Beden İmgesi Olarak Otoportre
Beden İmgesi Olarak Otoportre: Kostümlerim, Duygularım, Gerçekliğim
Peyzaj, gece fotoğrafları ya da portreler çekebilirsiniz; ancak bazen de kamera karşısına geçip bir kendi fotoğrafınızı çekme isteğine kapılmışsınızdır.
Otoportre, pozu veren kişi tarafından çekilen bir fotoğraftır. Sanatçı ve model aynı kişidir.
BİRAz TARİH
Asırlarca kendini resmetmek kötü olarak görüldü ve yasaklandı. Antik Mısır’da yalnızca firavunlar kendilerini betimleme hakkına sahipti; bu ayrıcalık daha sonra rahiplere ve yüksek rütbeli devlet görevlilerine de tanındı. Hristiyanlıkta bu durum pek değişmedi. Dönemin felsefesi, vücudumuzu ruhumuzun hapishanesi olarak görüyordu; bu fikir o dönemlerde Platon’un düşüncelerinde de hissediliyordu. Ardından Ortaçağ minyatürlerinde bazı betimlemelere rastlamaya başlıyoruz. İnsanlar daha fazla özgürlük ve bireysel bağımsızlık kazandıkça, başlangıçta resim sanatında olmak üzere özellikle 15. yüzyıldan itibaren otoportreler yaygınlaşmaya başladı.
Daha sonraları otoportre, sanatın en seçkin türlerinden biri oldu. Otoportre resimleri, kalıcılık arzusunun bir sembolü haline geldi ve bu görseller, kimliğimizin ve kendimizi tanımladığımız benliğin bir metaforu oldu.
Ana Mendieta
-
yüzyılın ikinci yarısından itibaren bedeni, sanat üretiminin ana unsuru olarak ele alan sanat akımları ortaya çıkmaya başladı. Ana Mendieta, “Glass on Body” (1972) adlı çalışmasında deformasyon, çirkinlik ve güzellik kavramlarını geçici, tutarsız ve sarsıcı ögeler olarak ele aldı.
Eleanor Antin
Eleanor Antin ise “Carving: A Traditional Sculpture” (1972) adlı işinde bedenini, 36 günden uzun süren bir diyet sürecinde belgelenen 148 fotoğrafla dinamik bir heykele dönüştürür.
John Coplans
John Coplans’ın eserleri ise erkek bedeninde zamanın izlerini, bağlamından koparılmış fragmanlar aracılığıyla sunar. Yüzün kasıtlı olarak gösterilmemesi, sanatçının kendisiyle diğer erkekler arasındaki ortak noktaları aramasının bir yoludur.
Naomi Wolf, The Myth of Beauty (Güzellik Miti) adlı kitabında, kadınları baskı altında tutan geleneksel güç yapıları çözülürken, yerlerini daha psikolojik etkiler yaratan ve çözülmesi daha zor yeni yapıların aldığını ortaya koyar.
Moda, kozmetik ve gıda endüstrileri, reklamcılıkla işbirliği içinde (özellikle kadınları) sömürerek dayatılmış bir güzellik standardını “zorunluluk” olarak sunar. Reklamlar, dergiler, sinema ve çeşitli medya kanalları aracılığıyla yapay beden idealleri sürekli olarak karşımıza çıkar ve bunlar gerçek bedenlerimizle büyük ölçüde çelişir.
Wolf şöyle analiz eder:
“Son on yılda kadınlar güç yapılarını kırmaya başladıkça, yeme bozuklukları arttı, estetik cerrahi en hızlı büyüyen tıbbi uzmanlık alanı haline geldi. Tüketici harcamaları ikiye katlandı, pornografi reklamcılığın en önemli kategorisi oldu ve binlerce kadının katıldığı anketlerde kadınlar, hayatta yapmak istedikleri arasında 5 ila 10 kilo vermek istediklerini söylediler. Kadınların artık daha fazla parası, gücü, erişimi ve hukuki hakları var ama fiziksel olarak kendilerini algılayış biçimleri, o kadar da özgür olmayan büyükannelerimizinkinden daha kötü durumda olabilir.”
Wolf, Güzellik Miti’nin kadınlara beş ana alanda saldırdığını savunur: iş, din, cinsellik, şiddet ve açlık. Wolf normal güzellik standartlarının esnetilmesini savunur. Bu durumu erkekler için de geçerli olduğunu düşünebiliriz, düşünmeliyiz.
BEDEN İMGESİ, kişinin zihninde oluşturduğu öznel bir beden göstergesidir. Bu temsiliyet; bireyin kişisel algı ve deneyimlerine dayanır. Değişken, göreceli ve sürekli evrilen bir yapıdır; yaş, kültür ve toplum normları gibi birçok etken tarafından şekillenir.
Beden imgesi çocuklukta oluşmaya başlar; toplumdaki oyuncaklar, imgeler ve beden formları bu süreci etkiler.
Beden imgesi, BENLİK KAVRAMInın bir parçasıdır. Burns (1990)’a göre benlik kavramı, bireyin kendisi hakkındaki algı, düşünce ve değerlendirmelerinin toplamıdır. Gerçek ya da yanlış, nesnel ya da öznel fark etmeksizin, bu görüşler kendimizi nasıl tanımladığımızı belirler.
Ayrıca, cinsiyet modellerini ve stereotiplerini tanımlamak, çevreden gelen bilgileri yorumlamak da bu kapsamın içindedir.
Otoportre yoluyla kendimizi anlamaya ve özelliklerimizi değerlendirmeye çalışırız. Bu süreç, özgüven ve benlik kavramımızı da içerir.
Beden imgesi üç boyutta inşa edilir:
-
Algısal boyut – Bedenin boyut ve şekline dair algı.
-
Öznel boyut – Bedenle ilgili tutumlar, duygular, düşünceler ve değer yargıları.
-
Davranışsal boyut – Beden algısının tetiklediği sergileme ya da kaçınma davranışları. (Ortega ve Jauragui, 2012)
Beden imgesi öznel bir yapıdır; ancak hem özel hem de kamusal değerlendirmeye en açık öğedir. Beden, bir kişinin en görünür ve en hassas yanıdır.
— David Burns
İdeal beden imajlarına uymaya çalıştıkça beden imgemiz zarar görür. Reklamcılık ve moda sektörü, gerçeklikten uzak beden modellerini yücelterek, aşırı zayıflığı teşvik eder ve kilolu bireyleri damgalayan bir yaklaşımı yaygınlaştırır. Eğer benlik algımızı yalnızca bedensel görünüme dayandırırsak, savunmasızlığımız artar.
NEDEN OTOPORTRE ÇEKMELİYİZ?
Otoportre, bir çeşit kendimizi arama ve bulma sürecidir. Kendi bedenimize doğrudan erişimimiz mümkün olmadığından; aynalar, fotoğraflar, başkalarının imgeleri ya da anılar yoluyla kendimizi görmeye ve göstermeye ihtiyaç duyarız.
Temel nedenlerden biri, fiziksel olarak kendimizi tanıma arzusudur. Bu dürtü çok erken yaşta, daha bebeklikte başlar. Sokrates’in ünlü sözüyle: “Kendini bil.”
Bu merak ömür boyu sürer. Bir grup fotoğrafına baktığınızda, ilk kimi ararsınız? Büyük ihtimalle kendinizi.
Aynaya bakmak ya da arkadaşlarımızdan bizi tarif etmelerini istemek mümkündür; ancak bir kameraya sahipseniz, otoportreler benlik imgenizi keşfetmek için en güçlü yoldur.
Otoportrelerin bir diğer önemi, kişiliğimizi ifade etme, fantezilerimizi gerçekleştirme, bir karakterle özdeşleşme, kostüm giyme ya da erotik ifade gibi yollarla kendimizi keşfetme şansı sunmasıdır. Görüntünüzü dijital olarak değiştirmeniz bile içinizdeki başka kimlikleri görmenizi sağlar.
Biz çok katmanlı varlıklarız. Her yaşam evresinde, her mekânda, çeşitli roller üstleniriz. Bu rolleri ya isteyerek ya da başkalarının beklentilerine karşılık olarak veririz. İmajımızı hem kişisel deneyimlerimiz ve hayal gücümüz hem de başkalarının beklentileriyle oluştururuz.
Ancak dikkatli olmalıyız; kendimizi tanımak sadece görme duyusuyla olmaz. Ellerimiz, dokunma duyumuz, kaslarımız, duygularımız, vücut sıcaklığımız, hareketlerimiz ve düşüncelerimiz; tüm bunlar benliğimizin bir bütün olarak algılanmasını sağlar. Yalnızca optik görüntülere güvenmek, eksik ve yanlış algılara yol açabilir.
İçsel bilgi edinme arzusu derindir. Otoportre, içe dönük bir işlev taşır. Bu şekilde kullanıldığında, düzeltme ya da idealleştirme değil; duyguyu, çirkinliği ve yaşlılığı kabul etmek anlamına gelir. Gerçeğin karşısında durmak, özgürleştirici bir amaca hizmet eder. Hoşlanmadığımız ya da canımızı yakan yanlarımızda kendimizi bulmak, içsel bir güç kaynağıdır. Sonuç’ta ¨Kendini Bil¨e geliriz.