Kişisel değerlerimiz, bakışımız, fotoğraf etiğimizin sınırlarını belirler. Bakış, gidiş-dönüşlü bir yolculuktur.

Kendi Bakışını Tanımak ve Onu Farklı Biçimlerde Sınıflandırmak

Ergun Çağatay

Ergun Çağatay

Hiç düşündünüz mü; aynı gözlerle yaşadığımız dünyanın içinde bambaşka dünyaları görmenin mümkün olup olmadığını?

Bakış dediğimiz şey, yalnızca bir yönelim değil, iç içe geçmiş karmaşık bir serüvendir.
Gözümüzle yön verdiğimiz her şeyde, hem yaratan hem de izleyen konumundayız. Bu çift yönlü akış, bizi kimi sanatçıları hayranlıkla izlemeye, kimilerini ise sorgulamaya iter. Kendi imgelerimizi eleştirirken, bazen acımasız, bazen de affedici ve toleranslı oluruz oluruz. Aşk da böyle bir şeydir. Bakarız ama sevgilimizin hatalarını görmeyiz. Başkalarının eserlerinde aradığımızı, çoğu zaman farkında olmadan kendimizde de ararız.

Ama burada en önemli hakikat şudur:
Özgür olmalıyız.
Kendi dünyamıza, kendi derinliklerimize dokunan imgeler yaratma hakkımız vardır. Sanatımızın büyümesi, projelerinizin parlaması için buna ihtiyacımız vardır. Fakat bu özgürlüğümüzü, bir başka insanın haklarını engeleldiğii yerde durması gerektiğini unutmamamız gerekir.
Yaratıcılığımızda özgürüz. Ruhumuzu ifade ederken cesur olmalıyız. Ama kendimize şu soruyu  sormayı da  ihmal etmemliyiz: “Yarattığım bu imge, yalnızca bana mı hizmet ediyor, yoksa hepimiz için daha adil, daha anlamlı bir dünya kurmaya mı katkıda bulunuyor?”

Peki, etik bir fotoğrafın temel ölçütleri nelerdir?

Her şeyden önce, yapmak istediğimiz şey her ne ise, onu ahlaki bir bütünlük içinde gerçekleştirmemiz gerekir. Fotoğrafımıza konu olan insanların onurunu gözetmek gerekir. Onların rızasını almadan mahremiyetlerini ihlal etmememiz gerekir. Ve eğer o fotoğraf, ortak bir fayda için çekilmemişse, asla başkalarının hayatlarını gözler önüne sermemek gerekir.
Ayrıca, ne izleyiciyi ne de konuyu aldatmamak gerekir. Çünkü fotoğrafın görünmeyen bir vicdanı vardır; o vicdanı susturduğunuzda, eseriniz ne kadar güzel olursa olsun, içi boş  kalır.

Unutmayalım ki, kişisel değerlerimiz, fotoğraf etiğimizin sınırlarını çizer.
Bakış, yalnızca görmek değil; seçmek, ayıklamak, korumak ya da terk etmektir. Kendi eserlerimiz için de, başkalarının eserleri için de bu böyledir. Böyle olması gerekir.
Hangi fotoğrafı göstereceğimize karar verirken, aslında dünyaya nasıl bir hikâye anlatacağımıza da karar veririz: Nerede durduğumuz, neyi kadraja aldığımız, neyi dışarıda bıraktığımız, hangi renkleri seçtiğimiz, siyah-beyaz mı yoksa renkli mi göstereceğimiz hepsi önemlidir… Bütün bu tercihler, bizin dünyaya nasıl baktığımızı, neyi görmek istediğimizi ve neyi göstermek istediğimizin de ip uçlarını verir.

Bakışıız, sezgilerimizden ya da doğuştan gelen yeteneğimizden beslenebilir.
Ama şunu unutmayalım ki, o bakış aynı zamanda bizin önyargılarımızla, inançlarımızla, aldığımız eğitimle, ait olduğumuz kültürle, yaşadığımız coğrafyayla da şekillenir. İşte bu nedenle, kendimize sık sık şu soruyu sormalıyız:
“Ben neden tam da buraya bakıyorum? Başka nereye bakabilirim? Neden?”

Belki de özgürlük, en çok bu soruda saklıdır.