, aynı zamanda bir vicdanın da aynasıdır. İnsanlığın karanlıkta kalan yüzünü, gölgelerin altındaki hayatları ortaya çıkarır. Savaşın tam ortasında, yıkıntıların içinde, gözyaşının ve direnişin anlatmaya çalışır. Orada, fotoğrafçı yalnızca bir izleyici değildir; dünyanın acısını omuzlarında taşıyan, gerçeğin soğuk nefesiyle yüzleşen bir tanıktır. Burada bir kitap okuma önerisi kaçınılmaz olacaktır.

Susan Sontag’ın “Başkalarının Acılarına Bakmak” (İngilizce özgün adıyla Regarding the Pain of Others, 2003) adlı eseri, görsel kültür, etik, savaş, şiddet ve fotoğraf sanatı üzerine  düşünceler içeren, modern düşünce tarihinin önemli kitaplarından biridir. Sontag, bu eserinde savaş fotoğraflarının, acı ve dehşet görüntülerinin bireysel ve toplumsal hafızada nasıl yer edindiğini, nasıl kullanıldığını sorgular.

Ve bazen, kameranın kendisi de bir zırh olur. Hayatın dayanılmaz ağırlığına karşı, fotoğrafçı ile dünya arasına gerilmiş ince bir perde… Gördüğü şeyin yakıcılığına dayanabilmek için fotoğrafçı bu kalkanı kullanır. O yüzden belgesel bakış, hem yaklaşan hem uzak duran, hem sarılan hem de kendini koruyan ikili bir harekettir.

Her fotoğraf, zamana bırakılmış bir sorudur: “Ben bunu gördüm, peki şimdi siz siz ne yapacaksınız?”
Bu yüzden belgesel fotoğraf, yalnızca belge değil; bir çağrıdır. Bir başkaldırıdır, bir yüzleşme davetidir… Bu daveti insan oılarak karşılıksız bırakmamak durumundayız.

Belgesel bakışın en güçlü ifadelerinden biri foto-röportajlardır: Fotoröportajlar ve fotomuhabir farklı bir yerdedir, ünlü fotoğrafçımız Ara Güler kendisine her fotoğraf sanatçısı diye hitab edildiğinde tersler ve ¨ben fotomuhabirim¨ diyerek kendisini farklı bir yerde konumlandırırdı. Fotoröportajlar, bir olayın, bir hayatın, bir felaketin ya da umudun peşinden giden bir görsel anlatıdır. Kimi zaman bir annenin kucağındaki çocuğa, kimi zaman enkazlar arasında yürüyen bir adama odaklanır. Ama ne olursa olsun, insanı merkeze alır; insanın kırılganlığını ve gücünü aynı anda gösterir. Burada da Dororthea Lange’ın 1936 da Nipomo, California’da çektiği Migrant Mother adlı fotoğrafınıa bakmanızı öneririm.”Göçmen Anne”, 20. yüzyılın en ikonik ve en güçlü fotoğraflarından biridir. Büyük Buhran sırasında  çekilmiştir. Bu eser, zorluklar karşısında direnişin, acının ve insan onurunun bir sembolü hâline gelmiştir.

Bugün, Tom Stoddart’ın Saraybosna Kuşatması sırasında çektiği fotoğraflar gibi fotoğraflar da , sadece o dönemin değil, tüm insanlığın belleğine kazınmış görüntülerdir. Onlar bize, unutmamak için bakmamız gereken yerleri gösterir.

KUKES, Arnautluk Nisan 1999:

Mayıs 1999 Makedonya

Mayıs 1999 Makedonya

Belgesel fotoğrafçılık, işte bu yüzden bir hakikat sanatıdır. Dünyanın suskunlaştığı yerde, bakışıları uzaklara değil, tam da  kalbine yönelten fotoğrafçıların ve sinema yönetmenlerinin sanatıdır. Ve her karede, sorulmamış sorular saklıdır:
“Gerçeği gördüğünde, gözlerini kapatacak mısın, yoksa bakmaya devam mı edeceksin?”

Konuyu fazla uzatmadan büyük bir savaş fotoğrafçısı Don MC Cullin ile ilgili yazdığım eski bir yazının linkini de buraya koyayım.