Sanat ve Cesaret
BBC’nin sanat editörü, Tate Gallery kuruluşları yönetmeni, Shot dergisi kurucusu ve “Pardon Nereye bakmıştınız?” ve “Sanatçı Gibi Düşün” kitaplarının yazarı Will Gompertz’in kitaplarından yola çıkarak hazırladığım sanat ve cesaret üzerine bu derleme sanata girmenin yürek istediğine dair bir yazı olacak..
Herkes sanatçı olabilir mi? Sanatçı olmak için nelere ihtiyacımız var? Yetenek, hırs, tutku, çalışma ve cesaret mi? Hangisi daha önemli? Bu yazıda cesaretin yerine bakmak istiyorum.
Tehlikeye karşı cesaret göstermek ve kahramanlık iki türlü olur; fiziki cesareti biliriz. Boğulmakta olan bir kişiyi kendi hayatını tehlikeye atarak kurtaran kişi cesurdur. Başka bir cesaret örneği ise psikolojik cesarettir. Coco Chanel; “En cesur davranış kendimize ait bir düşünceyi yüksek sesle dile getirmektir” der.
Sanatçılar küçük düşme pahasına cesaret gösterirler. Üstelik bunu ürettikleri eserin iyi olup olmadığına emin olmadıkları bir anda yaparlar. Henri Matisse “Yaratıcılık cesaret gerektirir” der. Kimse başkalarının önünde aptal durumuna düşmek istemez. Yabancılar karşısında aşağılanmak istemez. Kendimizi küçük düşürmemeye programlanmışızdır. Yaratıcılık konusunda her zaman kendimizden kuşku duyarız. Ürettiklerimizi eleştiri ateşinin önüne atacak kadar cesur hissettiğimizde kuşku bizi frenler. Eserimizi kendimize sakladığımızda kendimizi rahatlamış hissederiz. Tevazu saygın bir niteliktir. Ancak söz konusu yaratıcılık olunca tevazu arkasına saklanılan bir kalkana dönüşüverir. Dünyaya yaratıcı düşüncelerimizi salıvermek, kendimizi kibirli gibi hissetmemizi neden olur ve cesaret ister. “Ben kendimi kim sanıyorum ki?” dersiniz. “Ben deha mıyım?”ki böyle zırt diye ortaya çıkıyorum diye de düşünürsünüz. “Benden daha iyileri var bana ne oluyor?” dersiniz. Tevazu veya kendini ortaya atmaktan korkma yaratıcılığın el frenidir.
Fikirlerimizi ve özgürlüklerimizi dünya ile paylaşmak isteriz ama buna cesaret edemeyiz Aristo bu noktada şöyle der “Cesaret olmadan bu dünyada hiçbir şey yapamazsınız.” Aristo bunu söylediğinde böyle yaratıcı bir davranışı kastetmiş olabilir. Doğrusu yaratmak için inanmaya ihtiyacımız vardır. Sadece kendimize değil karşımızdakilere de inanmalıyız. Sizi adaletle değerlendirebileceğine konusunda dünyaya inanç beslemesiniz. Evet eleştirilerle karşılaşacaksınız. Evet canınız açılacak. Bazen çok acıyacak. Onaylamayanların sesi hep birlikte gür çıkar. Bir çok önemli sanatçı başlangıçta defalarca sanat çevrelerince reddedilmişler ama vazgeçmeyip mücadeleyi sürdürmüşlerdir. Buna en önemli örnekten beri Mikelangelo’dur. Papaya lahit inşa etmeyi beklerken hiç sevmediği bir işe razı olmak zorunda kalmıştır. J.K. Rowling defalarca reddedilmiş ve sonunda edebiyattan milyarder olan tek kadın edebiyatçı olarak tarihe geçmiştir. Daha bir çok örnekler verilebilir. Şöhret olmuş her cesur sanatçının yanında genelde bir hamisi vardır. Bunu da unutmamak gerekir. Yenilikleri araştırmak isteyen her sanatçı cüret etmelidir. Oysa toplum uyumlu olmamız için bize baskı yapar. Toplumun bireyleri kabullenilmiş sistemlere ayak uydurduğunda toplum doğru düzgün işler. Yoksa kaos oluşur. Oysa statüko da sabit değildir. Üzerinde yaşadığımız gezegende statüko ve kurallar da sürekli değişiyor. Toplumlar evrim geçiriyorlar. Farkındalığı yüksek olanlar veya beyinlerindeki nöronları uygun şekilde şekillendirilmiş olanlar bu farklılaşmalar sırasında fırsatları seziyorlar ve uygun bir şekilde değerlendiriyorlar. Bilim insanları, girişmişler ve sanatçılar değişime ayak uydurup bundan yararlanmada başı çekiyorlar. Bu üç grup da hayal güçlerinden yararlanıyorlar. Yönetici güçlerinden destek alıyorlar ve fikirlerini gerçekleştirme yolunda zorluklara göğüs geriyorlar.
Konu yeni kavramlar olunca toplum son derece temkinli davranır ve ilk başlarda yenilikleri yok sayma eğilimi gösterir. Aslında sanatçılar doğmalara, muhafazakar tutumlarla savaşmak zorunda değildirler. Sanatçı sanat tüccarlarının satabilecekleri bilinen işlerden ürettikleri sürece sorun yoktur. Sanatçılar koleksiyonerlerin takdir ettiği eserler yarattıkları ve kurumların anladığı eserlerden yaptıkları zaman ticari pazarda yer bulurlar. Yasaları çiğnemek, tüm bu güçlü sanat çevrelerine karşı dik durmak müthiş bir cesaret gerektirir. Ancak gözü kara bir sanatçı böylesine ciddi bir çatışmayı göze alabilir. Ama her zaman bir hamiye, bir yardıma ihtiyaç vardır. Statükoyu ortadan kaldırmak için iki kişiye ihtiyaç olduğu düşünülürdü; bir sanatçı ve onun hamisi. Bununla birlikte bir sanatçının yeni bir fikri bir hamiden destek almadan kamuoyuna duyurmasının başka bir yolu daha vardır ki o da sistemden tamamen çekilmektir. Bu davranış biçimi epey cesaret gerektirir. Bansky bunu göstermiştir. Önceleri muziplik sayılan eserleri bugün müzayedelerde 1 milyon dolarlara alıcı buluyor. Yaratıcılığın baskı altına alınması Platon ve Devlet’le başlar. Toplum, kamuoyu ve onun resmi temsilcileri genellikle sanatçıya güvenmek istemez. Bunun yerine bilinmeyen, kavranmakta güçlük çekilen ve tehlike potansiyeli taşıyan yenilik tarafından toplum kendisini tehdit edilmiş hisseder. Çağlar boyunca yazarlar, yönetmenler, şairler, besteciler ve sanatçılar kendilerini sanatları ile ifade etmekten fazlasını yapmamış olmalarına karşın zulme, hapse ve işkenceye maruz kalmışlardır ve bugün de aynı durum devam etmektedir. Dünyanın bütün ülkelerinde sansür vardır, kamuoyu sanatın ciddi bir mesele olmadığına inanır. Sanat eğlendirmek ve hoşça vakit vakit geçirmek için tasarlanmış bir yan gösteridir. Ama işin aslı öyle değildir. Ai Wei hapis tutulduğu evinden bir imparatorluğa kafa tutuyor aynı şekilde rus aktivist müzik grubu Pussy Riot daha protest eylemlerine sanatları ile devam ediyor. Yaratıcılık etkili bir araçtır. Bu nedele sanat Platon’dan Putin’e tüm otorite figürlerini korkutur. Yaratıcılık kendimizi ifade edişimizdir. Demokrasiye sesini, uygarlığa biçimini verir. Fikirler için bir platform ve değişim aracıdır. Yaratıcılığa saygı ile yaklaşılmalıdır. Sonuç olarak bizi insan yapan şey hayal gücümüzdür. Van Gogh’un sorusu ile bitirelim; “Herhangi bir şeye girişecek cesaretimiz olmasaydı hayat neye benzerdi?”.