Moda Fotoğrafında önemli bir isim; Paolo Roversi..
Güneşli ama soğuk bir Mart haftasında, modaya adanmış Galliera Müzesi’nde ünlü İtalyan moda fotoğrafçısı Paolo Roversi’nin yeni açılan sergisini gezdim. Paris’in sürekli moda sergilerine ev sahipliği yapması şaşırtıcı değil. Eva Von Herpen’den sonra, Paolo Roversi ile gözlerimiz ve gönüllerimiz bayram ettiğimizi söyleyebiliriz.
1947 doğumlu Paolo Roversi, 1973’te İtalya’dan Paris’e göç etmiş. Basitçe ifade etmek gerekirse, moda fotoğrafçılığına gönülden bağlandı. 1980’de Polaroid ile tanıştı ve bu cihazın anlık fotoğraf çekme özelliğini yeni boyutlara taşıdı. Kurallardan sıyrılarak kendi özgürlük alanını yaratan Roversi, stüdyo seçimi ve büyük formatlı kamera kullanımıyla, zaman ve ışığa olan yaklaşımında moda dünyasının geleneklerine meydan okudu. 19. yüzyıl fotoğrafçılık tekniklerine yönelerek “Ben bir zanaatkarım” diyerek iddiasını ortaya koydu. 2008’de, hemen hemen tüm fotoğrafçılar gibi, dijitale geçiş yapmak zorunda kaldı.
En prestijli moda tasarımcılarıyla iş birliği yapan Roversi, sanki onların bestelerini yorumlar gibi çalışmış. Comme des Garçons, Yohji Yamamoto, Romeo Gigli, Dior gibi isimler hep onunla çalıştılar. Giysilerin ve silüetlerin ötesine geçerek bedenleri, yüzleri, bakışları ve uyandırdıkları duyguları fotoğrafladı. Paolo’nun çektiği ilk fotoğraf, özel bir gece için hazırlanmış elbisesiyle baloya giden 18 yaşındaki kız kardeşinin fotoğrafıydı. Zerafet ve samimiyet, moda ve portre, Roversi’nin daima sadık kaldığı temalardır. Güzelliği her bir karesine işlemekten asla vazgeçmedi.
Paris’teki bu ilk sergisinde, Palais Galliera’yı adeta stüdyosuna dönüştürmüş durumda. 16 Mart’ta açılan sergi, Fransız Milli Bayramı olan 14 Temmuz’a kadar devam edecek. En önemli 140 fotoğrafını görmek isteyenlerin acele etmelerini öneririm.
Paolo Roversi, yıllar içinde kendi fotoğraf dilini buldu ve geliştirdi. Man Ray (1890-1976) ve Erwin Blumenfeld (1897-1969) gibi stüdyo ve karanlık odalarında deneyler yapan fotoğrafçılara hayranlık duydu. Negatif manipülasyonları ve agrandisörde ışık oyunları, sürrealist fotoğrafçıların çalışmaları ona ilham verdi.
Uzun pozlamalar, bulanık silüetler ve çifte görüntülerle kendi stilini yarattı. Polaroidlerden bazen şans eseri ortaya çıkan fotoğraflar şaşırtıcıydı. Roversi, bu tesadüfleri kastederek, “İşimdeki ilerlemeler ve gelişmeler kazalardan doğdu” demiştir.
Günümüzde Amerikalı tekstil sanatçısı Sheila Hicks ile iş birliği yapıyor. Roversi’yi belki bir sihirbaz olarak kabul edebiliriz; bizi aynanın öteki tarafına gösteriyor.
“Nudi” serisine, 1983’te Vogue Homme için çektiği Inès de La Fressange’nin portresiyle başlayan Paolo Roversi, meslek yaşamı boyunca yaratıcı yönünü her zaman göstermiştir. Tasarladığı düzenek, modelin bedenini stereotiplerin ötesine taşır. Modadan çıkarak, modellerinin gerçekliğini yapaylıklardan arındırarak göstermeye çalışır.
Her seferinde benzer yöntemler uygulayan Roversi, tüm modelleri eşit bir platforma taşır. Modeller, doğrudan ve tamamen doğal halleriyle kameraya bakarak ve ayakta poz verirler. Roversi, çıplaklığı utangaçlıkla ama doğal bir şekilde ele alır. Tekniği şu şekildedir; önce dolaylı aydınlatma kullanır, sonra bu fotoğrafın siyah beyaz bir baskısını Polaroid 20×25 ile tekrar fotoğraflar. Bu yöntemle gerçeklikten uzaklaşıp soyutluğa doğru ilerler.
Roversi’nin imgeleri, bedensiz ve neredeyse uzaydan gelmiş gibi dururken, her zaman güçlü ve benzersiz kadın figürleri ortaya çıkarır. Fotoğrafçılık tarihiyle yakından ilgilenen Roversi, XIX. yüzyılın fotoğraf ustalarından, özellikle Félix Tournachon olarak da bilinen Nadar’ın (1820-1910) izinden gider.
Stüdyoda basit bir fon tercih eder, rahatsız edici her şeyi ortadan kaldırır. Stüdyo onun için sadece bir çalışma alanı değil, aynı zamanda bir sığınak görevi görür.
Genellikle büyük format kamera kullanır ve uzun pozlamalarla yavaş ve sabırlı bir çalışma sürecini tercih eder. Roversi’nin çalışma araçlarına olan sadakati, 2002’de “Studio” adlı seride fotoğraflanan kameraları, objektifleri, lambaları, arka fonları ve tabureleriyle ortaya çıkar.
Stüdyosunu sadece bir çalışma alanından daha fazlası olarak görür. O, aynı zamanda bir geçiş ve buluşma yeridir, canlı bir alandır.
Paolo Roversi için her fotoğraf bir portredir. Stüdyosunda mümkün olduğunca az sayıda kişiyle çalışır. Çekimler sessiz ve samimi bir ortamda, dekor veya aksesuarsız gerçekleşir. Konu, onun için dünyanın merkezine dönüşür. Roversi, modellerin geleneksel pozlarından vazgeçmelerini ve kendilerini ona bırakmalarını sağlar. Kameranın arkasında değil, yanında durarak, modelle doğrudan göz teması kurar ve vizör aracılığıyla değil, doğrudan iletişimle çalışır. Modelin katılımı, görüntülerin yaratılma sürecinin bir parçasıdır.
Gün ışığında, uzun pozlamalarla çektiği portreleri yoğun bir ifade taşır. Modeller, sadelikleriyle mekanı doldurur, ancak başka bir boyuttan gelmiş gibi görünürler. “Uzun bir poz süresi, ruhun yüzeye çıkmasına zaman tanır” der ve bu, işindeki en temel felsefesi haline gelir.
Paolo Roversi, fotoğrafçılığının derinliklerine inerek, sürekli yeni yollar arar, kendi benzersiz görsel dilini yaratır ve yeniler. Fotoğraflarında ruhun derinliklerine dokunma çabası ve tesadüflere yer verme isteği, onun eserlerinde her zaman hissedilir. Bu sayede, modellerinin özünü ve karakterlerini ortaya çıkarmayı başarır.
Roversi, sadece görsel estetiğe odaklanmakla kalmaz, aynı zamanda fotoğraflarının arkasındaki hikayelere ve modellerin ifadelerine de büyük önem verir. Bu yaklaşımı, onun fotoğraflarını sadece göze hitap eden görüntülerden daha fazlası yapar.
Özetle, Paolo Roversi moda fotoğrafçılığı dünyasında kendine özgü bir yer edinmiştir. Onun eserleri, yalnızca moda endüstrisinde değil, aynı zamanda fotoğraf sanatının genel tarihinde de önemli bir konuma sahiptir. Yaratıcı vizyonu ve teknik becerisi, gelecek nesiller için ilham kaynağı olmaya devam edecek gibi görünmektedir.
Paolo Roversi, fotoğrafçılıkta derinlere inerek, sürekli yeni yollar aramaya, kendi benzersiz görsel dilini yaratmaya ve yenilemeye devam ediyor. Fotoğraflarındaki ruhun derinliklerine dokunma çabası ve tesadüflere yer verme isteği, her zaman hissediliyor. Bu sayede, modellerinin özünü ve karakterlerini ortaya çıkarmayı başarıyor. Roversi, sadece görsel estetiğe odaklanmakla kalmıyor, aynı zamanda fotoğraflarının arkasındaki hikayelere ve modellerin ifadelerine de önem veriyor. Bu yaklaşım, onun fotoğraflarını sıradan görsellerden daha anlamlı kılıyor.
Sonuç olarak, Paolo Roversi, moda fotoğrafçılığı alanında kendine has bir yer edinmiş bir sanatçıdır. Onun eserleri, sadece moda endüstrisinde değil, fotoğraf sanatının genel tarihinde de önemli bir yere sahip olacaktır. Yaratıcı vizyonu ve teknik ustalığı, gelecek nesiller için ilham kaynağı olmaya devam edecek gibi duruyor.