Apocalypse; Kıyamet, öncesi ve sonrası
Fransız Milli Kütüphanesi veya BnF, 4 şubat ve 8 Haziran tarihleri arasında Apocalypse Dün ve Yarın adlı bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Kıyametin öncesini ve sonrasını bize çeşitli sanatsal öğelerle göstermeye çalışan bu sergiyi gezdim. İnsanlığın en eski korkularından birine, Kıyamet konusundaki bu sergi ilk bakışta, dünyanın sonunu anlatmaay çalışıyor gibi duruyor. Ancak kökenine indiğimizde, Yunanca apokalypsis kelimesinin “açığa çıkarma” ve “vahiy” anlamına geldiğini görüyoruz. Hristiyanlıkta, özellikle de Vahiy Kitabı’nda, bu kelime yalnızca bir yıkımı değil, bir hakikatin açığa çıkışını da simgeliyor. Orta Çağ’dan günümüze, sanatçılar Kıyamet konusunu ele aldıklarında bu çift anlamlılık içinde hareket etmiş, korku ve umudu, yıkım ve kurtuluşu iç içe geçiren imgeler yaratmışlardır.
Bu sergi, kıyameti,n sanatçılarda uyandırdığı hayal gücünü göstermeyi amaçlıyor. İnsanlık tarihinin bilinçaltındaki büyük felaketleri ve sanattaki izlerini araştırıyor. Bir tarafta mahşerin atlıları, düşen yıldızlar, dev canavarlar, diğer tarafta ise felaketten doğan yeni dünyalar, yeniden yazılan kaderler…
MÜHÜRLER VE ESKİ KORKULAR
Apokalips’in merkezinde, Yuhanna’nın Vahiyleri yer alır. Kehanete göre, İsa’nın temsilcisi olan Kuzu, dünyanın kaderini belirleyen yedi mührü tek tek açar. Her mühürle birlikte, insanlık yeni bir sınavdan geçer.
Dördüncü mühür açıldığında, ölüm sahneye çıkar. Albrecht Dürer’in ünlü gravüründe, Ölüm, derisi kemiğine yapışmış solgun bir atın üzerinde belirir. Bu figür duraksar, adımları tereddütlüdür. Çan sesiyle geleceğini haber veren bu ölüm, kaçınılmaz mıdır? İşte soru budur
Zaman boyutunda düşünürsek, bu imgeler yalnızca dinsel kehanetlerin değildir. Savaşların, salgınların ve doğa felaketlerinin de bir yansımasıdır. Her çağ, kendi kıyametini bekler.
TROMPETLER VE KOZMİK ÇAĞRILAR
Yedinci mühür açıldığında, gökyüzünde yedi melek belirir. Trompetler çaldıkça, dünya kaosa sürüklenir: Gökten ateş yağar, denizler kabarır, şehirler yutulur.
İngiliz ressam Henry Howard’ın tablosunda, altıncı melek zincirlenmiş dört meleği serbest bırakmak üzeredir. Ama belki de en ürkütücü olan, onların da ne yapacağını bilmemektir. Sanat, izleyicinin hayal dünyasını da harekete geçirir: Kaçınılmaz olanı görmek mi daha korkutucudur, yoksa bilinmeyene doğru bakmak mı?
Bilim, bugün bu kozmik olayları açıklayabiliyor. Ama yine de, ardında ateş izleri bırakan bir göktaşı, bir süpernova patlaması, bir kara deliğin yutucu gücü… İnsan aklının derinliklerinde hâlâ o eski korku mevcut. Sanatta ve edebiyatta sıkça karşımıza çıkan bu imge yani Kıyamet düşüncesi hiç bir zaman değişmeyecek bir şekilde insanoğlunun hafızasına kazınmıştır.
KÂSELER VE BABİL’İN ÇÖKÜŞÜ
Vahiy’deki kehanete göre, Tanrı’nın gazabı dünyaya kâseler aracılığıyla dökülür. Toprak titrer, sular zehirlenir, şehirler yok olur.
Babil’in çöküşü, yalnızca bir kentin yıkımı değil, insanlığın kendi kurduğu medeniyetin çöküşü hakkında bir metafordur. İnsanın inşa ettiği her şey, bir gün yine insanın ellerinde yıkılacaktır? Laurent Grasso’nun resimleri, farklı çağlara ait imgeler arasında bu soruya cevap arıyor.
SONRASINDA NE OLACAK?
Her felaketin ardından gelen bir soru vardır: Yeniden başlamak mümkün mü?
Kimi sanatçılar, kıyametin son değil, yeni bir başlangıç olduğunu söyler. Kimi ise, insanlığın kendi kendini yok etmeye mahkûm olduğuna inanır.
Kiki Smith’in eserinde, Apokalips sonrası yeni bir dünya hayal ediliyor: Eski simgeler arasında, yılan ve kadın bu kez barış içinde bir arada görünürler. Zamanın sonsuzluğunda, geçmiş ve gelecek birleşir.
Belki de Apokalips ya da Kıyamet, sonun değil, hakikatin açığa çıkışının bir anlatısıdır. Ve belki de kıyamet, ancak biz ona hangi anlamı yüklersek odur. Zevkle gezilecek insanı gelecekle, zamak kavramı ile ilgili düşüncelere sevk eden bu güzel sergiyi gezmekten dolayı mutluyum.