Borderland mi? Bodyland mi?


Irmak Dönmez’in sergi davetiyesi elime geçtiğinde çok mutlu oldum. Paris’e yerleştiğimde başlangıçta   Türk sanatçıların ve Türk kadın sanatçıların Paris sanat arenasında bir türlü hak ettikleri yeri bulamadıklarından şikayet eder dururdum. Sonraları vites küçülttüm acaba hak etmediklerinden mi bulamıyorlar yoksa başka sorunlar mı var diye düşünmeye başladım. Bu yıl Paris Photo’da bir tek Türk kadın fotoğrafçı vardı. Genç umut vadeden fotoğrafçıların açtığı önemli sergi Circulation(s) da 24 fotoğrafçıdan bir tanesi bile Türk değil. Arles fotoğraf Karşılaşmalarında da durum farklı değil. Sonuçta üzücü bir durum. Arada sırada tek tük Türk sanatçıları Paris Photo’da, Art Paris, Paris Bazel ve diğer uluslararası fuarlarda görünce mutlu oluyor onlarla veya onları temsil eden galeri sahipleriyle tanışmaya çalışıyorum. Elimden geldiğince de onları bloğumda yazıyorum. Irmak Dönmezi aslında çok önceleri tanımıştım. Üniversitede sanat eğitim alıyordu. Daha sonra İzlanda gezimizde rastlaşmış orada rezidans aldığını öğrenmiş mutlu olmuştuk. Nihayet Paris geçici Grand Palais deki Art Paris’de sergisini görüp eserlerinin çok güzel sattığını görünce göğsüm kabarmıştı. O konuda yazdığım yazı da bu bağlantıda; https://mehmetomur.net/blog/2023/03/29/art-paris-2023-f…iki-turk-sanatci/İşte nihayet yeni bir Alev Ebnuzziya bir  Nil Yalter filiz veriyor diye düşünmüştüm. Bu düşüncemiş boş olmadığı yavaş yavaş ortaya çıkıyor. İşte Irmak Dönmezin son sergisi; karma sergisi ama karma sergi diyerek hafife almamak gerek. İtalyan küratör Teresa Ranchino vücut konusunda değişik ülkelerden aynı temayı farklı tekniklerle çalışan 6 sanatçıyı bir araya getirerek bu sergiye anlam katmış. Eserler birbirleriye diyalog halinde. Irmak Dönmez, eminim sadece Fransada değil başka ülkelerde de tek başına sergiler açacak. Çünkü cesareti ve sanatı bunun ip uçlarını veriyor.    28 Kasım – 5 Aralık 2024 tarihleri arasında Paris’in yaratıcı nabzını tutan Confort Mental’de sanatseverlerle buluşacak olan BORDERLAND (Sınır Bölgeleri) sergisinde Irmak’ın dışında 5 sanatçı daha var. Ortaklaşa küçük bir fanzin çıkartıp dertlerini şöyle anlatmışlar;

Bedenimiz, bize göre dünyanın tam merkezinde duruyor. Takıntıların merkez üssü, sürekli bir merak ve gözlem odağı. Bir an bile kaçamayacağımız bir gerçeklik: Benim mutlak mekânım, saklanma köşelerimi bile paylaşmaya mecbur olduğum bir yoldaş. Bana ait olduğu kadar benim de ona ait olduğum, seçilmemiş bir gerçeklik. Maddesel, katı, tekil bir alan, varoluşun kaçınılmaz kabuğu—beni sınırlandıran, taşıyan ve algılanabilir bir gerçeklikte sabitleyen bir zarf.

Bu beden, varoluşumun şekil aldığı, kendini ifade ettiği ve kaçınılmaz olarak tanımladığı opak bir ayna. Peki, ya ondan kurtulabilseydim? Ya onun şeklini, biçimlerini, niteliklerini seçme özgürlüğüm olsaydı? Ya onu dönüştürüp, durağanlığını ve normlarını aşabilseydim? Utopia kıyılarına doğru kanatlanmayı, kendi dokumda küçük bir yırtık açmayı, o yırtığı genişletmeyi ve şeffaf, parlak, hızlı bir bedene sahip olmayı isteseydim? Ya da hayvani bir beden, uçan bir beden, canavarımsı, tanımlanamaz bir beden? Bedensiz bir beden?

Bu, belkide bir yumurta kabuğunu kırmak gibi olurdu. Yeni bir varoluş alanında, etim bin parçaya ayrılır, kaslarım saf enerjiye dönüşür ve sinirlerim ışık ipliklerine dönüşürdü. Burada 2024 yapımı Cevher, Substance filmi akla geliyor.

Fanzinde sanki ‘Bir Aşk Mektubu’ yazmışlar

“Her yönden bu beden, beni içinde barındıran ve benim içinde barındırdığım, bir kayıp gidiyor ve bir bana geri dönüyor, sanki bilincimin yılanbalığı, ‘ben’e bağlı bir yılanbalığı gibi.”

— Rossana Rossanda

Teresa şöyle konuşuyor;  ‘Hayatımızdaki tüm ilk deneyimler gibi, özellikle de aşkla ilgili olanlar gibi, ilk sergimizi hazırlarken küratör olarak çalışmak bir bilinmeze atlayış hissi uyandırdı. Bizi karşılayan o bilinmeyen, pırıltılı bir tramplen gibiydi; nereye ineceğimizi bilmiyorduk: berrak bir havuza mı, yoksa alçalan dalgayla açığa çıkan bir kaya parçasına  mı? Kusursuz bir senkronize dalış nasıl yapılır, onu da bilmiyorduk. İlk stüdyo ziyaretlerimiz, başka dünyalara açılan portallar, mahremiyetin fragmanlarına bakan pencereler gibi oldu. Bu alanlarda her kaos unsuru bir ruha, bir yaşam gücüne sahipti: eşyalar dans ediyor, duvarlar Lascaux mağaralarının kıvrımlarına dönüşüyor, ince bir toz sisi zemini örtüyordu. Her şey sürekli bir oluş hâlindeydi; hiçbir şey tanımlanmış değildi ve zaman bile alışıldık kurallarından sıyrılıyordu. Her sanatçının bizi karşılamadaki neredeyse anaç özeni bizi çok etkiledi. O alanları dolduran bu çok canlı enerjiyi taşımaya karar verdik, sergi sırasında umuyoruz bu enerji hissedilir.’

‘BORDERLAND bir deneydir—sadece nasıl tasarlandığı ve “tamamlandığı” açısından değil, içeriği bakımından da. Temamız olarak bedeni seçtik, çünkü beden, varoluşla ilk ve son temas noktamızdır: dünyada olmanın ilk deneyimi ve ondan vazgeçtiğimiz son şeydir. Bu yolculuk boyunca beden aynı zamanda en tartışmalı ve bir bakıma en gizemli parçamızdır. Ve işte burada, hep burada—“ben”e bağlı bir yılanbalığı gibidir. Beden algısı üzerine ciltler dolusu yazılmıştır ve biz de aylar boyunca bu yazılar arasında gezinme fırsatı bulduk, bazen tamamen kaybolduk. Bizi yönlendiren ışık, bir soru sorma ihtiyacı oldu—kendimize, sanatçılara ve sergiyle etkileşime geçen herkese sorduk. Eğer beden bu kadar çok şekilde temsil edilebiliyor ve yorumlanabiliyorsa, yalnızca bildiğimiz tek bir beden olmadığını kabul etmiş olmuyor muyuz?’

Teresa devam ediyor;

‘Bu sergi, bedenin çoklu anlamlarını keşfetmeye, onun somut ve soyut imgeleri arasında bir yolculuk yapmaya davet ediyor. Bedenin “ben”le olan bu bağı, belki de bizi insan kılan en derin bağdır—ve bu bağın izlerini takip etmek, bilincimizin kıvrımları arasında dans eden bir yılanbalığının peşine düşmek gibidir.

Bedeni Bir Geçiş Alanı Olarak Hayal Ettik

Bedeni, kategorilerin ve normların çözülüp her bakış açısının meşruiyet kazandığı, yeni olasılıkların filizlenip büyüyebileceği verimli bir alan olarak hayal ettik. Bu sınır mekânı, bilinen ile bilinmeyen arasındaki gerilimi temsil ediyor; geleneksel yapıların yıkıldığı, kesinliklerin sarsıldığı ve bedenin sabit sınırlarından kurtularak yeni, bazen sert ve grotesk formlar aldığı bir ara dünya. Amacımız, bedenin ve dolayısıyla kimliğin tek, sabit bir anlamla tanımlanmasını sorgulamak. Her bir sanatçı, bedenin dönüşümüne dair kendi vizyonunu kimi zaman estetik, metafizik, derinlemesine kişisel ya da kaçınılmaz şekilde politik yorumlarla hayata geçirdi.’

Seçilen sanatçıları arama süreci uzun ve özenli bir yolculuktu. Kozmik bir şekilde, çoğu zaman sanki onlar bizi buluyormuş gibi hissettik; adeta aramızda bir tür manyetik çekim vardı. Her sanatçıyı birleştiren unsur, kullandıkları malzemelerdeki cesaretti: balmumu, deri, seramik, kumaş, duvarlara çizilen grafit, sprey boya, jelatin ve hatta yiyecek gibi biçimlendirilebilir ve deneysel materyaller. Bu materyaller, tarihsel olarak sanat dünyasında baskın olan tuvalin katılığına meydan okuyor. Bu çalışmalar, aksine, kırılganlık, dönüşüm ve çürüme üzerine inşa ediliyor; değişmeyen bir sanatsal forma dair fikri sorguluyor.

Eserler, izleyiciyi dönüşümün inceliklerini fark etmeye zorluyor: ışığın gizli yönleri açığa çıkarışı, zamanın saklı patikasını bir meşale gibi aydınlatıyor.
Sergi, bedenin yalnızca fiziksel bir kabuk değil, aynı zamanda dönüşümün, yeniden yaratmanın ve direnişin de mekânı olduğuna vurgu yapıyor.

Mikhail Bakhtin’in grotesk kavramını ilham kaynağı olarak alan bu sergi, kimliğin sabitliğine meydan okuyan, bedenin dekonstrüksiyonu ve yeniden yapılanması üzerinden anlam arayışına çıkan eserlerle dolu. Bedenin hem sınırlayan hem de dönüştüren yapısına dair bu çok katmanlı anlatı, ziyaretçileri alışıldık kavramları sorgulamaya davet ediyor.

Sanatçılar ve Perspektifleri
Sergide yer alan altı sanatçı, her biri kendi özgün ifade biçimleriyle bedenin sınırlarını arayıp göstermeye çalışıyor:

Alice Bandini: Atık malzemelerle çalışan Bandini, zamansallık ve madde arasındaki ilişkiyi  sorguluyor. Entropi ve insan kibri temalarını deri ve miselyum gibi organik malzemelerle işleyen sanatçı, dönüşümün kaçınılmaz doğasına ışık tutuyor.
Lorenzo Conforti: Hayal gücüyle beslenen eserlerinde, izleyiciyi rahatsız edici fakat aynı zamanda büyüleyici bir atmosferin içine çeken Conforti, belirsiz imgelerle dolu gerçeküstü dünyalar yaratıyor. Çeşitli medyaları ustalıkla kullanan sanatçı, sınırların ötesinde birbakış açısı sunuyor.
Hugo Guérin: Heykel ve görsel sanat disiplinlerini buluşturan bu sanatçı, canavarımsı figürlerin hibrid doğasını inceliyor. Groteskin sınırlarında dolaşan eserleri, “öteki” olma algısını yeniden yorumlayarak hibrit bedenler aracılığıyla güçlü bir dönüşüm hikâyesi sunuyor.
Michel Jocaille: Kapitalist estetiğin aşırılıklarına meydan okuyan Jocaille, kitsch ve kamp estetiğini cesurca kucaklıyor. “Kötü” malzemelerle çalışan sanatçı, cinsiyet ve akışkanlık temalarını ele alırken, bizi estetik anlayışımızı yeniden gözden geçirmeye çağırıyor.
Yasmine Louali: Tüketim, ritüel ve bellek arasındaki kesişim noktalarını araştıran Louali, mutfak unsurlarını performans ve heykelle birleştiriyor. Özellikle yiyeceklerin toplumsal ve kültürel anlamlarına odaklanan sanatçı, ritüellerin duygusal ve fiziksel etkilerini sorguluyor.
Burada Irmak Dönmezi diğerlerinden ayırıp ona daha çok yer açacağım.

Irmak Dönmez: Dönmez kadınlık ve annelik kavramlarını göğüs ve cinsel organlar üzerinden ele alıyor. Beslenme ile ticarileştirme arasındaki gerilimi somutlaştırdığı eserleri, toplumsal beklentilere dair keskin bir eleştiri niteliğinde.Irmak Dönmez’in sanatsal araştırmaları,  bedeni fenomenolojik bir açıdan ele alarak toplumsal ve kültürel beklentilerin onun öz varlığını nasıl dönüştürdüğünü ve dayatılan anlamlarla nasıl bir form kazandırıldığını inceliyor. Lacan ve Heidegger’in fikirlerinden ilham alan Dönmez, bedeni biyopolitika, toplumsal cinsiyet dinamikleri ve feminist ile queer teorinin kesişim noktalarından hareketle analiz ediyor. Çalışmalarında merkezi bir motif olarak göğüs yer alıyor; beslenme kaynağı ve arzu nesnesi olarak göğüs, hem yaşamı sürdüren hem de metalaştırılan bir öge olarak, bu iki zıtlık arasındaki gerilimi yansıtır. Dönmez, göğüsü, cinsel nesneleştirme süreciyle öznel deneyiminden koparılan ve “paketlenmiş” bir ürüne dönüşen metalaştırılmış kadınlık analizi için bir odak noktası olarak ele alıyor.

Sanatsal işlerinde Dönmez, bedeni parçalanmış kurgulayarak  sembollere ayırıyor ve yeniden yapılandırıyor; bu semboller, hibritlik ve dönüşüm hissi uyandırıyor. Bedeni, organik unsurlar olarak görselleştiriyor; her bir parça, sanatçının arzu, güç ve kimlik kavramlarına duyduğu hayranlığı yansıtıyor.  Queer, kendi içinde işleyen bir ekosistemde rolünü yerine getiriyor. Dönmez, ayrıntılı ve çoğu zaman ironik kompozisyonlarıyla annelik, kutsallık ve kadın bedenini şekillendiren gizli güç dinamiklerini sorguluyor; izleyiciyi, bu hem mahrem hem de evrensel alan hakkındaki algılarıyla yüzleşmeye davet ediyor.
Irmak Dönmezin sanatından sonra biraz da kendisini tanıyalım. Irmak Dönmez, 1987 yılında İstanbul’da doğmuş, seramik sanatını toplumsal ve bireysel anlatılarla birleştirerek özgün bir yol açan bir sanatçıdır. Güzel Sanatlar Lisesi’nde başlayan sanatsal yolculuğu, Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Görsel Sanatlar Bölümü’nde burslu olarak devam etmiş; bu süreçte resim üzerine yüksek lisansını ve sanat bilimi alanında doktora çalışmalarını tamamlamıştır. Akademik çalışmaları sırasında Danimarka Kraliyet Akademisi’nde misafir öğrenci olarak bulunmuş, burada tez araştırmaları ve sanatsal üretimlerini derinleştirme fırsatı bulmuştur. “Saçlarım Düşündüklerime Çok Kırılıyor” isimli ilk kişisel sergisini Kopenhag’da açarak uluslararası sanat sahnesine giriş yapmıştır. Ayrıca Almanya’daki Kunsthalle Mannheim Müzesi’nde sergilenen ve müzenin kalıcı koleksiyonuna alınan “Oedipus’un Doğum Günü Pastası” adlı eseriyle uluslararası alandaki tanınırlığını pekiştirmiştir.
Sınırları Aşan Sesler
Sergiye, geleneksel ve deneysel ses manzaralarının etkileşimlerini keşfeden müzisyen ve ses tasarımcısı Eity’nin güzel kompozisyonları eşlik ediyor. Bu ses evreni, ziyaretçileri görsel bir deneyimden öteye taşıyarak çok duyusal bir yolculuğa çıkarıyor.

Küratörlerin Vizyonu
Küratörleri Teresa Ranchino ve Kevin Scott sergiyi ortak vizyon ürünü olarak sunuyorlar. Ranchino ve Scott, sınırların ötesine geçen bir anlatı oluşturmak için birbirinden farklı sanat pratiklerini aynı çatı altında buluşturuyor. Onların rehberliğinde BORDERLAND, yalnızca bir sergi değil, dönüşümün ve özgürlüğün izini süren bir manifestoya dönüşüyor yani  BODYLAND oluyor.

Sınırların ötesine geçen bu benzersiz sergi kısa süre açık kalacak. Dilerim yolu Paris’e düşenler fırsat yaratıp görebilirler. BORDERLAND, bir sınır bölgesinde olmanın ne anlama geldiğini hem bedensel hem de metaforik düzeyde yeniden düşünmemizi sağlıyor. Paris’te kaçırılmaması gereken bir sanat etkinliği…