Kopuş/Çözülme; Clotilde Leguil’in son kitabı üzerine düşünceler…
La Deprise= Kopuş/Çözülme; Clotilde Leguil’in kitabı üzerine düşünceler…
Clotilde Leguil’in La Déprise (Seuil, 12 Eylül 2025) adlı eseri şu an için Türkçeye resmî olarak çevrilmedi. Zaten Fransızca baskısı da çok yeni çıktı ve Fransız basınında tanıtıldı.
Aşk, çoğu kez büyük sözlerin ve küçük jestlerin birbirine karıştığı bir olgudur. Orada ilk temas çok hızlı olur: bakışların delip geçmesi, sesin gövdemizi titretmesi, dilin kıvrım kıvrım kıvrılması vs vs devam eder gider. Clotilde Leguil’in La Déprise’ adlı yeni kitabını adı bu ancal La Deprisei türkçeye çevirmek kolay olmayabilir. Ben Kopuş/Çözülme yi tercih ettim. İlk temas çok hızlı olur demiştik. Bence bu hız aslında üç evreye bölünüyor: önce prise=ele geçiriliş, veya yakalanma; sonra emprise=tahakküm, yani bu yakalanışın tahakküme dönüştüğü o görünmez durum; en sonunda déprise=Kopuş/Çözülme, sonuçta çözülme, geri çekilme, derin bir nefes alma tekniği olarak düşünülebilir. “Teknik” diyorum, çünkü Leguil, özgürlüğü bir kaçış olarak değil, öğrenilen bir şey olarak veriyor bize. Kulağa romantik gelmeyebilir; ama insanın kendi hayatıyla kurduğu en saygılı ilişki, çoğu zaman romantizmi kısarak başlıyor. Örneğin gönderilien bir mektubun yoğunluktan veya başka bir nedenden okunmaması gibi, veya okunup da yorumsuz veya karşılıksız bırakılması gibi.
Aşkın ilk evresinde –yakalanma– zamana karşı küçük oyunlar oynarız. Cümleler hızlanır, kararlar kestirme yollardan ilerler, benzeyen şeyler birbirine yapışır. Bu yapışma, insana kendini canlı hissettiren o tatlı sarhoşlukla taşınır. Fakat ikinci evrede –tahakküm– yani kabul edişin ritmi tekdüzeleşir; “evet” aynı hep sesle tekrarlandığında “hayır”ın yok olur. Tahakküm her zaman bağırmaz; çoğunlukla iyi niyetin diliyle konuşur, “sadece seni düşünüyorum” gibi cümleler kurar, yer yer şefkatli görünür. Şefkat de her ne demekse? Tam da bu yüzden şefkatin tespiti zordur: şefkatin içinden geçen her hangi bir iktidar, ışığını kendi üzerine değil, seyirciye çevirir. Bu da yanılgıya neden olur.
Leguil’in önerdiği –yakalanma– burada devreye giriyor. Çözülme, tek hamlede kapıyı çarpıp çıkmak değildir; bakışı geri almak, ritmi yavaşlatmak, sözün dilini ayarlamakla başlar. Ben buna “temas kopyası” etiği diyorum: bir fotoğrafçının tek kareye seçmek için önce tüm kareleri masanın üstüne yan yana serip bakması gibi. İlişkinin içinden seçtiğimiz en güzel ânı veya anıyı değil, gölgede kalan ayrıntıları da görmeyi öğrenmek gerektiğini düşünüyorum. “Bu cümleyi neden bu hızda kurdum?”, “Bu sessizlik kimin yararına çalışıyor?”, “Bu iltifatın içinde benden eksilen nedir?” gibi sorularını masaya yatırmak önemli diye de düşünüyorum. Kopuş/Çözülme, özetle, öznenin kendi arşivini yeniden düzenlemesidir diye düşünebiliriz.
Bu çerçeve yalnızca aşkı açıklamaz, içinde yaşadığımız kültürel alanı da değerlendirir. #MeToo’nun gösterdiği şey, kişisel olan şeylerin hepsinin politik olduğudur. Kamusal alanın dilini ise özel şeyler belirler. Medya ve ekran ekonomisi de bu üç evreyi kendi mantığıyla arttırır: Yakalanma, bakışı yakalayan kaydırma hareketidir; Tahakküm, bildirimi susturamadığımız, “şimdi olmaz” “Hayır” diyemediğimiz o küçük esarettir. Çözülme ise yeni bir rejimi kurma cesaretidir. Zamanı parçalamak, susmayı bilerek seçmek gibi küçük jestler ancak tekrarlandıkça güçlenir. Clotilde Leguil disiplin dediği şey budur: ısrar etmek erdemli bir duruştur. Bu erdem peşinden ritim olarak özgürlüğü getirir.
Rıza dediğimiz durumun payandaları işte burada görünür olmaya başlar. Aşk literatürü bize çoğu kez büyük bir tutkunun ne olduğunu öğretir. Halbuki ilişkiyi taşıyan esas payanda, aralardaki sessizliklerdir. “Her zaman özgür ve bilgilendirilmiş rıza göstermek” lafı kulağa sağlıklı gelir ama gündeliğin içindeki otomatik olarak onaylanmaz. Bazen sevgilinin arzusu o kadar yoğundur ki kendi iç sesimizi duyamayız. Bazen de kendi arzumuzun yankısına kapılıp tartışmayı keseriz. Çözülme/Kopuş, bu iki uç arasında bir yerlerdedir: “Kendi arzumun sesini yükseltirken, sevgilimin sesiniı nasıl duyacağım?” sorusunun cevabını aramaya ve bulmaya çok uzun süre ayırıp antreman yapmak gerekir .
Leguil’in sayfalarında dolaşan edebiyat ve kuramlar temelde şunlar. “Ernaux’nun dürüstlüğü”, “Laclos’nun entrikas”ı, “Zweig’ın zarafeti”, “La Boétie’nin gönüllü kulluk sorusu”, “Freud ve Lacan’ın dil ve arzu mecraları”. Bunların hepsi tek bir şeyi söylemek ister: aşk, sadece ötekinin kabulü değildir; aynı zamanda kendine de verilen bir onaydır. Bu cümleyi biraz açmak isterim. Kendini kabul, narsisistik bir şey değildir; bilakis, kendini tartışmaya açmaya, değişmeye, yeni sınırlar çizmeye razı olmaktır. “Ben buyum” “beni böyle kabul etmelisin”diye posta koymak değil, “benim ‘ben’im de zamanla bozulur yeniden kurulur, yanılır, yeniden düzelir” demektir. Bu yüzden Kopuş/çözülme, bir karakter gücü değil, zamanın bizi terbiyesi etmesidir.
Kendi pratiğimden biliyorum: fotoğrafta bakışımızı yeniden değerlendirmek, kadrajın dışına da sorumluluk duymayı öğretir. Parlak olanı kısmak, gölgedeki ayrıntıyı görünür kılmak; aşırı kontrastı hafifçe düşürmek, tonu eşitlemek. Aşkta da böyledir diye düşünüyorum: abartılı vaatlerin ışık ayarını azaltmak, küçük şefkatlerin, dediğim gibi her ne ise ama burada sevgi alameti olarak kullanıyorum, payını artırmak. Uzun pozlamanın sabrı, acele kararların yerini aldığında yüzümüz daha net çıkar; netlik, keskinlik demek değildir—yüzeyin kabalığı yerine dokunun katmanlarını gösterir. Clotilde Leguil’in kitabı Kopuş/Çözülüş yukarıda bahsettiğimiz aşkın estetiğini, işte bu yumuşak ayarı anlatmaya çalışıyor.
Toplumsal düzlemde, bir önceki yazımda analizini yapmaya çalıştığım Emmanuel Todd’un La Defaite de l’Occident (Batının Yenilgisi) adlı kitabında anlattığı türden kurumsal çözülmelerle Leguil’in mahremimizde peşine düştüğü çözülme arasında bir bağlantı da var. Todd’un kitabında kurumlar esner, Clotilde’in kitabında ise alışkanlıklarımız. Kurumların onarımı yasa ve uygun politikalara gereksinim duyarken; alışkanlıkların onarımı ritim ve uygun bir lisan bekler. İkisi de süratle davranmayı kaldırmakta zorlanırn daha çok ısrar ettikçe düzene girer. Siyaset, çoğu zaman “büyük karar”ın günü gelince sahneye çıkar; oysa mahremin siyaseti gündüz gözüyle, mutfak saatinde, kısa mesajın içinde, daha çok da özel mekanımızda yani evin içinde yürür. Çözülme/Kopuş’un bize anlatmak işstediği özetle bu gündüz gözüne güvenmeyi öğrenmede yatıyor.
Bütün bunları bir tek reçeteye (mesleki deformasyon) bağlamak istemem; insan kalbinin coğrafyası, reçete sevmez. Yine de kendime küçük notlar düşerim: adlandır—“şu anda yakalanıyorum”; duraklat—“şimdi yavaşlatıyorum”; sınır çiz—“burada hayır var”; sözün payını artır—“evet’in koşulları şunlar”; tanıklık iste—“kör noktayı görmeme yardım eder misin?”; ritim kur—“haftalık bir defter, kısa yürüyüş”; arşivle—“önce–sonra” diye ayır. Bu küçük hareketler, bir büyük kopuştan büyük bir özgürlüğe doğru yol açar. Çünkü kopuş, sahnenin dekorunu değiştirir. Oysa Clothilde’in anlatmaya çalıştığı ritim değiştirme oyunu, oyuncunun nefes alış verişini hatta kendisini değiştirmesini beklediğidir.
Sonunda şuraya geliyorum: KJopuş/Çözülüş, büyük bir “özgürlük ânı” değildir. Bize sevdiğimizle birlikte olarak özgür kalma tekniğidir. İnsan kendi hayatına, en saygın mesafe ile yaklaşmak isterse, önce dilini eğitmek zorunda; “hayır”ı kısaca, “evet”i şartlı olarak söylemeyi öğrenmek zorunda. Vaatleri azaltmak, ihtiyaçları arttırmak gerekmez.Vicdanın onayını aramak zorundayız. Aşkınızı yaşarken kahraman olmaya çalışmayın. Adil olun yeter. Tabii ki özgürlük çoğu zaman gösterişli değildir. Ama tam da burada, insanın kendine verdiği onayın güzelliği ortaya çıkar.