Unutulmuş ressamdan baş döndüren resimler. Andre Devambez

Unutulmuş ressamdan baş döndüren resimler. Andre Devambez

Mehmet ömür

Ressam, desinatör, illustrator, gravür sanatçısı, teknik ressam Andre Devambez’in şu günlerde Le Petit Palais’de retrospektif bir sergisi var.. Bu kadar yetenekli olup da bu kadar uzun süre unutulup gözlerden ırak kalması şaşılası bir durum.

Andre Devambez 1867 yılında doğmuş 1944 yılında ölmüş. Gerçek bir Paris’li. Paris’te doğup Paris’te ölmüş. André Devambez, Paris’teki Maison Devambez’in kurucusu olan gravür sanatçısı, matbaacı ve yayıncı Édouard Devambez’in oğludur. Doğduğunda babası yirmi üç, annesi yirmi iki yaşındaydı.

André sanatsal bir ortamda büyüdü ve çok genç yaşta sanatçı olmaya karar verdi. André Devambez, küçük yaşlardan itibaren babasıyla da çalıştı. Maison Devambez’in bulunduğu Passage des Panoramas atölyesinde kırtasiye malzemeleri, menüler, sanatsal baskılar ve çeşitli reklamlar tasarlıyorlardı. Paris’teki Ecole des Beaux-Arts’ta ressam Benjamin Constant’ın stüdyosunda eğitim gördü ve ayrıca Julian Academie’de Gabriel Guay ve Jules Lefebvre’den de eğitim aldı. Genç yaşlarında hep hayalinde tarihi konulu resimler üzerinde uzmanlaşmak vardı.

1889’da Fransız Sanatçılar Salonu’nda sergiler açtı.

1890’da resim dalında Roma Büyük Ödülünü kazandı ve Villa Médicis’te kaldığı 4 yıl süre boyunca portresini yaptığı ressam Adolphe Déchenaud ile arkadaş oldu.

1911’de Legion of Honor Şövalyesi ilan edildi ve 7 Aralık 1929’da Henri Gervex’in yerine Güzel Sanatlar Akademisi’ne seçildi.

1929’dan 1937’ye kadar Ulusal Güzel Sanatlar Okulunda resim atölyesi başkanı olarak görev yaptı.

18 Mart 1944’te Paris’in 14. bölgesindeki 19 avenue d’Orléans adresindeki evinde öldü ve Père-Lachaise mezarlığına  gömüldü.

Ressam Andre Devambez

Devambez, genelde modern yaşamdan sahnelerini resmetmiştir. Paris’teki Musée d’Orsay, en tanınmış tablosu La Charge da dahil olmak üzere dokuz eserine sahiptir. 1902’de resmedilen La Charge dramatik bir sokak sahnesidir, Montmartre Bulvarı’nda yüksek bir pencereden görülen, polis ve protestocular arasındaki şiddetli çatışmayı gösterir. Bu yukarıdan perspektif, Devambez’in çalışmalarında sıkça karşımıza çıkar.

Küçük formatta bir tahta üzerine boyanmış “yürümeye başlayan çocukları” da çok özgün bir eseridir.

1910’da, Viyana’daki Fransız Büyükelçiliğine dekoratif panolar tasarlamak üzere davet edildi. Metroyu, uçakları resmederek zamanının icatlarını tema olarak seçti.

Desinatör ve  ve Gravür oymacı Andre Devambez

André Devambez, 1915’te on iki gravür üretti. Bu albümdeki on iki gravürün adları şöyle; Soğuk, Kabuk, Delikler, Kalkan, Ateş, Şarapnel, Yağmur, Casus, Rehineler, İstasyon, Yedekler, Kömür, Aptal. Bu gravürler Birinci Dünya Savaşı’ndan çeşitli sahneleri temsil ediyor.

İllustrator Andre Devambez

Devambez ayrıca 1913 de <Auguste Kötü Karaktere Sahiptir>adlı bir çocuk kitabı yazdı ve resimledi. Orijinal çizimler ertesi yıl Palais de Glace’de bir sergide sunuldu. Bu kitap Küçük Tata ve Büyük Patapouf’un Tarihi, Büyük Patapouf’un Maceraları ve Kaptan Mille-Sabords’un Maceraları adlı çok sayıda çocuk kitabının ilkidir. Bu hikayelerin André Devambez’in iki çocuğu Pierre ve Valentine’e anlattıklarından kaynaklandığı düşünülmektedir.

André Devambez ayrıca Émile Zola’nin La Fête à Coqueville adlı eserlerini de resimlemiştir.

Devambez, Le Figaro illustré, Le Rire ve L’Illustration adlı dergilerine illüstrasyonlar çizmiştir.

André Devambez uzunca süre unutulmuş, 1988’de Beauvais müzesindeki bir sergiyle tekrardan hatırlanmıştır. Paris’teki Petit Palais tarafından düzenlenen halen gezilebilen bu sergiyle yeniden gündeme geldi.

André Devambez ileri yaşına rağmen savaştan kaçmayıp savaşa gitmiş, orada ağır yaralanmış yıllarca bunun sıkıntısını çekmiş ama savaş alanlarında elinden fırçayı bırakmamıştır.

Yüzyılın başlarında Devambez’in bir sergisini gezen  sanatseveri bir kadının <Ben bu resimlere bakamıyorum çünkü bende baş dönmesi yapıyor> dediğine dair bir anekdot vardır.

<Bulutların üzerinde uçabilen tek kuş> olarak adlandırdığı bir resmi vardır ki yeni teknolojilere ne kadar meraklı olduğunu gösterir.  Paris’e de çok meraklıdır. Resimde akademik yanını hiçbir zaman bırakmamış avangardist akımlara kapılmamıştır. Bununla beraber zamanın diğer ressamları gibi tüm sanat alanlarında gezinmiş ve seramik dışında illüstrasyon, desen ve gravür yapmıştır.

Avangart sanatçıları pek tutmamış ve onların izinden gitmemiştir. Buna karşılık çok büyük bir hayal gücü vardır.  Petit Palais’deki sergisinde tüm bu yaratıcılıklarına tanık oluyoruz ve şaşkınlıkla bu büyük sanatçının bugüne kadar nasıl gözden kaçtığını anlayamıyoruz.

Devambez’in kendine has bakış açıları var. Daha çok yukardan aşağı bakış açısıyla resimlerini çiziyor. Klasik kompozisyonları var. Işık kullanımı da çok etkileyici. Sahne ışığı kullanır gibi ana konuyu aydınlatıyor. Diğer taraftan kendine özgün komik, dokunaklı hatta şaşırtıcı vw baş döndürücü resimlerini izliyoruz. Bu yukarıdan bakış açısına sahip olabilmek için sık sık Eyfel kulesine çıktığı biliniyor. Hem büyük boyda tuvaller boyamış hem de <küçüklerim> dediği küçük formatta resimleri var. Bu küçük resimleri sergilerde satış kaygısı ile yaptığını anlıyoruz.

Paris’i altını üstüne getiriyor. Paris’te yaşanan  çılgınlıkları, Paris’in enerjisini, eğlencesini, kafelerini ve sık gittiği tiyatro ve sinemaların tıklım tıklım salonlarını resmediyor. Doyumsuz bir flanör ve iyi bir gözlemci. Bu yetenekleri ile Paris’in Bel Epok denilen 1900 den birinci dünya savaşına kadar olan dönemini gözler önüne seriyor. Paris’teki bu gezintileri  sırasında yanında fotoğraf makinesini de ayırmıyor. Devambez’in hem mizah dolu hem de hümanist  çok farklı bir vizyonu var ve  değişik konuları seçmeyi iyi beceriyor. Honore Daumier’den esinlendiği görüşü de yaygın bir görüş.

Savaşta yakınlarını, oğlunu, babasını, eşini kaybetmiş kadınların hüznünü mükemmel bir hümanizma ile tuvale aktarabiliyor.

47 yaşındayken askerlikten muaf olup savaşa gitmemek varken savaşa gidiyor yukarıdaki uçaklar görmesin diye birliğin tüm silahlarını kamuflaj amacıyla boyuyor. Bunun dışında ünlü illüstrasyon dergisine savaşla ilgili çizimler gönderiyor. Savaşta ölümden dönüyor savaştan 1917’de döndüğünde önce devlet tarafından cephedeki yaşamı belgeleme görevi veriliyor ama savaşı ve kahramanları yeterince yüceltmediğinden bu görevinden alınıyor. Dergilere illüstrasyonlar yapıyor. Yaptığı  gravürler savaştaki korkuları ve savaşın acılarını gösteriyor.

Mütarekeden sonra resim fuarlarına katılıyor. 1924’teki salonda sergilenen La pensee adlı dev triptiği savaşın vahşetini gösteriyor. Sol panelde  Goya karanlığında bir ışık gölge kompozisyonu var.  Uyuyan askerler arasında elinde mektubuyla bir asker öne çıkıyor.  Merkezde ise yakınlarını yitirmiş üç yaşlı kadın var.

İki tane çocuğu oluyor ve bu çocuklar doğdukları andan itibaren ilk modelleri oluyorlar. Onları çizimlerinde kullanıyor. Fotoğraflarını çekiyor. Fotoğrafa büyük bir hayranlığı var ve fotoğrafın kendisini büyülediğini söylüyor. Fotoğraf makinesini önemli bir araç olarak kullanıyor.

Bazı resimler avangartistlerin resimlerinin aksine çok uğraşılmış zahmetli ve uzun süre almış eserler. Bunları yaparken bir taraftan da illustrator yönüyle mizah sergilemeye devam ediyor. Bir kalem darbesi ile politikacıları, eğlenen toplumu ve modern yaşamı karikatürize ediyor. Swift’in yazdığı Güliverin Yolculukları’na ve Emil Zola’nın romanlarına resimler çiziyor. Fritz’in <Metropolis> adlı filminden yedi yıl önce işçilerin makinelerle değiştirilmesini konu alan bir resim çiziyor. Kızı devrimci oluyor. Paris’in binaların yutan makrop adını verdiği fil hortumlu yaratıklarla ilgili tuhaf desenleri çizgi film niteliğinde ve çok ilginç.

Bu unutulmuş ve baş döndüren ressamın eserlerini görmek için Le Petit Palais müzesine gidebilirsiniz.

Le Petit Palais

Av. Winston Churchill, 75008 Paris